Kütüb-i Sitte hadisleri-3

Cimrilik

CİMRİLİK

393 – Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İki haslet vardır ki bir mü’minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk.”

Tirmizî, Bir 41, (1963).H.

394 – Ka’b İbnu İyâz (radıyallahu anh) anlatıyor; “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı şöyle derken işittim: “Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.”

Tirmizî, Zühd 26, (2337).

395 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır kalırsınız.”

Tirmizî, Zühd 20, (2329).

396 – Abdullah İbnu’ş-Şihhîr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Elhâhümü’t-tekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana: “İnsanoğlu malım malım der. Halbuki âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır.”

Müslim, Zühd 3, 4, (2958); Nesâî, Vesâya 1 (6, 238); Tirmizî, Tefsir, Tekâsür, (3351).

397 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle söyledi: “Altına tapanlar mel’undur, gümüşe tapanlar mal’undur.”

Tirmizî, Zühd 42, (2376).

398 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir keresinde, “Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha çok sever?” diye sordu. Cemaat: “Ey Allah’ın Resûlü içimizde, herkes kendi malını vârisinin malından daha çok sever” dediler. Bunun üzerine: “Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da vârislerinin malıdır.”

Buhârî, Rikak 12; Nesâî, Vesâyâ 1, (6, 237-238).

399 – Ebû Vâil anlatıyor: “Hz. Muâviye (radıyallahu anh) bir gün Ebu Hâşim İbnu Utbe’ye uğradı. Maksadı geçmiş olsun ziyaretinde bulunmaktı, çünkü Ebu Hâşim hastaydı. Yanına varınca ağlar buldu. “Ey dayıcığım niye ağlıyorsun? Dayanamadığın bir ağrı veya dünyaya karşı bir hırs mı seni böyle ağlatıyor?” diye sordu. Ebu Vâil:

-Hayır, asla bu sebeplerle ağlamıyorum. Ne var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizden bir söz almıştı, onu tutamadım (bu sebeple ağlıyorum) dedi. Hz. Muâviye:

-Neydi o? diye sordu.

-Ben, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı şöyle söylerken dinlemiştim: “Sizden birine, dünyalık olarak bir hizmetçi ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar mal toplaması yeterlidir.” Halbuki bugün ben kendimi bundan daha çok mal toplamış görüyorum.

Tirmizî, Zühd 19, (2328); Nesâî, Zînet 119, (8, 218-219); İbnu Mâce, Zühd 1, (4103).

Rezîn merhum şu ilâvede bulundu: “Ebu Hâşim rahmet-i Rahmân’a kavuştuğu zaman, geride bıraktığı serveti hesapladı, hepsi otuz dirhem kadardı.” (Bu ziyadenin kaynağı bulunamamıştır.)

Dava (Kaza) ve Hüküm

KAZANIN KERAHETİ

4847 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim insanlar arasında kâdı tayin edilmiş ise, bıçaksız boğazlanmış demektir.”

Ebu Dâvud, Akdiye 1, (3571, 3572); Tirmizi, Ahkam 1, (1325).

4848 – Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kadı üçtür: Biri cennetlik, ikisi cehennemliktir. Cennetlik olan, hakkı bilip öyle hükmedendir. Hakkı bilip hükmünde (bile bile) adaletsiz davranan cehennemliktir. Halka câhilâne hükümde bulunan da cehennemliktir.”

Ebu Dâvud, Akdiye 2, (3573).

4849 – Abdullah İbnu Mevhib anlatıyor: “Osman İbnu Affan, İbnu Ömer radıyallahu anhüm’e: “Git insanlar arasında hükmet!” dedi. Abdullah:

“Ey mü’minlerin emiri, beni bu vazifeden affetmez misiniz?” diye ricada bulundu. Hz. Osman radıyallahu anh:

“Bundan niye kaçınıyorsun? Senin baban da kâdı idi” diye ısrar etmek istedi. Ancak Abdullah dedi ki: “Doğru da, ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın:

“Kim kadı olur ve adâletle hükmederse, bu kimse başabaş (sevap ve günahı eşit) ayrılmaya liyakat kazanmıştır” dediğini işittim. Artık (Resûlullah’ın bu sözünden) sonra ne ümid edebilirim?” (Hz. Osman bunun üzerine İbnu Ömer’e teklifte bulunmadı.)”

Tirmizi, Ahkâm 1, (1322).

ÂDİL VE ZÂLİM HÂKİM

4850 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim kadılık talep eder ve bunun gerçekleşmesinde şefaatçilere başvurursa (iş) kendisine yıkılır (Allah’ın yardımı olmaz). Kime de o iş zorla verilirse, Allah onu doğruya sevkedecek bir melek gönderir.”

Ebu Dâvud, Akdiye 3, (3578); Tirmizi, 1, (1323, 1324).

4851 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim müslümanların kadılık hizmetini talep edip elde etse, sonra adaleti zulmüne galebe çalsa cennete girer. Zulmü adaletine galebe çalsa, ateş onundur.”

Ebu Dâvud, Akdiye 2, (3575).

4852 – (Abdullah) İbnu Ebi Evfa anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kadı zulmetmedikçe, Allah Teâla hazretleri onunla birliktedir (yardımcısıdır). Zulme yer verdiği zaman onu terkeder, artık şeytan onunla beraber olur.”

Tirmizi, Ahkâm 4, (1330).

MÜÇTEHİDİN SEVABI

4853 – Amr İbnu’l-Âs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hâkim içtihad eder ve isabet ederse kendisine iki ücret (sevap) verilir. Eğer içtihad eder ve hata ederse ona bir ücret vardır.”

Buhâri, İ’tisâm 21; Müslim, Akdiye 15, (1716); Ebu Dâvud, Akdiye 2, (3574); Tirmizi, Ahkâm 2, (1326); Nesâi, Kazâ 3, (8, 224).

4854 – Yahya İbnu Sa’îd anlatıyor: “Ebu’d-Derdâ, Selman-ı Fârisi radıyallahu anhüma’ya:

“Arz-ı Mukaddese’ye gel!” diye yazmıştı. Selman ona şöyle cevap yazdı:

“Arz kimseyi takdis etmez. İnsanı mukaddes kılan şey amelidir. Bana ulaştığına göre, sen orada tabib kılınmışsın ve hastaları tedavi ediyormuşsun. Eğer tedavi edebiliyorsan ne mutlu sana. Eğer mütetabbib isen, insanları öldürüp cehennemlik olmaktan sakın!”

Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh iki kişi arasında hükmedince, onlar yanından ayrıldıkları vakit onlara bakar ve:

“Vallahi mütetabbibdir. Bana geri dönün. Kıssanızı bana iade edin (meselenizi iyice tetkik edeyim)!” derdi.”

Muvatta, Vasiyyet 7, (2, 769).

RÜŞVET HAKKINDA

4855 – Ebu Hureyre, İbnu Amr İbni’l-Âs radıyallahu anhüm anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hükümde rüşvet alan ve rüşvet veren (ve aracılık eden) kimseyi lanetlemiştir.”

Tirmizi, Ahkâm 9, (1336); Ebu Dâvud da bu hadisi sadece İbnu Ömer radıyallahu anh’tan tahric etmiştir (Akdiye 4, (3580).

4856 – Mu’âz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni Yemen’e göndermişti. (Hareket edip) yürüdüğüm zaman arkamdan birini göndererek geri çağırdı. (Yanına varınca):

“Sana niye adam gönderip (geri çağırdığımı) biliyor musun?” buyurdular ve ilave ettiler:

“Benim iznim olmadan hiçbir şey almayacaksın. Zira bu gulûldür (hırsızlık). Kim gulûl yaparsa, aldığı şeyle Kıyamet günü (Allah’ın huzuruna gelir). İşte bu (hususu tenbih etmek için) seni çağırdım, artık işine gidebilirsin.”

Tirmizi, Ahkâm 8, (1335).

KADILIK ÂDÂBI

4857 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni Yemen’e kadı olarak gönderdi. O sıralarda henüz yaşım küçüktü, kazayı (hüküm vermeyi) bilmiyordum. (Beni takviye için):

“(Sen tereddüt etme, git! Bu vazife için) Allah kalbine hidayet koyacak ve dilini de sâbit kılacak. Yanına iki hasım geldiği vakit, birinciyi dinlediğin gibi, diğerini de dinlemeden sakın hüküm verme. Böyle yapman (daha isabetli) karar vermen için gereklidir!” buyurdular.

Hz. Ali devamla der ki: “Ondan sonra hep kadılık yaptım. Henüz, bir kerecik olsun hükümde tereddüde düşmedim.”

Ebu Dâvud, Akdiye 6, (3582); Tirmizi, Ahkam 5, (1331); İbnu Mâce, Ahkâm 1, (2310).

4858 – İbnu’z-Zübeyr radıyallahu anhüma dedi ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, iki hasmın da kadı’nın önüne oturmasına hükmetmiştir.”

Ebu Dâvud, Akdiye 8, (3588).

4859 – Ebu Bekre radıyallahu anh’ın anlattığına göre, Sicistan’da kadılık yapan oğlu Abdullah’a şöyle yazmıştır: “İki kişi arasında, öfkeli olduğun zaman hüküm verme. Zira, ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim: “Kimse, öfkeli iken, iki kişi arasında hüküm vermesin.”

Buhari, Ahkâm 13; Müslim, Akdiye 16, (1717); Tirmizi, Ahkâm 7, (1334); Ebu Dâvud, Akdiye 9, (3589); Nesâi, Kudât 17, (8, 337, 238).

4860 – Avf İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm iki kişi arasında bir hükümde bulunmuştu. Hasımlar ayrıldıkları vakit, aleyhine hükmedilen kimse:

“Hasbiyallahu ve ni’me’l-vekil (Allah bana yeterlidir. O ne iyi vekildir)!” dedi. (Bu sözü işiten) Aleyhissalâtu vesselâm:

“Allah Teâla hazretleri aczi levmediyor (kötülüyor). Fakat sana akıllılık düşer. Ama bir şey sana galebe çalacak olursa o zaman “hasbiyallahu ve ni’me’l-vekil” de!” buyurdular.”

Ebu Dâvud, Akdiye 28, (3627).

4861 – Hz. Ömer, Hz. Ali ve diğer bir kısım Ashab radıyallahu anhüm demişlerdir ki: “Kadı ve hâkim mescidde hüküm verebilir. Şâyet bir haddle ilgili hüküm vermişlerse, bunun icrası mescidin dışında yapılır.”

Buhâri, bab başlığı olarak kaydetmiştir. Ahkâm 19.

HÜKMÜN KEYFİYETİ

4862 – Hâris İbnu Amr İbni Ahî’l-Mugîre İbni Şu’be, Muâz radıyallahu anh’tan naklen anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Muaz’ı Yemen’e gönderdiği zaman kendisine sorar: “Sana bir dâva geldiği vakit nasıl hükmedeceksin?”

“Allah’ın kitabıyla hükmedeceğim” der Muâz.

“(Meseleyi Kitabullah’ta) bulamazsan?”

“Resûlullah’ın sünnetiyle hükmedeceğim.”

“Ne Kitabullah’ta ve ne de Resûlullah’ın sünnetinde bulamazsan?”

“Kendi re’yimle ictihad edeceğim, (hüküm vermekten) geri durmayacağım.”

Hz. Muaz der ki: “Bu cevabım üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (memnun kaldı), göğsüme eliyle vurup:

“Allah’ın elçisinin elçisini, Allah’ın elçisini memnun edecek usûlde muvaffak kılan Allah’a hamdolsun!” buyurdular.”

Ebu Dâvud, Akdiye 11, (3592, 3593); Tirmizi, Ahkâm 3, (1327, 1328).

4863 – Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, odasının kapısında bir münakaşa işitmişti. Yanlarına çıkıp:

“Ben bir beşerim. Bana ihtilaflılar gelir. Bunlardan biri, diğerine nazaran daha belâgatlı (ikna edici) olur. Ben de onun doğru söylediğini zanneder, lehine hükmederim. Ancak kime bir müslümanın hakkını vermiş isem, bunun ateşten bir parça olduğunu bilsin. O ateşi ister yüklensin, ister terketsin (kendisi bilir)” buyurdular.”

4864 – Sahiheyn’in bir rivayetinde hadis şöyledir: “Ben de sizin gibi bir insanım. Siz dâvalarınızın halli için bana geliyorsunuz. Bazınızın hüccet yönüyle, diğer bazısından daha ikna edici olması, böylece benim, işittiğime dayanarak onun lehine hükmetmem mümkündür. Kimin lehine, kardeşinin hakkından bir şey hükmetmişsem (bilsin ki), onun için cehennemden bir ateş parçası kesmiş oluyorum.”

Burari, Şehâdât 27, Mezâlim 16, Hiyel 9, Ahkâm 20, 29, 31; Müslim, Akdiye 5, (1713); Muvatta, Akdiye 1, (2, 719); Ebu Dâvud, Akdiye 7, (3583, 3584); Tirmizi, Ahkam 11, (1339); Nesâi, Kudat 13, (8, 233).

4865 – Eş’as İbnu Kays’ın anlattığına göre, Humus’tan bir köleyi Abdullah’tan yirmibin (dirhem)e satın almış ve Abdullah kölenin bedelini almak üzere kendisine bir adam göndermiştir. Adam gelince Eş’as:

“Ben onu onbine satın aldım” dedi. Abdullah da:

“Öyleyse seninle benim arama (hakem olacak) bir kimse tayin et!” dedi. Eş’as: “Benimle kendi aranda sen hakem ol!” dedi. Bunun üzerine Abdullah:

“Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Alış-veriş yapan iki kişi ihtilafa düşerlerse ve aralarında da delil yoksa, mal sahibinin söylediği esas alınır veya (alış-verişi) terkederler” dediğini işittim” dedi.”

Ebu Dâvud, Büyü 74, (3511); Nesâi, Büyü 82, (7, 302, 303). Nesai’de sadece müsned (Resûlullah’a ait) kısım kaydedilmiştir.

DÂVÂLAR VE BEYYİNELER

4866 – İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: “Beyyine dâvacı üzerine, yemin de dâvalı üzerine düşer.”

Tirmizî, Ahkâm 12, (1341).

4867 – İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “İki kadın bir odada deri dikiyorlardı. Bunlardan biri avucuna bîz batırılmış olarak dışarı çıktı. Bunu diğerinin yaptığını iddia etti. Dâva İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ’ya götürüldü. İbnu Abbâs dedi ki:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuşlardı: “Eğer insanlara sırf iddialarıyla, (delil olmadan) talep ettikleri verilseydi, insanlar başkalarının kan ve mallarını istemeye kalkarlardı. Ancak iddia sahibine beyyine gerekmektedir. İddiayı inkâr edene de yemin gerekmektedir. (Bu kadına) Allah’ı (yalan yere yemin etmenin günahını) hatırlatın. Ona şu âyeti okuyun: “Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir pahaya değişenler, işte bunlar için ahirette hiçbir nasib yoktur” (Âl-i İmrân 77).

Kadına bu hatırlatıldı. Bunun üzerine kadın suçunu itiraf etti.”

Buhari, Tefsir, Al-i İmran 3, Rükün 6; Müslim, Akdiye 2, (1711); Ebu Dâvud, Akdiye 23, (3619); Tirmizi, Ahkâm 13, (1343); Nesâi, Kudât 35, (8, 248).

4868 – Yine İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (iddia sahibi iki şahid bulamazsa) bir yemin ve bir şahid(in yeterli olacağın)a hükmetmiştir.”

Müslim, Akdiye 3, (1712); Ebu Dâvud, Akdiye 21, (3608).

4869 – Abdullah İbnu Ubeydillah İbni Ebî Müleyke anlatıyor: “Beni Süheyb radıyallahu anh, Mervân nezdinde, iki ev ve bir odanın kendilerine ait olduğunu, bunları (babaları) Süheyb’e Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın verdiğini iddia ettiler. Mervân: “Söylediğiniz şeye şahidiniz var mı?” dedi. Onlar: “İbnu Ömer!” dediler. Mervan, İbnu Ömer’i çağırdı. O, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın Süheyb radıyallahu anh’a iki ev ve bir oda verdiğini söyledi. Mervân sadece onun şehâdediyle onlar lehine hükmetti.”

Buhari, Hibe 30.

4870 – Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında iki kişi bir deve hakkında iddiada bulundular. Her biri, iki tane şâhid getirdi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam deveyi ikiye bölerek aralarında taksim etti.”

Ebu Dâvud, Akdiye 22, (3613, 3614, 3615); Nesai, Kudât 34, (8, 248).

4871 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir mal hususunda ihtilaf eden, fakat beyyineleri olmayan) bir kavme yemin teklif etti. (İki taraf da) birden yemin etmeye koştu. Bunun üzerine (önce) yemin (edecek tarafın tesbiti için) kur’a çekilmesini emretti.”

Buhari, Şehadat 24; Ebu Dâvud, Akdiye 22, (3616, 3617, 3618).

4872 – Ebu Gatafân İbnu Tarîf el Mürri anlatıyor: “Zeyd İbnu Sâbit ve İbnu Mutî’ aralarındaki bir ev sebebiyle (Medine Valisi) Mervân’a dava açtılar. Mervân, minberde yemin etmesi şartıyla, evin Zeyd Sâbit’e ait olduğuna hükmetti. Zeyd:

“Ben onun için şu yerimde yemin ederim!” dedi. Mervan da:

“Hayır! Hukukun kesinleştiği yerde yemin edeceksin!” dedi. Bunun üzerine Zeyd “Hakkım haktır” diye yemin etmeye başladı ve minberde yemin etmekten imtina etti.

Mervan bu duruma hayret etti.”

Muvatta, Akdiye 12, (2, 728).

YEMİNİN ŞEKLİ

4873 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, yemin teklif ettiği bir adama:

“Kendinden başka ilah bulunmayan Allah’ın adıyla, o kimsenin yani dava sahibinin senin yanında malı olmadığına yemin et!” buyurdu.”

Ebu Dâvud, Akdiye 24, (3620).

ADALET VE ŞEHADET

4874 – Amr İbnu Şuayb an ebîhi an ceddihi anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hain erkek ve hâine kadının, zani erkek ve zâniye kadının, kardeşine kin taşıyan kimsenin şehâdeti caiz değildir.”

Ebu Dâvud, Akdiye 16, (3600, 3601); İbnu Mâce, Ahkâm 30, (2366).

Tirmizi’de Hz. Aişe’den yapılan bir rivayette, hâine kelimesinden sonra şu ziyade vardır: “Hadd-i kazf’la celde tatbik edilenin, şehadette (yalanı) tecrübe edilmiş olanın, ev halkına hizmet edenin, kendisini nisbet ettiği mevla ve akrabaları hususlarında müttehem olan (gerçek nesebini gizleyen)in.”

Tirmizi, Şehâdât 1, (2299).

4875 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bedevînin, köylü aleyhindeki şehadeti câiz değildir.”

Ebu Dâvud, Akdiye 17, (3602); İbnu Mâce, Ahkâm 30, (2367).

4876 – Eymen İbnu Hureym İbni Fâtik anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Yalan şehadet Allah’a şirkle bir tutulmuştur!” buyurdular ve âyeti okudular. (Meâlen): “…Putlara tapmak gibi bir pislikten ve yalan sözden de kaçının.” (Hâcc 30).

Tirmizi, Şehâdât 3, (2300, 2301); Ebu Dâvud, Akdiye 15, (3599); İbnu Mâce, Ahkâm 32, (2372).

4877 – Zeyd İbnu Hâlid radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Size şahidlerin en hayırlısını haber vermeyeyim mi: O kendisine talep edilmezden önce şehâdet etmeye gelendir.”

Müslim, Akdiye 19, (1719); Muvatta, Akdiye 3, (2, 720); Ebu Dâvud, Akdiye 13, (3596); Tirmizi, Şehâdât 1, (2296).

4878 – Huzeyme İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir bedeviden bir at satın almıştı. Aleyhissalâtu vesselâm, onu eve kadar getirivermesini ve orada parasını almasını söyledi. Bu sırada kendisi hızlı hızlı yürüdü; bedevi ise ağır ağır yürüyordu. (Aralarında epeyce bir mesafe hasıl oldu. Bu sırada) bazı kimseler bedeviye gelip at üzerinde pazarlık yapmaya başladılar. Onu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın satın almış olduğunu kimse bilmiyordu. Bedevi, Aleyhissalâtu vesselâm’a seslenip:

“Şu atı alacaksan al, değilse sattım!” dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bedevinin bu sözünü işitince adama yönelip: “Ben onu zaten senden satın aldım ya!” buyurdular. Ama bedevî:

“(Bu ne demek?) Vallahi ben onu sana satmadım!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bilakis! Ben onu senden aldım” dedi. Bunun üzerine bedevî:

“Bir şâhit getir!” demeye başladı. Hemen Huzeyme atılıp:

“Ben şehadet ederim, siz onu satın aldınız!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm, Huzeyme’ye gelerek: “Ne ile şehadet ediyorsun?” diye sordu. Huzeyme:

“Sana olan tasdikim ile, Ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm Huzeyme’nin şehâdetini iki kişinin şehadeti yerine koydu.”

Ebu Dâvud, Akdiye 20, (3607); Nesâi, Büyü 91, (7, 302).

Rezin şu ziyadeyi ilave etti: “Bedevî: “Bu, Resûlullah mı?” dedi. Ebu Hureyre kendisine: “Peygamberini tanımaman cahillik olarak sana yeter. Allah Teâla Hazretleri doğru söyledi: “Bedeviler küfür ve nifak yönünden daha şiddetli ve Allah’ın Resûlüne indirdiği emir ve yasakları bilmemeye daha müsaiddirler” (Tevbe 97). Bedevi bunun üzerine atı sattığını itiraf etti.”

EHL-İ KİTABIN ŞEHADETİ

4879 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma şöyle hitap etmiştir: “Ey müslümanlar! Peygamberiniz aleyhissalâtu vesselâm’a indirilen kitap, Allah’ın en yeni kitabı ve içine hiçbir şey karışmamış olduğu halde, onu okuyup durduğunuz halde, nasıl olur da Ehl-i Kitab’a (şer’î) birşey sormaktasınız? Halbuki Allah Teâla Hazretleri, Ehl-i Kitab’ın Allah’ın kitabını değiştirip elleriyle yeni bir kitap yazdıklarını, sonra da az bir menfaatı satın almak için: “Bu, Allah katındandır” dediklerini haber vermektedir. Bilesiniz, size gelen ilim, onlara soru sormanızı men etmektedir. Hayır! Vallahi onlardan bir kişinin bile size inen kitaptan sizlere bir şey sorduğunu görmüyoruz.”

Buhari, İ’tisam 25, Şehâdât 29, Tevhid 42.

4880 – Şa’bi anlatıyor: “Müslümanlardan birine, Dakûka’da ölüm geldi. Vasiyetine şâhidlik edecek hiçbir müslüman bulamadı. Bunun üzerine Ehl-i Kitap’tan iki kişiyi vasiyetine şâhid kıldı. Bunlar Kûfe’ye geldiler. Ebu Musa el-Eş’ari’yi bulup durumu haber verdiler. Bunlar ölenin tereke ve vasiyetini beraberlerinde getirmişlerdi. Ebu Mûsa radıyallahu anh onlara:

“Bu hâdise, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm devrinden sonra hiç görülmeyen bir hâdisedir” dedi. İkindi namazından sonra onlara, ihânet etmedikleri, yalan söylemedikleri, vasiyeti tebdil etmedikleri, gizlemedikleri, değiştirmedikleri, söylediklerinin o adamın vasiyeti, getirdiklerinin de terikesi olduğuna dair yemin ettirdi. Sonra şehâdetlerini(n gereğini yerine getirip) uygulamaya koydu.”

Ebu Dâvud, Akdiye 19, (3605).

HAPİS VE TAKİP

4881 – Behz İbnu Hakîm an ceddihi anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir adamı bir töhmet sebebiyle hapsetti, sonra da serbest bıraktı.”

Ebu Dâvud, Akdiye 29, (3630); Tirmizi, Diyât 21, (1417); Nesai, Sârık 2, (8, 67).

4882 – Yine Behz İbnu Hakîm aynı tarikten naklediyor: “Kardeşi veya amcası, hutbe vermekte olan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a doğrulup: “Komşularım (ve kavmim, ashabın tarafından) niçin tutulup hapsedildiler” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm (cevap vermeyip) yüzünü çevirdi. (Adam aynı sözü tekrar edince) ikinci sefer yüzünü çevirdi. Sonra adam (saygıyı taşan) bir şey söyledi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Bunun komşularını salıverin!” buyurdu.”

Ebu Dâvud, Akdiye 29, (3631).

RESÛLULLAH’IN HÜKME BAĞLADIĞI DÂVÂLAR

4883 – İbnu’z-Zübeyr radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Ensar’dan bir erkek, hurma ağaçlarını suladıkları Harre’nin su arkı yüzünden Zübeyr radıyallahu anh’la ihtilafa düşüp Resûlullah’ın huzurunda murâfa’a oldular. Resûlullah (ihtilaflarını dinledikten sonra) Zübeyr’e:

“Ey Zübeyr (önce) sen sula, suyu sonra da komşuna sal!” buyurdular. Ensari bu hükme kızdı ve: “Böyle hükmetmen, o senin halaoğlun olmasındandır!” dedi. Resûlullah bu söze çok kızdı, yüzü renk renk oldu ve: “Ey Zübeyr! Önce sen sula, sonra duvara ulaşıncaya kadar da suyu tut!” dedi. Zübeyr dedi ki: “Vallahi öyle zannediyorum ki şu âyet bu hadise ile ilgili olarak indi.

(Meâlen): “Hayır öyle değil! Rabbine and olsun ki, onlar aralarında kimi oraya kimi buraya çektikleri (kavga ettikleri) şeylerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar” (Nisa 65).

Buhari, Şirb 6, 7, 8, Sulh 12, Tefsir, Nisa 12; Müslim, Fezail 129, (2357); Ebu Dâvud, Adiye 31, (3637); Tirmizi, Ahkâm 26, (1363); Nesâi, Kudât 26, (8, 245).

4884 – Sâ’lebe İbnu Ebi Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Kureyş’ten bir adamın Benî Kureyza’da bir payı vardı. Suyun paylaştıkları Mehzûr ve Müzeynib vadisinin suyu hususunda ihtilafa düşerek Aleyhissâlatu vesselâm’a müracaat ettiler. Resûlullah aralarında: “Su hakkı topuklara kadardır. Üstteki, alttakine bundan fazlasına mâni olamaz” diye hükmetti.”

Muvatta, Akdiye 28, (2, 744); Ebu Dâvud, Akdiye 31, (3638); İbnu Mâce, Rühûn 20, (2481).

4885 – Harâm İbnu Sa’d İbni Muhaysa anlatıyor: “Bera İbnu Âzib radıyallahu anh’a ait bir at, Ensar’dan bir zâtın bahçesine girdi ve zarar meydana getirdi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bunun üzerine: “Mal sahibinin, malını gündüzleyin; hayvan (mevâşi) sahibinin de hayvanını geceleyin muhâfaza etmesine hükmetti.”

Muvatta, Akdiye 37, (2, 747, 748); Ebu Dâvud, Büyû’ 92, (3569, 3570); İbnu Mâce, Ahkâm 13, (2332).

4886 – Râfi’ İbnu Hadîc radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim başkasının tarlasına onların izni olmadan ekim yaparsa, ektiğinde hiçbir hakka sahip olamaz, ona sadece nafakası verilir.”

Tirmizi, Ahkâm 29, (1366); Ebu Dâvud, Büyû 33, (3403); İbnu Mâce, Rühûn 13, (2466).

4887 – Ebu Saîd radıyallahu anh anlatıyor: “İki kişi, bir hurma ağacının harîmi hususunda ihtilaf ederek Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a başvurdular. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ağacın ölçülmesini emir buyurdular. Yedi veya beş zirâ olduğu tesbit edildi. Aleyhissalâtu vesselâm (harîmin) o kadar olmasına hükmetti.”

Ebu Dâvud, Akdiye 31, (3640).

KAZA

6668 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni Yemen’e gönderdi. “Ey Allah’ın Resûlü dedim. Sen beni gönderiyorsun. Halbuki ben gencim ve aralarında dâvâlarını hükme bağlayacağım. Ben ise daha hükmetmeyi bilmiyorum!”

Ali devamla der ki: “Bunun üzerine Resûlullah eliyle göğsüme vurdu ve: “Allahım, kalbine hidayet, diline hakta sebat ver!” diye dua etti.”

Ali der ki: “O günden sonra, iki kişi arasında verdiğim hiçbir hükümde tereddüt etmedim.”

RÜŞVET

6669 – Abdullah (İbnu Mes’ud) radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Halk arasında hüküm veren hiç kimse yoktur ki, Kıyamet günü bir melek ensesinden tutmuş olarak onu getirmesin. Sonra melek başını semaya kaldırır. Eğer (meleğe): “Onu at!” diyen olursa melek onu cehennemin öyle derin bir çukuruna atar ki, kırk yılda o çukurun dibine varabilir.”

HAKİMİN HÛKMÜYLE HARAM HELAL OLMAZ

6670 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Muhakkak ki ben bir insanım. Sizden bazısı, delilini beyanda diğerlerine nazaran daha belâgatlıdır. Bu sebeple, ben, kimin lehinde diğer kardeşimin hakkından bir parça kesersem, şüphesiz ona ateşten bir parça kesmiş olurum.”

MAHKEMEDE YEMİN

6671 – Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yaş bir misvak çubuğu için bile olsa, şu minberimin yanında bile bile yalan yere yemin eden hiçbir köle ve cariye yoktur ki ona cehennem vacip olmasın.”

ÇALINMIŞ MALINI BULANIN ALMA HAKKI

6672 – Semure İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bir kimsenin bir eşyası kaybolsa veya çalınsa, sonra bunu bir adamın satmakta olduğunu görse, o mala sahibi ehaktır. Onu satın almış olan kimse satandan bedelini geri alır.”

BİRŞEYİ KIRAN HAKKINDA HÜKÜM

6673 – Benî Sûe kabilesinden bir adam anlatmıştır: “Ben Hz. Aişe radıyallahu anhâ’ya: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ahlâkını bana haber ver!” demiştim. Şu cevapta bulundu: “Sen Kur’ân’ın “Ve hiç şüphesiz sen pek yüce bir ahlâk üzerindesin” (Kalem 4) ayetini okumadın mı?” (Aişe radıyallahu anhâ sözüne devamla) dedi ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) ashabıyla birlikte (hücremde) idiler. Kendisine yemek yapmıştım. Hafsa da yemek yapmıştı. Ama yemeği hazırlamada Hafsa benden önce davrandı. Ben cariyeme: “Git Hafsa’nın yemeğini dök!” dedim. O(nun cariyesi) yemeği Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın önüne tam koyacağı sırada cariyem yetişip ona vurdu ve tabak kırıldı, yemek ortalığa dağıldı. Resûlullah çabuk davranıp (kırıkları) bir araya getirdi, deri sofra üzerine dökülen yemekleri topladı ve (ashabıyla) yediler. Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm benim kabımı (kırılana bedel, içindeki yemekle birlikte) Hafsa’ya gönderdi ve: “Kırılan kabınız yerine bu kabı alınız, içerisindeki yemeği de yiyiniz” buyurdu.” Aişe devamla der ki: “Ben işlediğim (bu densizliğe hak ettiğim gücenmenin izini) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın mübarek yüzlerinde hiç görmedim.”

HATILINI KOMŞU DUVARA SAPLA

6674 – İkrime İbnu Seleme’den rivayet edildiğine göre: “Belmuğire’den iki kardeşten biri duvarının üzerine hatıl koydurmamaya köle azad etmek üzere yemin etti. Sonra Mücemmi’ İbnu Yezid ile ensardan birçok kimse yanına gelip:

“Şehadet ederiz ki, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Hiçbiriniz komşusunun hatılını duvarına saplamasına mani olmasın” buyurdu” dediler. Adamcağız bunun üzerine: “Ey kardeşim! Senin lehinde benim aleyhimde hüküm verilmiş oldu. Ben (koydurmayacağım diye köle azadı üzerine) yemin etmiştim. Bari, sen benim duvarımın yanına bir direk koy ve hatılını bu direk üzerine at (böylece benim de yeminim bozulmasın)” dedi.”

6675 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Sizden kimse, duvarına, komşusunun hatıl saplamasına mâni olmasın.”

YOLUN GENİŞLİĞİNDE İHTİLAF OLURSA

6676 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yolun (genişliği hususunda) ihtilafa düşerseniz yedi zira’ yapın.”

ZARARA ZARARLA MUKABELE YOK

6677 – Ubade İbnu’s-Sâmit ve İbnu Abbâs radıyallahu anhüm anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle hükmetmiştir: “Zarara sokmak ve zarara karşı zarar vermek yoktur.”

ZİLYED

6678 – Câriye (İbnu Zafer el-Hanefi) radıyallahu anh anlatıyor: “Bir grup insan, aralarında yer alan ve sazlıktan mâmul bir çardağın mülkiyeti hakkındaki ihtilaflarını çözdürmek üzere Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a başvurdular. Aleyhissalâtu vesselâm, onlara, meselelerini çözmesi için Huzeyfe radıyallahu anh’ı gönderdi. Huzeyfe gidince, kulübe kamışlarını bağlayan ipin tesbit edildiği yere daha yakın olanlar lehinde hükmetti. Huzeyfe, Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına dönünce nasıl hükmettiğini haber verdi. Aleyhissalâtu vesselâm: “İsabet ettin ve güzel hükmettin!” buyurarak taktirlerini ifad etti.”

KÂİF

6679 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Kureyşliler kâhine bir kadına gelip: “(Hz. İbrahim aleyhisselâm’ın ayak izinin bulunduğu bilinen Makam-ı İbrahim’deki taşı kastederek) şu makam sahibine, iz yönüyle en çok benzeyeni bize bildir!” dediler. Kâhine:

“Suyun sürüklediği kum kadar ince olan şu toprak üzerine bir bez yayıp sonra da üzerinden yürürseniz, ben istediğinizi haber veririm!” dedi. Söylendiği gibi bir bez yaydılar, sonra halk üzerinde yürüdü. Kâhine kadın Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ayak izini görünce: “Ona benzemede bu, en ileri olanınız!” dedi. Bu hadiseden sonra yirmi yıl-veya Allah’ın dilediği-kadar bir zaman geçince Allah Teâla hazretleri, Muhammed Mustafa’yı peygamber olarak gönderdi.”

ÇOCUĞA EBEVEYN HAKKINDA MUHAYYERLİK

6680 – Abdülhamîd İbnu Seleme’nin dedesi radıyallahu anh anlatıyor: “(Boşanan) annesi ile babası, kendisini yanında tutmak hususunda ihtilafa düşerek, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a başvurdular. Bunlardan biri kâfir, diğeri müslüman idiler. Aleyhissalâtu vesselâm çocuğu (anne veya babadan birini seçmede) muhayyer bıraktı. Çocuk kâfir olanı tercih etmişti ki, Aleyhissalâtu vesselâm: “Allahım, onu doğruya yönelt!” diye dua buyurdu. Bunun üzerine çocuk müslüman olana yöneldi. Böylece çocuğu müslüman olana verdi.”

MALINA ZARAR VERENE TASARRUF YASAĞI

6681 – Muhammed İbnu Yahya İbnu Habbân radıyallahu anh anlatıyor: “O benim dedem Munkız İbnu Amr’dır. (Bir savaşta başından derin bir yara almıştı. Bu yara onun dilini kırmıştı (normal konuşamıyordu). Buna rağmen o, ticareti bırakmamıştı. Alış-verişte hep aldatılırdı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek durumunu anlattı. Aleyhissalâtu vesselâm, “Sen alış-veriş edince: “(Dinimizde) aldatma yok!” de! Ayrıca sen, satın aldığın her malı geri verme hususunda üç geceye kadar muhayyersin. (Bu üç günlük muhayyerlik müddetinden) sonra rızan varsa malı tut, yoksa malı sahibine geri ver” buyurdu.”

MÜFLİS

6682 – Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh’ı alacaklılarından kurtardı. Sonra onu Yemen’e âmil (vâli) olarak yolladı. Bunun üzerine Hz. Muaz şöyle dedi: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, (elimde mevcut) malımla beni borçlardan halâs etti, sonra da Yemen’e âmil tayin etti.”

ŞAHİTLİK İSTENMEDEN ŞEHADET

6683 – Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Ömer radıyallahu anh bize Câbiye’de hitap etti ve dedi ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tıpkı benim sizin aranızdaki şu kalkmam gibi bizim aramızda hitap için ayağa kalktı ve dedi ki: “Ashabım, bunları takip edenler (tabiin) ve onları da takip edenler (etbauttabiin) hakkında bana riayetkâr olun (benim hatırım için onlara da saygılı olun). Onlardan (Etbauttâbiînden) sonra yalan yaygınlaşacak, öyle ki, kişi kendisinden şahitlik istenmediği halde şehadette bulunacak, yemin talep edilmediği halde yemin edecek.”

BORÇLARDA ŞEHADET

6684 – Ebu Saidi’l-Hudri radıyallahu anh, Bakara suresinin (meâlen) “Ey iman edenler! Birbirinize belirli bir müddet için borçlandığınız zaman!” diye başlayan (ve müdayene ayeti olarak bilinen ve Kur’ân-ı Kerim’in en uzun ayeti olan Bakara suresinin 282. ayetini) “…Eğer bazınız bazınıza güvenirse -yani borcu, sened, şahidler veya rehinle tevsik etmeye gerek duymazsa- kendisine güvenilmiş olan borçlu kimse borcunu ödesin…” ayetine gelince: “Bu ayet, bundan önceki ayeti neshetti” dedi”.

ŞAHİDLİĞİ CAİZ OLMAYANLAR

6685 – Amr İbnu Şu’ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “(İslâm dinine göre) hâin erkek ve hâine kadının, müslüman iken hadd cezasına çarpılan kimsenin şahidliği makbul değildir. Keza kin ile husumet sahibinin kin beslediği kimse aleyhine şahidliği caiz değildir.”

TEK ŞAHİD VE YEMİNLE HÜKÜM

6686 – Sürrak radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir erkeğin şahitliğini ve talibin (davacının) yeminini geçerli saydı.”

YALAN ŞAHİTLİK

6687 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yalancı şahidin ayakları, (daha şehadet mahallinden) ayrılmadan Allah Teâla hazretleri ona cehennemi vacip kılar.”

EHLİ KİTABIN BİRBİRİNE ŞAHİTLİĞİ

6688 – Hz. Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Ehl-i Kitab’ın birbirlerine şahitlik etmelerine izin verdi.”

Dilin Afetleri

DİLİN AFETLERİ

5872 – Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan anlatıyor:

“Ademoğlu sabaha erdimi, bütün azaları, dile temenna edip: “Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikâmette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!” derler.”

Tirmizi, Zühd 61, (2409).

5873 – Süfyan İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, uyacağım bir amel tavsiye et bana!” şu cevabı verdi:

“Rabbim Allah’tır de, sonra doğru ol!”

“Ey Allah’ın Resûlü dedim tekrar. Benim hakkımda en çok korktuğunuz şey nedir?” Eliyle dilini tutup sonra: “İşte şu!” buyurdu.”

Tirmizi Zühd 61, (2412).

5874 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır koşuşsun ya da sussun.”

Tirmizi, Kıyamet 51, (2502).

Tirmizi’nin İbnu Ömer radıyallahu anh’tan yaptığı diğer bir rivayette Resûlullah: “Kim susarsa kurtulur” buyurmuştur.

5875 – Ali İbnu’l-Huseyn, Ebu Hureyre radıyallahu anh’tan naklediyor:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kişinin mâlâyâni şeyleri terki İslâm’ının güzelliğinden ileri gelir.”

Tirmizi, Zühd 11, (2318, 2319); Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 3. (2, 903).

5876 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam ölmüştü, diğer biri, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: “Cennet mübarek olsun!” Resülullah aleyhissalâtu vesselâm sordu:

“Nereden biliyorsun? Belki de o mâlâyâni konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti!”

Tirmizi, Zühd 11, (2217).

5877 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki:

“Kul (bazan), Allah’ın rızasına uygun olan bir kelamı, ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah onun sebebiyle cennetteki derecesini yükseltir. Yine kul (bazan) Allah’ın hoşnutsuzluğuna sebep olan bir kelimeyi ehemmiyet vermeksizin sarfeder de Allah, o sebeple onu cehennemde yetmiş yıllık aşağıya atar.”

Buhâri, Rikak 23; Müslim, Zühd 49, (2988); Muvatta, 4, (2, 985); Tirmizi, Zühd 10, (2315).

5878 – Kays İbnu Ebi Hâzım rahimehullah anlatıyor: “Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, Zeyneb adında Ahmesli bir kadının yanına girmişti. Onun hiç konuşmadığını gördü: “Nesi var, niye konuşmuyor?” diye sordu. Oradakiler:

“Hiç konuşmadan hacc yapıyor!” dediler. Hz. Ebu Bekr kadına:

“Konuş. Zira bu yaptığın helal değil, bu cahiliye işidir” dedi. Kadın da konuşmaya başladı. Önce:

“Sen kimsin?” diye sordu. Hz. Ebu Bekr:

“Muhacirlerden biriyim!” dedi.

“Hangi muhacirlerdensin?”

“Kureyş’ten.”

“Kureyş’ten kimlerdensin?”

“Oo! Sen çok soru sordun! Ben Ebu Bekr’im.”

“Allah’ın cahiliyeden sonra bize lutfettiği bu güzel din üzerine ne kadar baki kalacağız?”

“İmamlarınız müstakim (doğru yolda) oldugu müddetçe bakisiniz.

“İmamlar ne demek?”

“Kavmindeki reisler ve eşraflar var ya, halka emrederler halk da onlara itaat eder?”

“Evet!”

“İşte onlar imamlardır.”

Buhâri, Menakıbu’l-Ensâr 26.

5879 – Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Münafığa “efendi” demeyin. Zira eğer o, seyyid olursa Allah’ı kızdırırsınız.”

Ebu Dâvud, Edeb 83, (4977).

5880 – Ümmü Habibe radıyallahu anha anlatıyor: “Resulullah Aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:

“Ademoğlu’nun, emr-i bi’l-ma’ruf veya nehy-i ani’l-münker veya Allah Teâla hazretlerine zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.”

Tirmizi, Zühd 63, (2414).

5881 – İbnu Amr İbni’l-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Allah Teâla hazretleri, insanlardan, sığırların dilleriyle toplamaları gibi, dilleriyle toplayan belâgat sahiplerine buşzeder.”

Tirmizi, Edeb 82, (2857).

5882 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim, insanların kalbini çelmek için kelamın kullanılışını öğrenirse, Allah Kıyamet günü, ondan ne farz ne nafile hiçbir ibadetini kabul etmez!”

Ebu Dâvud, Edeb 94, (5006).

5883 – İbnu Mesûd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kelamda ileri gidenler helak oldular. Kelamda ileri gidenler helâk oldular!.Kelamda ileri gidenler helak oldular!”

Müslim, İlm 7 (2670); Ebu Davud, Sünnet 6, (4609).

5884 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Meşrık cihetinden iki adam geldi ve bir hitabede bulundular. Onların beyanlarındaki güzellik herkesin hoşuna gitti. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Beyanda mutlaka bir sihir var!” buyurdular.”

Buhâri, Tıbb 51; Muvatta, Kelam 7, (2, 986); Ebu Dâvud, Edeb 94, (5007); Tirmizi, Birr 81, (2029).

5885 – Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ben, haklı bile olsa münâkaşayı terkeden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terkedene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlakı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum.”

Ebu Davud, Edeb 7, (4800).

5886 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:

“Sana günah olarak, husümeti devam ettirmen yeterlidir (çünkü bu, gıybete kapı açar).”

Tirmizi, Birr 58, (1995).

5887 – Hz. Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Sizden kimse: “Ramazanın tamamında (namaza) kalktım, tamamında orucumu tuttum” demesin.”

(Hadisi Ebu Bekre’den rivayet eden Hasan Basri der ki:) “Bilemiyorum, Aleyhissalatu vesselam bu sözüyle kişinin nefsini tezkiye etmiş olmasını mı mekruh addetti veya “uyumak da lazım yatmak da” mı de(mek iste)di?”

Ebu Davud, Savm 47, (2415); Nesâî, Sıyam 6, (4, 130).

5888 – Sehl İbnu Hanif radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Sakın biriniz: “Nefsim pis oldu!” demesin, aksine: “Nefsim kötü oldu” desin.”

Buhâri, Edeb 100; Müslim, Elfaz 17, (2251); Ebu Dâvud, Edeb 84, (4978).

5889 – İmam Mâlik’e Yahya İbnu Saidden ulaştığına göre “Hz. İsa yolda bir domuza rastlar. Ona: “Selametle yoldan çekil!” der. Yanında bulunanlar: “Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?” diye sorarlar. (O ise domuz kelimesini diliyle telafuz etmekten çekindiğini ifade eder ve:)

“Ben, dilimin, çirkin şeyi söylemeye alışmasından korkuyorum!” cevabını verir.”

Muvatta, Kelâm 4, (2, 985).

5890 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir adamdan kendisine menfi bir söz ulaştığı vakit: “Falan niye böyle söylemiş?” demezdi. Fakat: “İnsanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylüyorlar?” derdi.”

Ebu Dâvud, Edeb 6, (4788).

5891 – İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm huyurdular ki:

“Allah’ın zikri dışında kelamı çok yapmayın. Zira, Allah’ın zikri dışında çok kelam, kalbe kasvet (katılık) verir. Şunu bilin ki, insanların Allah’a en uzak olanı kalbi katı olanlardır.”

Tirmizi, Zühd 62, (2413).

5892 – Ebu Mâlik el-Eş’ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetimde dört şey vardır, cahiliye işlerindendir, bunları terketmeyeceklerdir:

-Haseble iftihar

-Nesebi sebebiyle insanlara ta’n,

-Yıldızlardan yağmur bekleme,

-(Ölenin ardından) mâtem!”

Resülullah sözlerine şöyle devam etti: “Matemci kadın, şayet tevbe etmeden ölecek olursa, Kıyamet günü üzerinde katrandan bir elbise, uyuzlu bir gömlek olduğu halde (kabrinden) kaldırılır.”

Müslim, Cenâiz 9, (934).

5893 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Bir adam, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın huzuruna girmek için izin istemişti. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bu aşiretin kardeşi ne kötü!” buyurdu. Ama adam girince ona iyi davrandı, yumuşak sözle hitap etti. Adam gidince:

“Ey Allah’ın Resulü! Adamın sesini işitince şöyle şöyle söyledin. Sonra yüzüne karşı mültefit oldun, iyi davrandın” dedim. Şu cevabı verdi:

“Ey Aişe! Beni ne zaman kaba buldun? Kıyamet günü, Allah Teâla hazretlerinin yanında mevkice insanların en kötüsü, kabalığından korkarak halkın kendini terkettiği kimsedir.”

Buhâri, Edeb 38, 48; Müslim, Birr 73, (2591); Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 4; (2, 903, 904); Ebu Davud, Edeb 6, (4791, 4792, 4793); Tirmizi, Birr 59, (1997).

5894 – Adiyy İbnu Hatim radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselâm’ın yanında bir adam bir hitabede bulundu ve dedi ki: “Kim Allah ve Resûlüne itaat ederse doğru yolu bulmuş, kim de o ikisine isyan ederse doğru yoldan sapmıştır.”

Resulullah aleyhissalatu vesselam: “Sen ne kötü hatipsin. Şöyle söyle: “…Kim Allah ve Resülüne isyan ederse…” buyurdular.”

Müslim, Cum’a 48, (810); Ebu Davud, Edeb, 85, (4981), Salat 229, (1099); Nesai, Nikah 40, (6, 90).

5895 – Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah’ın istediği ve falanın istediği” demeyin, lâkin şöyle deyin: “Allah’ın istediği, sonra da falanın istediği.”

Ebu Dâvud, Edeb 84, (4980).

5896 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki:

“Bir kimsenin “İnsanlar helak oldu!” dediğini duyarsanız, bilin ki o, kendisi, herkesten çok helak olandır.”

Müslim, Birr 139, (2623); Muvatta, Kelam 2, (2, 989); Ebu Davud; Edeb 85, (4983).

5897 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı aleni işleyenler hariç. Kişinin geceleyin işledigi kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: “Ey falan, hu gece ben şu şu işleri yaptım!” der. Böylece o, geceleyin Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah’ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı aleni işlemenin bir çeşididir.”

Buhâri, Edeb 60; Müslim, Zühd 52, (2990).

5898 – Avf İbn Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Halka kıssa (mevize, nasihat) anlatma işini emir veya (emirin tayin edeceği) memur veya tekebbür sahibi yapar.”

Ebu Dâvud, İlm 13, (3665).

Diyetler

NEFSİN (ŞAHSIN) DİYETİ

1874 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor:

“Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki.: “Kim hatâen öldürülürse, diyeti yüz devedir; bunlardan otuzu bintü mehâz (iki yaşına girmiş dişi deve), otuzu bintü lebün (üç yaşına girmiş dişi deve), otuzu hıkka (dört yaşına girmiş dişi deve), on tane de ibnu lebündur (üç yaşına girmiş erkek deve).”

Ebü Dâvud, Diyât 18, (4541); Tirmizi, Diyât 1, (1387); Nesâi, Kasâme 30, (8, 43).

Tirmizi’nin rivâyetinde şöyle denir: “Kim taammüden (kasıtla) öldürürse, öldürülenin velilerine teslim edilir, dilerlerse öldürürler, dilerlerse diyet alırlar. Bu 30 hıkka (dört yaşına giren dişi deve): 30 cezea (beş yaşına girmiş dişi deve); 40 aded halife (hamile deve) dir. Ayrıca ne üzerine sulh yaptıysalar bu da onlarındır. Bu, diyetin şiddetini artırmaktır.”

1875 – İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hataen öldürmede diyet olarak yirmi hıkka, yirmi cezea, yirmi bintu mehaz, yirmi bintu lebün ve yirmi benü lebün vardır.”

Ebü Dâvud, Diyât 18, (4545), Tirmizi, Diyât 1, (1386); Nesâi, Kasâme 32, (8, 43-44).

1876 – Hz. Ali (radıyallâhu anh) demiştir ki: “Şibhu’l amd’in diyeti üç kısımdır. 33 adet hıkka, 33 adet cezea, 34 adet seniyye-bâzil arası devedir. (Seniyye altı yaşına, bâzil de dokuz yaşına basmış deveye denir.)”

Yine Hz. Ali şunu da rivâyet etmiştir: “Hatâen öldürmede diyet dört kısımdır: 25 hıkka, 25 cezea, 25 bintu lebün, 25 bintu mehâz.”

Ebü Dâvud, Diyât 19, (4551, 4553).

AbduIIah İbnu Amr İbni’I-As (radıyallâhu anhümâ)’ın Ebü Dâvud ve Nesâi de merfu olarak kaydedilen bir rivâyetinde şöyle denmiştir: “(Cürüm sırasında) kamçı ve değnek kullanıldığı müddetçe hatâ, Şibhu’l amd’dir.”

Ebü Dâvud, Diyât 19, 20, (4547; 4565); Nesâi, Kasâme 42 (8, 40); İbnu Mâce, Diyât 5, (2627).

1877 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kadının diyeti, erkeğin diyetine, diyetin üçte bir miktarına kadar eşittir.”

Nesâi, Kasâme 34, (8, 44, 45).

1878 – Hz. İbnu Abbas (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) öldürülen mükâteb hakkında, âzad edilen miktarınca hür diyetine göre, geri kalan kısmı için de köle diyetine göre hesaplanmasına hükmetti.”

Ebü Dâvud, Diyât 22, (4581); Nesâi, Kasâme 36, (8, 45, 46); Tirmizi, Büyü’ 35, (1259). (Metin, Nesâi’nin metnidir.)

1879 – Yine Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Muâhedin diyeti hür kimsenin diyetinin yarısıdır.”

Ebü Dâvud, Diyât 23, (4583).

1880 – Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Beni Âmir’den iki kişinin diyetini, Müslümanların diyet miktarına göre ödedi. (Müslümanlar tarafından hatâen öldürülen) bu iki kişi ile Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)’ın muâhedesi (antlaşması) vardı.”

Tirmizi, Diyât 12, (1404).

1881 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ehl-i zimmetin diyeti, Müslümanların diyetinin yarısıdır. Ehl-i zimmet de Yahudi ve Hıristiyanlardır.”

Nesai, Kasâme 35, (8, 45).

1882 – Yine Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kâfirin diyeti, mü’minin diyetinin yarısıdır.” 4Tirmizi,

Diyât 17, (1413).

GÖZ

1883 – Süleyman İbnu Yesâr (rahimehullah) anlatıyor: “Zeyd İbnu Sâbit (radıyallâhu anh) derdi ki: “Göz yerinde kalır, fakat nuru sönerse diyeti yüz dinardır.”

Muvatta, Ukül 9, (2, 857).

1884 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) yerinde sâbit kalarak kör olan göz hakkında diyetin üçte birine hükmetti.”

Ebü Dâvud, Diyât 20, (4563); Nesâi, Kasâme 41, (8,55, 56).

Nesâi’nin rivâyetinde şöyledir: “Resülullah : “Yerinde sâbit duran kör gözün kapanması hâlinde diyetinin üçte birine hükmeti.”

1885 – Hadisin Nesai’deki vechinde şu ziyade vardır: “Resulullah aleyhisselatu vesselam, yerinde sabit duran kör gözün kapanması (yani cisminin patlatılması) halinde diyetinin üçte birine, çolak elin kesilmesi halinde diyetinin üçte birine, kararmış dişin sökülmesi halinde diyetinin üçte birine hükmetti.

DİŞ

1886 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) “Dişlerin diyeti beşer dinardır.” buyurdu.

Ebü Dâvud, Diyât 20, (4563); Nesâi, Kasâme 41, (8,55).

1887 – İbnu’l- Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: “Ömer İbnu’l Hattâb (radıyallâhu anh) her azı diş için bir deveye hükmetti. Hz. Muâviye (radıyallâhu anh) ise her azı diş için beş deveye hükmetti.”

Muvatta, Ukül 7, (2,861).

PARMAKLAR

1888 – İbnu Abbas (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şu ve şu -yâni serçe parmakla baş parmak- diyette eşittirler.”

Buhâri, Diyât 20, Tirmizi, Diyât 4, (1391,1392); Ebu Dâvud, Diyât 20, (4558); Nesâi, Kasâme 42, (8, 56,57).

Tirmizi’nin rivâyetinde şu ziyade mevcuttur: “İki elin parmaklarıyla iki ayağın parmakları da eşittir. Her bir parmağın diyeti on devedir.”

Nesai’deki ziyâde şöyledir: “Parmaklar hakkında diyet, onar onardır.”

YARALAMALAR

1889 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Mûzıha olan yaraların diyeti beşer devedir.”

Tirmizi, Diyât 3, (1390); Ebu Dâvud, Diyât 20, (4566); Nesâi, Kasâme 43, (8, 57).

NEFİS VE UZUVLAR HAKKINDA MÜŞTEREK HADİSLER

1890 – Abdullah İbnu Ebi Bekr İbni Muhammed İbni Amr İbni Hazm, bâbasından naklen anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın İbnu Hazm’a diyetler hakkında yazdığı tâlimatta şu hususlar da vardı: “Nefis için (diyet olarak) yüz deve, burun tamamiyIe koparılacak olursa diyet-i kâmile, me’mûme (denen ve beyin zarına kadar ulaşan yara) için diyetin üçte biri, câife (denen karın veya başın boşluğuna ulaşan yara) için de bunun kadar; göz için elli, ayak için de elli, vücudda bulunan her parmak için on deve, her diş için beş, müzıha (denen ve kemiğe ulaşan yara) için beş deve (lik diyet vardır).”

Muvatta, Ukül 1, (2, 849); Nesâi, Kasâme 44, (8, 57, 60).

Nesâi’nin bir rivâyetinde şu ibâre yer alır: “Nefis için diyet-i kâmile; burun tamamen koparılmış ise diyet-i kâmile, dil için diyet-i kâmile, iki dudak için diyet-i kâmile, sulb (bel kemiğinin kırılıp kişinin kamburlaşması) için diyet-i kâmile iki yumurta (husye) için diyet-i kâmile, zeker (erkek tenâsül uzvu) için diyet-i kâmile, sulb (bel kemiğinin kırılıp kişinin kamburlaşması) için diyet-i kâmile, iki göz için diyet-i kâmile, bir ayak için diyet-i kâmilenin yarısı, me’müme (beyin zarına ulaşan yara) için diyet-i kâmilenin üçte biri, câife (baş veya karın boşluğuna ulaşan yara) için diyet-i kâmilenin üçte biri, münekkile (küçük kemik çıkan yara) için on beş deve, el veya ayak parmaklarından her biri için on deve, (her bir) diş için beş deve, müzıha (kemiğe ulaşan yara) için beş deve (diyet olarak verilir). Erkek, kadına karşı öldürülür, altını olanlardan (diyet-i kâmile olarak) bin dinar alınır.”

1891 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) hatanın diyetini, köylerde yaşayanlar için dört yüz dinar olarak veya buna denk kıymette gümüş olarak değerlendirir, bunu da develerin fıyatlarını esas alarak tesbit ederdi. (Söz gelimi) develer pahalanınca (diyetin dinar ve dirhem miktarında) yükseltme yapar, develerin kıymeti düşünce de (diyetin dinar ve dirhem miktarında) indirme yapardı. (Hatâen işlenince cinayetlerin diyeti Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında dört yüz dinarla sekiz yüz dinar arasına ulaştı. Bunun gümüş nev’inden muadili sekiz bin dirhem idi. Sığır besleyenlere (diyet olarak) iki yüz sığır hükmetti. Diyetini davar cinsinden vermek isteyene iki bin davara hükmetmiştir. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Diyet, öldürülenin vârisleri arasında yakınlık derecelerine göre, (yani Kur’an’da belirtiIen nisbet üzere, diğer tereke malları gibi) taksim edilir. (Ashâbu’I-feraiz’den) artan olursa asabe (denen akraba)ya geçer.”

Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) uzuvlar hakkında, daha önce geçtiği şekilde hükmetti.”

Ebu Dâvud, Diyât 20, (4564); Nesâi, Kasâme 30, (8, 42, 43).

1892 – İbnu Abbâs hazretleri (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Parmaklar diyette eşit değerdedir. Dişler de aralarında eşittirler. Köpek dişi, azı dişi eşittir. Bunlar öbürlerine diyet meselesinde denktirler.”

Ebü Dâvud, Diyât 20, (4559, 4560, 4561).

1893 – Amr İbnu Şuàyb an ebihi an ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor. “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) yerinde sâbit duran (bakar) kör gözün (cinâyet sebebiyle) kapanması hâlinde, diyetinin, normal diyetinin üçte biri olacağına hükmetti. Keza sakat elin kesilmesi halinde, diyetinin normal diyetinin üçte biri kadar olacağına, siyahlaşmış dişin (cinâyet sebebiyle) düşmesi halinde, normal diyetinin üçte biri olacağına hükmetti.”

Ebü Dâvud -bu rivâyetin sâdece gözle ilgili kısmını- önceki rivâyetin aynı bâbında), Nesâi’de tam olarak tahric etmiştir.

CENİNİN DİYETİ

1894 – Ebü Hüreyre hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hüzeyl kabilesinden iki kadın birbirleriyle kavga ettiler. Biri diğerine bir taş atarak kadını da, karnındaki yavruyu da öldürdü. Dâva Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e geldi. Efendimiz, ceninin diyetini bir gurre olarak hükme bağladı. Gurre kadın veya erkek bir köle demektir.”

Ebü Dâvud’un bir rivâyetinde şu ziyâde vardır: “.. veya katır veya ata hükmetti. Kadının diyetini âkilesi üzerine hükmetti. Kadına çocukları ve onlarla birlikte olanlar varis oldular.”

Buhâri, Diyât 25, Tıbb 46, Ferâiz 11; Müslim, Kasame 34, (1681); Muvatta, Ukül 5, (2, 855); Tirmizi, Diyât 15, (1410); Ebü Dâvud, Diyât 21, (4568,4580); Nesâi, Kasâme 37, (8, 47, 48).

DİYETİN KIYMETİ

1895 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında diyet-i kâmilenin kıymeti sekiz bin dirhem idi. Ehli Kitab’ın diyeti de o gün, Müslümanların diyetinin yarısına denkti. Bu durum Hz. Ömer (radıyallâhu anh)’ın halife olmasına kadar devam etti. Halife olunca bir hutbesinde “Artık deve pahalandı” dedi ve diyeti altın sahiplerine bin dinar, gümüş sahiplerine on iki bin dirhem, sığır sahiplerine iki yüz sığır, davar sahiplerine iki bin koyun, elbise sahiplerine de iki yüz takım elbise olarak tesbit etti. Ehl-i zimmetin diyetini, (Hz. Peygamber devrinde ne idiyse) olduğu gibi bıraktı, hiçbir yükseltme yapmadı.”

Ebü Dâvud, Diyât 18, (4542).

DİYETLERLE İLGİLİ HÜKÜMLER

1896 – Ziyâd İbnu Sa’d İbni Dumeyre es-Sülemİ an ebihi an ceddihİ (radıyallâhu anh) -ki bunlar (Sa’d ve Dumeyre) Resülullah (Aleyhisslâtu vesselâm) ile birlikte Huneyn’e katılmışlardı- anlatıyor: “Muhallem İbnu Cessâme el-Leysi, Müslüman olduktan sonra Eşca’ kabilesinden birisini öldürmüştü. Bu, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in hüküm verdiği ilk diyet vak’ası oldu. Uyeyne öldürülen Eşcai’nin katli hususunda ileri geri konuştu. Çünkü (Uyeyne) kendisi de Gatafanlı idi. Akra İbnu Hâbis de Muhallem’in taraftarı (olarak müdâfaa için) konuştu, çünkü o da Hındef’ten idi. Derken (münakaşa ilerledi) sesler yükselmeye başladı, tartışma ve bağırıp çağırmalar arttı, Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) müdâhale ederek, “Ey Uyeyne, diyet kabul etmez misin?” diye sordu.

“Hayır! Vallahi harb ve ızdırabtan benim kadınlarıma ulaştırılan, onun kadınlarına ulaşmadıkça kabul etmiyorum!” cevabını verdi. Sonra bağırmalar yükseldi, tartışma ve bağırıp çağırmalar arttı. Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) tekrar araya girip: “Ey Uyeyne, diyet kabul etmez misin?” dedi. Uyeyne önceki sözlerini aynen tekrar etti. Bu hal, Beni Leys’ten üzerinde silâh ve elinde de deriden mâmul bir kalkan bulunan Mukeytil adında birinin kalkıp, “Ey Allahın Resülü! Bunun (Muhallem’in) İslâm’ın başında yaptığı şu cinâyete misal olarak, su içmek üzere havuzun başına koşan koyun sürüsünü gösterebileceğim. Sürünün ilk gelenlerine (öldürülmek veya uzaklaştırılmak üzere taş veya ok) atılır, arkadan gelenler de korkarak kaçarlar. Bugün hüküm koy yarın değiştir!” demesine kadar devam etti.

Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine (Muhallem’e dönüp) hemen şu hükmü verdi.

“Derhal huzurumuzda elli deve vereceksin, elli deve de Medine’ye dönüşümüzde vereceksin!”

Bu vak’a Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)’ın seferlerinin birinde cereyan etmişti. Muhallem uzun boylu, esmer birisi idi, cemaatin kenarında bulunuyordu. O ölümden kurtuluncaya kadar halk oradan ayrılmadı. Resülullah’ın (bu nihâi hükmünden sonra) önüne, iki gözünden de yaşlar akar vaziyette oturdu ve:

“Ey Allah’ın Resülü! Ben size ulaşan cinâyeti işlemiş bulunuyorum. Ben Allah’a tevbe ettim. Sen de benim için ey Allah’ın Resülü, Allah’tan mağrifet dileyiver!” dedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) yüksek sesle:

“Sen onu İslàm’ın başında silahınla mı öldürdün! Allah’ım, Muhallem’i mağrifet etme!” dedi.

Ebu Seleme şu ilavede bulunur: “Muhallem göz yaşlarını ridasının ucuyla silerek kalktı.”

İbnu İshâk der ki: “Muhallem’in kavmi, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın daha sonra onun için Allah’a istiğfar ediverdiğine inanıyorlardı.”

Ebü Dâvud, Diyât 8, (4503).

1897 – Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Diyet aldıktan sonra (kâtili) öldüren kimseyi asla affetmem.”

Ebü Dâvud, Diyât 5, (4507).

1898 – Amr İbnu Şuayb’ın rivâyetine göre: “Beni Müdlic’ten Katâde adında bir adam, oğluna bir kılıç fırlattı. O da bacağına isâbet etti. Yaradan fasılasız kan kaybı oldu ve oğlan öldü. Sürâka İbnu Cu’şum Hz. Ömer (radıyallâhu anh)’e gelip durumu haber verdi. Hz. Ömer: “Kudeyd suyuna yüz yirmi deve hazırla, ben oraya geleceğim” dedi. Ömer (radıyallâhu anh) oraya gelince bu develerden otuz hıkka (dört yaşına giren dişi deve), otuz cezea (beş yaşına girmiş dişi deve) ve kırk halife (hâmile deve) aldı. Ve sordu:

“Maktülün kardeşi nerede?”

“İşte benim!” dedi.

“Al bunları! Zira Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştu: “Katile (ne diyetten, ne mirastan) hiç bir hisse yoktur.”

Muvatta, Ukül 10, (2, 867).

1899 – Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Huzeyl kabilesinden iki kadın, biri diğerini öldürmüştü. Bunlardan her ikisinin kocası ve birer oğlu vardı. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz maktülenin diyetini ödeme işini, kâtilenin (öldüren kadının) âkilesine yükledi, kocasını ve oğlunu bu külfetten uzak tuttu. Çünkü bu ikisi Huzeyl’den değillerdi. Maktülenin âkilesi, “ölenin mirası da bize aittir” dediler. Aleyhissalatu vesselam:

“Hayır! Mirası, kocasına ve oğluna aittir!” buyurdu.”

Ebü Dâvud, Diyât 21, (4575).

1900 – Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) Ebü Cehm İbnu Huzeyfe’yi zekât tahsildarı olarak gönderdi. Adamın biri sadaka ödeme meselesinde onunla inatlaştı. Ebü Cehm (radıyallahu anh) de adama vurup başından yaraladı. Hemen Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelip:

“Ey Allah’ın Resülü, kısas istiyoruz” dediler. Resülullah onlara:

“Size şu şu miktir diyet vereyim!” dedi ise de razı olmadılar. Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) miktarını daha da artırarak:

“Size şu şu miktar diyet vereyim” dedi. Onlar yine râzı olmadı. Hz. Peygamber (daha da artırarak):

“Size şu şu kadar diyet vereyim” dedi. Bu sefer râzı oldular.

Bunun üzerine aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz:

“Ben bu akşam halka konuşup, onlara râzı olduğunuzu bildireceğim!” dedi. “Pekâla” dediler. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) hitabesinde:

“Bu Leysliler bana kısas talebiyle geldiler. Ben onlara (kısasa bedel) şu şu miktar diyet teklif ettim, onlar da râzı oldular, siz de râzı mısınız?” diye sordu. Fakat berikiler:

“Hayır, râzı değiliz!” dediler. Mühâcirün onlara kızıp üzerlerine yürüdü. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara dokunmamalarını emretti, Muhacirun da ileri gitmekten vazgeçti. Sonra onları çağırıp, onlara verdiğini artırdı ve sordu:

“Râzı oldunuz mu?”

“Evet” dediler. Resülullah tekrar:

“Ben halka hitap edip, razı olduğunuzu bildireceğim” dedi. Onlar: “Pekâla?” dediler. Resülullah halkı çağırarak:

“Râzı mısın?” diye sordu.

“Evet râzıyız!” dediler.”

Ebü Dâvud, Diyât 13, (4534); Nesâi, Kasâme 24, (8, 35).

1901 – Hilâl İbnu Sirâc İbni Müccâa an ebihi an ceddihi tarikinden anlattığına göre: “(Ceddi Müccâa) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e gelerek Beni Zühl kabilesine mensup Benü Sedüs tarafından öldürülmüş olan kardeşinin diyetini taleb etti. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona:

“Eğer ben bir müşrik için diyete hükmetseydim kardeşin için hükmederdim. Fakat ben sana (diyet değil, bunun yerini tutacak) bir bedel vereyim” dedi ve ona, aleyhissalâtu vesselâm, Beni Zühl müşriklerinden elde edilecek ilk humustan yüz deve vereceğine dâir (senet) yazdı.

(Müccâa bu yüz deveden) bir miktarını almıştı. (Tamanını almadan) Beni Zühl kabilesi Müslüman oldu. Bilâhare Müccâa geri kalan develeri Hz. Ebü Bekr (radıyallâhu anh)’den taleb etmek üzere, ona geldi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselam)’ın borç senedini gösterdi.

Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) kendisine Yemâme’den gelecek zekattan ödenmek üzere on iki bin sa’, yani dört bin sa’ buğday, dört bin sa’ arpa, dört bin sa’ hurma yazdı. Resülullah’ın verdiği yazıda (borç senedinde) şunlar yazılıydı: “Bismillahirrahmanirrahim. Bu Peygamber Muhammed (aleyhissalâtu vesselam)’den Beni Süleymli Müccaa İbnu Mürâre’ye (verilmiş bir borç) senedidir. Ben kendisine (öldürülen) kardeşine bedel olarak, Beni Zülh müşriklerinden gelecek ilk humustan yüz deve vereceğim.”

Ebü Davud, Harac 20, (2990).

1902 – Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) her kabileye bir diyet yazdı. Hiçbir âzadlıya kendini âzad edenden başka bir Müslümanı kendine mevla ittihaz etmesi, asıl âzad edenin izni olmadan helâl değildir.”

Nesâi, Kasâme 38, (8, 52).

1903 – İbnu Şihâb (radıyallâhu anh) anlatıyor: “(Diyete iştirakte) tatbikat (sünnet) şöyledir: Âkile âmden yapılan öldürmelerin diyetine (huküken) iştirak etmez. Gönül rızasıyla ederse o başka. Keza, âkileye az da olsa çok da olsa kölenin bedelinden yüklenmez. Kölenin bedeli, ne miktara baliğ olursa olsun, ona, malı olarak tasarruf edenedir. Çünkü o, şu hadise binâen ticaret mallarından bir ticaret malıdır: Amden öldürenin diyetine sulhen tesbit edilen diyete; itiraf yoluyla sübüt bulan cinayete terettüp eden (diyete); işlenen bir cinâyete terettüp eden erş’e (diyete) ve kölenin bedeline âkile iştirak etmez, kendi arzusu ile iştirak ederse o başka.”

(Kezâ bir başka) tatbikat dahi şöyledir: “Kişi hatâen hanımını yaralarsa, diyet öder, fakat kısas yapılmaz. Ancak kadına âmden ulaşan (kötülüğü sebebiyle) kısas yapılır.”

Bana ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallâhu anh) buyurmuştur ki:

“Kadın, nefsinin üçte birine ulaşan ve aşan yaralamalar âmden olduğu takdirde, erkekten kısas isteyebilir.”

Rezin ilavesidir.

1904 – Tarık İbnu Şihab (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Büzâha heyeti Hz. Ebü Bekir es-Sıddik (radıyallâhu anh)’agelip sulh istediler. Hz. Ebü Bekir onları yerlerinden yurtlarından edecek harp ile, rezil rüsvay edecek sulh arasında mühayyer bıraktı. Heyet mensupları:

“Yerden yurttan edeceği (mücliyyeyi) anladık, rezil-rüsvay edecek (muhziye) ne demektir?” diye sordular.

“Sizden silahları ve binekleri alacağız. Sizin mal ve mülkünüzden elimize geçenleri ganimet yapacağız, bizden ele geçirdiklerinizi bize iade edeceksiniz, bizden öldürdüklerinizin (diyetini) borçlanacaksınız, sizin ölüleriniz cehennemlik olacak (onlar için herhangi. bir ödeme yapmayacağız). Allah Resülü’nün halifesine ve muhâcirlerine sizi mazur kılmalarına sebep olacak bir durum (iyi hal) gösterinceye kadar kabileleri, develerin peşini takib etmeye bırakacak (onlara karışmayacak)sınız.”

Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) bu söylediklerini heyet mensuplarına teklif olarak arzetti. Hz. Ömer (radıyallahu anh) söz alıp şunu söyledi: “Bahsettiğin “yerden -yurttan edecek savaş ve rezil- rüsvay edecek sulh” sözün var ya! Ne güzel de söyledin. Ya şu, “Sizden ele geçirdiklerimizi ganimet yapacağız, bizden ele geçirdiklerinizi iade edeceksiniz!” sözün var ya! Ne güzel söyledin. “Bizden öldürdükleriniz için borçlanacaksınız, sizin ölüleriniz cehennemlik” sözüne gelince, bizim ölülerimiz Allah’ın emri üzerine savaştılar ve öldürüldüler, onların ecirleri Allah’ın üzerinedir, onlar için diyet yoktur.”

Heyet, Hz. Ömer (radıyallâhu anh)’in söylediği şartlar üzere beyat yaptı.

Derim ki: Bu rivâyeti tam olarak Şerefüddin el-Bârizi zikretti. Rivayeti tahric edene nisbet etmedi. Bu rivâyeti Câmiul Kebir müellifi zikretmedi.

Ancak Buhâri, rivayetten sadece Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh)’in şu sözünü kaydetti: “A!lah Resülü’nün halifesine ve Muhâcirlere sizi mâzur kılmalarına sebep olacak bir durum gösterinceye kadar kabileleri develerin peşini tâkib etmeye bırakacak, (onlara karışmayacak)sınız.” Bu kısım Kitâbu’l Ahkâm’ın sonunda senetsiz olarak mevcuttur, gerisi yoktur.

MÜSLÜMANI ZULMEN ÖLDÜREN

6770 – Ukbe İbnu Âmir el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim hiçbir şirk koşmadan ve haram bir kana da bulaşmadan Allah’a kavuşursa (önünde sonunda) cennete girecektir.”

6771 – Bera İbnu Âzib radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: “Şüphesiz dünyanın yok olması, Allah Teâla nezdinde, bir mü’minin haksız yere öldürülmesinden daha ehvendir” buyurdular.”

6772 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim bir mü’mini öldürmeye yarım kelime kadar yardım etse, iki gözün arasına “Allah’ın rahmetinden ümidsizdir” yazılı olduğu halde Allah Teâla hazretlerinin huzuruna çıkacaktır.”

KISAS NEREDE YOK?

6773 – Câriye İbnu Zafar radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam bir başkasının ön kolunu bir kılıç vurarak mafsal olmayan bir yerden koparıp attı. Kolu koparılan adam Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’a müracaatla kolunu kesenden hakkını almasını istedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kolu kesilene diyet ödemeyi emretti. Adam: “Ey Allah’ın Resülü! Ben kısas istiyorum” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Diyetini al, Allah diyeti hakkında mübarek kılacaktır” buyurdular ve kısasa hükmetmediler.”

6774 – Abbâs İbnu Abdilmuttalib anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ne me’mûne (beyin zarına ulaşan yara)da, ne câife (bedenin iç kısmına ulaşan yara)da, ne de münakkıla (kemiği kırıp yerinden kaydıran yara)da kısas vardır. (Yani başkasını bu çeşit yaralarla yaralayan kimseye kısas uygulanmaz, diyet alınır).”

KÂFİRİN DİYETİ

6775 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm, ehl-i kitap olan yahudi ve hıristiyanların diyetinin müslümanların diyetinin yarısı olduğuna hükmetti.”

KATİL MAKTULE VARİS OLAMAZ

6776 – Amr İbnu Şuayb anlatıyor: “Benî Mudlic’ten bir adam oğlunu öldürmüştü. Hz. Ömer ondan (diyet olarak) yüz deve aldı. Otuz hıkka (beş yaşına basmış dişi deve), otuz ceze’a (dört yaşına basmış dişi deve) ve kırk da halifa (hamile deve). Sonra: “Maktül’ün kardeşi nerededir? Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’dan: “Kâtile (maktulün malından) vâris olma hakkı yoktur” dediğini işittim” dedi.”

DİŞİN DİYETİ

6777 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir diş için diyet olarak beş deveye hükmetti.”

PARMAKLARIN DİYETİ

6778 – Amr İbnu Şu’ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Parmakların hepsi diyette eşittirler. Herbirine onar deve diyet vardır.”

HÜR, KÖLEYE KARŞI ÖLDÜRÜLÜR MÜ?

6779 – Amr İbnu Şu’ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: “Bir adam kölesini kasten ve taammüden öldürdü. Resülullah aleyhissalâtu vesselam adama yüz sopa ile celde tatbik etti ve bir yıl da sürgüne gönderdi ve müslümanların hisselerinin) içinden onun hissesini sildi.”

KISAS KILIÇLA YAPILIR

6780 – Nu’man İbnu Beşir ve Ebu Bekre radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Kısas (cezası) ancak kılıçla icra edilir.”

HERKES KENDİ CİNAYETİNDEN SORUMLU

6781 – Tarık el Muharibi radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ı koltuk altlarının beyazlığı görülecek kadar kollarını kaldırıp şöyle dediğini işittim: “Bilesiniz hiçbir anne oğlunun günahından sorumlu tutulmaz, bilesiniz hiçbir anne oğlunun günahından sorumlu tutulmaz.”

6782 – Haşhâş el-Anberi radıyallahu anh anlatıyor: “Beraberimde oğlum olduğıı halde Resûlullah aleyhissalatu vesselam’a gelmiştim. Bilvesile: “Sen oğlunun günahından sorumlu tutulmazsın, o da senin günahından sorumlu tutulmaz” buyurdular.”

6783 – Üsame İbnu Şerik anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Hiç kimse başka birinin günahından mesul olmaz.”

HEDER OLAN (TAZMİN EDİLMEYEN) ZARARLAR

6784 – Amr İbnu Avf anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam: “Acma (yani dilsiz hayvan)ın verdiği zarar hederdir. Maden ocağında uğranılan zarar da hederdir” buyurdular.”

6785 – Ubâde İbnu’s-Sâmit anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şöyle hükmetti: “Madende uğranılan zarar hederdir, kuyunun sebep olduğu zarar hederdir, dilsizin (hayvanın) sebep olduğu zarar hederdir.”

Acma: Deve, sığır, davar (koyun-keçi) ve başka hayvan mânasınadır. Cübâr tazmini olmayan, ödettirilmeyen zarardır, heder de denir.

KASÂME

6786 – Amr İbnu Şuâyb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: “Mes’ud’un oğulları Huvayyısâ ve Muhayyısa ile Sehl’in oğulları Abdullah ve Abdurrahmân Hayber’den yiyecek temin etmek maksadıyla (Medine’den) çıkıp gittiler. Orada Abdullah’a saldırıp öldürdüler. Durum Resülullah aleyhissalâtu vesselam’a haber verilmişti. “(Abdullah’ın arkadaşlarına: “Onun Hayber yahudileri tarafından öldürüldüğüne yemin ederseniz diyete) müstehak olursunuz!” buyurdular. Onlar: “Ey Allah’ın Resülü! Görmediğimiz şey hususunda nasıl yemin edelim!” dediler. Aleyhissalâtu vesselam: “Öyle ise yahudiler yemin ederek isnat ettiğiniz suçtan berâet ederler” buyurdu. Onlar: “Ey Allah’ın Resulü! (Yahudiler, yemin etmekle berâet edebilince) bizi öldürürler” dediler. Neticede maktulün diyetini, Aleyhissalâtu vesselâm kendi nezdinden karşıladı.”

MÜSLE YAPILAN KÖLE HÜRDÜR

6787 – Zinba (Ebu Ravh) radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına gelmişti. Aleyhissalatu vesselam, onun kölesini hadımlaştırdığını öğrenince, köleyi müsle (işkence) sebebiyle âzâd etti.”

EMAN VERDİKTEN SONRA ÖLDÜREN

6788 – Rıfâ’a İbnu Şeddâd el-Fityâni demiştir ki: “Şayet Amr İbnu’I-Hamık el-Huzâ’i’den işittiğim bir kelam (hadis) olmasaydı ben Muhtâr’ın başı ile cesedini (ayırıp) arasında yürürdüm. Ondan, Aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Kim bir kimsenin kanına emân verir ve sonra da öldürürse o kimse Kıyamet günü zulüm bayrağını taşır” buyurmuş olduğunu işittim.”

Dua

DUANIN FAZİLETİ VE VAKTİ

1722 – Nu’man İbnu Beşîr (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Dua ibadetin kendisidir” buyurdular ve sonra şu âyeti okudular. (Meâlen): “Rabbiniz: ”Bana dua edin ki size icâbet edeyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir” buyurdu.” (Gâfır 60).

Tirmizî, Tefsir, Gâfir, (2973); Ebû Dâvud, Salât 358, (1479). Metin Tirmizî’ye aittir.

1723 – İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kaıları açılmış demektir. Allah’a taleb edilen (dünyevî şeylerden) Allah’ın en çok sevdiği afiyettir. Dua, inen ve henüz inmeyen her çeşit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise sizlere dua etmek gerekir. “

Tirmizî, Daavât 112, (3542).

1724 – Ubâde İbn’s-Sâmit (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Yeryüzünde, mâsiyet veya sıla-i rahmi koparıcı olmamak kaydıyla Allah’tan bir talepte bulunan bir Müslüman yoktur ki Allah ona dilediğini vermek veya ondan onun mislince bir günahı affetmek suretiyle icabet etmesin. “

Tirmizî, Daavât 126, (3568).

1725 – Ebû’d-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), (bir gün) sordu:

“En hayırlı olan ve derecenizi en ziyade artıran, melîkinizin yanında en temiz, sizin için gümüş ve altın paralar bağışlamaktan daha sevaplı, düşmanla karşılaşıp boyunlarını vurmanız veya boyunlarınızı vurmalarından sizin için daha hayırlı olan amelinizin hangisi olduğunu haber vereyim mi ?”

“Evet! Ey Allah’ın Resûlü!” dediler.

“Allah’ın zikridir!” buyurdu.

Tirmizî, Daavat 6, (3374); Muvatta, Kur’ân 24.

1726 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Allahu Teâlâ hazretleri şöyle seslenir: “Beni bir gün zikreden veya bir makamda benden korkan kimseyi ateşten çıkarın!”

Tirmizî, Cehennem 9, (2597).

1727 – Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Akşamdan (abdestli olarak) temizlik üzere zikrederek uyuyan ve geceleyin de uyanıp Allah’tan dünya ve âhiret için hàyır taleb eden hiç kimse yoktur ki Allah dilediğini vermesin.”

Ebû Dâvud, Edeb 105, (5042).

1728 – Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Bir kimse evine veya yatağına gir’ince hemen bir melek ve bir şeytan alelacele gelirler. Melek:

“Hayırla aç!” der. Şeytan da:

“Şerle aç!” der.

Adam, şayet (o sırada) Allah’ı zikrederse melek Şeytanı kovar ve onu korumaya başlar. Adam uykusundan uyanınca, melek ve şeytan aynı şeyi yine söylerler. Adam, şayet: “Nefsimi, ölümden sonra bana geri iade eden ve uykusunda öldürmeyen Allah    hamdolsun. İzniyle yedi semayı arzın üzerine düşmekten alıkoyan Allah’a hamdolsun”dese bu kimse yatağından düşüp ölse şehit olur, kalkıp namaz kılsa faziletler içinde namaz kılmış olur.”

Rezîn ilâvesidir.

1729 – Hz.Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Allah’ı zikreden bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmâil’in oğullarından dört tanesini âzad etmemden daha sevgili gelir. Allah’ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batımına kadar oturmam dört kişi âzad etmemden daha sevgili gelir.”

Ebû Dâvud, İlm 13, (3667).

1730 – Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semasına iner ve;

“Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım” der. “

Rivayetin Müslim’deki bir vechi şöyle: “Allahu Teâla gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar mühlet verir. Ondan sonra yakın semâya inerek şöyle der:

“Melik benim, Melik benim. Kim bana dua edecek?”

Buhârî, Tevhid 35, Teheccüd 14, Daavât 13, Müslim,Salâtu’1-Müsâfırin 166, (758); Muvatta, Kur’ân 30, (1,214); Tirmizî, Daavât 80, (3493); Ebû Dâvud, Salât 311, (1315).

1731 – Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Derdi ki: “Ey Allah’ın Resûlü! En ziyade dinlenmeye (ve kabule) mazhar olan dua hangisidir?”

“Gecenin sonunda yapılan dua ile farz namazların ardından yapılan dualardır!” diye cevap verdi.”

Tirmizî, Daavât 80.

1732 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Ezanla kaamet arasında yapılan dua reddedilmez (mutlaka kabule mazhar olur.)”

“Öyleyse, dendi, “ey Allah’ın Resûlü, nasıl dua edelim?”

“Allah’tan, dedi, dünya ve âhiret için âfıyet isteyin!”

Ebû Dâvud, Salât 35, (521); Tirmizî, Salât 46, (216), Daavât 138, (3588, 3589).

1733 – Sehl İbnu Sa’d (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“İki şey vardır, asla reddedilmezler: Ezan esnasında yapılan dua ile, insanlar birbirine girdikleri savaş sırasında yapılan dua.”

Muvatta, Nidâ 7, (1, 70); Ebû Dâvud, Cihâd 41, (2540).

1734 – Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise (secdede) duayı çok yapın.”

Müslim, Salât 215, (482); Ebû Dâvud, Salât 152, (875).

1735 – Yine Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) anlatıyor:

“(Allah’ın kabul ettiği) üç müstecab dua vardır, bunların icâbete mazhariyetleri hususunda hiç bir şekk yoktur. Mazlumun duası, müsâfirin duası, babanın evladına duası.”

Tirmizî, Birr 7, (1906); Cennet 2, (2528), Daavât 139, (3592); Ebû Dâvud, Salât 364, (1536); İbnu Mâce, Dua 11, (3862).

1736 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“İcâbete mazhar olmada gâib kimsenin gâib kimse hakkında yaptığı duadan daha sür’atli olanı yoktur.”

Tirmizî, Birr 50, (1981), Ebû Dâvud, Salât 364, (1535); Müslim, Zikr 88, (2733); Buhârî, Mezâlim 9.

DUA EDENİN HEY’ETİ (DIŞ GÖRÜNÜŞÜ)

1737 – İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) hazretleri anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Duvaları örtmeyin. Kim kardeşinin mektubuna, onun izni olmadan bakarsa, tıpkı ateşe bakmış gibi olur. Allah’tan avuçlarımızın içiyle isteyin, sırtlarıyla istemeyin; duayı tamamlayınca avucunuzu yüzlerinize sürün.”

Ebû Dâvud, Salât 358, (1489,1490,1491).

1738 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua ederken ellerini öyle kaldırdı ki, koltuk altlarının beyazlığını gördüm.”

Buhârî, İstiska 21.

1739 – Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ellerini dua ederken kaldırınca, onları yüzlerine sürmedikçe geri bırakmazlardı.”

Tirmizî, Daavât 11, (3383).

1740 – Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Adamın biri iki parmağı ile dua ediyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

“Birle! Birle!” diye müdâhale etti.”

Tirmizî, Daavât 117, (3552); Nesâî, Sehv 37, (3, 38).

1741 – Sehl İbnu Sa’d (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı ne minberde ne de bir başka şey üzerinde dua yaparken ellerini uzattığını görmedim. Bilakis şöyle gördüm” dedi ve baş ve orta parmaklarını kapayıp şehâdet parmağını açmış vaziyette işaret etti.”

Ebû Dâvud, Salât 230, (1105).

1742 – Hz. Selmân (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Rabbiniz hayiydir, kerimdir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, O, ellerini boş çevirmekten istihya eder.”

Tirmizî, Daavât 118, (3551); Ebû Dâvud, Salât 358, (1488).

1743 – Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlulla: (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Allah’a duayı, size icabet edeceğinden emin olarak yapın. Şunu bilin ki Allah celle şânuhu (bu inançla olmayan ve) gafletle (başka meşguliyetlerle) oyalanan kalbin duasını kabul etmez.”

Tirmizî, Daavât 66.(3474.)

DUANIN KEYFİYETİ

1744 – Fadâle İbnu Ubeyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua eden bir adamın, dua sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e salat ve selam okumadığını görmüştü. Hemen:

“Bu kimse acele etti” buyurdu. Sonra adamı çağırıp:

“Biriniz dua ederken, Allahu Teâlâ’ya hamd u senâ ederek başlasın, sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e salât okusun, sonra da dilediğini istesin” buyurdu.”

Tirmizî, Daavat 66,(3473, 3475); Ebû Dâvud, Salât 358, (1481); Nesâî, Sehv 48, (3, 44).

1745 – Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Dua sema ile arz arasında durur. Bana salat okunmadıkça, Allah’a yükselmez. (Beni hayvanına binen yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve sonunda salât okuyun.)”

Tirmizî, Salât 352, (486).

Tirmizî, bunu Hz. Ömer (radıyallahu anh)’e mevkuf olarak rivayet etmiştir. Rezîn ise merfu olarak rivayet etmiştir.

1746 – Hz. İbnu. Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ) beraber otururlarken ben namaz kılıyordum. (Namazı bitirip) oturunca, Allah’a sena ile zikretmeye başladım ve arkasından Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a salât okuyarak devam ettim. Sanra kendim. için duada bulundum. (Bu tarzımı beğenmiş olacak ki) Hz. Peygaınber (aleyhissalâtu vesselâm);

“İşte!.İstediğin veriliyor. İşte! İstediğin veriliyor” dedi.”

Tirmizî, Cum’a 64, (593).

1747 – Hz. Übeyy İbnu Ka’b (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) birisine dua edeceği vakit önce kendisine dua ederek başlardı.”

Tirmizî, Daavât, 10, (3382).

1748 – Ebû Müsabbih el-Makrâî, Ebû Züheyr en-Nümeyrî (radıyallahu anh)’den naklen anlatıyor: “Bir gece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber çıktık., Derken bir adama rastlatdık. Sual (ve Allah’tan talep) hususunda çok ısrarlı idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu dinlemek üzere durakladı. Ve:

“Eğer (duayı) sonlandırırsa vâcib oldu!” buyurdu. Kendisine:

“Ne ile sonlandırırsa ey Allah’ın Resûlü!” denildi.

“Amin ile” dedi, uzaklaştı. Adama:

“Ey fülan! duanı âminle tamamla ve de gözün aydın olsun!” dedi.”

Ebû Dâvud, Salât 172, (938).

1749 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Sizden biri dua edince “Ya Rabb! Dilersen beni affet! Ya Rabb dilersen bana rahmet et!” demesin. Bilâkis, azimle (kesin bir üslubla) istesin, zira Allah Teâlâ Hazretleri’ni kimse icbâr edemez. “

Buhârî, Daavât 21, Tevhîd 31; Müslim, Zikr 7, (2678-79); Muvatta, Kur’an 28 (1, 213); Tirmizî, Daavât 79 (3492); Ebû Dâvud, Salât 358, (1483); İbnu Mâce, Dua 8, (3854).

1750 – Ebû Musâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir sefere (Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk (yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) (müdahele ederek):

“Nefislerinize karşı merhametli olun. Zîra sizler, sağır birisine hitàb etmiyorsunuz, muhâtabınız gâib de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zât’a, Allah’a hitab ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zât, her birirıize, bineğinin boynundan daha yakındır” dedi.”

Buhârî, Daavât 50, 67, Cihâd 131, Meğâzî 38, Kader 7, Tevhîd 9; Müslim, Zikr 44, (2704);Tirmizî, Daavât 3, 59, (3371, 3457); Ebû Dâvud, Salât 361. (1526,1527.1528).

1751 – Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir kimsenin: “Ya Rabbi, senden nimetin kemâlini taleb ediyorum” dediğini işitmişti. Sordu:

“Nimetin kemâli nedir?”

“Bu bir duadır, onunla dua edip, onunla hayır (çok mal) ümîd ettim” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)

“Sordum, zîra, nimetin kemâli cennete girmektir, ateşten kurtulmaktır” dedi. Bir başkasının da şöyle dediğini işitti:

“Ey celâl ve ikrâb sâhibi Rabbim!” hemen şunu söyledi:

“Duana icâbet edilmiştir, (ne arzu ediyorsan) durma iste” Derken ,bir başkasının:

“Ya Rabbi senden sabır istiyorum!” dediğini işitmişti, ona da: “Allah’tan bela istedin, afiyet de iste!” dedi.

Tirmizî, Daavât 99, (3524).

1752 – Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) özlü duaları tercih eder, diğerlerini bırakırdı.”

Ebû Dâvud, Salât 358, (1482).

1753 – Hz. İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) duayı üç kere yapmaktan, istiğfarı üç kere yapmaktan hoşlanırdı.”

Ebû Dâvud, Salât 361, (1524).

MÜTEFERRİK HADİSLER

1754 – Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyudular ki: “Acele etmediği müddetçe herbirinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var: “Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi.”

Buhârî, Daavât 22; Mislim, Zikr 92, (2735); Muvatta, Kur’an 29 (1, 213); Tirmizî, Daavât 145, (3602, 3603); Ebû Dâvud, Salât 358, (1484).

Müslim’in diğer bir rivâyeti şöyledir: “Kul, günah taleb etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.”

Tirmizî’nin bir diğer rivâyetinde şöyledir: “Allah’a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek süretiyle olur, yeter ki günah taleb etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun.”

1755 – Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Nefslerinizin aleyhine dua etmeyin, çocuklarınızın aleyhine de dua etmeyin, hizmetçilerinizin aleyhine de dua etmeyin. Mallarınızın aleyhine de dua etmeyin. Ola ki, Allah’ın duaları kabul ettiyi saate rastgelir de, istediğiniz kabul ediliverir.”

Ebû Dâvud, Salât 362.(1532).

1756 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin.”

Tirmizî, Daavât 149, (3607, 3608).

1757 – Ebû Hüreyre hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah Teâla Hazretleri kendisinden istemeyene gadap eder.”

Tirmizî, Daavât 3, (3370); İbnu Mâce, Dua 1, (3827).

1758 – İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) hazretleri anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allahu Teâla Hazretleri’nin fazlından isteyin. Zira Allah, kendisinden istenmesini sever. İbadetin en efdali de (dua edip) kurtuluşu beklemektir.”

Tirmizî, Daavât 126 (3566).

1759 – Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir kadın: “Ey Allah’ın Resûlü, bana ve kocama dud ediver!” diye ricada bulunmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz:

“Allah sana da, kocana da rahmet etsin!” diye dua buyurdu.”

Ebû Dâvud, Salât 363, (1533).

1760 – Ebû’d-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kardeşinin gıyabında dua eden hiçbir mü’min yoktur ki melek de: “Bir misli de sana olsun” demesin.”

Müslim, Zikr 86, 88, (2732, 2783); Ebû Dâvud, Salât 364, (1534).

Ebû Dâvud’un rivâyetinde şu ziyâde vardır: “Melekler: “Âmin, bir misli de sana olsun!” derler.”

1761 – Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Her kim, kendine zulmedene beddua ederse, ondan intikamını (dünyada) almış olur.”

Tirmizî, Daavât 115, (3547).

İSM-İ ÂZAM VE ESMÂ-İ HÜSNA DUALARI

1762 – Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir adamın şöyle söylediğini işitti: “Allah’ım, şehâdet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah’sın, birsin, samedsin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğmadın, bir eşin ve benzerin yoktur.”

Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular:

“Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun, bu kimse, Allah’tan İsm-i Âzàmı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Âzamla dua ederse Allah ona icâbet eder, kim onunla talepde bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir. “

Tirmizî, Daavât 65, (3471); Ebû Dâvud, Salât 358, (1493).

1763 – Mihcen İbnu’l-Edra’ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın: “Ey Allah’ım, bir ve samed olan, doğurmayan ve doğurulmayan, eşi ve benzeri de olmayan Allah adıy-la senden istiyorum. Günahlarımı mağfıret et, sen Gafürsun, Râhimsin!” dediğini işitmişti, hemen şunu söyledi:

“O mağfiret edildi. O mağfıret edildi. O mağfiret edildi!”

Ebû Dâvud, Salât 184, (985); Nesâî, Sehv 57, (3, 52).

1764 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir adam şöyle dua etmişti: “Ey Allah’ım, hamdlerim sanadır, nimetleri veren sensin, senden başka ilah yoktur, Sen semâvat ve arzın celâl ve ikrâm sahibi yaratıcısısın, Hayy ve Kayyümsun (kâinatı ayakta tutan hayat sahibisin.) Bu isimlerini şefaatçi yaparak senden istiyorum!”

(Bu duayı işiten) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:

“Bu adam neyi vesile kılarak dua ediyor, biliyor musunuz?”

“Allah ve Resûlü daha iyi bilir`?”

“Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin ederim ki, o Allah’a, İsm-i Âzam’ı ile dua etti. O İsm-i Âzam ki, onunla dua edilirse Allah icabet eder, onunla istenirse verir.”

Tirmizî, Daavât 109 (3538); Ebû Dâvud, Salât 358, (1495); Nesâî, Sehv 57, (3, 52).

1765 – Esmâ Bintu Yezîd (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah’ın İsm-i Âzam’ı şu iki âyettedir:

1- “İlahınız, tek olan ilahdır, ondan başka ilah yoktur. O Rahmân ve Rahîm’dir.” (Bakara 163).

2- Âl-i İmrân süresinin baş kısmı: Elif Lâm-Mim. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur, O Hayy ve Kayyümdur” (Âl-i İmrân 1-3).

Ebû Dâvud, Salât 358, (1496); Tirmizî Daavât 65, (3472).

1766 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer. Allah tektir, teki sever.”

Bir rivâyette: “Kim o isimleri sayarsa cenntete girer” buyurmuştur. Buhârî hadisi bu lafızla tahric etmiştir. Müslim’de “tek” kelimesi yoktur.

Buhârî, Daavât 68; Müslim, Zikr 5, (2677); Tirmizî, Daavât 87, (3502).

Tirmizî’nin rivâyetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Allah’ın isimlerini şöyle yazdı:

“O Allah ki O’nda başka ilâh yoktur. Rahman’dır. Rahim’dir. E1-Meliku’l-Kuddûsu, es-Selâmu, el-Mü’minu, el-Müheyminu, el-Azîzu, el-Cebbâru, el-Mütekebbiru, el-Hâliku, el-Bâriu, el-Musavviru, el-Gaffâru, el-Kahhâru, el-Vehhâbu, er-Rezzâku, el-Fettâhu, el-Alîmu, el-Kâbizu, el-Bâsitu, el-Hâfidu, er-Râfiu, el-Muizzu, el-Müzillu, es-Semîu, el-Basîru, el-Hakemu, el-Adlu, el-Latîfu, el-Habîru, el-Halîmu, el-Azîmu, el-Gafûru, eş-Şekûru, el-Aliyyu, eI-Kebîru, el-Hafîzu, el-Mukîtu, el-Hasîbu, el-Celîlu, el-Kerîmu, er-Rakîbu, el-Mucîbu, el-Vâsiu, el-Hakîmu, el-Vedûdu, el-Mecîdu, el-Bâisu, eş-Şehîdu, el-Hakku, el-Vekîlu, el-Kaviyyu, el-Metînu, el-Veliyyu, el-Hamîdu, el-Muhsî, el-Mubdiu, el-Muîdu, el-Muhyi, el-Mümîtu, el-Hayyu, el-Kayyûmu, el-Vâcidu, el-Mâcidu, el-Vâhidu, el-Ahadu, es-Samedu, el-Kâdiru, el-Muktediru, el-Muahhiru, el-Evvelu, el-Âhiru, ez-Zâhiru, el-Bâtinu, el-Vâli, el-Müte’âli, el-Berru, et-Tevvâbu, el-Müntekimu, el-Afuvvu, er-Raûfu, Mâliku’l-Mülki, Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm, el-Muksitu, el-Câmiu, el-Ganiyyu, el-Muğnî, el-Mâni’, ed-Dârru, en-Nâfiu,en-Nûru, el-Hâdî, el-Bedîu, el-Bâki, el-Vârisu, er-Reşîdu es-Sâbüru.”

İsimleri bu şekilde, sâdece Tirmizî saymıştır.

ALLAH’IN GÜZEL İSİMLERİNİN ŞERHİ

1767 – El – Kuddûs: Ayıplardan temiz demektir.

es-Selâm: Selâm sahibi‚ yani herçeşit ayıptan selâmette‚her türlü âfetten berî demektir.

el-Mü’min: Kullarına va’dinde sâdık olan demektir. Tasdîk mânasına olan imandan gelir. Yahut‚ kıyamet günü kullarına‚ azabına karşı garanti veren‚ güven veren demektir‚ bu mâna emân’dan gelir.

el-Muheyyim: Şâhid olan (görüp güzeten) demektir. Emîn mânasına geldiği de söylenmiştir. Aslı‚ müeymin’dir‚ ancak hemze‚ hâ’ya kalbolmuştur. Keza er-Rakîb ve el-Hafiz mânâsına geldiği de söylenmiştir.

el-Azîzu: Kahreden‚ galebe çalan demektir. “İzzet”‚galebe çalmak mânasına gelir.

el Cebbâr: Mahlukâtı mecbur eden; emir veya yasak her ne dilerse ona zorlayan demektir. Bu kelimenin‚ bütün mahlukâtının fevkinde yücedir mânasına geldiği de söylenmiştir.

el-Mütekebbir: Mahlukâta ait sıfatlardan yüce‚ uzak mânasına gelir. Ayrıca “Mahlukâtından büyüklük taslayarak kendisiyle azamet yarışına kalkanlara büyüklüyünü gösteren ve onlara haddini bildiren mânasına geldiği de söylenmiştir.Keza şu mânaya geldiği de belirtilmiştir: “Mütekebbir” Allah’ın azametini ifâde eden kibriyâ kelmesinden gelir‚ tezyîfî bir mâna taşıyan kibir kelimesinden gelmez.

el-Bârîu: Mahlukâtı‚ mevcut bir misâle bakmaksızın‚ yoktan‚ örneksiz olarak yaratan mânasına gelir. Bu kelime‚ öncelikle hayvanlar için kullanılır‚ diğer mahluklar için pek kullanılmaz. Hayvanlar dışındaki mahlukât hakkında nâdiren kullanılır.

el-Müsavvir: Mahlukâtı farklı sûretlerde yaratan” demektir. Tsvîr lügat olarak hat ve şekil çizmek mânasına gelir.

el-Gaffâr: Kulların günahlarını tekrar tekrar affeden‚ mânasına gelir. Gafr kelimesi‚ aslında setr (örtmek) ve kapatmak mânalarına gelir. Allah Teâla kullarının günahlarını affedici‚ onlar için cezayı terketmek sûretiyle (günahları) örtücüdür.

el-Fettâh: Kulları arasında hâkim demektir. Araplar, hâkim iki hasmın (dâvalı-dâvacı) arasındaki ihtilafı çözdüğü zaman: “Hâkim iki hasmın arasını fethetti” derler. Hükmetti, çözüme kavuşturdu mânasında, hâkime fâtih dendiği de olmuştur. Mamafih “Kullarına rızk ve rahmet kapılarını açan”, rızıklarından kapanmış olanları açan mânasına da gelir.

el-Kâbız: Kullarının rızkını lütfu ve hikmetiyle tutan mânasına gelir.

el-Bâsıt: Kullarına rızkı açıp cûd ve rahmetiyle genişleten demektir. Böylece Cenâb-ı Hakk, hem ihsan sahibi, hem de onu men edici olmaktadır.

el-Hâfid: Cebbarları ve firavunları alçaltan demektir. Yâni onları horlar ve değersiz kılar demektir.

er-Râfi’: Velîlerini, dostlarını yüeltir. Azîz kılar  demektir. Böylece Allah, hem zelîl hem de azîz kılıcı olmaktadır.

el-Hakem: Hâkim demektir. Bu da hakikatı hükmetme yetkisi kendis ne verilen, ona gönderilen demek olur.

el-Adlu: Kendinde heva meyli olmayan, hükümde doğruluktan ayrılmayan cevre yer vermeyen mânasına gelir. Aslında masdardır. Ancak âdil makamında kullanılmıştır. Âdil’den daha beliğdir, çünkü müsemma, fiilin kendisiyle isimlenmiştir.

el-Latîfu: Arzunu sana rıfkla ulaştıran demektir. “Mahiyeti, idrak edilemeyecek kadar latîf” mânasına geldiği de söylenmiştir.

el-Habîru: Olanı ve olacağı bilen kimseye denir.

el-Gafûru: Bağışlamada mübalağa eden, çok bağışlayan demektir.

eş-Şekûru: Kullarını, sâlih fiilleri sebebiyle mükâfatlandıran ve sevap veren demektir. Allah’ın kullarına şükrü, onlara mağfireti ve ibâdetlerini kabul etmesidir.

el-Kebîru: Celâ1 (büyüklük) ve şânının yüceliği sıfatlarını taşıyan kimsedir.

el-Mukîtu: Muktedir demektir. Ayrıca, mahlukâta gıdalarını veren mânasına geldiği de söylenmiştir.

el-Hasîbu: el-Kâfi demektir. Muf’il mânasında fâildir, tıpkı mü’lim mânasında elim gibi, hasîb’in muhâsib mânasında kullanıldığı da söylenmiştir.

er-Rakîbu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan hâfîz (muhâfız) demektir.

el-Mucîbu: Kullarının duasını kabul edip, icâbet eden zât demektir.

el-Vâsiu: Zenginliği, bütün fakrlar bürüyen; rahmeti herşeyi kuşatan demektir.

el-Vedûdu: el-Vedd (sevgi) kelimesinden mef’û1 mânasında feûl’dür. Allah Teâlâ Mevdûd’dur. Çok sevilir. Yani velilerinin kalbinde sevgilidir. Veya fâil mânasında feûldür. Yani Allah Teâla sâlih kullarını sever, bu da “onlardan razı olur” demektir.

el-Mecîdu: Keremi geniş olan demektir. Şerif mânasını taşıdığı da söylenmiştir.

el-Bâisu: Mahlukâtı, ölümden sonra kıyamet günü yeniden diriltir demektir.

eş-Şehîdu: Kendisinden hiçbir şey gâib olmayan kimse demektir. Şâhid ve şehîd aynı mânada kullanılır, tıpkı âlim ve alîm kelimeleri gibi. Mâna şöyledir: Allah, (her yerde) hâzırdır. Eşyayı müşahede edip her an görür.

el-Hakku: Varlığı ve vücudu gerçek olan demektir.

el-Vekîlu: Kulların rızıklarına kefil demektir. Hakikat şudur: Kendisine tevkîl edilmiş olanı işinde müstakil söz sâhibi olmaktır. Bu hususta şu âyet hatırlanabilir: “(Dediler ki) Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” (A1-i İmrân 173).

el-Kaviyyu: el-Kâdir (güçlü) demektir. Ayrıca: “Kudreti ve kuvveti tam, O’nu hiçbir şey âciz kılamaz” mânasına da gelir.

el-Metînu: Şedîd ve kavî olup, hiçbir fiilinde meşakkatle karşılaşmayan demektir.

el-Veliyyu: Nâsır (yardımcı) demektir. Ayrıca: “İşlerin kendisiyle yürüdüğü mütevelli, yetimin velîsi gibi” diye de açıklanmıştır.

el-Hamîdu: Fiiliyle hamde hak kazanan mahmûd kimsedir. Bu kelime mef’ûl mânasında fâildir.

el-Muhsî: İlmiyle herşeyi sayan, nazarından büyük veya küçük hiçbir şey kaçmayan kimse demektir.

el-Mübdiu: Eşyayı yoktan ilk defa var eden, yaratan demektir.

el-Muîdu: Mahlukâtı hayattan sonra tekrar ölüme, öldükten sonra da tekrar hayata iâde eden kimse demektir.

el-Vâcidu: Fakirliğe düşmeyen zengin demektir. Bu kelime, gına demek olan cide kökünden gelir.

el-Vâhidu: Tek başına devam eden, yanında bir başkası olmayan ferd’dir. Ayrıca, şerik ve arkadaşı olmayan kimse mânas da mevcuttur.

El-Ahadu: Ferd demektir. Ahad ile vâhid arasındaki farka gelince, ahad, kendisiyle bir başka adedin zikredilmesini men edecek bir yapıya sâhiptir. Kelime hem müzekker, hem de müennestir. “Bana kimse (ahad) gelmedi derken, gelmeyen hem erkektir, hem de kadındır.” Vâhid’e gelince bu sayıların ilki olarak vazedilmiştir: “Bana halktan biri (vahid) geldi” denir ama, “Bana haktan kimse (ahad) geldi” denmez. Vâhid, emsâl ve nazîri kabûl etmeyen bir mâna üzere bina edilmiştir. Ahad ise ifrad ve arkadaşlardan yalnızlık üzere bina edilmiştir. Öyle ise, vâhid, zât itibariyle münferiddir, ahad ise mâna itibariyle münferiddir.

es-Samedu: İhtiyaçlarını temin etmek üzere, halkın kendisine başvurduğu efendidir. Yani halkın kendisine yöneldiği kimsedir.

el-Muktediru: Kudret kökünden müfteil babındandır. Kâdir’den daha öte bir güçlülük ifâde eder.

el-Mukaddimu: Eşyayı takdim edip, yerli yerine koyan demektir.

el-Muahhiru: Eşyayı yerlerine te’hir eden demektir. Kim takdime hak kazanırsa ona takdîm eder, kim de te’hîre hak kazanırsa ona da te’hîr eder.

el-Evvelu: Bütün eşyadan önce var olan demektir.

el-Âhiru: Bütün eşyadan sonra bâkî kalacak olan demektir.

ez-Zâhiru: Herşeyin üstünde zâhir olan ve onların üstüne çıkan şey demektir.

el-Bâtınu: Mahlukâtın nazarlarından gizlenen demektir.

el-Vâlî: Eşyanın mâliki ve onlarda tasarruf eden demektir.

el-Müteâli: Mahlukâtın sıfatlarından münezzeh olan, bu sıfatların biriyle muttasıf olmaktan yüce ve âlî olan.

el-Berru: Katından gelen bir iyilik ve lütufla, kullarına karşı merhametli, şefkatli demektir.

el-Müntakimu: Dilediğine ceza vermede şiddetli davranan demektir. Nekame kökünden müfteil babında bir kelimedir. Nekame, hoşnudsuzluğun öfke ve nefret derecesine ulaşmasıdır.

el-Afuvvu: Afv’dan feûl babında bir kelimedir. Bu bâb mübalağa ifâde eder. Öyle ise mâna: “Günahları çokça bağışlayan” dcmek olur.

er-Raûfu: Katından gelen bir re’fetle (şefkatle) kullarına merhametli ve şefkatli olan demektir. Re’fetle rahmet arasındaki farka gelince; rahmet bazan maslahat gereği istemeyerek de olabilir. Re’fet isteksiz olmaz, isteyerek olur.

Zü’l-Celâl: Celâl, celîl’in masdarıdır. Celâl, celâlet, nihâyet derecede büyüklük, azamet demektir. Zü’l-Celâl büyüklük sahibi olan mânasına gelir.

el-Muksidu: Hükmünde âdil, demektir. Ef’àl babında adaletli oldu mânasına olan bu kelime, sülâsî aslında zulmetti mânasına gelir. Nitekim kasıt; cevreden, zâlim demektir.

el-Câmiu: Kıyamet günü mahlukâtı toplayan demektir.

el-Mâniu: Dostlarını, başkalarının eziyetinden koruyan yardımcı demektir.

en-Nûru: Körlüğü olanları nuruyla görür kılan, dalâlette olanları da hidâyetiyle irşâd eden demektir.

el-Vârisu: Mahlukâtın yok olmasından sonra da bâki kalan demektir.

er-Reşîdu: Mahlukâta maslahatların gösteren demektir.

es-Sabûru: Âsîlerden intikam almada acele etmeyen, cezalandırmayı belli bir müddet te’hîr eden demektir. Allah’ın sıfatı olarak sabûr’un mânası halîm’in mânasına yakındır. Ancak ikisi arasında şöyle bir fark vardır: Sabûr sıfatında cezanın mutlaka olacağını beklemeyebilirler. Ancak halîm sıfatıyla Allah’ın cezasına kesin nazarıyla bakarlar.

Allah inkarcıların söylediklerinden münezzeh ve mukaddestir, uludur, yücedir.

NAMAZ DUALARI

1768 – Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz için tahrime tekbirini alınca kıraate geçmezden önce bir müddet süküt buyurmuştur. Ben:

“Ey Allah’ın Resûlü, dedim, anam babam sana feda olsun, tekbir ile kıraat arasındaki süküt esnasında ne okuyorsunuz?” Bana şu cevabı verdi:

“Ey Allahım, beni hatalarımdan öyle temizle ki, kirden paklanan be-yaz elbise gibi olayım. Allahım beni, hatalarımdan su, kar ve dolu ile yıka” diyorum.”

Buhârî, Ezân 89; Müslim, Mesâcid 147, (598); Ebû Dâvud, Salât 123, (781); Nesâî, İftitâh 15, (2,128,129).

Ebû Dâvud, Nesâî (ve Buhârî’nin) rivâyetlerinin başında şu ziyade vardır: “Allahım, benimle hatalarımın arasını doğu ile batının arası gibi uzak kıl,”

1769 – İbnu Ömer (radyallahu anhumâ) anlatıyor: “Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte namaz kılarken, cemaatten biri aniden:

“Allahu ekber kebîrâ, velhamdü lillâhi kesîrâ, subhânallâhi bükraten ve asîlâ (Allah, büyükte büyüktür, Allah’a hamdimiz çoktur, sabah akşam tesbihimiz Allah’adır!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz:

“Bu sözleri kim söyledi?” diye sordu. Söyleyen adam:

“Ben, ey Allah’ın Resûlü” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesellâm) efendimiz:”

“O sözler hoşuma gitti. Sema kapıları onlara açıldı” buyurdu. İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) der ki: “Söylediği günden beri o zikri okumayı hiç terketmedim.”

Müslim, Mesâcid 150, (601); Tirmizî, Daavât 137, (3586); Nesâî İftitâh 8, (2,125).

Nesâî, bir rivâyette şu ziyâdede bulunmuştur: “On iki adet meleğin, bu sözleri (yükseltmek üzere) koşuştuklarını gördüm.”

1770 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılarken nefes nefese bir adam geldi ve:

“Allahu ekber, Elhamdü lillâhi hamden kesîran tayyiben mubâreken fîhi. (Allah büyüktür, çok temiz ve mübârek hamdler Allah’adır!)” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazı bitirince:

“Şu kelimeleri hanginiz söyledi?” diye sordu. Cemaat bir müddet sessiz kaldı, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

“(Kim söylediyse çekinmesin, benim desin), Zîra fena bir şey söylemiş değil)” dedi. Bunun üzerine adam:

“Ben, ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:

“Ben on iki melek gördüm. Her biri, bu kelimeleri (Allah’ın huzuruna) kendisi yükseltmek için koşuşmuşlardı.”

Müslim, Mesâcid 149, (600); Ebû Dâvud, Salât 121, (763): Nesâî, İftitâh 19, (2,132,133).

1771 – Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza başlarken tekbir getirir, sonra (bazan) şunu okurdu: “İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi Rabbi’l-âlemîn. Lâ şerîke lehu ve bi-zâlike ümirtü ve ene evvelü’l-müslimîn. Allahümmehdinî li-ahseni’l a’mâli ve ahseni’l-ahlâki. Lâ yehdî li-ahseniha illâ ente. Ve kınî seyyie’l-a’mâl ve seyyie’l-ahlâk. Lâ yakî seyyiehâ illâ ente. (Namazım, ibâdetim hayatım ve ölümüm âlemlerin Şeriksiz Rabbi Allah içindir. Ben bununla emrolundum. Ben bu emre teslim olanların ilkiyim. Ey Allah’ım, beni amellerin ve ahlâkın en iyisine sevket. Bunların en iyisine senden başka sevkeden yoktur. Beni kötü amellerden ve kötü ahlâktan koru, bunların kötülerinden ancak sen korursun.”

Nesâî, İftitâh 16, (2,129).

1772 – Muhammed İbnu Mesleme (radıyallâhu anh)anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nâfile namaz kılmak için kalktığı vakit (bazan) şunu okurdu:

“Allahu ekber veccehtü vechiye li’llezî fatara’s-Semâvâti ve’1-arza hanî-fen müslimen ve mâ ene mine’l-müşrikîn… (Allah büyüktür. Yüzümü Ha-nîf ve Müslüman olarak semâvat ve arzı yaratan Allah a yönelttim. Ben müşriklerden değilim). . . “)

Devamını Hz. Câbir (radıyallâhu anh)’in rivâyetinde olduğu şekilde zikretti. Sonra şunu okudu:

“Allahümme ente’l-Meliku. Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke ve bihamdike Allahım (kâinatın gerçek) Meliki sensin. Senden başka ilah yoktur. Seni hamdinle takdîs ederim]. ” Sonra kıraata geçti.”

Nesâî, İftitâh 17, (2,131).

1773 – Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza (iftitah tekbiri ile) başlayınca şunu okurdu:

“Subhâneke Allahümme ve bi-hamdike ve tebârekesmüke ve teâlâ ceddüke ve lâ ilâhe gayruke. (Allah’ım seni her çeşit noksan sıfatlardan takdîs ederim, hamdim sanadır. Senin ismin mübârek, azametin yücedir, senden başka ilah da yoktur).”

Tirmizî, Salat 179, (243); Ebû Dâvud, Salat 122, (776); İbnu Mâce, İkâmeti’s-Salat 1, (804).

RÜKÜ VE SECDELERDE OKUNACAK DUALAR

1774 – İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Haberiniz olsun, ben rükü ue secde hâlinde Kur’ân okumaktan men edildim. Öyleyse rüküda Rabb Teâlâ’yı tâzim edin, secdede ise dua etmeye gayret edin, (zira secdede iken yaptığınız dua) icâbet edilmeye Iâyıktır.”

Müslim, Salât 207 (479); Ebü Dâvud, Salât 152, (876); Nesai, İftitâh 98, (2,189).

1775 – Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) hazretleri anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), secdelerinde şunları söylerdi: “Allahümmağfirli zenbi küllehu, dıkkahu ve cüllehu, evvelehu ve âhirehu, sırrahu ve alâniyyetehu. (Allahım! Büyük-küçük birinci sonuncu, gizli-açik, bütün günahlarımı mağfiret buyur. “

Müslim, Salât 216, (483); Ebu Dâvud, Salât 152, (878).

1776 – Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resullulah (aleyhissalatu vesselâm) rüküsunda ve secdelerinde şu duayı çokca okurdu:

“Sübhânekallâhümme Rabbenâ ve bi-hamdike, Allahümmağfirli. (Allah’ım, seni takdis ve tenzih ederim. Rabbimiz! Takdisimiz hamdinledir. Ey Allahım, beni mağfiret et.)” Bu duayı okumakla Kur’ân’a yani Kur’ân’ın: “Rabbini hamd ile tesbih et” (Nasr 3) âyetineuyuyordu.”

Buhâri, Ezân 123, 139, Meğâzi 50, Tefsir, İzâcâe nasrullahi ve’l-Feth; Müslim, Salât 217, (484); Ebü Dâvud, Salât 152, (877); Nesâi, İftitâh 153, (2, 219).

Müslim, Ebu Dâvud ve Nesâi’de gelen bir rivâyette şöyle denir: “Resüllullah (aleyhissalatu vesselâm) rükü ve secdesinde şöyle derdi: “Subbühun kuddüsün Rabbü’l-melaiketi ver-Rühi, (Münezzehsin, mükaddessin, meleklerin ve Ruh’un Rabbisin)”.

1777 – Muvatta, Tirmizi ve Ebu Davud’un bir rivâyetinde şöyle denir: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)’ı yatakta kaybettim ve araştırdım, derken elim ayağının altına rastladı. Secdede idi ve: “Allahümme inni eüzu bi-rızâke min sahtike ve eüzu bi-muâfâtike min ukübetike ve eüzu bike minke Lâ uhsi senâen aleyke. Ente kemâ esneyte alâ nefsike. (Allahım! Senin rızanı şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını şefaatçi yaparak cezandan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana layık olduğun senâyı yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin)” diyordu.”

1778 – İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden biri rükü edince üç kere “Sübhâne rabbiyel azim (Büyük Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir” desin. Bu, en az miktardir. Secde yapınca da üç kere “Sübhane Rabbiye’l a’lâ (Ulu Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir” desin. Bu da en az miktardır.”

Ebu Dâvud, Salât 154, (886); Tirmizi, Salât 194, (261).

1779 – Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), rükü yaptığı zaman: “AIIahümme Ieke reka’tu ve bike âmentü ve leke eslemtü ve aleyke tevekkeltü ente Rabbiye, haşaa sem’i ve basari ve Iahmî ve demi ve izâmi IiIIahi Ràbbi’I-âlemin. (Ey AIIahım sana rükü yapıyorum, sana inandım, sana teslim oldum, sana tevekkül ettim. Sen Rabbimsin, kulağım, gözüm, etim, kanım ve kemiklerim ÂIemIerin Rabbi olan Allah önünde haşyette, tezeIIüIdedir.”

Nesâi, İftitâh 104, (2,192). Bu rivâyet Müslim’de gelen uzun bir rivayetin bir parçasıdır (Salâtu’l-Müsâfirin) 201, (771).

1780 – İbnu Ebi Evfâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) sırtını rüküdan kaldırdığı zaman: “SemiaIlâhu Iimen hamideh, Allahümme Rabbenâ Ieke’I-hamdü mil’es-semâvâti ve miI’eI-arzi ve miI’e mâ şi’te min şey’in ba’du. (AIIah, kendisine hamd edeni işitir. Ey AIIahım, ey Rabbimiz, semâlar dolusu, arz dolusu ve bunlardan başka istediğin her şey dolusu hamdler sana olsun”

Müslim, Salat 204, (476); Ebu Dâvud, Salat 144, (846).

1781 – İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) iki secde arasında: “Allahümme’ğfir li ve’rhamni, ve’cbürni, ve’hdini ve’rzukni. (Allahım bana mağfiret et, merhamet et, beni zengin kıl, bana hidâyet ver, bana rızık ver) derdi”.

Ebü Dâvud, Salât 145, (850); Tirmizi, Salât 211, (284); İbnu Mâce, Salât 23, (898).

1782 – Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) secde ettiği vakit şöyle dua okurdu: “Allahım sana secde ettim, sana inandım, sana teslim oldum. Yüzüm de, kendisini yaratıp şekillendiren, ona kulak, göz takan yaratanına secde etmiştir. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir” (Hacc 14).

Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın teşehhüdle selam arasında okuduğu en son duası: “Allahümmağfir Ii mâ kaddemtü ve mâ ahhartü ve ma esrertü ve mâ a’Ientü ve maesreftü ve mâ ente a’Iemu bihi minnî ente’I-mukaddim ve ente’I-muahhir. Lâ ilâhe illâ ente. (Allahım, geçmiş ömrümde yaptıklarımı, gelecekte yapacaklarımı, gizli işlediklerimi, aleni yaptıklarımı, israflarımı, benim bilmediğim fakat senin bildiğin kusurlarımı affet. İlerleten sen, gerileten de sensin, senden başka ilah yoktur)”.

Müslim, Salâtul-Müsâfirin 201, (771), Tirmizi, Daavât 32, (3417, 3418, 3419); Ebü Dâvud, Salât 121, (760); Nesâi, İftitâh 17, (2,130).

1783 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallâhu anhüma) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a, Hz. Ebü Bekir (radıyallâhu anh) gelerek:

“Bana namazda okuyacağım bir dua öğret” dedi. Resülullah (aleyhissalatu vesselam) ona şu duayı okumasını söyledi:

“Allahümme inni zalemtü nefsi zulmen kesiran ue lâ yağfiru z-zünübe illâ ente fà’ğfir li mağfireten min indike verhamni inneke ente’l-ğàfüru’r-rahim. (Allahım ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen affedersin. Öyle ise beni, şanına layık bir mağfiretIe bağışla, bana merhamet et. Sen affedici ve merhamet edicisin”.

Buhâri, Sıfâtu’s-Salât 149, Daavât 17, Tevhid 9; Müslim, Zikr 48, (2705); Tirmizi, Daavât 98, (3521); Nesâi, Sehiv 58, (3, 53).

TEŞEHHUDDEN SONRA OKUNACAK DUA

1784 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) hazretleri anlatıyor:

“Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) teşehhüdden sonra şunu okurdu: “Allahümme inni eüzu bike min azâbi cehennem ve eüzu bike min azâbi’I-kabri ve eüzu bike min fitneti’d-Deccâl ve eüzu bike min fitneti’I-mahyâ ve’I-memât. (AIIahım, ben cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından da sana sığınırım. Deccal fitnesinden de sana sığınırım, hayat ve ölüm fitnesinden de sana sığınırım)”.

Ebu Dâvud, Salât 184, (984).

SELAMDAN SONRA OKUNACAK DUA

1785 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın geceleyin namazdan çıkınca şu duayı okuduğunu işittim: “ÂlIahım! Senden, katından vereceğin öyIe bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidayet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip, içime kâmil iman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs verir, rızana uygun istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit kötülüklerden korursun.

Allahım, bana öyle bir iman, öyle bir yakin ver ki, artık bir daha küfür (ihtimali) kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.

Allahım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunIa kurtuluş istiyorum, (kurbuna mazhàr olan) şühedâya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!

Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa (dünyevi ve uhrevi) ihtiyaçlarımı senin kapına indiriyor (karşılanmasını senden taleb ediyorum). Ràhmetine muhtacım, halimi arzediyorum. (İhtiyacım ve fakrim sebebiyledir ki) ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp şifâyâb kilan Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi benimle cehennem azabının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azabindan korumanı diliyorum.

Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatindan birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise ey âlemlerin Rabbi, onun husülü için de sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında senden istiyorum.

Ey Allahım! Ey (Kur’ân gibi, din gibi) kuvvetli ipin, (şeriat gibi) doğru yolun sahibi! Kâfirler için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, senden cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de huzur-i kibriyana ulaşmış mukarrebin meleklerle, (dünyada iken çok) rükü ve secde yapanlar ve ahidlerini ifa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, sen (seni dost edinenlere) hadsiz sevgi sahibisin, sen dilediğini yaparsın. (Dilek sahipleri ne kadar çok, ne kadar büyük şeyler isteseler hepsini yerine getirirsin.)

Allahım! Bizi, sapıtmayıp, saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh (vesilesi), düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni (sana olan) sevgimiz sebebiyle seviyoruz. Sana muhâlefet edene, senin ona olan adâvetin sebebiyle adavet (düşmanlık) ediyoruz.

Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız sensin.

Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy!

Allahım nurumu büyüt, (söylediklerimin hepsine bedel olacak) bir nur ver, (söylenmiyenleri de kuşatacak) bir nur daha ver!

İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zât münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zât münezzehtir. Tesbih ve takdis sadece kendine layık olan Zat münezzehtir. Fazl ve nimetler sâhibi Zàt münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zât münezzehtir. Celal ve ikrâm sâhibi Zat münezzehtir.”

Tirmizi, Daavât 30, (3415).

1786 – Hz. Sevbân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) selam verip (namazdan çıkınca) üç kere istiğfarda bulunup: “Âllahümme entes-selâm ve minke’s-seIâm tebârekte ve teâleyte yâ ze’l-celâli ve’I-ikrâm. (Allahım sen selamsın. Selàmet de sendendir. Ey celâl ve ikrâm sâhibi sen münezzehsin, sen yücesin)” derdi.”

Müslim, Mesâcid 135, (591); Tirmizi, Salât 224, (300); Ebu Dâvud, Salât 360 (1513); Nesâi, Sehv 80, (3, 68).

1787 – Kà’a İbnu Ucre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) duyurdular ki: “Namazın takipçileri (muakkibât) var. Onları her namazın peşinden söyleyenler -veya yapanlar- (cennet ve mükafaat hususunda) hüsrâna uğramazlar. Bunlar otuz üç adet tesbih, otuz üç adet tahmid, otuzdört adet tekbir’dir”.

Müslim, Mesâcid 144, (596); Tirmizi Daavât 25, (3409); Nesâi, 91, (3, 75).

Nesâi’nin Zeyd İbnu Sâbit (radıyallâhu anh)’ten yaptığı bir rivâyette şöyle denmektedir: “Bu emredildiği zaman Ensâr’dan bir adam rüyasında görür ki bir kimse: “Bunu yirmi beş yapın, tehlili de ilâve edin” demektedir. Sabah olunca bunu Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’aanlattı. Efendimiz : “Söylendiği şekilde yapın!” buyurdu”.

1788 – Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim sabah namazının arkasından yüz kere tesbihde ve yüz kere tehlilde bulunursa, deniz köpüğü gibi çok bile olsa günahları affedilir”.

Nesai, Sehv 95, (3, 79).

1789 – Ukbe İbnu Amir (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) her namazın arkasından muavvizâtı okumamı emretti.”

Ebu Dâvud, Salât 361, (1523); Nesâi, Sehv (79, (3, 68).

TEHECCÜD NAMAZI ESNASINDA DUA

1790 – Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) teheccüt namazı kılmak üzere geceleyin kalkınca şu duayı okurdu: “AIIahım, Rabbimiz! Hamdler sanadır. Sen arz ve semâvatin ve onlarda bulunanIarın kayyumu ve ayakta tutanısın, hamdler yalnızca senin içindir. Sen semâvat ve arzın ve onlarda bulunanların nûrusun, hamdler yalnızca sanadır. Sen haksın, va’din de haktır. Sana kavuşmak haktır, sözün haktır. Cennet haktır, cehennem de haktır. Peygamberler hàktır, Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) de haktır. Kıyamet de haktır.

AIIahım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim. Sana yöneldim. Hasmına karşı senin (bürhanın) iIe dâva açtım. Hakkımı aramada senin hakemliğine başvurdum. Önden gönderdiğim ve arkada bıraktığım hatalarımı affet. Gizli işlediğim, aleni yaptığım, benim bilmediğim, senin benden daha iyi bildiğin hatalarımı da affet! İlerleten sen, gerileten de sensin. Senden başka ilah yoktur”.

Buhâri, Teheccüt 1, Daavât 10 Tevhid 8, 24, 35; Müslim, Salâtu’l-Müsâfirin 199, (769); Muvatta, Kur’ân 34, (1, 215, 216); Tirmizi, Daavât 29, (3414); Ebü Dâvud, Salât 121, (771); Nesâi, Kıyâmu’l-Leyl 9, (3, 209, 210).)

AKŞAM VE SABAH YAPILACAK DUALAR

1791 – İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) akşam olunca şu duayı okurdu:

“Elhamdulillah geceye erdik. Mülk de, Allah için geceye erdi. AIlah’tan başka ilâh yoktur. Tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamdler 0’nàdır, O, her şeye kâdirdir. Rabbim! Bu gecede olacak hayrı, bundan sonra olacak hayrı senden taleb ediyorum. Bu gecede olacak şerden ve bundan sonra olacak şerlerden sana sığınıyorum. Ràbbim! TembeIlikten yaşlılığın kötülüklerinden sana sığınıyorum. Rabbim! Cehennem azabından, kabir azabından sana sığınıyorum!”

İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) devamla, Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)’ın sabah olunca şu duayı okuduğunu söyledi:

“ElhamduIiIIah sabaha erdik. Mülk de AIIah için sabaha erdi.”

Müslim, Zikr 75, (2723); Tirmizi, Daavât 13, (3387); Ebu Dâvud, Edeb 110, (5071).

1792 – Ebu Selâm, Hz. Enes (radıyallâhu anh)’ten naklediyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)’ın şöyle söylediğini işittim: “Kim akşama ve sabaha erdiği zaman: “Rabb olarak Allah, din olarak İslâm’a, resül olarak Muhammed (aleyhissalatu vesselâm)’e razı olduk” derse onu razı etmek de Allah üzerine bir hak olmuştur”.

Rezin bu duaya: “Kıyamet günü” ifadesini ilave etmiştir.

Ebü Dâvud, Edeb 110, (5072) İbnu Mâce, Dua 14, (3870).

1793 – Abdullah İbnu Gannâm el-Beyâzi (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim sabaha erdiği zaman: “Allahım, benimle veya mahlukatından herhangi biriyle hangi nimet sabaha ermişse bu sendendir. Sen birsin, ortağın yoktur, hamdler sanadır, şükür sanadır” derse, o günkü şükür borcunu ödemiştir. Kim de aynı şeyler akşama erince söylerse o da o geceki şükür borcunu eda eder.”

Ebu Dâvud, Edeb 110, (5073).

UYUMA VE UYANMA DUALARI

1794 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) yatağına girdiği zaman şu duayı okurdu: “Bize yedirip içiren, ihtiyaçlarımız görüp bizi barındıran AIIah’a hamdolsun. İhtiyacını görecek, barınak verecek kimsesi olmayan niceleri var!”

Müslim, Zikr 64, (2715); Tirmizi, Daavât 16, (3393); Ebü Dâvud, Edeb 107, (5053).

1795 – Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yatağına girdiği zaman, ellerine üfleyip Muavvizeteyn’i ve Kul hüvallahu ahad’i okur ellerini yüzüne ve vücuduna sürer ve bunu üç kere tekrar ederdi. Hastalandığı zaman aynı şeyi kendisine yapmamı emrederdi”.

Buhari Fedâilu’l-Kur’ân 14, Tıbb, 39, Daavat 12; Müslim, Selâm 50, (2192); Muvattâ, Ayn 15, (2, 942); Tirmizi, Daavât 21, (3399); Ebu Dâvud, Tıbb 19, (3902).

1796 – Hz. Huzeyfe İbnu’l-Yemân (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) yatağına girince şu duayı okurdu:

“Allahım! Senin adınla hayat bulur, senin adınla ölürüm”.

Sabah olunca da şu duayı okurdu:

“Bizi öldürdükten sonra tekrar hayat veren AlIah’a hamdolsun!. Zaten dönüşümüz de O’nadır”.

Buhâri, Daavat 7, 8, 16, Tevhid 13; Tirmizi, Daavât 29, (3413); Ebü Dâvud, Edeb 177, (5049).

1797 – Hz. Berâ (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Yatağına girdiğin zaman şu duayı oku: “Allahım nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, işlerimi sana emanet ettim sırtımı sana dayadım. Senin rahmetinden ümitvarım, gazabından da korkuyorum. Senin ikabına karşı, senden başka ne melce var, ne de kurtarıcı. İndirdiğin Kitab’a, gönderdiğin Peygamber (aleyhissalâtu uesselâm)’e imàn ettim”

“Eğer bunu okuduğun gece ölecek olursan fıtrat üzere ölmüş olursun. Şayet sabaha erersen hayır bulursun.”

Buhâre, Daavât 7, 9; Tevhid 34; Müslim, Zikr 56, (2710); Tirmizi, Daavat 76, (3391); Ebu Dâvud, Edeb 107, (5046, 5047, 5048).

Tirmizi’nin bir rivayetinde şöyle denmiştir: “Resülullah (àleyhissalâtu vesselâm), uyumak isteyince sağ yanı üzerine dayanır ve şöyle dua ederdi: “Allàhım! Kullarını topladığın -veya yeniden dirilttiğin- gün, beni azâbından koru”.

1798 – Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) geceleyin uyanınca şu duayı okurdu: “Allahım! Seni hamdinle tenzih ederim, Senden başka ilah yoktur. Günahım için affını dilerim, rahmetini taleb ederim. Allahım ilmimi artır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet lutfet. Sen lutfedenlerin en cömerdisin”.

Ebu Dâvud, Edeb 108, (5061).

1799 – Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) yatacağı sırada şu duayı okurdu:

“Allahım, kerim olan Zât’ın adına, eksiği olmayan kelimelerin adına, alınlarından tutmuş olduğun hayvanların şerrinden sana sığınırım. Allahım sen borcu giderir günahı kaldırırsın. Allahım senin ordun mağlub edilemez, và’dine muhalefet edilemez. Servet sahibine serveti fayda etmez, servet sendendir. Allahım seni hamdinle tesbih ederim”.

Ebu Dâvud, Ebed 107, (5052).

1800 – Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir gün, Hâlid İbnu Velid el-Mahzumi (radıyallâhu anh):

“Ey Allah’ın Resülü, bu gece hiç uyuyamadım” diye Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam)’e yakındı.

Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu tavsiyede bulundu:

“Yatağına girdinmi şu duayı oku: “Ey yedi kat semânın ve onların gölgelediklerinin Rabbi, ey arzların ve onların taşıdıklarının Rabbi, ey şeytanların ve onların azdırdıklarının Rabbi! Bütün bu mahlükâtının şerrine karşı, bana himâyekâr oI! 0l ki hiç birisi, üzerime âni çullanmasın, saldırmàsın. Senin koruduğun aziz olur. Senin övgün yücedir, senden başka ilah da yoktur, ilah olarak sâdece sen varsın.”

Tirmizi, Daavât 96, (3518).

1801 – İmam Mâlik’ten rivayete göre, ona şu haber ulaşmıştır: “Hâlid İbnu’l-Velid (radıyallâhu anh), Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam)’e:

“Ben uykuda iken korkutuluyorum. (Ne yapmamı tavsiye buyurursunuz?)” diye sordu. Ona şu tavsiyede bulundu:

“Allah’ın eksiksiz, tam olan kelimeleri ile O’nun gadabından, ikabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve (beni kötülüğe atan) beraberliklerinden AIlah’a sığınırım! de!”.

Muvatta, Şi’r 9, (2, 950).

EVDEN ÇIKIŞ VE EVE GİRİŞ DUALARI

1802 – Ümmü Seleme (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselam) evinden çıktığı zaman şu duayı okurdu: “Allah’ın adıyla Allah’a   tevekkül ettim. AIIahım! zillete düşmekten, dalâlete düşmekten, zulme uğramaktan, cahillikten, hakkımızda cehalete düşülmüş olmasından sana sığınırız”.

Tirmizi, Daavât 35, (3423); Ebü Dâvud, Edeb 112, (5094); Nesâi İstiâze 30, (8,268); İbnu Mâce, Dua 18, (3884).

1803 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Evinden çıkınca kim: “Allah’ın adıyla, Allah’a tevekkül ettim, güç kuvvet Allah’tandır” derse kendisine: “İşine bak, sana hidâyet verildi, kifâyet edildi ve korundun da” denir, ondan şeytan yüz çevirir”.

Tirmizi, Daavât 34, (3422); Ebü Dâvud, Edeb 112, (5095); Nesâi, İstiâze (8,268).

1804 – Ebü Mâlik eI-Eş’àri (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kişi evine girince şu duayı okusun: “AIIahım! Senden hayırlı girişler, hayırlı çıkışlar istiyorum. AIIah’ın adıyla girdik, AIIah’ın adıyla çıktık, Rabbimiz AIIah’a tevekkül ettik”. Bu duayı okuduktan sonra ailesine selam versin”.

Ebu Dâvud, Edeb, 112, (5096).

OTURMA-KALKMA DUALARI

1805 – Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) hazretleri buyurdular ki: “Kim, malâyâni konuşmaların çok olduğu bir yere oturur da, oradan kalkmazdan önce şu duayı okursa bu yerde oturmaktan hasıl olan günahından arınmış olur:

Allahım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şehâdet ederim. Senden mağfiret diliyorum, Sana tevbe ediyor (af taleb ediyorum)”.

Tirmizi, Daavât 39, (2329).

1806 – İbnu Ömer hazretleri (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir cemaatte oturduğu zaman, ashâbı için şu duayı okumadan nadiren kalkardı:

“Allahım! Bize korkundan öyle bir pay ayır ki, bu, sana karşı işlenecek günahlarla bizim aramızda bir engel olsun. İtaatinden öyle bir nasib ver ki, o bizi cennete ulaştırsın. Yakîninden öyle bir hisse lutfet ki dünyevi musibetlere tahammül kolaylaşsın.

Allahım! Sağ olduğumuz müddetçe kulaklarımızdan, gözlerimizden, kuvvetimizden istifade etmemizi nasib et. Aynı şeyi bizden sonra gelecek olan neslimize de nasib et. İntikamımızı, bize zulmedenlerden almışlardan kıl (mazlumlardan değil). Bize tecavüz edenlere karşı bizi muzaffer kıl. Bize, dini musibet verme. Dünyayı, ne asıl gayemiz kıl, ne de ilmimizin son hedefi. Bize merhametli olmayanı bize musallat etme.”

Tirmizi. Daavât 73, (3497).

SEFERDE OKUNACAK DUA

1807 – İmam Mâlik’e ulaştığına göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) sefer arzusuyla ayağını bineğinin özengisine koyduğu zaman şu duayı okurdu:

“Bismillah! Allahım! Sen seferde arkadaşım, ailemde vekilimsin. Allahım, bize arzı dür, seferi kolaylaştır. Allahım, yolun meşakkatlerinden, üzüntülü dönüşten, mal ve ailede vuküa gelecek kötü manzaralardan sana sığınıyorum”.

Muvatta, İsti’zân 34, (2, 977).

1808 – İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissâlatu vesselâm), seferden dönerken, uğradığı her tümsekte üç kere tekbir getirir, arkadan da: “Lâ ilâhe iIlaIIâhu vahdehu Iâ şerike Ieh, Iehü’I-mülkü ve Iehü’I-hamdü ve hüve aIâ külli şey’in kadir. (AIIah’tan başka ilah yoktur. O tekbir, ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’nadır. O herşeye kadirdir) dönüyoruz, tevbe ediyoruz, kulluk ediyoruz, secde ediyoruz, Rabbimize hamdediyoruz. AIIah va’dinde sâdık oldu, kuluna yardım etti. (Hendek Harbi’nde) müttefik orduları tek başına helâk etti” derdi.

Buhâri, Daavât 52, Ömer 12, Cihâd 133, 197, Megâzi 29; Müslim, Hacc 428, (1344); Muvatta, Hacc 243, (1,421); Tirmizi, Hacc 104, (950); Ebu Dâvud, Cihâd 170, (2770).

1809 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Bir adam Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam)’e:

“Ey Allah’ın Resülü, ben sefere çıkmak istiyorum bana tavsiyede bulun!” diye talepte bulundu. Efendimiz:

“Sana Allah’tan korkmanı ve (yol boyu aştığın) her tepeııin başında tekbir getirmeni tavsiye ediyorum!” buyurdu. Adam döneceği sırada şu duada bulundu: “Allah’ım! Ona uzaklığı dür, yolculuğu kolay kıl.”

Tirmizi Daavat 47, (3441).

1810 – Abdullah el-Hatmi (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) birisiyle vedalaştı mı şöyle derdi: “Dininizi emânetinizi ve işlerinizin âkibetini Allah’ın muhafazasına bırakıyorum”.

Ebu Dâvud, Cihâd 80 (2600); Tirmizi, Daavât 45, (3439).

1811 – Hz. Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:

“Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) seferde iken gece olunca şu duayı okurdu:

“Ey arz, benim de senin de Rabbimiz Allah’tır. Senin de, (sende bulunanların da sende yaratılmış olanların da, senin üzerinde yürüyenlerin de şerrinden Allah’a sığınırım. Arslanın, iri yılanın, yılanın, akrebin ve bu beldede ikâmet eden (insilerin ve cinni)lerin, İblis’in ve İblis neslinin şerrinden de Allah’a sığınırım.”

Ebu Dâvud, Cihâd 80, (2603).

1812 – Havle Bintu Hàkim (radıyallâhu anh ) anlatıyor:

“Resülullah (aleyhissalatu vesselam) efendimiz buyurmuşlardır ki: “Kim bir yerde konakladığı zaman şu duayı okursa, oradan ayrılıncaya kadar ona hiçbir şey zarar vermez: “Eüzü bi-kelimâtillahi’t-tâmmât min şerri mâ halâka. (Allah’ın eksiksiz, mükemmel kelimeleri ile, yarattıklarının şerrinden AIlah’a sığınıyorum.)”

Müslim, 54, (2708); Muvatta, İsti’zân 34 (2, 978); Tirmizi, Daavât 41, (3433).

ÜZÜNTÜ VE TASA HALİNDE DUA

1813 – Hz. Sa’d (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Balığın karnında iken, Zü’n-Nün’un yaptığı dua şu idi: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni küntü mine’z-zâlimin. (Allahım! Senden başka ilâh yoktur, seni her çeşit kusurlardan tenzih edirim. Ben nefsime zulmedenlerdenim.)” Bununla dua edip de icâbet görmeyen yoktur.”

Tirmizi, Daavât 85. (3500).

1814 – Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) üzüntü sırasında şu duayı okurdu: “Halim ve azim. olan Allah’tan başka ilah yoktur. Büyük Arş’ın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur. Kıymetli Arş’ın Rabbi, arzın Rabbi, Semâvât’ın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur.”

Buhâri, Daavât 27, Tevhid 22, 23; Müslim, Zikr 83, (2730); Tirmizi, Daavât 40, (8431); İbnu Mâce, Dua 17, (3883).

1815 – el-Hudri (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün Mescid’e girdi. Orada Ensâr’dan Ebü Ümâme (radıyallahu anh) denen kimse ile karşılaştı. Ona:

“Ey Ebu Ümâme, niçin seni namaz vakti dışında Mescid’de oturmuş görüyorum?” diye sordu.

“Peşimi bırakmayan bir sıkıntı ve borçlar sebebiyle ey Allah’ın Resülü” diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselâm):

“Sana bazı kelimeler öğreteyim mi? Bunları okursan, Allah, senden sıkıntını giderir ve borcunu öder.”

“Evet, ey Allah’ın Resülü, öğret!” dedim.

“Öyleyse, dedi, akşama çıktın mı sabaha erdin mi şu duayı oku: “AIlahım üzüntüden ve kederden sana sığınırım. Aczden ve tembellikten sana sığınırım, korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Borcun galebe çaImasından ve insanların kahrından sana sığınırım.”

(Ebü Ümâme) der ki: “Ben bu duayı yaptım, Allah benden gamımı giderdi, borcumu ödedi.”

Ebü Dâvud, Salât 367, (1555).

1816 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Fâtıma (radıyallâhu anhâ) Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek bir hizmetçi taleb etmişti. Resülullah ona:

“Şu duayı oku(man senin için hizmetçi edinmenden daha hayırlı)” dedi:

“Allahım! Sen yedi semânın Rabbi, Arş-ı Âzam’ın Rabbisin. Sen bizim Rabbimiz ve herşeyin Rabbisin. Tevrat, İncil ve Furkân’ı indiren, tohum ve çekirdekleri açansın. Her şeyin şerrinden sana sığınıyorum. Her şeyin alnından yapışmışsın (dizginleri senin elindedir). Evvel sensin, senden önce bir şey yoktur. Ahir sensin, senden sonra da bir şey kalmayacak. Sen zâhirsin, senin üstünde bir şey mevcut değildir. Sen bâtınsın, senin dışında bir şey yoktur. Benim borcumu öde, beni fukaralıktan kurtar, zengin kıl.”

Tirmizi, Daavât 68, (3477); İbnu Mâce, Dua, 2 (3831).

1817 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı bir şey üzecek olsa şu duayı okurdu: “Yâ Hayyu ya Kayyum, birahmetike estağisu. (Ey diri olan, ey Kayyüm olan Rabbim rahmetin adına yardımını talep ediyorum).” Ve keza şöyle derdi: “Elizzu bi-yâ-ze’l-celâli ve’l-İkrâm.” (Yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm)i devamlı söyleyin!

Tirmizi Daavât 99, (3522).

1818 – Esmâ Bintu Umeys (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: “Sana sıkıntı zamanında okuyacağın bir duayı öğreteyim mi?” diye sordu ve şu duayı söyledi: “Allâhu, Allâhu Rabbi lâ üşriku bihi şey’en. (Rabbim Allah’tır, Allah! Ben ona hiçbir şeyi ortak koşmam!)”

Ebu Dâvud, Salât 361, (1525), İbnu Mâce, Dua 17, (3882).

1819 – İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) demiştir ki: “Kimin sıkıntısı artarsa şu duayı okusun:

“Allahım ben senin kulunum, kulunun oğluyum, câriyenin oğluyum, senin avucunun içindeyim, alnım senin elinde. Hakkımdaki hükmün caridir. Kazan ne olursa hakkımda adalettir. Kendini tesmiye ettiğin veya kitabında indirdiğin veya nezdinde mevcut gayb hazinesinden seçtiğin, sana ait her bir isim adına senden Kur’ân’ı kalbimin baharı, sıkıntı ve gamlarımın atılma vesilesi kılmanı dilerim.”

Bu duayı okuyan her kulun gam ve sıkıntısını Allah gidermiş, yerine ferahlık vermiştir.”

Mecmau’z Zevaid’de (10, 136) mevcuttur. Hâkim’in Müstedrek’inde de (1,509) kaydedilmiş.

HAFIZAYI GÜÇLENDİRME DUALARI

1820 – Hz. İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Hz. Ali İbnu Ebi Tâlib (radıyallâhu anh) Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek: “Annem ve bâbam sana kurban olsun, şu Kur’àn göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum” dedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu cevabı verdi: “Ey Ebül-Hüseyin! (Bu meselede) Allah’ın sana faydalı kılacağı, öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği, öğrendiklerini de göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim mi?”

Hz. Ali (radıyallâhu anh): “Evet, ey Allah’ın Rasülü, öğret bana!” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu tavsiyede bulundu:

“Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde kalkabilirsen kalk. Çünkü o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhüd bir andır. O anda yapılan dua müstecabtır. Kardeşim Yà’kub da evlatlarına şöyle söyledi: “Sizin için Rabbime istiğfàr edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin.” Eğer o vakitte kalkamazsan gecenin ortasında kalk. Bunda da muvàffàk olamazsan gecenin evvelinde kalk. Dört rek’àt namaz kıl. Birinci rek’atte, Fâtiha ile Yà-sin süresini oku, ikinci rek’atte Fâtiha ile Hâ-mim, ed-Duhân süresini oku, üçüncü rek’atte Fâtiha ile Eliflam-mim Tenzilü’s-secde’yi oku, dördüncü rek’atte Fatiha ile Tebareke’l-Mufassal’ı oku. Teşehhüdden boşaldığın zaman Allah’a hamdet, Allah’a senayı da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salat oku, güzel yap. Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar ve senden önce gelip geçen mü’min kardeşlerin için istiğfar et. Sonra bütün bu okuduğun duaların sonunda şu duayı oku:

“Allahım, bana günahları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen terkettirerek merhamet eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle bana acı. Seni benden râzı kılacak şeylere hüsn-i nâzar etmemi bana nasib et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı olan celâl, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sâhibi olan Allahım. Ey Allah! ey Rahman! celalin hakkı için, yüzün nuru hakkı için kitabını bana öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbâr et. Seni benden razı kılacak şekilde okumamı nasib et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı, celâlin ve yüzün nuru hakkı için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimi yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum. Çünkü, hakkı bulmakta bana ancak sen yardım edersin, onu bana ancak sen nasib edersin. Herşeye ulaşmada güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce olan Allah’tandır. ” Ey Ebu’l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın. Allah’ın izniyle duana icâbet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zât-ı Zülcelâl’e‚ yemin olsun bu duayı yapan hiçbir mü’min icâbetten mahrum kalmadı.”

İbnu Abbâs (radıyallâhu anhüma) der ki: “Allah’ayemin olsun, Ali (radıyallâhu anh) beş veya yedi cuma geçti ki Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a aynı önceki mecliste tekrar gelerek:

“Ey Allah’ın Resülü! dedi, geçmişte dört beş âyet ancak öğrenebiliyordum. Kendi kendime okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık 40 kadar âyet öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca Kitabullah sanki gözümün önünde duruyor gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrar etmek istediğimde aklımdan çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum.

Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) bu söz üzerine Hz. Ali (radıyallâhu anh)’ye: “Ey Ebü’l-Hasan! Kâbenin Rabbine yemin olsun sen mü’minsin!” dedi.”

Tirmizi, Daavât 125, (3565).

1821 – Şeddad İbnu Evs (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) namazda şu duayı okumamızı öğretiyordu:

“Allàhım! Senden işte (dinde) sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Keza nimetine şükretmeyi, sana güzel ibadette bulunmayı taleb ediyor, doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum. AIIahım, senin bildiğin her çeşit şerden sana sığınıyorum, bilmekte olduğun bütün hayırları senden istiyorum, bildiğin günahlarımdan sana istiğfàr ediyorum!”

Tirmizi, Daavât 22, (3404); Nesâi, Sehv 61.

GİYİNME VE YEMEK DUALARI

1822 – el-Hudri (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) elbiseyi yenilediği zaman şu duayı okurdu:

Allahım! Hamd sanadır. -(giydiği şey ne ise) ismen söyleyerek- Bunu bana sen giydirdin. Bunun hayırlı olmasını, yapılış gayesine uygun olmasını diliyor, şerrinden ve yapılış gayesine uygun olmamasından da sana sığınıyorum.”

Ebu Dâvud, Libas 1, (4020); Tirmizi, Libâs 29, (1767).

1823 – Ebu Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) yeni bir elbise giymişti ve şöyle dua etti: “Avretimi örtebileceğim ve hayatta güzellik sağlayabileceğim bir elbise giydiren AIlah’a hamd olsun.”

Sonra şunu söyledi: “Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı dinledim: “Kim yeni bir elbise giyer, böyle söyler, daha sonra da eskittiği elbiseyi tasadduk ederse, sağken de öldükten sonra da Allah’ın himâyesi, hıfzı ve örtmesi altında olur.”

Tirmizi, Daavât 119, (3555); İbnu Mâce, Libâs 2, (3557).

1824 – Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir şey yeyip içti mi şu duayı okurdu: “Bize yedirip içiren ve bizi Müslümanlardan kılan Allah’a hamdolsun.”

Tirmizi, Daavât 75, (3453); Ebu Dâvud, Et’ime 53, (3850); İbnu Mâce, Et’ime 16, (3283).

1825 – Muâz İbnu Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bir şey yer ve: “Bana bu yiyeceği yediren ve tarafımdan hiçbir güç ve kuvvet olmadan bunu bana rızık kılan Allah’a hamdolsun” derse geçmiş günahları aff olunur” dedi.”

Ebu Dâvud, Libâs 1, (4023); Tirmizi, Da’avât 75, (3454); İbnu Mâce, Et’ime 16, (3285).

Ebu Dâvud’un rivayetinde şu ziyâde var: “Kim bir elbise giyer ve: “Bunu bana giydirip, tarafımdan bir güç ve kuvvet olmaksızın beni bununla rızıklandıran Allah’a hamdolsun” derse geçmiş ve gelecek günahları affedilir.”

1826 – Muâz İbnu Enes (radıyallâhu anh) der ki: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Muhakkak ki Allah, kulun bir şey yiyip hamdetmesinden veya bir şey içip hamdetmesinden razı olur.”

Müslim, Zikr 89, (2734); Tirmizi, Et’ime 18, (1817).

1827 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Sa’d İbnu Ubâde’nin yanında ekmek ve zeytinyağı yemişti. Sonunda şöyle bir dua buyurdu:

“Yanınızda oruçlular yemek yesin, yemeğinizden ebrarlar yesin, üzerinize melekler dua etsin.”

Ebu Dâvud, Et’ime 55, (3854).

Ebu Dâvud’un Hz. Câbir (radıyallâhu anh)’den kaydettiği diğer bir rivâyette şöyle denir:

“Ebû’l-Heysem bir yemek hazırladı, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ashâbın’ı (radıyallâhu anhüm) dâvet etti. Hz. Peygamber yemekten kalkınca: “Kardeşinizi mükâfaatlandırın!” buyurdu. Ashâb: “Mükâfaatı da ne?” diye sordular. Efendimiz: “Kişinin evine girilip yemeği yendi, içeceği içildi mi ev sâhibi için dua edilir. İşte bu onun mükâfaatıdır” cevabını verdi.”

KAZA-YI HACET DUASI

1828 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) kazâyı hâcet için helâya girdiği zaman şu duayı okurdu:

“Allahümme inni eüzu bike mine’lhubsi ve’l-habais. (Allahım, pislikten ve (cin ve şeytan gibi) kötü yaratıklardan sana sığınırm.”

Buhâri, Vudü 9, Da’avât 15; Müslim, Hayz 122, (375); Tirmizi, Tahâret 4, (5); Ebü Dâvud Tahâret 3, (4,5); Nesâi, Tahâret 18, (1, 20).

1829 – Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâdan çıkınca: “Gufrâneke (affını taleb ediyorum) derdi.”

Ebu Dâvud, Tahâret 17, (30); Tirmizi, Tahâret 5, (7); İbnu Mâce, Tahâret 10, (300).

Tirmizi’nin Hz. Ali’den kaydettiği diğer bir rivâyette şöyle denir: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Helâya girdiği zaman insanoğlunun avretleri ile cinnilerin gözleri arasındaki perde, kişinin “bismillah” demesidir.”

MESCİDE GİRİŞ ÇIKIŞ DUALARI

1830 – Fâtıma Bintu’l-Hüseyin İbni Ali, büyükannesi Fâtımatu’l-Kübrâ (radıyallâhu anhâ)’dan naklen anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) mescide girdiği zaman Muhammed (aleyhissalatu vesselam)’e salât (dua) okur, sonra da: “Rabbim! günahımı affet, rahmet kapılarını bana aç” derdi, Çıkarken de yine Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)’e salât okur, sonra da: “Rabbim! günahımı affet, lütuf kapılarını benim için aç” derdi”.

Tirmizi, Salât 234, (314).

HİLALİ GÖRÜNCE OKUNACAK DUALAR

1831 – Talha İbnu Ubeydillah (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hilâli görünce şu duayı okurdu: “Allahım, Ay’ın hilâl devresini bize bereketli, imanlı, selâmetli ve İslâm üzere geçir. (Ey hilâl) benim de senin de Rabbin Allah’tır.”

Tirmizi, Daavât 52, (3447).

1832 – Katâde (rahimehullah)’ye ulaştığına göre, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) hilâli görünce şu duayı okurmuş: “Hayırlı ve istikametli bir ihtilaI (devresi diliyorum.)” bunu üç kere söyledikten sonra, “Seni yaratan AIIah’a inandım.”

Bunu da üç kere tekrar ettikten sonra: “. . Ayını çıkarıp… Ayını getiren Allah’a hamdolsun” dermiş.”

Ebu Dâvud, Edeb 111 (5092).

Ebü Dâvud’un yine Katâde’den kaydettiği bir diğer rivâyetinde:

“Resulullah (aleyhissalatu vesselâm), hilâli görünce yüzünü ondan çevirirdi” denmektedir.

GÖK GÜRLEYİNCE, RÜZGÂR ESİNCE, BULUT ÇIKINCA OKUNACAK DUA

1833 – İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) gök gürleyip, şimşek çakınca şu duayı okurdu:

“Allah’ım bizi gadabınla öldürme, azabınla da helâk etme, bu (azabı)ndan önce bize afiyet (içinde ölüm) ver.”

Tirmizi, Daavât 51, (3446).

1834 – Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) ufuk-ı semâda bir bulut belirtisi gördü mü işi terkeder, namazda idiyse kısa keser ve şu duayı okurdu: “Allah’ım, bunun şerrinden sana sığınırım.” Yağmur başlarsa: “Allah’ım, boI yağmur, faydalı yağmur (ver)” derdi.”

Ebü Dâvud, Edeb,113, (5099); İbnu Mâce, Dua 21, (3889).

1835 – Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) rüzgâr estiği zaman şu duayı okurdu: “AIIah’ım, senden bunun hayrını ve bunda olan (menfaatların da) hayrını ve bunun gönderiliş maksadındaki hayrı da istiyorum. Bunun şerrinden, bunda olanın şerrinden, burcunla gönderilen şeyin şerrinden de sana sığınıyorum.”

Buhâri, Bed’ül-Halk 5, Tefsir, Ahkâf 2, Edeb, 68; Müslim, İstiskâ 14, (899); Tirmizi, Daavât 50, (3445).

1836 – Yine Tirmizi’de Übey İbnu Kà’b (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) buyurdular ki: “Rüzgâra küfretmeyin. Hoşunuza gitmeyen bir rüzgar görünce: “Allah’ım, senden bunun hayrını taleb ediyorum” deyin. “

Tirmizi, Fiten 64, (2253).

AREFE GÜNÜ VE KADİR GECESİ DUASI

1837 – Amr İbnu Şuayb an Ebihi an Ceddihi (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Duaların en faziletlisi àrefe günü yapılan duadır. Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz, lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadir. (Allah’tan başka ilah yoktur, O tektir, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na aittir. O, herşeye kâdirdir) sözüdür.”

Muvatta, Kur’ân 32, (1, 214, 215); Tirmizi, Da’avât 133, (3579).

1838 – Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resülü, dedim, şâyet Kadir gecesine tevâfuk edersem nasıl dua edeyim?” Şu duayı okumamı söyledi:

“Allahümme inneke afuvvun, tuhibbu’l-afve fa’fu anni. (Allahım! Sen affeedicisin, affı seversin, beni affet.”

Tirmizi, Da’avât 89, (3508).

HAPŞIRANIN DUASI

1839 – Âmir İbnu Rebia (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)ın arkasında namaz kılan birisi, namazda hapşırdı ve şu duayı okudu: “Mübarek (heyrı boI), ihlaslı ve çok hamdle Allah’a hamdederiz, tâ Rabbimiz razı oluncaya kadar; dünya ve âhiret işindeki rızasından sonra da (hamdimize devam ederiz).” Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazdan çıktıktan sonra: “Namazda dua okuyan kimdi?” diye sordu. Ancak okuyan kişi süküt etti. Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) tekrar sordu:

“Duayı kim okudu? Zira fena bir şey söylemedi.” Bunun üzerine adam: “Bendim, bu dua ile sâdece hayır murad ettim” dedi. Efendimiz:

“(Duanız) Rahman’ın Arşına kadar yükseldi” buyurdu.”

Ebü Dâvud, Salât 121, (770, 774); Tirmizi, Salât 296, (404); Buhâri, Ezan 115, (muhtasaran); Muvatta, Kur’àn 25, (1, 212); Nesâi, İftitah 112 (2,196).

1840 – Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden biri hapşırınca “Elhamdülillah alâ külli hâl.” (Her hal için elhamdülillah) desin. Kardeşi de yahut arkadaşı da- ona “Yerhamükâllah” diye cevap versin. (Kardeşi bunu) kendisi için söyleyince, hapşıran da Yehdikümullah ve yuslih baleküm (Allah size de hidâyet versin ve işinizi düzeltsin) desin.”

Buhâri, Edeb 126, Ebü Dâvud, Edeb 99, (5033).

HZ. DAVUD (aleyhisselam)’UN DUASI

1841 – Ebü’d-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hz. Dâvud (aleyhisselâm)’un duaları arasında şu da vardır: “Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum. Allah’ım! Senin sevgini nefsimden, âilemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl.”

Ebü’d-Derdâ der ki: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Dâvud’u zikredince, onu “insanların en âbidi (yani çok ve en ihlaslı ibadet yapanı)” olarak tavsif ederdi.”

Tirmizi, Da’avât 74, (3485).

Hz. YUNUS (aleyhisselam) KAVMIN DUASI

1842 – Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) Resülullah’a ref ederek demiştir ki: “Yunus kavminin duaları arasında şu da vardı: “Ey diri olan, ey (mahlükata) kıyam veren, ey hiçbir hayat sâhibinin olmadığı zamanda hayat sâhibi olan, ey hayat veren, ey ölüm veren, ey celâl ve ikrâm sâhibi!”

Rezin ilavesidir.

BELAYA UĞRAYANI GÖRÜNCE OKUNACAK DUA

1843 – Hz. Ömer ve Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anhümâ) anlatıyorlar: “Resülullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “Kim bir belaya uğrayanı görünce şu duayı okursa: “Seni imtihan ettiği şeyde bana âfiyet veren ve birçok yarattığından beni üstün kılan Allah’a hamdolsun!” Artık yaşadığı müddetçe, bu bela ne olursa olsun ona mâruz kalmaktan muaf kılınır.”

Tirmizi, Da’avât 38, (3427, 3428); İbnu Mâce, Dua 22, (3892).

Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh)’nin bir rivayetinde sâdece: “..Bu bela ona isâbet etmez” denmiştir.

SEBEBE VE VAKTE BAĞLI OLMAYAN DUALAR

1844 – Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua ederken şunu söylerdi: “Allahım, dinimi doğru kıl, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi de doğru kıl, dönüşüm orayadır. Hayatı benim için her hayırda artma (vesilesi) kıl. Ölümü de her çeşit şerden (kurtularak) rahat(a kavuşma) kıl.”

Müslim, Zikr 71, (2720).

1845 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah’ın duasının çoğu: “Allahümme âtina fi’d-dünya haseneten ve fi’l âhireti haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr. (Allahım bize dünyada da bir hayır, ahirette de bir hayır ver, bizi cehennem azâbından koru” idi.”

Buhâri, Daavât 55, Tefsir, Bakara 36; Müslim, Zikr 26, (2690; Ebü Dâvud, Salât 381, (1.519).

1846 – Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim cenneti üç kere isterse, cennet: “AIIah’ım onu cennete koy” der. Kim AIIah’tan üç sefer ateşe karşı koruma taleb ederse, cehennem: “AIIah’ım onu ateşten koru” der.”

Tirmizi, Cennet 27, (2575); Nesâi, İsti’âze 56, (8, 279); İbnu Mâce, Zühd 39, (4340).

1847 – Hz. AIi (radıyallâhu anh)’nin anlattığına göre, “Bir mükâteb ona gelerek: “Kitâbet borcumu ödemekten âciz kaldım, bana yardım et” dedi. Ona şu cevabı verdi: “Sana, Resülullah (aleyhissalâtu vesseIâm)’ın bana öğretmiş bulunduğu bir duayı öğreteyim. (Onu okuduğun takdirde) Sıyr dağı kadar borcun da olsa, Allah onu sana bedel öder. Şöyle diyeceksin: “AIIah’ım, yeterince helalinden vererek beni haramından koru. Lütfunla ver, başkasına muhtaç etme.”

Tirmizi, Daavât 121, (3558).

İSTİÂZE

1848 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle istiâze ederlerdi: “Allah’ım! Aczden, tembellikten, korkaklıktan, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, cimrilikten sana sığınırım. Keza, kabir azabından sana sığınırım. Haya ve ölüm fitınesinden sana sığınırım.”

Buhâri, Daavât 38, 40, 42, Cihâd 25; Müslim, Zikr 52, (2706); Tirmizi, Daavât 71, (3480, 3481); Ebü Dâvud, Salât 367, (1540, 1541); Hurüf 1, (3972); Nesâi, İstiâze 6, (8, 257, 258).

1849 – Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu duayı okurlardı: “Allah’ım! Cüzzamdan, barastan (alaten), delilikten ve hastalıkların kötüsünden sana sığınırım.”

Ebü Dâvud, Salat 367, (1554); Nesâi, İstiâze 36, (8, 271).

1850 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu duayı okurlardı: “AIlah’ım, huşü duymaz bir kalbten sana sığınırım, dinlenmeyen bir duadan sana sığınırım, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden, bu dört şeyden sana sığınırım.”

Tirmizi, Daavât 69, (3478); Nesâi, İstiâze 2, (8, 255).

1851 – Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Belanın ezmesinden, helâkın gelmesinden, kötü kazadan, düşmanların şamatasından Allah’a istiâze edin.”

Buhâri, Kader 13, Daavât 28; Müslim, Zikr 53, (2707); Nesâi, İstiâze 34, (8, 269, 270).

1852 – Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle dua ederdi: “Allahım, şikak ve nifaktan ve kötü ahlâktan sana sığınırım.”

Ebü Dâvud, Salât 367, (1546); Nesâi, İstiâze 21, (8, 264).

Bir rivâyette şöyle denmiştir: “Allahım! Açlıktan sana sığınırım, çünkü o pek fena yatak arkadaşıdır. Hıyânetten de sana sığınırım, çünkü o ne kötü huydur.”

1853 – Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: “Mirac gecesi cinlerden bir ifrit gördüm. Elinde ateşten bir şüle olduğu halde beni tâkip ediyordu. Nazarımı her atışımda onu görüyordum. Cibril (aleyhisselâm) bana: “İstersen sana bir dua öğreteyim, onu okursan, şülesi söner ve ağzının üstüne düşer” dedi.” Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Pekâla!” dedi. Cibril (aleyhisselâm) de “Şunu oku!” buyurdu:

“Allah’ın kerim olan rızàsı için, eksiksiz, mükemmel kelimâtullah hakkı için -ki hiç kimse muttaki olsun, fâcir olsun onu aşıp daha güzelini söyleyemez- (bela olarak) semadan inen, semaya yükselen, (ve ceza gerektiren) şerlerden, yeryüzünde yarattığı şerden, yer(in altın)dan çıkan şerden, gece ve gündüz fitnelerinden, gece ve gündüz gelen musibetlerden AIIah’a sığınırım. Ey Rahman, hayır getiren hâdiseler hâriç.”

Muvatta, Şi’r 10, (2, 950, 951).

İSTİĞFAR, TESBİH, TEHLİL TEKBİR, TAHMİD VE HAVKALE

1854 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İki haslet veya iki hallet -vardır ki onları Müslüman bir kimse (devam üzere) söyleyecek olursa mutlaka cennete girer. Bu iki şey kolaydır. Kim onlarla amel ederse, azdır da… Her (farz) namazdan sonra on kere tesbih (sübhânallah), on kere tahmid (elhamdülillah), on kere tekbir (Allahu ekber) söylemekten ibarettir.”

(Abdullah der ki:) “Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bunları söylerken parmaklarıyla saydığını gördüm. Resülullah devamla buyurdular: “Bunlar beş vakit itibariyle toplam olarak dilde yüzellidir. Mizanda bin beş yüzdür. “İkinci haslet” ise yatağa girince Allah’a yüz kere tesbih, tekbir ue tahmid’de bulunmanızdır. Bu da lisanda yüzdür, mizanda bindir. (Her ikisi toplam iki bin beş yüz eder.)”

Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerine şöyle bir soru ile devam etti:

“Hanginiz bir günde, gece ve gündüz iki bin beş yüz günah işler?”

“Bunları niye söylemiyelim ey Allah’ın Resülü?” dediler. Şu cevabı verdi:

“Şeytan, namazda iken her birinize gelir: “Şunu şunu hatırla” der, ve namazdan çıkıncaya kadar devam eder. (Bu hatırlatmaların neticesi olarak) kişi bu tesbihatı terk bile eder. Kişi yatağına girince de şeytan ona gelir, (zikir yapmasına imkân vermeden) uyutmaya çalışır ve uyutur da.”

Tirmizi Daavât 25, (3407); Ebü Davud, Edeb 209, (5065); Nesâi, Sehv 90, (3, 74).

1855 – İbnu Ebi Evfa (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Bir adam gelerek- “Ey Allah’ın Resülü! dedi, ben Kur’àn’dan bir parça seçip alamıyorum. Bana kifâyet edecek bir şeyi siz bana öğretseniz!”

“Öyleyse, buyurdu, Sübhânallah velhamdüIillah, ve lâilâhe illallah, vallahu ekber, velâ havle vela kuvvete illâ billâh. (Allahım seni tenzih ederim, hamdler sana mahsustur. Allah’tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür, güç kuvvet Allah’tandır) de.”

“Ey Allah’ın Resülü! dedi, bu zikir Allah içindir. (O’nu senâdır), kendim için dua olarak ne söyleyeyim?”

“Şöyle dua et: Allahım bana merhamet et, afiyet ver, hidayet ver, rızık ver!”

Adam (dinleyip, kalkınca) ellerini sıkıp göstererek: “Şöyle (sımsıkı belledim!)” dedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), bunun üzerine:

“İşte bu adam iki elini de hayırla doldurdu !..” buyurdu.”

Ebü Davud, Salât 139, (832); Nesâi, İftitâh 32, (2, 143); Hadis Ebü Dâvud’da tam olarak, Nesâi’de kısmi olarak rivâyet edilmiştir.

1856 – Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölümünden önce şu duaları çok tekrar ederdi: “Sübhânallahi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etübu ileyh. (Allahım seni hamdinle tesbih ederim, màğfiretini diler, günahlarıma tevbe ederim.)” Ben kendisinden bunun sebebini sordum. Şu açıklamayı yaptı:

“Ràbbim bana bildirdi ki, ben ümmetim hakkında bir alamet göreceğim. Ben onu görünce Sübhânallâhi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etübu ileyh zikrini artırdım. Bu gördüğüm, İzâ câe nàsrullahi ve’l-fethu.. süresidir. “

Buhâri, Tefsir, Nasr, Ezân 123,139; Megâzi 50; Müslim, Salât 220, (484).

1857 – Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sübhânallahi, velhamdu lillahi, velâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber (Allah’ı tesbih ederim, hamdler Allah’adır, Allah’tan, başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür) demem, bana, üzerine güneşin doğduğu şeyden (dünyadan) daha sevgilidir.”

Müslim, Zikr 32, (2695); Tirmizi, Daavât 139, (3591).

1858 – İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Miraç sırasında İbrahim (aleyhisselâm)’le karşılaştım. Bana:

“Ey Muhammed, ümmetine benden selam söyle. Ve haber ver ki: Cennetin toprağı temiz, suyu tatlıdır. Burası (suyu tutacak şekilde) düz ve boştur. Oraya atılacak tohum da sübhânallah, velhamdülillah, ve lâilâhe illallah, vallahu ekber cümlesidir.”

Tirmizi, Daavât 60, (3458).

1859 – Hz. Ebü Bekri’s-Sıddikin âzadlısı Yüseyre (radıyallâhu anhümâ) -ki ilk muhâcirlerden idi- anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bize dedi ki: “Size tesbih, tehlil, takdis, tekbir çekmenizi tavsiye ederim. Bunları parmaklarla sayın. Zira parmaklar (Kıyamet günü nelerde kullanıldıklarından) suale maruz kalacaklar ve konuşturulacaklardır.”

Tirmizi, Daavât 131, (3577); Ebü Dâvud, Salât 359, (1501).

1860 – Hz. Ebü Bekri’s-Sıddik (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: “İstiğfar eden kimse günde yetmiş kere de tevbesinden dönse günahta musır sayılmaz.”

Tirmizi, Daavât 119, (3554); Ebü Dâvud, Salât 361, (1514).

1861 – el-Eğarru’l-Müzeni (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şurası muhakkak ki, bazan kalbime gaflet çöker. Ancak ben Allah’a günde yüz sefer istiğfar eder (affımı dilerim).”

Müslim, Zikr 41, (2702); Ebü Dâvud, Salât 361, (1515).

1862 – Yine Eğarru’l-Müzeni, Müslim’in bir rivâyetinde Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini nakletmiştir: “Ey insanlar! Rabbinize tevbe edin. AIIah   kasem olsun ben Rabbim Tebârek ve Teâlâ hazretlerine günde yüz kere tevbe ederim.”

Müslim, Zikr 42, (2702).

1863 – Buhâri ve Tirmizi’de gelen bir rivâyette Hz.Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) diyor ki: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı işittim, demişti ki: “AIIah’a kasem olsun, ben günde Allah’a yetmiş kere istiğfar ediyorum tevbede bulunuyorum.”

Buhâri, Daavât 3; Tirmizi, Tefsir, Muhammed, (3255).

1864 – Esmâ İbnu’I-Hakem el-Fezâri (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Hazreti Ali’yi dinledim, şöyle demişti: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan bir hadis dinledim mi, Allah Tealâ hazretlerinin faydalanmamı dilediği kadar ondan istifade ediyordum. Şayet bir adam O’ndan hadis rivâyet edecek olsa (gerçekten duydun mu diye) yemin ettiriyordum. Yemin edince onu tasdik edip rivâyetini kabül ediyordum.”

Hz. Ebü Bekri’s-Sıddik (radıyallâhu anh) bana şu hadisi rivâyet etti ve bu rivâyetinde Ebü Bekir doğru söyledi: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı dinledim, demişti ki: “Günah işleyip arkasından kalkıp abdest alarak iki rekat namaz kılan sonra da AIIah Teâla hazretlerine tevbe eden her insan mutlaka mağfiret olunur.” Sonra da şu ayeti okudu. (Meâlen): “Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı zikrederler, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka bağışlayan kim vardır? (Al-i İmrân 135).

Tirmizi, Tefsir Al-i İmran, (3009); Ebü Dâvud, Salât 361, (1521) İbnu Mâce İkâmetu’s-Salât 193, (1395).

1865 – Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: “Kim: “Lâ ilâhe illallâhu vahdehu la-şerike leh, lehu’l mülkü ve lehu’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadir” duasını bir günde yüz kere söylerse, kendisine on köle âzad etmiş gibi sevàb verilir, ayrıca lehine yüz sevab yazılır ve yüz günahı da silinir. Bu, ayrıca üç gün akşama kadar onu şeytana karşı muhafaza eder. Bundan

daha fazlasını okumayan hiçbir kimse, o adamınkinden daha efdal bir amel de getiremez. Kim de bir günde yüz kere “Sübhânallahi ve bihàmdihi” derse hataları dökülür, hatta denizin köpüğü kadar (çok) olsa bile.”

Buhâri, Daavât 54, Bed’ü’l-Halk 11; Müslim, Zikr 28, (2691); Muvatta, Kur’ân 20, (1, 209); Timizi, Daavât 61, (3464).

1866 – Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissàlâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim çarşıya girince Lâ ilâhe iIIalIâhu vahdehu Iâ şerike Ieh, Iehü’I-mülkü ve Iehü’I-hamdü yuhyi ve yümitü ve hüve hayyün Iâ yemütü bi-yedihi’I-hayr ve hüve aIa külli şey’in kadir. (AIlah’tan başka ilàh yoktur, tekdir, ortağı yoktur, mülk ve hamd ona aittir. Hayatı o verir, ölümü de o verir. Kendisi hayattârdır, ölümsüzdür. Hayırlar O’nun elindedir. O her şeye kâdirdir) duasını okursa AIIah ona bir milyon sevab yazar, bir milyon da günah affeder ve mertebesini bir milyon derece yüceltir.”

Bir rivâyette, üçüncü mükâfaata bedel, “Onun için cennette bir köşk yapar” denmiştir.”

Tirmizi, Daavât 36, (3424).

1867 – Resülullah (aleyhissàlâtu vesselâm)’ın zevcelerinden Cüveyriyye (radıyallâhu anhâ)’nin anlattığına göre, “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz bir gün sabah namazını kılınca, daha kendisi namazgâhında iken, erkenden yanından çıkmış, gitmiş, kuşluktan sonra Cüveyriyye (aynı yerinde zikrederek) otururken geri gelmiş ve: “Bırakıp gittiğim halde duruyorsun (hiç yerinden kımıldamadın galiba?)” diye sormuştur. “Evet” cevabı üzerine şunu söylemiştir: “Ben senden ayrıldıktan sonra dört kelime(Iik bir dua)yı üç kere okudum. Eğer bunlardan hâsıl olan sevab tartılacak olsa, senin burada sabahtan beri okuduğun duaların sevabının ağırlığına denk olur. O dua şudur: “Sübhânallahi ve bihamdihi adede halkıhi ve rıdâ nefsihi ve zinete arşihi ve midâde kelimâtihi. (Allah’ı mahlukatı sayısınca, nefsinin rızasınca, arşının ağırIığınca, kelimelerinin adedince tesbih (noksanlıklardan tenzih) ederim.”

Müslim, Zikr 79, (2726); Tirmizi, Daavât 117, (3550); Ebü Dâvud, Salât 359, (1503); Nesâi, Sehv, 93, (4, 77).

1868 – Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: “İki kelime vardır, bunlar dile hafif, terazide ağır, Rahmân’ada sevgilidirler: Sübhânallahi ve bihamdihi, Sübhânallâhi’l-azim. (Allahım seni hamdinle tesbih ederim, yüce Allahım seni tenzih ederim) kelimeleridir.”

Buhâri, Daavât 65, Eymân 19, Tevhid 58; Müslim, Zikr 31, (2694); Tirmizi, Daavât 61, (3463).

1869 – Yine Ebü Hüreyre hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Lâ havle ve Iâ kuvvete illa billah. (Güç de kuvuet de ancak AIIah’tandır) sözünü çok tekrar edin.”

Mekhül dedi ki: “Kim bunu der ve sonra da: “Allah (ın gazabın) dan ancak O (nun rahmeti)’na iltica etmekle kurtuluşa erilebilir” derse, Allah ondan yetmiş çeşit zararı kaldırır ki bunların en hafifi fakirliktir.”

Tirmizi, Daavât 141, (3596).

HZ. PEYGAMBER’E SALAVÂT

1870 – Ebü Mes’ud el Bedri (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Biz Sa’d İbnu Ubâde’nin meclisinde otururken Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza geldi. Kendisine, Beşir İbnu Sa’d: “Ey Allah’ın Resülü! Bize Allah Teâla Hazretleri, sana salât okumamızı emretti. Sana nasıl salât okuyabiliriz?” diye sordu. Efendimiz şu cevabı verdi:

“Şöyle söyleyin: “AIIahümme salli aIa Muhammedin ve aIâ âI-i Muhammed, kema salleyte aIa İbrahime ve barik aIâ Muhammedin ve aIâ âI-i Muhammedin kemâ bârekte aIa aI-i İbrahime inneke hamidun mecid. (AIIah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in âline rahmet kıI, tıpkı İbrahim’e rahmet kıldığın gibi. Muhammed’i ve Muhammed’in âlini mübârek kıl. Tıpkı İbrahim’in âlini mübârek kıldığın gibi.” (ResuIullah ilâveten şunu söyledi): “Selam da bildiğiniz gibi olacak.”

Müslim,Salât 65, (405), Kasru’s-Salât 67,(1,165,166); Tirmizi,Tefsir, Ahzâb,(3218); Ebü Dâvut, Salât 183, (980,981); Nesâi, Sehv 49, (3, 45, 46).

Tirmizi dışındaki Kütüb-i Sitte kitaplarında, Ebü Humeyd es-Sâidi (radıyallâhu anh)’den gelen bir rivayet şöyle:

“Ashab sordu: “Ey Allah’ın Resülü sana nasıl salât okuyalım?” Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm): Şöyle söyleyin, dedi: “AIIahümme salli aIâ Muhammedin ve aIâ ezvâcihi ve zürriyyetihi kema salleyte aIâ İbrâhime ve bàrik aIâ Muhammedin ve aIaezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ bârekte aIâ İbrâhime inneke hamidun mecid. (AIIahım! Muhammed‚ zevcelerine ve zürriyetine rahmet kıl, tıpkı İbrahim’e rahmet kıldığın gibi. Muhammed’i, zevcelerini ve zürriyetini mübarek kıl, tıpkı İbrahim’i mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye Iayıksın, Şerefi yücesin).”

Buhâri, Daavât 33, Enbiya 8; Müslim, Salât 69, (407); Muvatta, Kasru’s-Salât 66, (1,165); Ebü Dâvut, Salât,183, (979); Nesâi, Sehv 54, (3, 49).

Kà’b İbnu Ucre’den gelen bir rivâyet de şöyle: “Resülullah (aleyhissaIatu vesselam) yanımıza gelmişti: “Ey Allah’ın Resülü, dedik, sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik. Ama, sana nasıl salât okuyacağız (bilmiyoruz)? ” “Şöyle söyleyin! dedi:

“AIIahümme salli aIa Muhammed’in ve alâ âI-i Muhammedin kema salleyte aIa İbrahime inneke hamidun mecid. AIIahümme barik aIâ Muhàmmedin ve aIa âI-i Muhammed, kemâ bârekte aIa âIi İbrahime inneke hamidun mecid.”

Buhâri, Daavât 33: Müslim, Salât 66, (406); Ebü Dâvud, Salât 183, (976);Nesâi, Sehv 51, (3, 47); Tirmizi Vitr,20, (483).

1871 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim bana (bir kere) salât okursa AIIah da ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir.”

Nesâi, Sehv 55, (3, 50).

Yine Nesâide Ebü Talha (radıyallâhu anh)’dan gelen bir rivâyet şöyle: “Bir gün Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm), yüzünde bir sevinç olduğu halde geldi. Kendisine:

“Yüzünüzde bir sevinç görüyoruz!” dedik.

“Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammed! Rabbin diyor ki: “Sana salavat okuyan herkese benim on rahmette bulunmam, selam okuyan herkese de benim on selâm okumam sana (ikram olarak) yetmez mi?”

Nesâi, Sehv 55, (3, 50).

1872 – İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resülullah (aleyhissâlatu vesselâm) buyurdular ki: “Kıyamet günü bana insanların en yakını, bana en çok salavât okuyandır.”

Tirmizi, Salât 357, (484).

Yine Tirmizi’de Hz. Ali (radıyallâhu anh)’den kaydedilen bir rivâyette şöyle denir: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Gerçek cimri, yanında zikrim geçtiği halde bana salavât okumayandır.”

Tirmizi, Daavât 110, (3540).

1873 – Hz. İbnu Mes’ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissâlatu vessalâm) buyurdular ki: “Yeryüzünde Allah’ın seyyâh melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (ânında) bana tebliğ ederler.”

Nesâi, Sehv 46. (3, 43).

LA İLAHE İLLALLAH’IN FAZİLETİ

7090 – Su’dâ’I-Mürriyye radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın vefatından sonra Hz. Ömer, (bir gün kocam) Talha’ya uğradı. (Onu üzgün bularak:) “Neyin var, niye üzgünsün? Amca oğlun (Ebu Bekr’in) halife oluşu mu seni üzdü?” dedi. Talha: “Hayır! Lakin ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Ben bir kelime biliyorum, her kim ölümü anında onu söylerse mutlaka amel defteri için bir nur olur ve onun cesedi ve ruhu, ölüm anında o kelime sebebiyle bir rıza, bir rahmet bulacaktır” buyurduğunu işittim” dedi. Ben bu kelimenin ne olduğunu o ölünceye kadar sormadım. (İşte bunun için üzgünüm)” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Ben o kelimeyi biliyorum. O, Resülullah aleyhissaltu vesselâm’ın amcası (Ebu Tâlib)e vefatı anında teklif ettiği kelime-i tevhiddir. Eğer Resülııllah aleyhissalâtu vesselâm, amcası için, kelime-i tevhidden daha kurtarıcı bir şey bilseydi onu (söylemesini) emrederdi” dedi.”

7091 – Muâz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ölen bir nefis (ölüm anında) Allah’ın bir ve benim Allah elçisi olduğuma şehadet eder, kalbi de bunu tasdik ederse, Allah mutlaka ona mağfiret kılar.”

7092 – Ümmü Hâni radıyallahu anh  anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “La ilahe illallah (Allahtan başka ilah yoktur)” kelimesini fazilette hiçbir amel geçemez ve bu kelime hiçbir günahı bırakmaz, (affettirir).”

7093 – Ebu Sa’îd radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim, sabah namazının peşinden La ilâhe illallahu vahdehu la şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü bi-yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in kadîr (Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur mülk ona aittir, hamdler de ona layıktır, her çeşit hayır O’nun elindedir. O her şeye kadirdir)” derse kendisine, Hz. İsmail evlatlarından bir köleyi âzâd etmiş gibi sevap yazılır.”

7094 – Kudame İbnu İbrahim el-Cümahî radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Kendisi, Hz. Abdullah İbnu Ömer İbni’l-Hattab radıyallahu anhüma’ya gidip geliyordu. Bu uğramaları esnasında yaşça delikanlı ve üzerinde kırmızıya boyanmış iki parça giyecek vardı. Kudâme devamla der ki: “Abdullah İbnu Ömer bize Resülullah aleyhissalatu vesselâm’ın kendilerine şunu anlattığını söyledi: “Allah’ın kullarından bir kul dedi ki: “Ey Rabbim! Senin zâtının celaline ve senin hâkimiyetinin azametine layık şekilde sana hamd olsun.” Bu hamd kulun amelini yazmakla muvazzaf iki meleği aciz bıraktı. Onlar (bunun sevabını) nasıl yazacaklarını bilemediler. Bunun üzerine melekler göğe çıktılar ve: “Ey Rabbimiz! Senin kulun öyle bir kelam söyledi ki, nasıl yazacağımızı bilemiyoruz” dediler. AllahTeâla hazretleri, -kulun söylediği sözü en iyi bilen olduğu halde-: “Benim kulum ne söyledi?” diye sordu. Melekler: “Ey Rabbimiz! O kul: “Ya Rabbi lekel-hamdu kemâ yenbaği li-Celâli vechike ve azîmi sultânike” söyledi” dediler. Bunun üzerine Allah Teâla hazretleri o iki meleğe buyurdu ki: “Kulum bana kavuşup da ben onu söylediği söze (hamde) karşılık mükâfaatlandırıncaya kadar siz o sözü kulumun söylediği gibi yazınız” buyurdu.”

7095 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm sevdiği bir şeyi görünce: “Hamd o Allah’a mahsustur ki sâlih şeyler sadece onun lütuf ve nimetiyle tamamlanır” derdi. Hoşlanmadığı bir şey görünce de: “Her durum üzerine Allah’a hamd olsun” derdi.”

7096 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle derlerdi: “Elhamdulillah alâ külli hail. Rabbi eüzu bike, min hâli ehli’n-nâr” (Her hal için Allah’a hamdolsun. Ey Rabbim cehennem ehlinin halinden sana sığınırım.”

7097 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah kuluna bir nimet verdiği zaman kul “Elhamdülillah” derse, kulun verdiği (yani hamd demek suretiyle ödediği, kendine sağlayacağı menfaatçe) aldığından efdal (üstün) olur.”

7098 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Kendisi ağaç dikerken yanına Resülullah aleyhissalâtu vesselâm uğrar ve: “Ey Ebu Hureyre! Şu diktiğin nedir?” der.

“Kendim için bir fidan dikiyorum!” cevabını verir. Aleyhissalâtu vesselam: “Sana, senin için daha hayırlı bir dikilecek fidan göstereyim mi?” buyurur. Ebu Hureyre: “Göster! Ey Allah’ın Resülü!” der. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Sübhanallahi velhamdülillahi ve lâ ilahe illallahu vallahu ekber (Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir, bütün hamdler ona mahsustur. Allah’tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür)” de! Bunu söylersen her bir kelimesi için sana cennette bir ağaç dikilir.”

7099 – Nu’man İbnu Beşîr radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah’ın celalinden zikrettiğiniz tesbih (sübhanallah), tehlil (lâ ilahe illallah) ve tahmid (elhamdülillah) cümleleri Arş’ın etrafında dönüp dururlar. Onlar tıpkı arı oğulu uğultusu gibi uğultu çıkararak, sahiplerini andırırlar. Sizden biri, Arş’ın civarında kendisini andırtan birisinin olmasından hoşlanmaz mı?”

7100 – Ümmü Hani radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a geldim ve: “Ey Allah’ın Resûlü! Bana (kolay ve sevabı büyük) bir amel gösterin. Zira artık ben yaşlandım, zaafa ugradım ve şişmanladım” dedim. Aleyhissalâtu vesselâm derhal şu cevabı verdiler: “Yüz kere Allahuekber de! Yüz kere elhamdulillah de, yüz kere sübhanallah de. (Bunu yapman senin için) Allah yolunda eğerlenip gemlenmiş yüz attan daha hayırlıdır. (Kurban edilmiş) yüz deveden daha hayırlıdır. Yüz köle azad etmekten daha hayırlıdır.”

7101 – Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana dedi ki: “Sana sübhanallahi velhamdulillahi ve la ilahe illallahu vallahu ekber” demeyi tavsiye ederim. Zira bu kelimeler, günahları döker, tıpkı ağacın yapraklarını dökmesi gibi.”

İSTİĞFAR

7102 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ben günde yüz sefer Allah’a istiğfarda bulunurum.”

7103 – Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ben günde yetmiş kere Allah’a tevbe ve istiğfarda bulunurum.”

7104 – Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Benim dilimde, aile efradıma karşı bir ölçüsüzlük vardı. Fakat bu başkalarına olmazdı. Bu halimi Aleyhissalâtu vesselâm’a söyledim. Resülullah: “İstiğfar bakımından ne haldesin? (Bu kusurunun bağışlanması için günde yetmiş kere istiğfar et!” buyurdular.”

7105 – Abdullah İbnu Busr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Amel defterinde çok istiğfar bulunana ne mutlu!”

7106 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resülullah aleyhisselatu vesselâm şöyle dua ederdi: “Ey Allahım! Beni, güzel amel işledikleri zaman(bunun mükâfaatıyla) müjdelenen ve hata işlediği zaman da istiğfar edenlerden eyle!”

LA HAVLE VELA KUVVETE İLLA BİLLAH

7107 – Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana: “Sana cennet hazinelerinden bir hazineyi haber vereyim mi?” buyurdular.

“Evet! Ey Allah ‘ın Resülü!” dedim.

“Lâ havle velâ kuvvete illa billah (Gerek ibadet için gerek dünyevî işlerim için muhtaç olduğum) bütün güç kuvvet Allah’tandır” de!” buyurdular.”

7108 – Hâzım İbnu Harmele radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’a uğramıştım. Bana: “Ey Hâzım! Lâ havle velâ kuvvete illa billah” de! Çünkü bu cümle cennet hazinelerinden biridir” buyurdular.”

RESÜLULLAH’IN DUASI

7109 – Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah şu duayı çok yapardı: “Allahümme sebbit kalbî alâ dînike.(Allahım kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Bir adam: “Ey Allah’ın Resülü! Biz sana iman ettiğimiz ve senin getirdiklerini tasdik ettiğimiz halde bizim (âkibetimiz) için korkuyor musun?” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm adama şu cevabı verdi: “Kalpler, muhakkak ki Rahman’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır, onu (dilediği şekilde) döndürür.”

Ravi der ki : “A’meş iki parmağını gösterdi. “

RESULULLAH’IN SIĞINMA TALEP ETTİĞİ ŞEYLER

7110 – İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Kur’ân’dan bir sure öğretir gibi şu duayı bize öğretmişti: “Allahım! Cehennem azabından, kabir azabından, Mesih Deccâl’in fitnesinden, hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.”

7111 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: “Allah’tan faydalı ilim dileyin, faydasız ilimden Allah’a sığının” buyurdu.”

7112 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ’nın anlattığına göre: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm kendisine şu duayı öğretmiştir: “Allahım ben senden hayrın her çeşidini isterim; yakın olsun, uzak olsun; bildiğim olsun, bilmediğim olsun; bütün şerlerden de sana sığınırım; yakın olsun, uzak olsun; bildiğim şer olsun, bilmediğim şer olsun. Allahım! Kulun ve peygamberin Muhammed’in senden istediği şeyleri senden ben de istiyorum. Kulun ve peygamberin hangi şerlerden sana sığınmışsa ben de o şerlerden sana sığınıyorum. Allahım! Ben senden-, cenneti ve cennete götüren söz ve amel(de beni muvaffak kılman)ı istiyorum. Ateşten ve ateşe götüren söz ve fiillerden de sana sığınıyorum. Ve dahi benim hakkımda hükmettiğin her kaza ve kaderi hayırlı kılmanı senden diliyorum.”

7113 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir adama: “Namazda ne diyorsun?” diye sordu. Adam: “Teşehhüdü (Ettahiyyatu, Allahümme salli, Allahümme barik…) okuyorum. Sonra Allah’tan cennet diliyor ve cehennem ateşinden O’na sığınıyorum. Ama vallahi ben, ne senin okuduğunu ne de Muaz’ın okuduğunu bilmiyorum” dedi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (adama): “Biz de senin okuduğun şeyler çerçevesinde okuyoruz” buyurdu.”

7114 – Evs İbnu İsmail el-Beceli radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm vefat ettiği zaman, Hz. Ebu Bekr’in şöyle söylediğini işitmiştir:

“Resülullah aleyhissalatu vesselâm benim şu makamımda ilk yıl, ayağa kalktı -böyle söyleyince Hz. Ebu Bekr gözlerinin yaşını tutamayıp ağladı- sonra dedi ki:

“Size doğru olmanızı sıdkı, tavsiye ederim. Çünkü sıdk birr (denen Allah’ın rızasına götüren en iyi amelle beraberdir) ikisi de cennettedir. Yalandan sakının. Çünkü o, fücürla beraberdir ve ikisi de cehennemdedir. Allah’tan afiyet dileyin. Çünkü, kimseye Çünkü, kimseye yakinden sonra afiyetten daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Birbirinizle hasedleşmeyin. Birbirinizle aranızdaki iyi münasebetleri kesişmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeşler olun!”

7115 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kişinin yaptığı dualar içerisinde en hayırlısı şudur: Allahümme innî es’eluke’l-mu’âfâte fid-dünya ve’l-âhireti (Ey Allah’ım! Senden dünya ve ahirette afiyet istiyorum),”

DUAYA KENDİNLE BAŞLA

7116 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah bize ve Âd’ın kardeşine rahmet eylesin.”

İSM-İ AZAM

7117 – el-Kâsım (İbnu Abdirrahman) radıyallahu anh demiştir ki: “Allah’ın, duada şefaat kılındığı taktirde, o duayı kabul ettiği ism-i âzamı şu üç surededir: Bakara, Âl-i İmran ve Tâ-Hâ.

Ebu Ümâme radıyallahu anh’tan yapılan bir rivayette, bunun benzeri Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan merfu olarak gelmiştir.

7118 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle yalvardılar: “Allahım! Ben, senin pak, güzel, mübarek ve yüce nezdinde en sevimli olan, onunla dua edildiği taktirde hemen icabet ettiğin, onunla senden istenince hemen verdiğin, onunla rahmetin talep edilince rahmetini esirgemediğin, onunla kurtuluş talep edilince kurtuluş verdiğin isminle senden istiyorum.”

Hz. Aişe’nin belirttiğine göre, bir başka gün Aleyhissalâtu vesselam’ın, kendisine “Ey Aişe! Kendisiyle dua edildiği taktirde icabet ettiği ismi, Allah’ın bana gösterdiğini sen biliyor musun?” diye sormuştu. Hz. Aişe der ki: “Ben: “Ey AIlah’ın Resülü! Annem babam sana feda olsun, onu bana da öğret!” dedim. “Ey Aişe onu sana öğretmem uygun düşmez!” buyurdu. Bu cevap üzerine ben de oradan uzaklaşıp bir müddet tek başıma oturdum. Sonra kalkıp, başını öptüm ve: “Ey Allah’ın Resülü! Onu bana öğret” diye ricada bulundum. O yine: “Onu sana öğretmem uygun olmaz, ey Aişe! Onunla senin dünyevî bir şey talep etmen uygunsuz olur” buyurdu.”

Hz. Aişe devamla der ki: “Ben de kalkıp abdest aldım, sonra iki rekât namaz kıldım, sonra: “Allahım! Sana Allah isminle dua ediyorum. Sana Rahman isminle dua ediyorum.Sana Birrurrahîm isminle dua ediyorum. Sana bildiğim ve bilmediğim güzel isimlerinin hepsiyle dua ediyorum. Bana mağfiret et, rahmet eyle” diye dua ettim.”

Aişe devamla der ki: “Bu duam üzerine Resülullah aleyhissalâtu vesselâm güldü ve: “İsm-i âzam, senin yaptığın şu duanın içinde geçti” buyurdu.”

7119 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah Teâla hazretlerinin doksandokuz ismi vardır, yüzden bir eksik. O, tektir, teki sever. Kim bu isimleri ezberlerse cennete girer. Onlar şunlardır: Allah, el-Vahid, es-Samed, el-Evvel, el-Ahir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Hâlık, el-Bâri, el-Musavvir, el-Melik, el-Hakk, es-Selâm, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, er-Rahmân, er-Rahîm, el-Latif, el-Habîr, es-Semî’, el-Basir, el-Alîm, el-Azîm, el-Bârr, el-Müte’âl, el-Celîl, el-Cemîl, el-Hayy, el-Kayyüm, el-Kâdir, el-Kâhir, el-Aliyyu, el-Hakîm, el-Karîb, el-Mucîb, el-Ganiyyu, el-Vehhab, el-Vedüd, eş-Şekür, el-Mâcid, el-Vacid, el-Vâli, er-Râşid, el-Afuvvu, el-Ğafür, el-Halîm, el-Kerîm, et-Tevvâb, er-Rabb, el-Mecîd, el-Veliyyu, eş-Şehîd, el-Mübîn, el-Bürhân, er-Ra’üf, er-Rahîm, el-Mübdiu, el-Mu’îd, el-Bâis, el-Vâris, el-Kaviyyu, eş-Şedîdu, ed-Dârru, en-Nâfi’u, el-Bâki, el-Vâkî, el-Hâfıd, er-Râfi’, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Mu’ızzu, el-Müzillü, el-Muksıt, er-Rezzâk, Zü’l-Kuvve, el-Metîn, el-Kâim, ed-Dâim, el-Hâfız, el-Vekîl, el-Fâtır, es-Sâmi’, el-Mu’tî, el-Muhyî, el-Mümît, el-Mâni’, el-Câmi’, el-Hâdî, el-Kâfı, el-Ebed, el-Âlim, es-Sâdık, en-Nür, el-Münîr, et-Tâmm, el-Kadîm, el-Vitru, el-Ahadu, es-Samedu, ellezi lem yelid velem yüled ve lem yekün lehu küfüven ahad.”

Zûhrî der ki: “Bana birçok ilim ehlinden ulaştığına göre, bu Esmâu Hüsna’nın okunmasına “Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh. Lehü’l Mülkü ve Lehü’I-Hamdu bi-yedihi’l-Hayr ve huve ala külli şeyin kadîr, la ilahe illâllahu, lehül-Esmâu’l-Hüsnâ” diye başlanmalıdır.”

BABANIN DUASI

7120 – Ümmü Hâkim Bintü Vedda’el-Huzâ’iyye radıyallahu anha anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdular: “Babanın duası perdeyi deler (kabul makamına ulaşır).”

SABAH VE AKŞAM YAPILACAK DUALAR

7121 – Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hâdimi Ebu Selâm anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm şöyle buyurdular: “Akşam ve sabaha erdiği vakit: “Radîtu billahi Rabben ve bi’I-İslâmi dînen ve bi-Muhammedin nebiyyen (Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak Muhammed’den razıyım” diyen bir müslüman veya insan veya köle yoktur ki, o kimseyi Kıyamet günü razı ve memnun etmek Allah üzerine bir hak olmasın.”

YATAĞA GİRİNCE YAPILACAK DUA

7122 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, yatağına girince, sağ elini yanağının altına koyar sonra şu duayı okurdu:

“Allahümme, kınî azâbeke yevme teb’asu -ev tecme’u- ibâdeke (Allahım! Kullarını yeniden dirilttiğin veya topladığın- gün beni azabından koru.”

EVDEN ÇIKINCA YAPILACAK DUA

7123 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, evinden çıktığı vakit şu duayı okurdu: “Bismillahi la havle vela kuvvete illa billah, et-tüklânî alallah. (Allahın ismiyle. Dünya ve ukbâ işlerine güç kuvvet Allah’tandır. Dayanağım Allah’dır.”

7124 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Kişi evinin -veya apartmanın- kapısından çıkınca, adama müekkel (nezaretçi) iki meleği vardır. Adam: “Bismillah” deyince onlar: “Doğruya irşad edildin” derler. “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” deyince, melekler: “Korundun” derler. Adam: “Tevekkeltü alâllah” deyince onlar: “İşin (sana bedel) görüldü” derler.

(Resülullah aleyhissalâtu vesselâm devamla) dedi ki: “Sonra adamın iki karîni (yani onu günaha sürüklemek isteyen insî ve cinnî iki şeytanı) onu karşılarlar. Melekler (o şeytanlara): “Hidayete erdirilen, işi (Allah tarafından) görülen ve muhafaza altına alınan bir kimseden ne istiyorsunuz?” derler “

Ecel ve Emel

ECEL VE EMEL BÖLÜMÜ

147 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) birgün yere çubukla, kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, bunun ortasına bir hat çekti, onun dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hatta istinad eden bir kısım küçük çizgiler attı.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: Şu çizgi insandır. Şu onu saran kare çizgisi de eceldir. Şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de müsibetlerdir. Bu musibet oku yolunu şaşırarak insana değemese bile, diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku değer.

Buhârî, Rikak 3; Tirmizî, Kıyamet 23, (2456); İbnu Mace, Zühd 27, (4231).

148 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yere bir çizgi çizdi ve: “Bu insanı temsil eder” buyurdu. Sonra bunun yanına ikinci bir çizgi daha çizerek: “Bu da ecelini temsil eder” buyurdu. Ondan daha uzağa bir çizgi daha çizdikten sonra: “Bu da emeldir” dedi ve ilâve etti: “İşte insan daha böyle iken (yani emeline kavuşmadan) ona daha yakın olan (eceli) ansızın geliverir.”

Buhârî, Rikak 4; Tirmizî, Zühd 25, (2335); İbnu Mâce, Zühd 27, (4232).

149 – İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) omuzumdan tuttu ve: “Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol” buyurdu.

İbnu Ömer (radıyallahu anh) hazretleri şöyle diyordu: “Akşama erdinmi, sabahı bekleme, sabaha erdinmi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap.”

Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25, (2334).

Tirmizî’nin rivayetinde, “yolcu gibi ol” sözünden sonra şu ziyade var: “Kendini kabir ehlinden added.”

150 – Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) elindeki iki çakıl(dan birini yakına, diğerini uzağa) atarak: “Şu ve şu neye delalet ediyor biliyor musunuz?” dedi. Cemaat: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dediler. Buyurdu ki: “Şu (uzağa düşen) emeldir, bu (yakına düşen) de eceldir. (Kişi emeline ulaşmak için gayret ederken ulaşmadan ölüverir)”.

Tirmizî, Emsâl 7, (2874).

151 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ecelini altmış yaşına kadar uzattığı kimselerden Cenab-ı Hakk, her çeşit özür ve bahâneyi kaldırmıştır.”

Buhârî Rikak 4; Tirmizî, Da’vât 113, (3545), Zühd 23 (2332); İbnu Mâce, Zühd 27, (4236), Metin Buhârî’den alınmıştır.

Tirmizî’nin metni şu şekildedir: “Ümmetimin vasatî ömrü 60-70 yaş arasıdır. Allah, kime ömründe 40’ına kadar mühlet verdi ise, ondan özrü kaldırmıştır.”

EMEL VE ECEL

7264 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “İhtiyar kimsenin kalbi iki şeyin sevgisinde daima gençtir: “Hayat sevgisi, çok mal sevgisi.”

7265 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Eğer âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsaydı bir üçüncüsünü isterdi. Onun nefsini ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.

Ehli Beytin Faziletleri

EHL-İ BEYT’İN FAZİLETİ

4458 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Nimetleriyle sizi beslediği için Allah’ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin.”

Tirmizi, Menakıb, (3792).

4459 – Sa’d İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: “Şu ayet indiği zaman, (mealen): “Sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle bu hususta mücadele edecek olursa de ki: “Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyaz edelim ki, Allah’ın laneti yalancılar üzerine olsun!” (Âl-i İmran 61), “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Ali’yi , Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyin radıyallahu anhüm ecmain’i çağırdı ve:

“Allah’ım, bunlar da benim ehlim (ailem)” buyurdu.”

Tirmizi, Tefsir, Âl-i İmran, (3002).

4460 – Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: “Ben “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın evinin kapısında iken şu ayet nazil oldu: “…Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzab 33). Evde “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin vardı. Onlara bir örtü bürüdü ve:

“Allahım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir, bunlardan günahı gider ve bunları kirlerden tertemiz kıl!” buyurdu. Ben atılıp:

“Ey Allah’ın Resûlü! Ben ehl-i beytten deyil miyim?” dedim. Bana:

“Sen (yerinde dur, sen zaten) hayırdasın, sen Resûlullah’ın zevcesisin!” diye cevap verdi.”

Tirmizi, Menakıb, (3870).

4461 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Şu ayet indiği zaman (mealen): “… Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor” (Ahzab 33), “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sabah namazına giderken, altı aya yakın bir müddette, Hz. Fatıma radıyallahu anha’nın kapısına uğrayıp:

“Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt “Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!” buyurdu.”

Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3204).

4462 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi onu da soktu. Sonra Fatıma geldi, onu da soktu. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına soktu. Sonra da:

“Ey Ehl-i Beyt Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak isttiyor” (Ahzab 33) buyurdu.”

Müslim, Fezailu’s-Sahabe 61, (2424).

4463 – Yezid İbnu Hayyan, Zeyd İbnu Erkam radıyallahu anh’tan naklen anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Haberiniz olsun! Ben size iki ağırlık bırakıyorum. Bunlardan biri Allah Teâla’nın Kitabı’dır. O, Allah’ın (sema-arz arasına uzanmış) ipi olup, kim ona tutunursa hidayet üzere olur, kim de onu terkederse dalâlete düşer. İkincisi itretim, Ehl-iBeytim’dir.” Biz, Zeyd İbnu Erkam’a sorduk:

“Kadınları da Ehl-i Beyt’inden midir?”

“Hayır! dedi, Allah’a yemin olsun, kadın bir müddet erkekle beraber olur. Sonra (kocası) onu boşar, o da babasına ve kavmine döner. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın Ehl-i Beyt’i aslı ve kendinden sonra sadaka haram olan asabesi’dir.”

Müslim, Fezailu’s-Sahabe 37, (2408).

4464 – İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Ebu Bekr radıyallahu anh buyurdular ki: “Muhammed aleyhissalatu vesselam’ı Ehl-i Beytinde gözetin.”

Buhari, Fezailu’l-Ashab 12, 22.

Ensarın Faziletleri

ENSARIN FAZİLETİ

4465 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Şayet Ensar bir vadiye veya geçide sülûk etse ben de mutlaka Ensar’ın gittiği vadiye ve geçide sülûk ederim. (Eğer hicret olmasaydı ben Ensâr’dan biri olurdum.)”

Ebu Hüreyre der ki: “Ona annem ve babam feda olsun. (Bu sözüyle haddi aşmış, Ensarın hakkından fazlasını onlara vererek) zulmetmiş değildir. (Zira) onlar O’nu barındırdılar ve O’na yardım ettiler veya bir başka kelime (ile ifade edilecek) yardımlar yaptılar. Mallarıyla kendisine ve Ashabına muâvenette bulundular.”

Buhari, Menakıbu’l-Ensar 2, Temenni 9.

4466 – Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Benim kendisine sığındığım sırdaşım ehl-i Beyt’imdir, dayanağım da Ensar’dır. Öyleyse onların (Ehl-i Beyt ve Ensâr’ın) kusurlularını affedin, faziletli olanlarına da sarılın.”

Tirmizi, Menakıb, (3900).

4467 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Allah’a ve ahirete iman eden kimse Ensâr’a buğzetmesin.”

Tirmizi, Menakıb, (3903).

4468 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ensar dayanağımdır, sırdaşımdır. İnsanlar sayıca artarken onlar azalacaklar. Öyleyse onların iyilerine yapışın, kusurlularını da affedin.”

Buhari, Menakıbu’l-Ensar 11; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 176, (2510); Tirmizi, Menakıb, (3901).

Buhari, İbnu Abbas radıyallahu anhüma’nın kaydettiği bir diğer rivayette: “Onlar azalacaklar” lafzının peşinde şu ziyadeye yer verir: “… Öyle ki yemekteki tuz gibi olacaklar.”

ENSÂR

5993 – Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ensâr iç gömlek, insanlar da dış gömlek (mesabesinde)dirler. Eğer insanlar, bir vadiye veya bir koyağa (dağlardaki düzlük) yönelirken Ensar da bir başka vadiye yönelecek olsa ben, Ensar’ın gittiği vadiyi takip ederdim. Eğer hicret olmasaydı ben Ensar’dan bir kimse olurdum.”

5994 – Amr İbnu Avf radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: “Allah, Ensarı, Ensarın oğullarını, Ensarın oğullarının oğullarını rahmetine bandırsın” buyurdular.”

Erkeğin Hanımı Üzerindeki Hakları

ERKEĞİN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKLARI

3267 – Hz. Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim.”

Tirmizi, Rada’ 10, (1159).

3268 – Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer.”

Tirmizi, Radâ 10, (1161).

3269 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim, bir erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan râzı oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler.”

3270 – Bir başka rivâyette şöyle denmiştir: “Erkek, kadınını yatağına çağırır, kadın da gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir rivayette yatağa gelinceye kadar- kadına lânet okurlar.”

3271 – Bir başka rivâyette: “Kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lânetler” denmiştir.

Buhari, Nikâh 85, Bed’ü’l-Halk 6; Müslim, Nikâh 120 – 122 (1436); Ebu Dâvud, Nikâh 41, (2141).

3272 – Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü. dendi, hangi kadın daha hayırlıdır?”

“Kocası bakınca onu sürura garkeden, emredince itaat eden nefis ve malında, kocasının hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!” diye cevap verdi.”

Nesâi, Nikâh 14 (6,68).

3273 – Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz.”

Ebu Davud, Nikah 43, (2147).

3274 – Ebu Sa’id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Safvân İbnu Muattâl (radıyallahu anh)’ın hanımı, yanında Safvân da bulunduğu bir anda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek:

“Ey Allah’ın Resülü, namaz kıldığım zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttuğum zaman da orucumu bozduruyor, güneş doğuncaya kadar da sabah namazı kılmıyor!” dedi. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), hanımının bu söyledikleri hakkında Safvân’a sordu. Safvân:

“Ey Allah’ın Resülü! “Namaz kıldığım zaman dövüyor ” sözüne gelince,

o zaman (bir rekatte uzun) iki süre okuyor. Halbuki ben bunu yasakladım” dedi. Resulullah kadına:

“İnsanlara tek surenin okunması yeterlidir ” buyurdu. Safvân devam etti:

“Oruç tuttuğum zaman bozduruyor ” sözüne gelince, “Hanımım oruç tutup duruyor. Ben gencim, hep sabredemiyorum.” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Bir kadın kocasının izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!” buyurdular.

Safvân devamla:

“Güneş doğuncaya kadar sabah namazı kılmadığım sözüne gelince, biz (gece çalışan) bir âileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakın yatınca) güneş doğuncaya kadar uyanamıyoruz” diye açıklama yaptı. Aleyhissalatu vesselam:

“Ey Safvân, uyanınca namazını kıl!” buyurdular.”

Ebu Dâvud, Savm 74, (2459).

3275 – Ebu’I – Verd İbnu Sümâme anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallahu anh) İbnu Ağyed’e dedi ki: “Sana kendimden ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ‘ın kızı Fâtıma (radıyallahu anhâ)’dan -ki o, babasına, ailesinin en sevgili olanı idi- bahsedeyim mi?”

“Evet, bahsedin!” dedim. Bunun üzerine:

“Fâtıma radıyallahu anhâ değirmen çevirirdi; elinde yaralar meydana gelirdi. Kırba ile su taşırdı. Bu da boynunda yaralar açtı. Evi süpürüyordu. Üstü başı toz-toprak oldu. (Bu sıralarda) Rasûlüllah’a bir kısım köleler getirilmişti.. Fâtıma ‘ya:

“Babana kadar gidip bir köle istesen!” dedim. Gitti. Aleyhisselâtu vesselâm’ın yanında bazılarının konuşmakta olduklarını gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah Fâtıma’ya gelerek:

“Kızım ihtiyacın ne idi?” diye sordu. Fâtıma süküt edip cevap vermedi. Ben araya girip:

“Ben anlatayım Ey Allah’ın Resülü!” dedim ve açıkladım: “Fatıma’nın değirmen kullanmaktan elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince ben kendisine, size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz rahata kavuşmasını söyledim. Bu açıklamam üzerine Resulullah:

“Ey Fatıma, Allah’tan kork, Allah’a olan farzlarını eda et, aileyin işlerini yap. Yatağına girince otuzüç kere sübhanallah, otuzüç kere elhamdülillah, otuzüç kere Allahuekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır..” buyurdular. Fatıma (radıyallahu anha):

“Allah’dan ve Allah’ın Resulünden razıyım” dedi. Resulullah ona hizmetçi vermedi.”

Buhari, Fedailul Ashab 9, Humus 6, Nafakat 6, 7, Da’avat 11; Müslim, 80, (2727); Tirmizi, Da’avat 24, (3405); Ebu Davud, Harac 20, (2988, 2989), Edeb 109, (5062, 5063).

Feraiz ve Mevaris (Miraslar)

MİRASIN SEBEPLERİ, MANİLERİ

4672 – Üsame İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdu ki:

“Müslüman kimse kâfir kimseye varis olamaz; kafir de müslümana varis olamaz.”

Buhari, Feraiz 26; Müslim, Feraiz 1, (1614); Muvatta, Feraiz 10, (2, 519); Ebu Davud, Feraiz 10, (2909); Tirmizi, Feraiz 15, (2108).

4673 – İbnu Amr İbni’l-As ve Hz. Cabir radıyallahu anhüm anlatıyorlar: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“İki farklı din mensupları birbirlerine varis olamazlar.”

Ebu Davud, Feraiz 10, (2911); Tirmizi, Feraiz 16, (2109). Ebu Davud’un rivayeti İbnu Amr’dan, Tirmizi’nin rivayeti Hz. Cabir’dendir.

4674 – Hz. Üsame radıyallahu anh’ın anlattığına göre (haccı sırasında (Aleyhissalatu vesselam’a) denmiştir ki:

“Ey Allah’ın Resûlü! Yarın nereye ineceksin. Mekke’deki evine mi?”

“Akil bize ev-bark bıraktı mı ki?” buyurdular. Akil ile Tâlip, Ebu Tâlib’e varis olmuşlardı. Ne Ali ne de Câfer radıyallahu anhüma ona varis olamamışlardı. Çünkü bu ikisi müslüman idiler. Akil ve Tâlib ise kâfirdiler.”

Buhari, Hacc 44, Cihad 180, Megazi 48; Müslim, Hacc 439, (1351); Ebu Davud, Feraiz 10, (2910).

4675 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Katil vâris olamaz.”

Tirmizi, Feraiz 17, (2110).

4676 – Said İbnu’l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: “Hz. Ömer radıyallahu anh, Arap (memleketinde) doğmadıkça, Acem’den birini varis kılmaktan imtina etmiştir.”

Muvatta, Feraiz 14, (2, 520).

Rezin şu ilavede bulundu: “Hamile olarak gelip Arap (memleketinde) doğuran kadını da hariç kıldı. Bu durumda erkek, eğer ölürse kadına varis olur. Eğer erkek ölürse, kadın da ona varis olur. Erkeğin miras(taki pay nisbet)i Allah’ın kitabında vardır.”

4677 – Ebu’l-Esved ed-Düeli anlatıyor: “Hz. Mu’az’a bir yahudinin miras meselesi getirildi. Onun müslüman oğluna da mirastan pay verdi ve dedi ki:

“İslam (galebe çalar, ona galebe çalınmaz), artar eksilmez.”

Ebu Davud, Feraiz 10, (2912, 2913).

4678 – Amr İbnu Şu’ayb, an ebihi an ceddihi tarikiyle anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hür veya cariye bir kadınla kim zina yaparsa, bundan hasıl olacak çocuk veled-i zinadır, ne o babasına, ne de babası ona varis olamaz.”

Tirmizi, Feraiz 21, (2114).

DEDE VE NİNE

4679 – İbnu’z-Zübeyr radıyallahu anhüma’nın anlattığına göre: Ehl-i Küfe, kendisine yazarak dede hakkında sormuşlardı. O da şu cevabı vermişti: “Hakkında Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Ben bu ümmet içerisinde birini kendime halil seçseydim, onu seçerdim” dediği kimse, yani Ebu Bekr, dedeyi (miras meselesinde) baba yerine koymuştu.”

Buhari, Fezâilu’l-Ashab 5.

4680 – İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir adam gelerek, “Oğlumun oğlu vefat etti. Ondan miras hakkım nedir?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselâm:

“Sana altıda bir var!” buyurdu. Adam dönüp gidince geri çağırdı ve:

“Sana diğer bir altıda bir daha var!” buyurdu. Adam dönüp gidince tekrar çağırdı ve:

“Diğer altıda bir, (hak değil) fazladan bir ikramdır!” buyurdu.”

Ebu Davud, Feraiz 6, (2896); Tirmizi, Feraiz 9, (2100).

Ebu Davud der ki: “Katâde şunu söyledi: “(Sahabe, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bu kimseyi, başka) hangi varisler olduğu halde varis kıldığını bilmiyor.” Katâde devamla der ki: “Dedenin tevarüs ettiği en az miktar, altıda birdir.”

4681 – Hz. Muaviye radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Kendisine dedenin miras payından soran Zeyd İbnu Sâbit’e şöyle yazmıştır: “Bana yazarak dededen soruyorsun. Doğruyu Allah bilir. Bu mesele, ancak ümeranın -yani halifelerin- hükmedeceği meselelerden biridir. Ben sizden önce iki halifeyi gördüm. Onlar ölenin tek bir kardeşi ile verasete iştirak eden dedeye malın yarısını veriyorlardı. İki ve daha fazla kardeş olması halinde üçte bir veriyorlardı. Erkek kardeşler çok da olsa dedenin payı üçte birden aşağı düşmezdi.”

Muvatta, Feraiz 1, (2, 510).

4682 – Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, büyükanneye, önünde, (ölenin) anne(si) olmadığı takdirde, altıda bir pay koydu.”

Ebu Davud, Feraiz 5, (2895).

KIZLAR VE KIZKARDEŞLER

4683 – Esved İbnu’l-Yezid anlatıyor: “Bize (Yemen’e), Muâz radıyallahu anh, muallim ve emir olarak geldi. Ona, bir kızla bir kızkardeş bırakarak ölen kimse(nin veraset durumu) hakkında sorduk. O, kız için yarım, kızkardeşi için de yarıma hükmetti. O sırada Aleyhissalâtu vesselam sağdı.”

Buhari, Feraiz 6, 12; Ebu Davud, Feraiz 4, (2893).

4684 – Hüzeyl İbnu Şurahbil anlatıyor: “Ebu Musa radıyallahu anh’a “Ölenin bir kızıyla kızkardeşinin oğlu ve (ana-baba bir) kızkardeşinin miras payından soruldu. Dedi ki:

“Kız için yarı, (anne-baba bir) kızkardeş için de yarı. (İbni Mes’ud’a gidin, ondan da sorun. O da benim söylediğime muvafakat edecektir!) (Ebu Musa, fetvasında oğlan kardeşin kızına mirastan pay vermemişti.) Bunun üzerine doğru İbnu Mes’ud’a sorulmaya gidildi ve Ebu Musa’nın söylediği de kendisine haber verildi. İbnu Mes’ud radıyallahu anh dedi ki: “(Eğer ben onun fetvasına uyarsam) dalalete düşmüş olurum ve hidayetten ayrılanlara katılırım!”

Sonra ilave etti: “Onlar hakkında, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın verdiği hükümle hükmedeceğim: “Kız için yarı, oğulun kızı için, -üçte ikiyi tamamlamak üzere- altıda bir, geri kalan da kızkardeş içiindir!”

Ebu Musa’ya İbnu Mes’ud’un sözü haber verildi. Bunun üzerine:

“Bu derin alim aranızda olduğu müddetçe (mişkillerinizi) bana sormaya gelmeyin” dedi.”

Buhari, Feraiz 7, 12; Ebu Davud, Feraiz 4, (2890); Tirmizi, Feraiz 4, (2094).

ERKEK KARDEŞLER

4685 – Hz. Ali radıyallahu anh buyurmuştur ki: “Sizler şu ayeti okuyorsunuz: “…Bu hisseler, onların borçları ödendikten ve vasiyetleri yerine getirildikten sonradır…” (Nisa 12). Bilesiniz ki Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm vasiyyetin yerine getirilmesinden önce borçlarının ödenmesine hükmetti. Anne-baba bir kız ve erkek kardeşler, baba bir, anne ayrı kız ve erkek kardeşlerden önce birbirlerine varis olurlar. Erkek, anne-baba bir erkek kardeşine, baba bir erkek kardeşinden önce varis olur.”

Tirmizi, Feraiz 5, (2095).

CENİN

4686 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ölü olarak düşürülen bir cenin için köle veya cariye bir gurreye hükmetti. Sonra lehine bir gurreye hükmedilen kadın ölmüştü. Aleyhissalatu vesselam, kadının mirasının oğullarına ve kocasına kalacağına, diyetinin de asabesine kalacağına hükmetti.

Buhari, Feraiz 11, Tıbb 46, Diyat 25; Müslim, Kasame 35, (1681); Tirmizi, Diyat 15, (1410), Feraiz 19, (2112).

4687 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, doğan çocuk ağlar sonra ölürse, varis olur ve ona varis olunur. Ağlamazsa (ölü doğarsa), ne varis olur ne de ona varis olunur.”

Ebu Davud, Feraiz 15, (2920).

MÜLÂ’ANE ÇOCUĞU

4688 – Mekhûl anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, mülâ’ane (ile ayrılan karı-kocanın) çocuğunun mirasını annesine kıldı, anneden sonra da annenin varislerine kıldı.”

Ebu Davud, Feraiz 9, (2907).

4689 – Vâsile İbnu’l-Eska’ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kadın üç mirası toplar. Azadlısı(nın mirası), buluntusu(nun mirası), üzerine mülâ’anede bulunduğu çocuğu(nun mirası).”

Ebu Davud, Feraiz 9, (2906); Tirmizi, Feraiz 23, (2116).

MU’TEDDE (İDDET BEKLEYEN KADIN)

4690 – Muhammed İbnu Yahya İbni Hibban anlatıyor: “Dedem Hibbân’ın iki hanımı vardı. Biri Haşimiye, diğeri Ensariye idi. Dedem, Ensariye’yi, çocuğu meme verir halde boşadı. Kadının üzerinden bir yıl geçti, sonra dedem öldü, kadın hâlâ hayız olmadı. Bunun üzerine:

“Ben kocama varis olurum, çünkü hayız olmadım!” dedi. Dava Hz. Osman radıyallahu anh’a intikal etti. Hz. Osman kadının mirasa iştirak etmesine hükmetti. Haşimiye kadın, bu kararı sebebiyle Hz. Osman’ı levmetti. Hz. Osman:

“Bu, senin amcaoğlunun işidir. Böyle hükmetmemize o işaret etti!” dedi. “Amcaoğlun” sözüyle Hz. Ali radıyallahu anh’ı kasdetmişti.

Muvatta, Talak 43, (2, 572).

4691 – Abdurrahman İbnu Hürmüz el-A’rac anlatıyor: “Osman İbnu Affân radıyallahu anh İbnu Mükemmil’in hanımlarını kendisine varis kıldı. İbnu Mükemmil hasta iken hanımlarını boşamıştı.”

Muvatta, Talâk 41, (2, 572).

4692 – Rebi’a İbnu Ebi Abdirrahman anlatıyor: “Abdurrahman İbnu Avf’ın hanımı, ondan kendisini boşamasını talep etti. Abdurrahman: “Adetten temizlenince bana haber ver!” dedi. Kadın haber verdi. O da talak-ı bette ile (üç talakla) -veya baki kalan tek bir talakla- boşadı. Ne var ki Abdurrahman o gün hasta idi. Hz. Osman, kadının iddeti tamamlanınca kocasının malına onu da varis kıldı.”

Muvatta, Talak 40, (2, 571, 572).

KELÂLE (NE EVLAD NE DE BABA BIRAKMADAN ÖLEN)

4693 – Zeyd İbnu Eslem radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Ömer radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a kelâle(nin miras hissesin)den sormuştu.

“Bu yaz nâzil olan, Nisa suresinin sonundaki ayet, bu meselede sana yeterlidir” buyurdular.

Hadisin ravisi der ki: “Ebu İshak’a sordum: “Kelâle, ne çocuk ne de baba bırakmadan ölen kimse değil mi?” Bana: “Böyle zannettiler!” diye cevap verdi.”

Muvatta, Feraiz 7, (2, 515); Müslim, Feraiz 9, (1617).

Yaz mevsiminde indiği için “Yaz âyeti” denen ayet şudur. (Mealen):

“Senden fetva istiyorlar. De ki: “Varis olarak babası ve çocuğu bulunmayan kimsenin mirası hakkında Allah size hükmünü bildiriyor: Eğer bir kimse ölür ve kendisinin çocuğu olmayıp da bir kızkardeşi bulunursa, mirasın yarısı onundur. Eğer kadın ölür de çocuğu olmayıp geride sadece erkek kardeşi varis olarak bulunursa, mirasın tamamını alır. Varisler iki kızkardeş ise, mirasın üçte ikisi onlara aittir. Eğer varisler hem erkek, hem de kızkardeşler ise, erkeğe iki kız hissesi vardır.” Allah şaşırırsınız diye hükümlerini size böylece bildiriyor. Allah herşeyi hakkıyla bilir” (Nisa 176).

kış mevsiminde indiği için kış ayeti denen ayet de, Nisâ suresinin baş tarafındadır:

“Allah, miras taksimini size şöyle emrediyor: Size varis olan çocuklarınızdan erkeğe iki kız hissesi vardır. Çocuklar, hepsi kız olmak üzere ikiden fazla iseler, o zaman mirasın üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk sadece bir kızdan ibaretse ona mirasın yarısı verilir. Eğer ölenin çocuğu varsa, ölenin anne ve babasından herbirine altıda bir hisse vardır. Ölenin çocuğu olmayıp da sadece anne ve babası onun mirasçısı ise, o zaman annenin hakkı üçte birdir. Bu hükümler ölünün borçları ödendikten ve usulü dairesinde vasiyeti yerine getirildikten sonra kalan mal içindir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size menfaatçe daha yakın olduğunu siz bilemezsiniz; bu yüzden de onlar arasındaki miras taksimini size bıraktığımız takdirde adaletsizlik edersiniz. Bu hisseler ise, Allah katından birer hak olarak size emrolunmuştur. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilir ve her işini hikmetle yerine getirir” (Nisa11).

ZEVİLERHAM

4694 – Muhammed İbnu Ebi Bekr İbni Hazm’ın anlattığına göre, babasının sıkça şöyle söylediğini işitmiştir:

“Hz. Ömer radıyallahu anh pek çok defalar şöyle derdi: “Halanın haline hayret ediyorum! Kendisine varis olunur, fakat o varis olmaz.”

Muvatta, Feraiz 9, (2, 517).

4695 – Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu, kendilerindendir.”

Ebu Davud, Edeb 121, (5122); Nesai, Zekât 96, (5, 106); Buhari, Feraiz 24.

Nesâi’de şu ibare de gelmiştir: “Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu, kendi nefislerindendir.”

DİYETİN MİRASI

4696 – Said İbnu’l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: “Hz. Ömer radıyallahu anh diyor ki: “Diyet âkile üzerinedir. Öyle ise âkile(yi teşkil edenler) diyete varis olurlar; kadın (âkileden olmadığı için) kocasının diyetine varis olamaz.” Dahhak İbnu Süfyan radıyallahu anh kendisine (itiraz ederek) dedi ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bana Eşyem ed-Dıbâbi’nin hanımını kocasının diyetine varis kılmamı yazmıştı. Kadın bir başka cemaatten idi.” Bunun üzerine Hz. Ömer, önceki tatbikatından hemen vazgeçti.”

Ebu Davud, Feraiz 18, (2927); Tirmizi, Feraiz 18, (2111).

SADAKANIN MİRASI

4697 – Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Bir kadın Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelip: “Ben anneme bir cariye tasadduk etmiş idim. Şimdi annem, cariyeyi bırakarak vefat etti” (deyip, hükmünü sordu). Aleyhissalatu vesselam:

“Sanna onun sevabı vacip olmuştur. Miras yoluyla da cariye sana geri gelmiştir!” buyurdular.”

Müslim, Sıyam 154, (1149); Tirmizi, Zekat 31, (667); Ebu Davud, Vesaya 12, (2877), Zekat 31, (1656).

4698 – İmam Mâlik’e ulaştığına göre, “Ensardan bir zat, ebeveynine bir bağışta bulundu. Bilahare ebeveyni vefat etti. Oğulları tekrar bu mala veraset yoluyla sahip oldu. Bu bir hurmalıktı. Oğlan, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bu hususta sual etti. Aleyhissalatu vesselam ona:

“Şurası muhakkak ki tasadduk sevabını aldın. Şimdi o malı (Allah) sana miras olarak geri gönderdi” buyurdu.

Muvatta, Akdiye 54, (2, 760).

VARİSLER CEMAATİ

4699 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “(Cahiliye devrinde ölen babanın) malı oğluna kalırdı. Vasiyet de valideyn için yapılırdı. Allah Teâla hazretleri bundan dilediği kısmı neshedip erkeğin hissesini kadının hissesinin iki misli kıldı, ebeveynden herbiri için (eğer çocuk varsa) altıda bir, üçte bir kıldı. Kadına (çocuk varsa) dörtte bir kıldı. Zevc’e, (çocuk yoksa) yarı, (çocuk varsa) dörtte bir miras payı kıldı.”

Buhari, Vesâya 6, Tefsir, Nisa 5, Feraiz 10.

4700 – Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: “Oğulların çocukları, kendileriyle ölü arasında başka bir erkek çocuk olmadığı takdirde, ölenin çocuğu menzilesindedir: Oğlanların erkek çocukları, ölenin erkek çocukları gibidir. Oğulların kız çocukları da ölenin kız çocuğu gibidirler. Oğulların çocukları, oğullar gibi miras alırlar. Oğullar kendilerinden aşağıdakilerin mirasına mani oldukları gibi, oğulların oğulları da kendilerinden aşağıdakilerin miras almasına mani olurlar. Oğulun çocuğu, oğulla birlikte miras alamaz.

Ölen kimse, bir kızla, bir oğulun oğlunu bıraksa, kız yarı alır, geri kalanı da oğulun oğlu alır. Zira Aleyhissalatu vesselam şöyle buyurmuştur:

“Miras paylarını (Kur’an’da zikredilen) hak sahiplerine verin. Geri kalan, (baba tarafından) en yakın erkeğe aittir.”

Buhari, Feraiz 7.

4701 – Hz. Ali radıyallahu anh’tan biri anne bir erkek kardeş, diğeri koca olan iki amca çocuğu hakkında sorulmuştu. Şu cevabı verdi: “Koca için yarı anne bir erkek kardeş için altıda bir, geri kalan da aralarında ikiye bölünür.”

(Rezin tahric etmiştir.) Buhari’de muallak olarak gelmiştir. Feraiz 15.

4702 – Zeynep radıyallahu anha anlatıyor: “Muhacir kadınlardan bir kısmı Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a evlerinin darlığından ve kendilerinin evlerden çıkarıldıklarından şikayet ettiler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, kadınların muhacir evlerine varis kılınmalarını emretti.”

Ebu Davud, Harac 37, (3080).

VELA’NIN MİRAS OLMASI

4703 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Mala kim varis olursa velâ’ya da varis olur.”

Tirmizi, Feraiz 22, (2115).

4704 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Velâ, erkeklerden en büyüğe aittir. Kadınlar, velâya (iki durum dışında) varis olamazlar. Bu iki durum şudur: Bizzat azad ettikleri veya azad ettiklerinin azad ettikleri.”

Rezin tahric etmiştir.

4705 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu anha, azad etmek niyetiyle bir cariye satın almak arzu etti. Ancak, kölenin sahibi velanın kendilerine ait olmasını şart koydu. Hz. Aişe durumu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a söyledi. Efendimiz:

“Bu şart sana mani olmasın, (zira batıldır); vela, köleyi kim azad etmişse ona aittir!” buyurdu.”

Müslim, Itk 15, (1505).

4706 – Ebu Bekr İbnu Abdirrahman İbni’l-Haris İbni Hişam anlatıyor:

“Âs İbnu Hişam ölmüş, geride üç oğlan bırakmıştı. Bunlardan ikisi bir anadan, biri de bir başka anadandı. Aynı anadan olan iki oğlandan biri daha öldü. Bu da mal ve azadlılar bıraktı. Aynı anadan olan kardeşi mala ve azadlıların velasına varis oldu. Sonra da mal ve velaya varis olan kardeş de öldü, geriye bir oğlanla, baba bir kardeşini bıraktı. Oğlu: “Ben babamın sahip olduğu şeylere sahibim!” dedi. Kardeşi de:

“Durum böyle değil. Sen sadece mala sahip olursun, azadlıların velasına sahip olamazsın! Bilmez misin, kardeşim bugün ölseydi, ben ona varis olmayacak mıydım?” dedi ve Hz. Osman radıyallahu anh nezdinde dava açtılar. O, velanın ölen kerdeşe; malın da ölenin oğluna ait olduğuna hükmetti.”

Muvatta, Itk 22, (2, 784).

ASABE’NİN MİRASI

4707 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ben mü’minlere, kendi nefislerinden evlâyım. Öyleyse kim üzerinde borcu olduğu halde ölür, bunu ödeyecek mal bırakmazsa, onu ödemek bana aittir. Kim de mal bırakarak ölürse bu mal varislerine aittir. -Bir rivayette- Kim bir mal bırakmışsa, buna, kim olursa olsun asabesi varis olur.”

Buhari, Feraiz 4, 15, 25, Kefalet 5, İstikraz 11, Tefsir, Ahzab 1, Nafakat 15, Müslim, Feraiz 16, (1619); Tirmizi, Feraiz 1, (2091), Cenaiz 69, (1070); Ebu Davud, Harac 15, (2955).

4708 – Mikdam radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim külfet bırakırsa yükü banadır. Kim de mal bırakırsa bu varislerinedir. Ben varisi olmayanın varisiyim. Onun yerine diyet öderim, ona varis de olurum. Dayı da varisi olmayanın varisidir, ona bedel diyet de öder. Esirini de ona (fidye ödeyerek) kurtarıverir, ona varis de olur.”

Ebu Davud, Feraiz 8, (2900).

4709 – Tirmizi’de Hz. Aişe radıyallahu anha’dan merfu olarak şu rivayet gelmiştir: “Dayı sadece varisi olmayan varis olur.”

Tirmizi, Feraiz 12, (2105).

4710 – Tirmizi’de Hz. Aişe radıyallahu anha’dan merfu olarak, şu rivayet edilmiştir: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bir azadlısı vefat etti ve mal bıraktı. Geride ne evladı ne de bir yakını yoktu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Mirasını köyünden bir adama verin!” emretti.”

Ebu Davud, Feraiz 8, (2902); Tirmizi, Feraiz 213, (2106).

4711 – Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a geldi ve: “Bende Ezd’den birisinin mirası var. Ben onu verecek bir Ezdli bulamıyorum (ne yapayım?)” dedi. Aleyhissalâtu vesselam:

“Git bir yıl bir Ezdli ara!” emretti. Adam bir yıl sonra tekrar geldi ve “Mirası verecek bir Ezdli bulamadım!” dedi. Aleyhissalatu vesselam:

“Git bak; karşılaşacağın ilk Huzâ’i’ye malı ver!” buyurdu. Adam geri dönünce: “Adamı bana çağırın” emretti. Adam çağırıldı. Gelince:

“Huza’a’nın en yaşlısına bak, malı ona ver!” buyurdu.”

Ebu Davud, Feraiz 8, (2903, 2904).

4712 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Bir kişi ölmüş, geride azad ettiği bir köleden başka (varis) bırakmamıştı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Bu adamın geride bırraktığı bir adamı var mı?” diye sordu.

“Hayır yok! Sadece azad etmiş olduğu bir kölesi var!” dediler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, mirasını azadlısına verdi.”

Ebu Davud, Feraiz 8, (2905); Tirmizi, Feraiz 14, (2107).

4713 – Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Lakit (buluntu) hürdür. (Ölünce) malı da beytülmale aittir. Sâibe de böyledir (hürdür)” buyurdu.”

Rezin tahric etmiştir. (Hadisi Buhari muallak olarak kaydetmiştir: Feraiz 19.

RESÛLULLAH ALEYHİSSALÂTU VESSELÂM VE GERİDE BIRAKTIKLARININ MİRASI

4714 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Hz. Fatıma radıyallahu anha, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh’tan, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bıraktığı maldaki hissesini taksim edivermesini talap etti. Hz. Ebu Bekr, ona şu cevabı verdi.

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Bize vâris olunmaz, bıraktığımız sadakadır” buyurmuştu.”

Hz. Fatıma bu cevaba öfkelendi ve Hz. Ebu Bekr’e küstü, ölünceye kadar da konuşmadı. Zaten Aleyhissalâtu vesselâm’dan sonra altı ay kadar hayatta kalmış (ve rahmet-i Rahman’a kavuşmuştu.)

Sonra Hz. Ömer radıyallahu anh bunu yaptı: Medine’deki sadakasını Hz. Ali ve Abbas radıyallahu anhüma’ya verdi. Hayber ve Fedek’teki (sadakasını) kendi elinde tuttu ve: “Bu iki arazi, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın karşısına çıkan hakları ve hadiseleri içindi. (Şimdi) bu iki arazinin işi, Resûlullah’tan sonra devlet işini eline alan halifenin tasarrufuna kalmıştır” dedi.” Ravi devam eder: “Bu iki yer, bugüne kadar aynı minval üzere devam etmiştir.”

Müslim, Cihad 52, (1759); Ebu Davud, Harac 18, (1968, 2969); Nesai, Kasmu’l-Fey’ 1, (7, 132); Buhari, Feraiz 4, -Buhari muhtasar olarak almıştır-.

4715 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Fatıma radıyallahu anhâ, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh’ın yanına gelip:

“Sana kim varis olacak?” diye sordu.

“Ehlim ve çocuğum!” cevabını alınca: “Öyleyse ben niye babamın bıraktığına varis olamıyorum?” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekr:

“Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Bize varis olunamaz!” dediğini işittim. Ancak ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın geçimini sağladıklarının geçimlerini sağlarım. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın nafaka verdiklerine ben de nafakalarını veririm!” dedi.”

Tirmizi, Siyer 44, (1608).

4716 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hanımları, Resûlullah vefat ettiği zaman Hz. Osman’ı, Hz. Ebu Bekr radıyallahu anhüma’ya gönderip miras hisselerini talep ettirmek istediler. O zaman ben onlara: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Bize varis olunmaz, bıraktığımız sadakadır!” demedi mi (nasıl miras talep edebilirsiniz?)” dedim (ve onları bu niyetten vazgeçirdim.)”

Buhari, Feraiz 3; Müslim, Cihad 51, (1758); Muvatta, Kelam 27, (2, 993); Ebu Davud, Harac 19, (2976, 2977).

4717 – Amr İbnu’l-Haris el-Huzâi radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (öldüğü vakit geride) ne diner, ne dirhem, ne köle, ne cariye ne de başka bir şey bıraktı. Onun bıraktıkları beyaz katırı, silahı ve yakınları için tasadduk ettiği bir tarladan ibaretti.”

Buhari, Vesâsa 1, Cihad 61, 86, Humus 3, Megazi 83; Nesai, Ahbâs 1 (6, 229).

4718 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (öldüğü vakit) ne dinar, ne dirhem, ne koyun ve ne de deve bıraktı. Hiçbir vasiyette de bulunmadı.”

Müslim, Vasiyyet 18, (1635); Ebu Davud, Vesaya 1, (2863); Nesai, Vesaya 2, (6, 240).

4719 – Yunus İbnu Ubeyd Mevlâ Muhammed İbnu’l-Kasım anlatıyor: “Muhammed İbnu’l-Kasım, beni, Bera İbnu Azib radıyallahu anh’a gönderip, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın sancağının neden yapılmış olduğunu sormamı emretti. (Ben de gidip sordum.) Şu cevabı verdi:

“Sancağı siyahtı, Kaplan alacası şeklinde olacak bezden dört köşeli idi.”

Ebu Dâvud, Cihad 76, (2591); Tirmizi, Cihad 10, (1680).

4720 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın Mekke’ye girdiği gün bayrağı beyaz renkliydi.”

Tirmizi, Cihad 9, (1679); Ebu Davud, Cihad 76, (2592).

4721 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bayrağı siyah, sancağı beyazdı.”

Tirmizi, Cihad 10, (1681).

4722 – Simak İbnu Harb, -kavminden bir adamdan, bu da onlardan bir başkasından naklen- anlattığına göre, adam: “Resûlullah’ın bayrağını sarı gördüm!” demiştir.”

Ebu Davud, Cihad 76, (2593).

4723 – Âsım el-Ahvel anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın su bardağını Enes İbnu Malik radıyallahu anh’ın yanında gördüm; bardak çatlamıştı. Enes onu gümüş (halkalar) ile bağlayıp tutturmuştu.” Âsım ilaveten dedi ki: “O nudâr ağacından yapılmış geniş, (güzel) bir bardaktı.”

Ma’mer der ki: “Nudâr, Necid’de yetişen bir ağaç çeşididir.”

Enes der ki: “Ben bu bardakla, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a sayamayacağım kadar çok su verdim!”

Muhammed İbnu Sirin rahimehullah der ki: “Ben bu bardağı gördüm. Onun demirden bir halkası vardı. Enes onun yerine gümüşten veya altından bir halka koymak istemişti. Ebu Talha kendisine:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yapmış olduğu bir şeyi değiştirme!” dedi. O da bundan vazgeçti.

Enes radıyallahu anh der ki: “Ben bu kadehimle Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a her çeşit meşrubat içirdim: Bal, nebiz, su ve süt!”

Buhari, Eşribe 30, Humus 5, (Hadis bu veçhiyle Buhari’de mevcut olmayıp Ahmed İbnu Hanbel’in Müsned’inde gelmiştir: ( 247).

FERAİZ (VARİSLERİN PAY HAKLARI) İLMİNE TEŞVİK

6799 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ey Ebu Hureyre, feraiz ilmini öğrenin ve öğretin. Çünkü o, ilmin yarısıdır. O unutulan bir ilimdir ve o ümmetimden çekip alınacak ilk ilimdir.”

CEDDE (BÜYÜKANNE)NİN PAYI

6800 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bir ceddeyi südüse (altıda bir’e) varis kıldı.”

KELÂLE

6801 – Ömer İbnu’t-Hattâb radıyallahu anh demiştir ki: “Üç mesele vardır ki, şayet Resülullah aleyhissalâtu vesselâm onları açıklamış olsaydı bu benim yanımda, dünya ve dünyanın içindeki şeylerden daha hayırlı olacaktı: Kelâle,fâiz ve hilâfet.”

KÂTİLİN MİRASI

6802 – Abdullah İbnu Amr anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, Mekke’nin fethedildiği gün kalkıp şu beyanda bulundu: “Kadın kocasının diyetine ve malına vâris olur. Erkek de karısının diyetine ve malına varis olur, yeter ki bunlar birbirlerini öldürmüş olmasınlar. Bunlardan biri diğerini taammüden öldürürse ne malına, ne de diyetine hiçbir surette vâris olamaz. Bunlardan biri arkadaşını hatâen öldürürse malına vâris olur, diyetine vâris olamaz.”

ÇOCUĞUNU İNKÂR EDEN

6803 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Mulâane âyeti nazil olduğu zaman Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kendilerinden olmayan bir kimseyi (yalan beyanla) bir kavme dahil eden kadının, Allah’tan bekleyeceği hiçbir şeyi yoktur. Allah onu asla cennetine koymayacaktır. Kendinden olduğunu bile bile çocuğunu inkâr eden erkeğe karşı Allah, (rahmetini) perdeleyecek ve onu, şahidler huzurunda rezil-rüsvay edecektir.”

6804 – Amr İbnu Şu’ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bir kimsenin, bilmediği bir nesebi iddia etmesi veya iç yüzü meçhul olsa bile bir nesebi reddetmesi bir nankörlüktür.”

ÇOCUK İDDİA ETME

6805 – Amr İbnu Şuayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: “Nisbet edildiği babasının ölümünden sonra ilhak edilmesi istenen çocuk, (adamın sağlığında inkâr etmemiş olması şartıyla) babası olduğu söylenen adamın ölümünden sonra mirasçılarının ilhak iddiasında bulundukları kimsedir.”

Ravi der ki: “Aleyhissalâtu vesselâm onun hakkında şu hükmü koydu: “Cinsi temasta bulunduğu sırada mülkiyetinde bulunan cariyeden doğan çocuk, bu çocuğun, o adamın çocuğu olduğunu iddia eden mirasçılara katılmış olur. Fakat mirasçıların yaptığı bu ilhak iddiasından önce (ölen adamın) mirasçılar arasında taksim edilmiş olan malından o ilhak edilen kimseye artık pay yoktur. (Şayet varsa) henüz taksim edilmemiş mirastan yetiştiği miktardan kendine hissesi vardır. Nisbet edildiği babası (hayatta iken) onu inkâr etmiş (yani onun kendi çocuğu olmadığını söylemiş) olma halinde, artık (mirasçılar, ilhak iddiasında bulunsalar bile) o kimse mirasçılara katılmaz (ve adamın çocuğu sayılmaz). Eğer çocuk, adamın, cinsi temasta bulunduğu sırada) mâlik olmadığı bir cariyeden veya zina ettiği hür bir kadından olsa, (adamın mirasçıları ilhak iddiasında bulunsa bile) çocuk, adamın evladından sayılmaz ve çocuğa mirasçı olamaz; bu durumda kendisine nisbet edilen adam, çocuğun kendisinden olduğunu te’yid etse bile hüküm böyledir. Çünkü o, zina mahsulü bir çocuktur. Hür veya cariye olan annesinin mirasçılarına katılır.”

MİRASLARIN TAKSİM ÇEŞİTLERİ

6806 – Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cahiliye devrinde taksim edilmiş bir miras malı, o zamanki taksim üzere muteberdir. İslâm dönemine intikal eden bir miras, artık İslâm’a göre taksim edilecektir.”

Fitneler, Hevalar ve İhtilaflar

FİTNE PATLAK VERİNCE YAPILACAK TAVSİYE

4724 – Ebu Ümeyye eş-Şa’bani anlatıyor: “Ey Ebu Sa’lebe dedim, şu ayet hakkında ne dersin?” (Mealen): “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar vermez..” (Maide 105).

Bana şu cevabı verdi:

“Gerçekten bunu, iyi bilen birine sordun. Zira ben aynı şeyi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a sormuştum. Demişti ki:

“Ma’rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir hevâ, (dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin(selefi dinlemeden) kendi reylerini beğendiklerini müşahade edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. zira (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir.”

Ebu Davud, Melahim 17, (4341); Tirmizi, Tefsir, Maide, (3060); İbnu Mace, Fiten 21, (4014).

4725 – Vâkid İbnu Muhammed babasından, o da Abdullah İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma’dan anlattığına göre demiştir ki:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki:

“Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen birkısım ayak takımı (hezele) kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın?”

“Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah’ın Resûlü!” dedim. Buyurdular ki:

“Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı (ile de), onların cemaatı ile de (uğraşmayı) terkedersin.”

Buhari, Salat 88, Fiten 13; Ebu Davud, Melahim 17, (4342); İbnu Mâce, Fiten 10, (3957).

4726 – Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm seslendiler:

“Ey Ebu Zerr!

“Buyurun, Ey Allah’ın Resûlü, emrinizdeyim!” dedim.

“İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin (ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın?” buyurdular.

“Benim için Allah ve Resûlü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım!” dedim.

“Sabrı tavsiye ederim!” buyurdular -veya sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler:

“Ey Ebu Zerr!”

“Buyurun ey Allah’ın Resûlü, sizi dinliyorum!” dedim.

“Zeyt mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın?”

“Allah ve Resûlü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu!” dedim.

“Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim!” dedi. Ben sordum:

“Ey Allah’ın Resulü! (O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı?”

“Böyle yaparsan (fitneci) kavme ortak olursun!” buyurdular.

“Bana ne emredersiniz!” dedim.

“Evine çekil!” buyurdular.

“Evime girilirse?” dedim.

“Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!” buyurdular.”

Ebu Davud, Fiten 2, (4261); İbnu Mace, Fiten 10, (3958).

4727 – Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü’min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü’min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Adem’in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil.)”

Ebu Davud, Fiten 2, (4259, 4262); Tirmizi, Fiten 33, (2205).

Ebu Davud, “koşandan” kelimesinden sonra şu ziyadeyi kaydetmiştir: “Yanındakiler: “Bize ne emredersiniz (ey Allah’ın Resûlü!)? dediler. “Evinizin demirbaşları olun!” buyurdu.”

4728 – Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kişinin en hayırlı malının, peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip edeceği koyunu olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış olur.”

Buhari, İman 12, Bed’ü’l-Halk 14, Menakıb 25, Rikak 34, Fiten 14; Muvatta, İsti’zan 16, (2, 970); Ebu Davud, Fiten 4, (4267); Nesai, İman 30, (8, 123, 124).

4729 – Ma’kıl İbnu Yesar anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Herc (fitne) zamanında ibadet, tıpkı bana hicret gibidir.”

Müslim, Fiten 130, (2948); Tirmizi, Fiten 31, (2202).

4730 – Mikdad İbnu’l-Esved radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bahtiyar, fitneden kaçınan kimse ile, belâlarla karşılaşınca sabreden kimsedir. Ne mutlu ona!”

Ebu Davud, Fiten 2, (4263).

4731 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Yaklaşan bir şerden yazık Araplara! Elini çeken ondan kurtulur.”

Ebu Davud, Fiten 1, (4249).

İSMİ ZİKREDİLEN FİTNELER

4732 – Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Ömer radıyallahu anh’ın yanında idik. Bize:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın fitne hakkındaki hadisini kim hafızasında tutuyor?” dedi. Ben atılıp: “Ben biliyorum!” dedim.

“Sen iyi cür’etlisin, nasılmış söyle bakalım!” dedim.

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı işittim. Demişti ki: “Kişinin fitnesi ehlinde, malında, çocuğunda, nefsinde ve komşusundadır. Oruç, namaz, sadaka, emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker bu fitneye kefaret olur!”

Ömer radıyallahu anh atılıp: “Ben bu fitneyi kastetmemiştim. Ben öncelikle denizin dalgaları gibi dalgalanacak (bütün cemiyeti sarsacak) fitneyi kastetmiştim!” dedi. Bunun üzerine ben:

“Ey mü’minlerin emiri! O fitne ile sizin ne alakanız var! Sizinle onun arasında kapalı bir kapı mevcut!” dedim.

“Bu kapı kırılacak mı, açılacak mı?” dedi.

“Hayır açılmayacak, bilakis kırılacak!” dedim. Hz. Ömer (hayıflanarak):

“(Eyvah!) Öyleyse ebediyen kapanmayacak!” buyurdu.” Ravi der ki: “Biz Huzeyfe radıyallahu anh’a sorduk:

“Ömer bu kapının kim olduğunu biliyor muydu?”

“Evet dedi. Yarından önce bu gecenin olacağını bildiği katiyette onu biliyordu. Ben size hadis rivayet ettim; boş söz (ve efsane) anlatmadım.”

Huzeyfe radıyallahu anh’a soruldu:

“O kapı kimdir?”

“Ömer radıyallahu anh’tır!” buyurdu.”

Buhari, Mevâkitu’s-Salat 4, Zekat 23, Savm 3, Menakıb 25, Fiten 17, Müslim, Fiten 17, (144), Tirmizi, Fiten 71, (2259).

4733 – Müslim rahimehullah’ın bir rivayetinde (Huzeyfe radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı işittim. Demişti ki:

“Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların kalbine) çubus çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dinyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan (beşeri değerlerden) kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir.”

Bu rivayette Huzeyfe radıyallahu anh der ki: “(Ey Ömer!) Seninle o fitne arasında kapalı bir kapı vardır, kırılması yakındır!”

Hz. Ömer atıldı: “Ey babasız kalasıca! O kırılacak mı? Keşke açılsaydı. Böylece tekrar (kapatılarak eski normal hale) dönülürdü!”

Huzeyfe der ki: “Ben ona bu kapı ile öldürelcek veya ölecek bir şahsın kinaye edildiğini bildiren bir hadis söyledim. Mugalata (ve efsane anlatıp boş laf) etmedim.”

Ravi der ki: “Sa’d İbnu Tarık’a (hadiste geçen) “esvedü mürbad” tabiri ne demektir” diye sordum.

“Siyah üzerinde şiddetli beyazlıktır” dedi. Ben tekrar “el-Kûzu mechıyy” nedir? dedim. “Tepetaklak (ters çevrilmiş) testi!” diye cevap verdi.”

Müslim, İman 231, (144).

4734 – Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümmetimden birkısım insanlar Dicle denen bir nehir yanında. Basra denen geniş bir düzlüğe inerler. Nehrin üzerinde bir koprü vardır. Oranın halkı (kısa zamanda) çoğalır ve muhâcirlerin (müslümanların) beldelerinden biri olur. Ahir zamanda geniş yüzlü, küçük gözlü olan Beni Kantûra gelip nehir kenarına inerler. Bundan böyle (Basra) halkı üç fırkaya ayrılır:

-Bir fırka sığır ve kır develerinin peşlerine takılıp (kır ve ziraat hayatına dönerler, bunlar) helâk olurlar.

-Bir fırka nefislerini(n kurtuluşunu esas) alırlar (ve Beni Kantûra ile sulh yolunu) tutarlar. Böylece bunlar küfre düşerler.

-Bir fırka da çocuklarını geride bırakıp onlarla savaşırlar. İşte bunlar şehit olurlar.”

Ebu Davud, Melahim 10, (4306).

4735 – Hassan İbnu Atiyye, Cübeyr ibnu Nüfeyr’den, o da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın Zi-Mihber denen bir sahabisinden naklen anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Rumlarla güvenilir bir sulh yapacaksınız. Onlar arkanızda (başkalarına) düşman olacaklar, sizler (de diğer düşmanlarınızla) savaşacak ve (Allah’ın keremiyle) yardıma mazhar olacaksınız; ganimet elde edecek, selamete ereceksiniz. Sonra dönüp tepelikli bir çayıra ineceksiniz. Hıristiyanlardan biri salibi kaldıracak ve: “Salib galebe çaldı!” diyecek. Müslümanlardan bir adam öfkelenip onu (salibi) kıracak. Bunun üzerine Rum, (antlaşmasına) ihanet edip büyük bir savaş için toplanacak. Müslümanlar da silaha sarılıp savaşacaklar. Allah bu orduya şehadet lutfedecek.”

Ebu Davud, Melahim 2, (4292, 4293)

.

4736 – Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın zevcelerinden Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bir halifenin ölümü anında (ehl-i hal ve akd arasında) ihtilaf olacak. (O zaman) Medine ahalisinden bir adam (Mehdi), kaçarak Mekke’ye gidecek. Mekke halkından bir kısmı ona gelecek ve (fitne çıkar korkusuyla) istemediği halde onu (evinden) çıkaracaklar. Rükn ile Makam arasında ona biat edecekler. Onları (ortadan kaldırmak için) Şam’dan bir ordu gönderilecek. Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda’da yere batırılacak. İnsanlar bu (kerameti) görünce ona Şam’ın Ebdal’ı ve Irak ahalisinin velileri ona gelip biat ederler. Sonra Kureyş’ten, dayıları Kelb kabilesinden olan bir adam zuhur eder ve (Mehdi ve adamlarına) karşı bir ordu gönderir. Ama onlar bu orduya galebe çalarlar. Bu ordu, Kelbi’nin (ihtirasıyla çıkarılmış) bir ordudur. Bu Kelbi’nin ganimetine iştirak edemeyen zarara uğramıştır. (Mehdi), malı taksim eder. Halk arasında peygamberlerinin sünnetini (ihya eder ve onun) ile amel eder. İslam yeryüzüne yerleşir. Yedi yıl hayatta kalır. -Bazı raviler dokuz yıl demiştir.- Sonra ölür ve müslümanlar cenaze namazını kılarlar.-

Ebu Davud, Melahim 1, (4286, 4288, 4289).

4737 – Hz. Sevban radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.”

Orada bulunanlardan biri: “O gün sayıca azlığımızdan mı?” diye sordu.

“Hayır, buyurdular. Bilakis o gün siz çoksunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!”

“Zaaf da nedir ey Allah’ın Resûlü?” denildi.

“Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdular.”

Ebu Davud, Melahim 5, (4297).

4738 – Hz. Huzeyfe radıyallahu anh diyor ki: “Vallahi bilemiyorum! Arkadaşlarım gerçekten unuttular mı yoksa unutmuş mu gözüküyorlar? Allah’a kasem olsun, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Kıyamete kadar gelecek fitne başılardan üçyüz ve daha fazla etbaı bulunan herkesi, hiçbirini bırakmadan, bize ismiyle, babasının ismiyle, kabilesiyle söyleyip haber verdi.”

Ebu Davud, Fiten 1, (4243).

İSMEN ZİKREDİLMEYEN FİTNELER

4739 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Karanlık gecenin parçaları gibi olan fitnelerden önce, hayırlı ameller işlemede acele edin. O fitne geldi mi kişi mü’min olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama girer. Mü’min olarak akşama erer de kâfir olarak sabaha ulaşır; dinini basit bir dünya menfaatine satar.”

Müslim, İman 186, (118); Tirmizi, Fiten 30, (2196).

4740 – İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bu ümmette dört (büyük) fitne olacak. Sonuncusunda Kıyamet kopacak!”

Ebu Davud, Fiten 1, (4241).

4741 – Arfece radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Şerler ve fesadlar olacak. Kim, birlik içinde olan bu ümmetin işinde tefrika çıkarmak isterse, kim olursa olsun kılıçla boynunu uçurun.” -Bir rivayette: “…onu öldürün!” denmiştir-.”

Müslim, İmaret 59, (1852); Ebu Davud, Sünnet 30, (4762); Nesai, Tahrim 6, (7, 93).

4742 – Hz. Muaviye radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) aramızda doğrulup buyurdular ki:

“Haberiniz olsun! Sizden önce Ehl-i kitap, yetmişiki millete (dine) bölündüler. Bu ümmet ise yetmişüç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmişikisi ateşte, sadece biri cennettedir. Bu da (Ehl-i Sünnet ve’l) cemaattir.”

Ebu Davud, Sünnet 1, (4597).

Bir rivayette şu ziyade var: “Ümmetimden birkısım gruplar çıkacak, bunları bid’alar istila edecek, tıpkı kuduzun, buna yakalanan kimsede hiçbir damar, hiçbir mafsal bırakmayıp her tarafını sardığı gibi, bu bid’a da onların her hallerine sirayet edecek.”

4743 – İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Beni İsrail üzerine gelen şeyler, aynıyla ümmetimin üzerine de gelecektir. Öyle ki onlardan aleni olarak annesine gelen olmuşsa, ümmetimden de bu çirkin işi mutlaka yapan olacaktır. Nitekim, Beni İsrail yetmişiki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmişüç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir.”

“Bu fırka hangisidir?” diye soruldu.

“Benim ve ashabımın üzerinde olduğu şeyden ayrılmayanlardır!” buyurdular.”

Tirmizi, İman 18, (2643).

4744 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (birgün):

“Lât ve Uzza’ya (tekrar) tapılmadıkça gece ile gündüz gitmeyecektir!” buyurdular. Ben atılıp: “Ey Allah’ın Resulü! Allah Teâla Hazretleri “O Allah’ki Resûlünü hidayet ve hak dinle göndermiştir, ta ki onu bütün dinlere galebe kılsın” (Saff 9) ayetini indirdiği zaman ben bunun tam olduğunu zannetmiştim!” dedim. Aleyhissalatu vesselam cevaben:

“Bu hususta Allah’ın dediği olacak. Sonra Allah hoş bir rüzgâr gönderecek. Bunun tesiriyle kalbinde zerrre miktar imanı olanın ruhu kabzedilecek. Kendisinde hiçbir hayır olmayan kimseler dünyada baki kalacaklar ve bunlar atalarının dinlerine dönecekler!” buyurdular.”

Müslim, Fiten 52, (2907).

4745 – Sevban radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım. Ümmetim arasına kılıç bir kere girdi mi, artık Kıyamet gününe kadar kaldırılmaz. Ümmetimden birkısım kabileler müşriklere iltihak etmedikçe, ümmetimden birkısım kabileler putlara tapmadıkça Kıyamet kopmaz. Ümmetimde otuz tane yalancı çıkacak hepsi de kendisinin peygamber olduğunu iddia edecek. Halbuki ben peygamberlerin mührüyüm (sonuncusuyum) ve benden sonra peygamber de yoktur. Ümmetimden bir grup hak üzerinde olmaktan geri durmaz. Onlara muhalefet edenler onlara zarar veremezler. Allah’ın (Kıyamet) emri, onlar bu halde iken gelir.”

Ali İbnu’l-Medini: “Bunlar ashabu’l-hadistir” demiştir.”

Müslim, İmaret 170, (1920); Ebu Davud, Fiten 1, (4252); Tirmizi, Fiten 32, (2203, 2220, 2230). Hadisi, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi parça parça rivayet etmişlerdir. Rezin ise bu lafızla (kaydettiğimiz şekilde tek bir rivayet halinde) tahric etmiştir.

4746 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.”

“Bu nasıl olur?” diye soruldu. Şu cevabı verdi:

“Herçtir! Öldüren de ölen de ateştedir.”

Müslim, Fiten 56, (2908).

4747 – Üsame İbnu zeyd radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Medine’nin Ütüm denen (eski ve yüksek) binalarından birine yaklaşmıştı:

“Benim gördüklerimi sizler de görüyor musunuz?” buyurdular. Yanındakiler: “Hayır” deyince, açıkladı:

“Ben, şu evlerinizin arasında birkısım fitnelerin yerlerini görüyorum, tıpkı yağmur yerleri gibi.”

Buhari, Fezailu’l-Medine 8, Mezalim 25, Menakıb 25, Fiten 4; Müslim, Fiten 9, (2885).

4748 – Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Müslümanlar arasına tefrika girip (iki fırkaya ayrıldıkları) zaman dinden çıkan bir taife zuhur edecek. Onları, iki taifeden halka en yakın olanı öldürecektir.”

Müslim, Zekat 150, (1065); Ebu Davud, Sünnet 13, (4667).

4749 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetim çalımlı çalımlı yürüdü ve meliklerin evladları, Rumlar ve İranlılar hizmetini yaptı mı, şerirleri hayırlılarına musallat edilecektir.”

Tirmizi, Fiten 64, 2262.

4750 – İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün:

“Size İran ve Bizans’ın hazineleri açılınca, nasıl bir kavim olacaksınız?” diye sormuştu. Abdurrahman İbnu Avf: “Allah’ın emrettiği şekilde oluruz!” dedi. Aleyhissalatu vesselam:

“Bilakis, sizler birbirinizle münafese (menfaat yarışı) edecek, hasedleşecek sonra da birbirinizden yüz çevirecek ve kinleşeceksiniz. Daha sonra da muhacirlerin miskin (ve zayıf olan)larına gidip birkısmını diğeri üzerine valiler yapacaksınız.”

Müslim, Zühd 7, (2962).

4751 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümeranız hayırlı olanlarınızdan iseler, zenginleriniz sehâvetkâr kimselerse, işlerinizi aranızda müşavere ile hallediyorsanız, bu durumda yerin üstü (hayat), altından (ölümden) hayırlıdır. Eğer ümeranız şerirlerinizden, zenginleriniz cimri ve işleriniz kadınların elinde ise, yerin altı üstünden, (ölmek yaşamaktan) daha hayırlıdır. (Çünkü artık dini ikame imkanı kalmaz).”

Tirmizi, Fiten 78, (2267).

4752 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):

“Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur?” diye sormuştu. (Yanındakiler hayretle):

“Ey Allah’ın Resûlü, yani böyle bir hal mi gelecek?” dediler.

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdu ve devam etti:

“Emr-i bi’l-ma’rufta bulunmadığınız, nehy-i ani’l-münker yapmadığınız vakit haliniz ne olur?” diye sordu. (Yanındakiler hayretle:)

“Yani bu olacak mı?” dediler.

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdular ve sormaya devam ettiler:

“Münkeri emredip, ma’rufu yasakladığınız zaman haliniz ne olur?” (Yanında bulunanlar iyice hayrete düşerek):

“Ey Allah’ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?” dediler.

“Evet, hatta daha beteri!” buyurdular ve devam ettiler:

“Ma’rufu münker, münkeri de ma’ruf addettiğiniz zaman haliniz ne olur?” (yanindeki Ashab:) “Ey Allah’ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı?” diye sordular.

“Evet, olacak!” buyurdular.”

Rezin tahric etmiştir. Bu rivayet daha muhtasar olarak Ebu Ya’lâ’nın Müsned’inde ve Taberâni’nin el-Mu’cemu’l-Evsat’ında tahric edilmiştir. Heysemi, Mecma’u’z-Zevaid’de kaydetmiştir (7, 281).

4753 – Ebu Mâlik veya Ebu Amir el-Eş’ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümmetimden bir kavim, ferci (zinayı), ipeği, içkiyi, çalgıyı helal addedecektir. Birkısım kavimler de bir dağın eteğine inecekler. Onların sürüsünü, çoban sabahları yanlarına getirecek. (Fakir) bir adam da, bir ihtiyacı için yanlarına gelecek. Onlar adama:

“Bize yarın gel! derler. Bunun üzerine Allah onları geceleyin yakalayıverir ve dağı tepelerine koyarak birkısmını helak eder. Geri kalanları da mesh ederek Kıyamete kadar maymun ve hınzırlara çevirir.”

Buhari, Eşribe 6.

4754 – Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a halk hayırdan sorardı. Ben ise, bana da ulaşabilir korkusuyla, hep şerden sorardım. (Yine bir gün:)

“Ey Allah’ın Resûlü! Biz Cahiliye devrinde şer içerisinde idik. Allah bize bu hayrı verdi. Bu hayırdan sonra tekrar şer var mı?” diye sordum.

“Evet var!” buyurdular. Ben tekrar: “Pekiyi bu şerden sonra hayır var mı?” dedim.

“Evet, var! Fakat onda duman da var” buyurdular. Ben: “duman da ne?” dedim.

“Bir kavim var. Sünnetimden başka bir sünnet edinir; hidayetimden başka bir hidayet arar. Bazı işlerini iyi (ma’rûf) bulursun, bazı işlerini kötü (münker) bulursun” buyurdular. Ben tekrar:

“Bu hayırdan sonra başka bir şer kaldı mı?” diye sordum.

“Evet! buyurdular. Cehennem kapısına çağıran davetçiler var. Kim onlara icabet ederek o kapıya doğru giderse, onlar bunu ateşe atarlar” buyurdular. Ben: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben (o güne) ulaşırsam, bana ne emredersiniz?” dedim.

“Müslümanların cemaatine ve imamlarına uy, onlardan ayrılma. (İmam sırtına (zulmen) vursa, malını (haksızlıkla) alsa da onu dinle ve itaat et!)” buyurdular.

“O zaman ne cemaat ne de imam yoksa?” dedim.

“O takdirde bütün fırkaları terket (kaç)! Öyle ki, bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş bile olsan, ölüm sana gelinceye kadar o vaziyette kal” buyurdular.”

Buhari, Fiten 11, Menakıb 25; Müslim, İmaret 51, (1847); Ebu Davud, Fiten 1, (4244, 4245, 4246, 4247).

4755 – Abdurrahman İbnu Abdi’l-ka’be anlatıyor: “Mescide girmiştim. Abdullah İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma’yı gördüm: Ka’be’nin gölgesinde oturuyordu. Ka’be’nin gölgesinde birçok kimse ona müteveccih olarak oturmuştu. Ben de ona doğru oturdum. Şunu anlattı:

“Bir seferde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’la beraberdik. Bir yerde konakladık. Kimimiz çadırını tamir ediyor, kimimiz yerini düzlüyor, kimimiz hayvanlarını güdüyordu. Derken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın münadisi seslendi: “es-Salâtu câmi’a: “Haydin namaza!” Resûlullah’a gittik, yanında toplandık.

“Benden önce her peygamber, ümmeti için hayır bildiği şeyi onlara öğretmekle mükellef idi. Onlar için şer bildiği şeyden de onları inzar etmesi (korkutması) gerekli idi. Bilesiniz, şu ümmetinizin afiyeti önce gelenler hakkında kesin kılınmıştır. Sonrakiler belaya ve kötü addedeceğiniz birkısım hallere maruz kalacaklardır. Birbirini takip eden fitneler gelecek. Mü’min: “Bu fitne helâkimdir” diyecek. Sonra bu kalkacak, başka bir fitne gelecek. “Helakim işte bundan, işte bundan” diyecek. Öyleyse, kim ateşten uzak kalmayı ve cennete girmeyi dilerse, Allah’a ve ahiret gününe inanır olduğu halde ölümü karşılasın. İnsanlara, onların kendisine nasıl muamele etmelerini dilerse öyle muamelede bulunsun. Kim bir imama biat edip, samimiyetle sadakat sözü vermiş ise, elinden geldikçe ona itaat etsin. Bir başkası gelip, önceki ile münâzaaya girişecek olursan sonradan çıkanın boynunu uçurun.”

Ravi (Abdurrahman) der ki: “Abdullah İbnu Amr’a yanaştım ve:

“Allah aşkına söyle. Bu anlattıklarını bizzat kendin Resûlullah aleyhissalâm’dan işittin mi?” dedim. Sorum üzerine eliyle kulak ve kalbini tutarak:

“Evet kulaklarım işitti, kalbim de belledi” dedi. Ben:

“Ama, amcaoğlun Muaviye, bize mallarımızı aramızda batıl bir şekilde yememizi, birbirimizi öldürmemizi emrediyor. Halbuki Allah Teâla hazretleri (mealen): “Ey iman edenler! Birbirinizin malını haram şekilde yemeyin; ancak karşılıklı rıza ile yaptığınız ticaret başkadır. Birbirinizi ve kendinizi öldürmeyin. Canlarınızı da boşu boşuna tehlikeye atmayın. Şüphesiz ki Allah size merhametlidir” (Nisa 29) buyuruyor” dedim. Biraz sustu sonra:

“Allah’a itaatte ona itaat et, Allah’a isyanda ona isyan et!” dedi.”

Müslim, İmaret 46, (1844); Nesai, Bey’at 25, (7, 153); Ebu Davud, Fiten 1, (4248); İbnu Mace, Fiten 9, (3956).

4756 – Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Irak ehline bir ölçeklik yiyecek ve tek dirhemlik paranın gelmeyeceği zaman yakındır!” buyurmuşlardı.

“Nereden?” diye soruldu.

“Acem diyarından. Onlar bunu yasaklayacak” buyurdu ve devamla:

“Şam ehline de tek dinarlık paranın ve bir ölçeklik yiyeceğin gelmeyeceği zaman yakındır!” buyurdular. Yine:

“Bu nereden gelmeyecek?” diye soruldu.

“Rum cihetinden!” buyurdular. Sonra (Hz. Cabir) bir müddet sustu (ve ilave etti: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm dedi ki:

“Ümmetimin sonunda bir halife gelecek; malı sayı ile değil, avuç avuç dağıtacak!)”

Müslim, Fiten 67, (2913).

4757 – Yine Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümmetimin sonunda bir halife gelecek, malı sayarak değil, avuçlayarak dağıtacak.”

Hadisi (Hz. Cabir’den rivayet eden) Ebu Nadre ve Ebu’l-Alâ’ya:

“Bunun Ömer İbnu Abdilaziz olmasına ne dersiniz?” diye sorulmuştu. Onlar:

“Hayır, (o değildir)!” dediler.”

Müslim, Fiten 67, (2913).

4758 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Irak’a ölçeği ve dirhemi verilmeyecek. Şam’a da ölçeği ve dinarı verilmeyecek. Mısır’a ölçeği ve dinarı verilmeyecek. Başladığınız yere döneceksiniz” buyurdu ve üç kere tekrar etti. Buna Ebu Hureyre’nin eti ve kanı şahit oldu.”

Müslim, Fiten 33, (2896); Ebu Davud, Harac 29, (3035).

4759 – Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İblis’in arşı deniz üzerindedir. Oradan askerlerini gönderip insanları fitneye atar. Bunlardan, yanında mertebece en yüksek olanı en büyük fitneyi çıkarandır. Askerlerinden biri gelip: “Şunu şunu yaptım!” der. İblis: “Hiçbir şey yapmamışsın!” der. Sonra bir diğeri gelip: “Ben falanı(n peşini) hanımıyla arasını açıncaya kadar bırakmadım!” der. İblis onu kendisine yaklaştırıp: “sen ne iyisin!” der.”

Müslim, Münafikûn 66-67, (2813).

4760 – Ebu’l-Bahteri anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı dinleyen bir zatın bana anlattığına göre Resûlullah demiştir ki:

“İnsanlar, günahları çoğalmadıkça helak olmayacaklardır.”

Ebu Davud, Melahim 17, (4347).

4761 – Seleme İbnu’l-Ekva’ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim bize kılıç kaldırırsa bizden değildir.”

Müslim, İman 162, (99).

4762 – Ebu Musa ve İbnu Ömer radıyallahu anhüm anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim bize karşı silah taşırsa bizden değildir.”

Buhari, Fiten 7; Müslim, İman 163, (100); Tirmizi, Hudûd 26, (1459).

4763 – Abdullah İbnu’z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim kılıcını çeker sonra koyarsa kanı hederdir.”

Nesai, Tahrim 26, (7, 117).

ASABİYET VE EHVA

4764 – Cündeb İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim ummiyye (gayesi İslam olmayan) bir bayrak altında bir asabiyete yardım ederken öldürülürse onun ölümü, cahiliye ölümü üzeredir.”

Müslim, İmaret 57, (1850); Nesai, Tahrim 28, (7, 123).

4765 – Süraka İbnu Malik el-Cu’şemi radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“En hayırlınız, (zulme düşerek) günah işlemedikçe aşiretini müdafaa edendir.”

Ebu Davud, Edeb 121, (5120).

4766 – Vasile İbnu’l-Eska’ radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, asabiyet nedir?”

“Asabiyet, buyurdular, zulümde kavmine yardım etmendir.”

Ebu Davud, Edeb 121, (5519).

4767 – Amr İbnu Ebi Kurre anlatıyor: “Huzeyfe radıyallahu anh Medain’de iken, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın öfke halinde, ashabından bazılarına sarfettiği sözleri anlatıyordu. Huzeyfe’den bunları işitenlerden birkısmı Selmân radıyallahu anh’a gelip, Huzeyfe’nin anlattıklarını kendisine söylüyorlardı. Selmân da onlara:

“Huzeyfe söylediğini daha iyi bilir!” diyordu. Onlar da tekrar Huzeyfe’nin yanına dönüp kendisine:

“Biz senin söylediklerini Selman’a sorduk. Ne tasdik etti ne de reddetti” dediler. Bunun üzerine Huzeyfe (Sebze tarlasında bulunan) Selmân radıyallahu anhüma’nın yanına gidip:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan işittiğim şeyler hususunda beni niye tasdik etmedin?” diye sordu. Selman da:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm öfkelenir ve öfkeli iken konuşurdu. Razı olur ve rıza halinde de konuşurdu!” cevabını verdi ve sonra devamla:

“Ey Huzeyfe! dedi. Sen, kalplerde, birkısım insanlara sevgi, birkısım insanlara buğz hasıl edip aralarında ihtilaf ve ayrılıklara sebep olan bu konuşmalardan vazgeçsen olmaz mı! Nitekim biliyorsun ki, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) hutbesinde şöyle buyurmuştu: “Allahım! Ben senin katından bir garanti talep ediyorum: Ümmetimden kime öfkeli halimde (haksız yere) sebbetmiş veya lanet etmiş (veya vurmuş veya incitmiş) isem -ki ben de ademoğluyum, tıpkı onların öfkelenmeleri gibi öfkelenirim. Halbuki sen beni alemlere rahmet olarak gönderdin- bu (haksız sözümü) o kimseler için Kıyamet günü rahmet, (zekat, ecir, yakınlık vesilesi, tuhûr) kıl. (Ta ki o vesile ile sana yaklaşsın!)”

Ey Huzeyfe! Allah’a yemin olsun, ya bu konuşmalardan vazgeçeceksin, yahut da seni Ömer İbnu’l-Hattab radıyallahu anh’a yazıp şikayet edeceğim!”

Ebu Dâvud, Sünnet 11, (4659).

FİTNELERİN GELDİĞİ CİHET VE FİTNELERİN ÇIKTIĞI KİMSELER

4768 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Küfrün başı doğu cihetindedir. Övünme ve çalım satma işi at, deve, sığır besleyenler, çadırda oturanlar arasındadır. Sükûnet de koyun besleyenlerdedir.”

4769 – Buhari’nin bir diğer rivayetinde denir ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“İman Yemenlidir. Fitne şu tarafta, şeytanın boynuzunun doğduğu yerdedir.”

4770 – Müslim’in rivayetinde şöyledir: “İman Yemenlidir. Küfür de şark cihetindedir. Sükûnet koyun besleyenlerin yanındadır. Övünmek ve çalım satmak feddâdların, yani at besleyip çadırda kalanların yanındadır.”

Buhari, Bed’ü’l-Halk 15, Menakıb 1, Megazi 74; Müslim, İman 85, (52); Muvatta, İsti’zan 15, (2, 920).

MÜSLÜMANLARIN BİRBİRLERİYLE SAVAŞLARI

4771 – Ahnef İbnu Kays radıyallahu anh anlatıyor: “Şu adamı kastederek (evden) çıkmıştım. Yolda Ebu Bekre radıyallahu anh’a rastladım.

“Ey Ahnef nereye gidiyorsun?” dedi.

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın amcaoğluna yardım etmeyi arzu ediyorum!” dedim.

“Dön! dedi. Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim: “İki müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine yürürlerse öldüren de ölen de ateştedir!” (Bu söz üzerine Resûl-i Ekrem’e): “Ey Allah’ın Resûlü! Katili anladık ama maktûl niye ateşte?” diye sorulmuştu.

“Çünkü o da kardeşini öldürme hırsı taşıyordu!” cevabını verdi. -Bir başka rivayette ise: “O da kardeşini öldürmek istemişti” demiştir.-“

Buhari, Diyat 2, Fiten 10; Müslim Fiten 14, (2888); Ebu Davud, Fiten 5, (4268); Nesai, Tahrim 29, (7, 125).

4772 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Sizden kimse kardeşine silahla işarette bulunmasın. Zira, o bilemez, belki de şeytan elinde bir fesatta bulunur da ateşten bir çukura düşer.”

Buhari, Fiten 7; Müslim, Birr 126, (2617); Tirmizi, Fiten 4, (2163).

4773 – Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Müslümana sövmek fısktır, onunla çarpışmak da küfürdür.”

Buhari, Fiten 8, İman 36, Edeb 44; Müslim, İman 116, (64); Tirmizi, İman 15, (2636); Nesai, Tahrim 27, (7, 132).

4774 – İbnu Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler olarak (dinden) dönmeyin.”

Tirmizi, Fiten 28, (2194); Buhari, Fiten 8, Diyat 2; Ebu Davud, Sünnet 16, (4686); Müslim, İan 66, (119); Nesai, Tahrim 28, (7, 127).

Nesai, İbnu Mes’ud’dan yaptığı bir rivayette şu ziyadeye yer verir: “Kişi ne babasının ne de kardeşinin cinayetinden sorumlu tutulmaz.”

HZ. OSMAN’IN ŞEHİD EDİLMESİ

4775 – Abdullah İbnu Selâm’ın kerdeşioğlu, amcası (Abdullah İbnu Selam) radıyallahu anh’tan naklediyor:

“Hz. Osman radıyallahu anh öldürülmek istendiği zaman yanına geldim. Osman bana:

“Sen niye geldin?” diye sordu.

“Sana yardım edeyim diye geldim” dedim.

“Öyleyse halka çık. Onları benden uzaklaştır. Zira sen bana hariçte olursan, yanımda olmaktan daha faydalı olursun!” dedi. Ben de çıkıp: “Ey insanlar! Bilirsiniz, benim adım cahiliye devrinde falandı. Ama Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beni Abdullah diye tesmiye buyurdu. Benim hakkımda Kitabullah’ta birkısım ayetler nazil olmuştur. Şu ayet benim hakkımda nazil olanlardan biridir:

“De ki: Söyleyin bana, eğer bu Kur’ân Allah tarafından gönderildiği halde, onu inkar ettiyseniz ve İsrailoğullarından bir şahit de Tevrat’a dayanarak onun hak kitap olduğuna şahitlik edip iman ettiği halde siz iman etmeyi büyüklüğünüze yediremezseniz, zalim olmaz mısınız? Muhakkak ki, Allah zalimler güruhuna yol göstermez” (Ahkâf 10). Keza şu ayet de benim hakkımda nazil oldu: “İnkar edenler, “Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Sizinle benim aramızda şahid olarak Allah ile O’nun kitapları hakkında bilgi sahibi olanlar yeter” (Ra’d 43). Allah’ın size karşı kınına konmuş bir kılıcı var. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın inmiş olduğu bu beldenizde melekler size mücavir oldular. Öyleyse bu adamı öldürmekten Allah’tan korkun! Allah’tan korkun! Allah’a yemin olsun eğer onu öldürürseniz, komşularınız olan melekleri buradan tardetmiş olacaksınız ve Allah’ın size karşı kında tuttuğu kılıcı kınından çıkartacaksınız ve artık o Kıyamete kadar kınına girmeyecek!”

Bu sözlerim üzerine:

“Şu yahudiyi öldürün! Osman’ı öldürün!” diye bağrıştılar.

Tirmizi, Tefsir, Ahkâf.

CEMEL VAKASI

4776 – Abdullah İbnu Ziyâd anlatıyor: “Hz. Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe radıyallahu anhüm Basra’ya yürüyünce, Hz. Ali, Ammar İbnu Yasir ve Hasan’ı (radıyallahu anhüm) gönderdi. Bu ikisi Küfe’ye yanımıza geldiler ve minbere çıktılar. Hz. Hasan radıyallahu anh minberin yukarısında idi. Ammar radıyallahu anh da ondan aşağıda idi. Biz onların etrafında toplandık. Ammar’ın şöyle konuştuğunu işittim:

“Aişe, Basra’ya yürüdü. Muhakkak ki o, dünyada da ahirette de Peygamber aleyhissalatu vesselam’ın zevcesidir. Ancak Allah sizi imtihan ediyor: Kendisine mi itaat edeceksiniz, yoksa ona (Hz. Aişe’ye) mi?”

Buhari, Fezailu’l-Ashab 30, Fiten 17.

4777 – Şakik İbnu Abdillah anlatıyor: “Ben, Ebu Musa el-Eş’ari, Ebu Mes’ud el-Ensari ve Ammar radıyallahu anhüm ile oturuyordum. Ebu Mes’ud, Ammar’a:

“Senin arkadaşlarından herkese dilediğim takdirde bir kulp takabilirim. Ama sen hariçsin. Senin hakkında bir şey söyleyemem. Senin, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a arkadaş olduğum günden beri, ikinizin şu işteki ağırlığınızdan başka bir kusurunuzu görmüş değilim!”

Ebu Mes’ud -zengin birisiydi- şu karşılıkta bulundu: “Ey oğlum! İki hulle (takım) getir. Birini Ebu Musa’ya ver, diğerini de Ammar’a!” Ve ilave etti: “Bunların içinde ikiniz cumaya gidin.”

Buhari, Fiten 18, Fezailu’l-Ashab 30.

4778 – Kays İbnu Abbâd radıyallahu anh anlatıyor: “Ali radıyallahu anh’a: “Söyle bize! (Savaş için) şu yürüyüşünü Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bir emrini yerine getirmek üzere mi yapıyorsun, şahsi bir içtihadın olarak mı?” diye sordum.

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana bu yürüyüşü yapmam için herhangi bir emirde bulunmadı. Ben bunu şahsi reyimle yapıyorum!” cevabını verdi.”

Ebu Davud, Sünnet 13, (4666).

HARİCİLER

4779 – Zeyd İbnu Vehb el-Cüheni -ki bu zat, Hz. Ali radıyallahu anh Haricilerle savaşmak üzere yürüdüğü zaman beraberindeki orduda bulunuyordu- anlatıyor: “Hz. Ali dedi ki: “Ey insanlar ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim:

“Ümmetimden bir grup çıkar. Kur’ân’ı öyle okurlar ki, sizin okuyuşunuz onlarınkinin yanında bir hiç kalır. Namazınız da namazlarına göre bir hiç kkalır. Orucunuz da oruçları yanında bir hiç kalır. Kur’ân’ı okurlar, onu lehlerine zannederler. Halbuki o aleyhlerinedir. Namazları köprücük kemiklerinden öteye geçmez. Okun avı delip geçmesi gibi dinden hemen çıkarlar. Onlarla harb eden ordu(nun askerlerine) peygamberlerinin diliyle ne (kadar çok ücret)ler takdir edilmiş olduğunu bilselerdi (başkaca) amel yapmaktan vazgeçerlerdi. Onların alameti şudur: Aralarında pazusu olduğu halde kolu olmayan bir adam olacak. Pazusu üzerinde meme ucu bir çıkıntı bulunacak. Bunun üzerinde de beyaz kıllar bulunacak. Sizler Muâviye ve Şamlıların üzerine gidecek, buradakileri terkedeceksiniz. Onlar da sizin (yokluğunuzdan istifade ile) çoluk-çocuğunuza ve mallarınıza sizin namınıza halef olacaklar!.”

(Hz. Ali ilave etti:) “O vallahi! Ben, onların bu kavim olacağını kuvvetle ümit ediyorum. Çünkü onlar haram kan döktüler. Halkın meradaki hayvanlarını gasbettiler. Öyleyse, Allah adına bunlar üzerine yürüyün!”

Ravi der ki: “Haricilerin başında o gün, Abdullah İbnu Vehb er-Râsibi olduğu halde, onlarla karşılaşınca Hz. Ali radıyallahu anh askerlerine:

“Mızraklarınızı bırakın, kılıçlarınızı kınlarından çıkarın. Çünkü ben, onların Harura günü size yaptıkları gibi yine size sulh teklif edeceklerinden korkuyorum!” dedi. Bu emir üzerine döndüler, mızraklarını bertaraf ettiler ve kılıçlarını sıyırdılar. Askerler onlara mızraklarını sapladı. Öldürüp üst üste yığdı. O gün cengâverlerden sadece iki kişi isabet alıp şehit düştü. Ali radıyallahu anh:

“Aralarında o sakat herifi arayın!” emretti. Aradılar, fakat bulamadılar. Bizzat Ali kalkıp üst üste öldürülmüş insanların yanına geldi.

“Bunları geri çekin!” dedi. Sonra yere gelen cesetler arasında onu buldular. Onun bulunması üzerine Hz. Ali radıyallahu anh tekbir getirdi ve:

“Allah doğru söyledi. Resûlü de doğru tebliğ etti” dedi. Ubeyde es-Selmâni, Hz. Ali’ye doğrulup:

“Ey mü’minlerin emiri! Kendisinden başka ilah olmayan Allah aşkına söyle. Sen bu hadisi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan bizzat işittin mi?” diye sordu. Ali radıyallahu anh:

“Kendinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim, evet!” dedi. Ubeyde Hz. Ali’ye üç sefer yemin verdi. O da ona üç sefer yemin etti.”

Müslim, Zekat 156, (1066).

4780 – Müslim, (bu hadisi) Abdullah İbnu Rafi’den de aynı şekilde tahriç etmiştir. O rivayetin baş kısmında şu ziyade var: “Haruriyye, Ali İbnu Ebi Talib radıyallahu anh’a karşı hurûc ettikleri zaman: “Hüküm Allah’ındır” dediler. (Bu ibare Kur’an’dan bir iktibas olması hasebiyle) Hz. Ali de: “Kendisiyle bâtıl murad edilen hak bir söz” dedi.”

Müslim, Zekat 157, (1066).

4781 – Süveyd İbnu Gafle radıyallahu anh anlatıyor: “Ali radıyallahu anh dedi ki: “Ben size Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan bir hadis söyleyince, Allah’a yemin olsun Aleyhissalatu vesselam’ın söylemediği bir şeyi söylemektense gökten atılmayı tercih ederim. Ancak benimle sizin aranızda cereyan eden şeyler hakkında konuşunca, bilesiniz harp hiledir. Zira ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim:

“Ahir zamanda yaşça küçük, akılca kıt birtakım gençler çıkacak. Yaratılmışın en hayırlısının sözünü söylerler, Kur’ân’ı okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkarlar. Onlara nerede rastlarsanız onları gebertin. Zira, onları öldürene, Kıyamet günü, Allah’ın vereceği ücret var.”

Buhari, Fezailu’l-Kur’ân 36, Menakıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Zekat 154, (1066); Ebu Davud, Sünnet 31, (4767); Nesai, Tahrim 26, (7, 119).

4782 – Ebu Said ve Enes radıyallahu anhüma anlatıyorlar: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümmetimde ihtilaf ve ayrılıklar meydana gelecek, (Onlardan) bir grup lafıyla güzel, ameliyle kötü olacak. Bunlar Kur’ân’ı okuyacaklar, ancak köprücük kemiklerinden aşağı geçmeyecek. Bunlar, dinden tıpkı okun avu delip geçmesi gibi çıkarlar. Onlar, ok kirişine dönmedikçe bir daha dine geri gelmezler. Bunlar mahlukatın en şeriridir. Onları öldürene ve onlar tarafından öldürülene ne mutlu! Onlar insanları Kitabullah’a çağırırlar, fakat kitaptan zerre kadar nasipleri yoktur.”

Yanında bulunan Ashab:

“Ey Allah’ın Resûlü dediler. Onların alameti nedir?” diye sordular da:

“Tıraş olmak!” buyurdular.”

Ebu Davud, Sünnet 31, (4765).Benzer bir rivayeti Ebu Saidi’l-Hudri’den Sahiheyn kaydetmiştir. Buhari, Fezailu’l-Kur’an 36, Menakıb 25, Edeb 95, İstitabe 6, 7; Müslim, Zekat 143-148, (1064); Muvatta, Kur’ân 10, (1, 204, 205); Nesai, Zekat 79, (5, 87), Tahrim 26, (7, 119).

4783 – Hz. Enes’ten gelen bir rivayette (Resûlullah şöyle) buyurmuştur: “Onların alameti tıraş ve saçın yolunmasıdır. Onları gördüğünüz zaman öldürün.”

4784 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın Huneyn dönüşünde bir adam yanına geldi. Bu sırada Hz. Bilâl’in eteğinde gümüş (para) vardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bundan avuç avuç alıp insanlara dağıtıyordu. Gelen adam:

“Ey Muhammed! Adil ol!” dedi. Aleyhissalatu vesselam (öfkeli olarak):

“Yazık sana! Ben de adil olmazsam kim adil olabilir? Eğer adil olmazsam zarara ve hüsrana düşerim!” buyurdular. Hz. Ömer atılıp:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bana müsaade buyurun şu münafığın kellesini uçurayım!” dedi. Aleyhissalatu vesselam:

“Halkın “Muhammed arkadaşlarını öldürüyor” diye dedikodu yapmasından Allah’a sığınırım. Bu ve arkadaşları Kur’an okurlar (ama okudukları) hançerelerini aşağı geçmez. Dinden, okun avı delip geçtiği gibi çıkıp giderler!” buyurdular.”

Buhari, Humus 16; Müslim, Zekât 142, (1063). Metin Müslim’inkidir.

HAKEMEYN HADİSESİ VE YEZİD İBNU MUÂVİYE’YE BİAT VAKASI

4785 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Hz. Hafsa radıyallahu anhâ’nın yanına girdim ve:

“(Ali ile Muaviye radıyallahu anhüma’nın Sıffin’deki hadiseleri sebebiyle halka gelenleri görüyorsun. (Şimdi Harameyn ve başka yerde hayatta kalan sahabeleri toplayıp fikirlerini almak istiyorlar.) Bu hilafet ve emirlik meselesinde bana hiçbir hak tanımadılar (bu sebeple gitmek istemiyorum, ne dersin?)” dedim.

“Katıl. Çünkü onlar seni bekliyorlar. Onlardan geri durmanı, onların bir muhalefet saymalarından korkarım!” dedi ve Abdullah, oraya gidinceye kadar Hafsa onu bırakmadı. (Hakemlerin hüküm vermesinden sonra) Hz. Muaviye bir hutbe irad etti ve (Abdullah’la babası Ömer’i kastederek) dedi ki:

“Kim bu hilafet meselesi hakkında bizimle konuşmak isterse kendini bize göstersin (meydana çıksın). Şurası muhakkak ki biz, halifeliğe ondan da babasından da ehakkız.”

Habib İbnu Mesleme der ki: “Abdullah’a: “Ona cevap vermedin mi?” dedim. Abdullah cevaben:

“Bu işe senden daha ehak olan, İslam adına sana ve babana karşı (Uhud’da, Hendek’te) mücadele vermiş olan Ali radıyallahu anh’tır!” demek istedim. Fakat, herkesin arasına tefrika sokup, kan akıtacak ve istemediğim bir manaya çekilecek bir kelime sarfetmekten korktum. Allah’ın sabredene) cennette hazırladığı mükafaatları da hatırlayarak (Muaviye’ye karşılık vermedim) demiştir. Habib İbnu Mesleme: “Bu tavrı takdir ederek: “Sen bir fitneden (inayet-i ilahi ile) korunmuş ve (ciddi) bir felaketten muhafaza edilmişsin!” dedm” der.”

Buhari, Megazi 29.

4786 – İbnu’l-Müseyyeb radıyallahu anh anlatıyor: “İlk fitne yani Hz. Osman radıyallahu anh’ın şehid edilmesi vukua geldiği zaman Ashab-ı Bedr’den kimseyi hayatta bırakmadı. Sonra ikinci fitne yani Harra hadisesi vukua geldi. Bu da Hudeybiye ashabından kimseyi hayatta bırakmadı. Sonra üçüncüsü vukua geldi. O da insanlar arasında akıl ve kuvvet (sahabe) bırakmadı.”

Buhari, Megazi 11.

İBNU’Z-ZÜBEYR DEVRİ

4787 – Ebu Nevfel anlatıyor: “Abdullah İbnu’z-zübeyr radıyallahu anhümâ’yı (Mekke’deki) Akabetü’l-Medine (denilen yerde) (asılmış) gördüm. Kureyş ve diğer halk onun yanına gelmeye başlamıştı. Derken Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma da geldi. Yanında durdu. “es-Selâmu aleyke ey Ebu Hubeyb!” dedi ve bu selamı üç kere tekrar etti. Sonra sözlerine devamla (üç kere de) “Vallahi seni bu işten men etmiştim (ama beni dinlemedin)” deyip şunları söyledi: “Vallahi, benim biildiğime göre sen, çok oruç tutan, çok namaz kılan, yakınlara çokça yardımcı olan bir kimseydin. Vallahi, en kötüsü sen olan bir ümmet mutlaka en hayırlı bir ümmettir!”

Haccâc’a, Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma’nın İbnu’z-Zübeyr karşısındaki tavrı ve söylediği bu sözleri ulaştı. Derhal adam göndererek İbnu’z-Zübeyr’in cesedini asılı olduğu kütükten indirip, yahudilerin kabirlerine attırdı. Sonra annesi Esma Bindu Ebi Bekr radıyallahu anha’ya da bir adam gönderip çağırttı. Fakat kadıncağız gitmekten imtina etti. Haccac ikinci bir elçi gönderdi ve: “Ya bana kendi rızanla gelirsin ya da, sana saç örgülerinden sürüyerek getirecek birisini gönderirim!” dedi. Esmâ yine imtina edip:

“Sen, örgülerimden tutup beni sürükleyecek birini gönderinceye kadar vallahi gelmeyeceğim!” dedi. Haccâc:

“Bana ayakkabılarımı gösterin!” dedi. Papuçlarını alıp, çalımla koşup Esmâ’nın yanına girdi.

“Allah düşmanına ne yaptığımı gördün mü?” dedi.

“Ona dünyasını berbat ettiğini, onun da senin ahiretini berbat ettiğini gördüm. Bana ulaştığına göre ona: “Ey iki kuşaklının oğlu!” demişsin. Vallahi iki kuşaklı benim. Onlardan biriyle ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ve Ebu Bekr’in (hicret sırasındaki) yiyeceklerini bağladım. Diğeri de, kadının belinden ayırmadığı kuşağıdır. Şunu ilave edeyim ki, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana: “Sakif’te bir yalancı, bir de zalim var!” demişti. Yalancıyı gördük. Zalime gelince; bunun da ancak sen olacağını zannediyorum!” dedi. Haccac, hiç cevap vermeden yanından ayrıldı.”

Müslim, Fezailu’s-Sahabe 229, (2545)

Rezin şu ilavede bulundu: “Haccac (bilahare) demiş ki: “Ben Esma’nın yanına onu üzmek için girmiştim, ama o beni üzdü.”

HACCÂC

4788 – Zübeyr İbnu Adiy rahimehullah anlatıyor: “Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh’ın yanına girdik. Haccâc’ın bize yaptıklarını şikayet ettik.

“Sabredin, buyurdu. Zira öyle günlerle karşılaşacaksınız ki, her yeni gün, gidenden daha kötü olacak. Bu hal Rabbinize kavuşuncaya kadar devam edecek. Ben bunu, Resûlunüz aleyhissalâtu vesselâm’dan işittim.”

Buhari, Fiten 6; Tirmizi, Fiten 35, (2207).

4789 – İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Sakif’ten bir yalancı, bir de zalim çıkacaktır.”

Tirmizi, Fiten 44, (2221).

4790 – Hişâm İbnu Hisân rahimehullah anlatıyor: “Haccac’ın hükmen öldürdüğü insanların miktarı sayılmış. 120 bin kişiye ulaştığı görülmüştür.”

Tirmizi, Fiten 43, (2221).

BENÎ MERVAN

4791 – Sa’id İbnu Amr İbni Said İbni’l-As anlatıyor: “Ceddim bana dedi ki: “Ben Ebu Hureyre radıyallahu anh ile beraber Medine mescidinde oturuyordum. Yanımızda Mervan da vardı. Bir ara Ebu Hureyre radıyallahu anh:

“Ben, sadık ve masduk olan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle buyurduklarını işittim:

“Ümmetimin helâk olması, Kureyş’e mensup (aklı kıt) bir grup çocukcağızların elleriyledir!”

Mervan: “Allah onlara lanet etsin!” dedi. Ebu Hureyre der ki:

“Eğer ben dileseydim falan falan diye onları teker teker ismen sayardım.” Said rahimehullah dedi ki:

“Ben, Beni Mervan iktidar olduğu zaman dedemle birlikte Şam’a gittim. Orada onları genç oğlanlar olarak görünce:

“Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın kastetttiği bunlar olmasın!” ded. Ben de: “Sen daha iyi bilirsin!” dedim.”

Buhari, Fiten 3, Menakıb 25.

4792 – Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün):

“Bana İslâm telaffuz eden kaç kişi olduğunu sayıverin” buyurdular. Biz: “Ey Allah’ın Resûlü! Bizim sayımız altı-yediyüze ulaşmış olduğu halde, hakkımızda korku mu taşıyorsunuz?” dedik.

“Siz bilemezsiniz, (çokluğunuza rağmen) imtihan olunabilirsiniz!” . Gerçekten öyle (belaya maruz kalıp) imtihan olunduk ki, içimizden namazını gizlice kılanlar oldu.”

Buhari, Cihad 181; Müslim, İman 235, (149).

4793 – Sahiheyn’de yine Huzeyfe radıyallahu anh’tan gelen bir rivayet şöyledir: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“(Kıyamet günü, havz-ı kevserime birkısım gruplar da gelecekler ki, onlar oradan uzaklaştırılacaklar. Ben: “Onlar benim ashabımdır!” diyeceğim. Fakat,

“Sen, onların arkandan neler işlediklerini bilmiyorsun!” denilecek.”

Buhari, Rikak 53; Müslim, Fezail 32, (2297).

4794 – Müseyyeb İbnu Rafi’ anlatıyor: “Bera İbnu Azib radıyallahu anhüma’ya rastladım. Kendisine:

“Sana ne mutlu! Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’la sohbet şerefine erdin. O’na (Hudeybiye’de) ağaç altında biat ettin!” demiştim. Bana şu cevapta bulundu:

“Ey kardeşimoğlu! Biz ondan sonra ne bid’alar işledik sen bilmezsin.”

Buhari, Megazi, 35.

HARİCİLER

5995 – İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümmetimden bir grup insan Kur’ân’ı muhakkak surette okuyacak. Ancak bunlar, okun avı süratle delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar.”

5996 – Hz. Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Cürrâne’de, işlenmemiş altın ve ganimetleri taksim ediyordu. Taksim edilen mal Hz. Bilal’in eteğinde idi. Bir adam:

“Ey Muhammed adil ol! Çünkü adalet etmiyorsun!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “Yazık sana! Eğer ben de adil olmazsam, benden sonra kim daha âdil olur?” diye mukabele etti. Hz. Ömer, (Resûlullah’ın üzüldüğünü farkederek):

“Ey Allah’ın Resülü! Bana müsaade buyurun, şu münafığın kellesini uçurayım!” talebinde bulundu. Aleyhissalâtu vesselâm:

“İşte bu adamın mutlaka arkadaşları -veya arkadaşcıkları- var. Bunlar Kur’ân’ı okurlar, ama okudukları gırtlaklarından aşağı geçmez. Bunlar, okun avı delip geçmesi gibi dinden çıkıp giderler!” buyurdular.”

5997 – İbnu Ebi Evfa anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Hâriciler cehennemin köpekleridir.”

5998 – İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“İleride genç bir grup ortaya çıkacak. Bunlar Kur’ân’ı okuyacaklar, ancak, okudukları gırtlaklarından aşağıya geçmeyecek. Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır.”

İbnu Ömer der ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Onlardan bir grup çıktıkça kökleri kazınacaktır” ibaresini yirmi kereden fazla işittim.”

(İbnu Ömer, Resûlullah’tan işittiği sözleri şöyle tamamladı:) “Nihayet bu cemaatin sürdürdüğü hile ve aldatma esnasında Deccal çıkacaktır.”

CEHMİYE

5999 – Ebu Rezîn anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Rabbimiz, sıkıntılı durumunun değişeceği zaman yakın olmasına rağmen kullarının ümitsizliğe düşmesine güldü.”

Ebu Rezin devamla der ki: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, hiç Rab Teâla güler mi?”

“Evet” buyurdular. Ben de:

“Öyleyse gülme vasfı bulunan bir Rabb’ten bize hayır eksik olmayacaktır!” dedim.”

6000 – Hz. Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennet ehli nimetler arasında yaşarken onlar için bir nur parlar. Onlar derhal başlarını kaldırırlar. Rab Teâla’yı başlarının üstünde kendilerine yaklaşmış ve: “Ey cennet ehli, sizlere selam olsun!” dediğini görürler.”

Resûlullah devamla dedi ki: “İşte bu hal, Kur’ân’da zikri geçen: “Rahmet sahibi Rablerinden onlara selam vardır” ( Yasin 58) ayetinin haber verdiği durumdur.”

Resülullah devamla buyurdular:

“Rab Teâla onlara, onlar da Rab Teâla’ya bakarlar. O’na baktıkları müddetçe etraflarındaki cennet nimetlerinden hiçbirine iltifat etmezler. Bu hal onların nazarında Rabb Teâla hicaba bürününceye kadar devam eder. Rabb Teâla hicaba bürünür, fakat Allah’ın nüru ve bereketi cennet ehlinin üzerinde ve makamlarında baki kalır.”

6001 – Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Abdullah İbnu Amr İbni Harâm, Uhud günü, öldürüldüğü zaman Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana rastladı ve: “Ey Câbir! Allah baban için ne söyledi, sana haber vermiyeyim mi?” buyurdular.” Yahyâ’nın rivayetinde ise Resûlullah: “Ey Cabir, seni niye böyle kalben kırık (ve üzüntülü) görüyorum” buyurmuş, Câbir de: “Ey Allah’ın Resûlü! Babam şehit düştü, geriye bir yığın horanta ve borç bıraktı” demiştir. Aleyhissalâtu vesselâm da:

“Sana, Allah’ın babanı karşıladığı şeklin müjdesini vereyim mi?” diye

sordu. Câbir: “Evet! Ey Allah’ın Resûlü!”dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselâm açıkladı: “Allah her kimle konuştu ise mutlaka hicab gerisinden konuştuğu halde babana vicâhen konuştu ve: “Ey kulum! Benden ne dilersen dile, dilediğini sana vereyim!” dedi. O da:

“Ey Rabbim! Beni hir kere daha ihya et, senin yolunda ikinci kere öleyim!” dedi. Rab Teâla Hazretleri de: “Benden daha önce şu hüküm sâdır oldu: “Ölenler artık dünyaya bir daha dönmeyecekler” buyurdular. Baban da:

“Ey Rabbim, öyleyse (benim durumumu) arkamda kalanlara ulaştır!”

dedi. Bu talep üzerine şu ayet nazil oldu: “Allah yolunda şehid edilenleri ölü sanma. Onlar Rablerinin katında hayat sahibidirler ve O’nun nimetleriyle rızıklanırlar” (Âl-i İmran 169).

6002 – Nevvâs İbnu Sem’ân el-Kilâbi anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ı işittim. Dedi ki:

“Rahmân’ın iki parmağı arasında olmayan bir kalp yoktur. Allah dilerse onu doğru yola sevkeder, dilerse şaşırtır!”

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle dua ederdi:

“Ey kalpleri tesbit eden Rabbimiz! Kalplerimizi dinin üzerine tesbit et.”

Resûlullah yine derdi ki: “Mizan (terazi) Râhmanın elindedir. Kıyamet’e kadar bazı kavimleri yükseltir, bazı kavimleri de alçaltır.”

6003 – Ebu Sa’idi’I-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Allah üç şeye güler (rahmetiyle yönelir): Namaz için teşkil edilen saf, geceleyin namaz kılan adam ve orduda cihad eden adam.”

6004 – Ebu’d-Derda radıyallahu anh Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Allah her an iş başındadır” (Rahman 29) âyeti ile ilgili olarak: “Bir günahın affı, bir sıkıntıyı gidermesi, bir kavmi yükseltip, bir başkalarını alçaltması O’nun işlerindendir” buyurduğunu nakletmiştir.”

LAİLAHE İLLALLAH DİYENE DOKUNULMAZ

7136 – Evs (İbnu Ebî Evs Huzeyfe es-Sakafi) radıyallahu anh anlatıyor: “Biz Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanında oturuyorduk. O bize birkısım kıssalar anlatarak vâzu nasihat ediyordu. Derken bir adam gelerek, gizli bir şeyler söyledi. Resulullah: “Bunu götürüp öldürün!” emretti. Adam geri dönünce, Resülullah onu çağırdı ve: “Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet edermisin?” diye sordu. Adam “Evet!” deyince: “Gidin, bu adamı serbest bırakın! Zira ben, insanlarla onlar lâ ilâhe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu dediler mi, bana onların kanları ve malları haram olur” buyurdu.

7137 – İmrân İbnu’I-Husayn radıyallahu anh anlatıyor: “Nâfi’ İbnu’l-Ezrak ve arkadaşları geldiler ve bana: “Ey İmrân helak oldun (dinden çıktın)!” dediler. İmrân: “Hayır! İmran helak olmadı (dinden çıkmadı)” dedi. Onlar ısrarla: “Evet evet helak oldun!” dediler. İmrân: “Beni helak eden şey nedir?” dedi. Onlar: “Allah Teâla hazretleri: “Fitne olmasın, dinin tamamı Allah için olsun diye onlarla savaşın” buyuruyor” dediler. İmrân: “Evet biz onlarla savaştık ve hatta onları sürdük. Dinin tamamı Allah içindi. Dilerseniz, ben size Resülullah aleyhissalatu vesselâm’dan işittiğim bir hadisi rivayet edeyim!” dedi. Onlar: “Onu Resülullah aleyhissaltu vesselâm’dan sen mi işittin?” dediler. İmran: “Evet! Ben gördüm ki, Resülullah, müşriklere karşı müslümanlardan müteşekkil bir ordu gönderdi. Askerler müşriklerle karşılaşınca, aralarında çok şiddetli bir savaş oldu. Müşrikler mağlup olup sırtlarını müslümanlara verdiler (saf dışı oldular). Sonra benim yakınlarımdan bir adam müşriklerden birine mızrakla saldırdı. Adamın üzerine yürüyünce, müşrik Eşhedü en lâilâhe illallah (Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim), ben müslümanım” dedi. Fakat müslüman asker ona mızrağını saplayıp adamı öldürdü. Adam Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına gelip: “Ey Allah in Resülü! Helak oldum! (Yani büyük bir günah işledim)” dedi. Aleyhissalatu vesselam bir iki sefer: “Ne yaptın?” diye sordu. Adam yaptığını olduğu gibi anlattı. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm adama: “Kalbini yarıp içinde ne olup olmadığına bakmalı değil miydin?” dedi. Adam:

“Ey Allah’ın Resülü! Eğer kalbini yarsaydım içindekini bilebilir miydim ?” diye sordu . Aleyhissalâtu vesselâm: “Sen adamın hem sözünü kabul etmiyorsun hem de kalbindekini bilmiyorsun (olur mu böyle şey!)” dedi. İmrân sözlerine devam etti: “Sonra Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, adam hakkında bir şey söylemedi. Adam da az bir zaman yaşadı. Nihayet öldü. Biz onu defnettik. Ertesi günü adamın cesedi yerüstünde görüldü. Halk: “Belki de bir düşman, kabrini deşip (kötülük için çıkarmıştır)” dedi. Tekrar onu defnettik. Gençlerimize mezarı başında nöbet tutmalarını söyledik. Buna rağmen cesedi tekrar mezardan dışarı atıldı. “Bekleyen gençlerimiz uyumuş olabilirler” diye düşündük. Bir kere daha onu defnettik. Bu sefer mezarını kendimiz bekledik. Ertesi gün yine cesedi kabirden dışarı atıldı. Bunun üzerine, adamın cesedini dağlar arasında bir geçide attık.”

Hadise, bir başka rivayette İmrân İbnu’I-Husayn tarafından (biraz farkla) şöyle anlatılmıştır: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bizi bir seriyyeye göndermişti. Sonra (savaşın bitiminde) müslümanlardan biri, müşriklerden birine saldırdı…” hadisi yukarıdaki gibi anlattı. Şu ilavede bulundu: “Toprak onun cesedini dışarı attı. Biz durumu Resülullah’a haber verdik. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bu toprak, ondan daha şerir insanları da kabul eder. Fakat Allah Teâla hazretleri, size “lâ ilahe illallah” kelâmının hürmetinin büyüklüğünü ders vermek istedi.”

MÜ’MİNİN KANI MALI HARAMDIR

7138 – Ebu Sa’îd radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Veda haccı sırasında buyurdular ki: “Bilesiniz! Günlerin en ziyade haram olanları şu günlerinizdir. Bilesiniz! Ayların en haramı da şu ayınızdır. Bilesiniz! Beldelerin en haramı da şu beldenizdir. Bilesiniz! Kanlarınız, mallarınız birbirinize şu ayda, şu beldede şu gününüzün haramlığı gibi haramdır. Acaba tebliğ ettim mi?” Halk: “Evet!” dediler. Resülullah: “Ey Allahım şahid ol!” buyurdu.”

7139 – Abduldah İbnu Amr radıyallahu anh anlatıyor: “Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ı Ka’be’yi tavaf ederken gördüm, şöyle diyordu: “Sen ne temizsin, kokun da ne güzel! Sen ne yücesin, senin hürmetin ne büyük! Muhammed’in nefsini elinde tutan Zat-ı Zülcelâl’e yemin olsun! Mü’minin Allah katındaki hürmeti, senin hürmetinden daha büyüktür. Mü’minin malının, kanının hürmeti de böyledir. Biz mü’min hakkında sadece hüsn-i zanda bulunuruz.”

7140 – Füdâle İbnu Ubeyd anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Gerçek mü’min, halkın, kendisinden malı ve canı hususunda emîn olduğu kimsedir. Hakiki muhâcir de hata ve günahlardan hicret (terk) eden kimsedir.”

YAĞMA YASAKTIR

7141 – Sa’lebe lbnu’l-Hakem radıyallahu anh anlatıyor: “(Bir gazvede) düşmanın koyun sürüsüne rastlamıştık. Hemen yağmaladık ve tencereleri kurduk. Resülullah aleyhissalatu vesselâm tencerelerimizin yanından geçti (ve onları gördü). Kaldırmamızı emretti. Derhal hepsini devirdik. Sonra: “Yağma helal değildir” buyurdu.”

MÜSLÜMANA SÖVMEK FISKTIR

7142 – Ebu Hureyre ve İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Müslümana sebbetmek (sövmek) fısktır, öldürmek de küfürdür.”

BİRBİRİNİZİ BENDEN SONRA ÖLDÜRMEYİN

7143 – Sunâbih el-Ahmesi radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bilesiniz! Havz(-ı kevser)e ilk geleniniz ben olacağım ve ben diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim. Benden sonra birbirinizi öldürmeyin.”

MÜSLÜMANLAR ALLAH’IN ZİMMETİNDE (GARANTİSİNDE)DİR

7144 – Ebu Bekrı’s-Sıddık radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Sabah namazını kim kılarsa, o Allah’ın zimmetindedir. Allah’ın bu garantisini ihlal etmeyin. Kim onu öldürürse, Allah, yüzüstü cehenneme atıncaya kadar öldürenin peşini bırakmaz.”

7145 – Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Kim sabah namazını kılarsa, Allah’ın garantisi altındadır.”

7146 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Mü’min, Allah katında, birkısım meleklerden daha kıymetlidir.”

ASABİYET

7147 – Füseyle’nin babası (Vâsile İbnu’l-Eska) radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü dedim, kişinin kavmini sevmesi, (merdud olan) asabiye midir?”

“Hayır buyurdular, asabiye, kişinin zulümde kavmine yardımcı olmasıdır.”

SEVADU’L-A’ZAM (EKSERİYET)

7148 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Ümmetim dalâlet (bâtıl) üzerinde toplanmaz. Öyleyse bir ihtilâf görünce, size çoğunluğu iltizam etmenizi tavsiye ederim.

7149 – Hz. Mu’az İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Bir gün, Resülullah aleyhissalâtu vesselam, bir namaz kılmış ve namazı çok uzatmıştı. Namazdan çıkınca biz: “Ey Allah’ın Resülü! Bugün namazı çok uzattınız!” dedik. Şu açıklamayı yaptılar: “Ben bugün, bir ümit ve korku namazı kıldım. Ben (namazda) aziz ve celil olan Allah’tan ümmetim için üç şey talep ettim. Allah bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah’tan ümmetime, kendileri dışında bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul etti. Allah’tan ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak etmemesini talep ettim. Allah bunu da kabul etti. Allah’tan ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını talep ettim, Allah bunu reddetti.”

7150 – Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “(Benden sonra ümmetim içerisinde) fitneler olacak. O fitnelerde, kişi mü’min olarak sabahlar, kâfır olarak akşamlar, Allah’ın ilimle ihya ettikleri hâriç.”

FİTNEDE TESEBBÜT (DİKKATLİ, SABIRLI OLMA)

7151 – Muhammed İbnu Mesleme radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:”Şurası muhakkak ki, bir fitne, bir ayrılık ve bir ihtilaf olacak. Bu durum gelince, Uhud’a kılıncınla git! Kırılıncaya kadar onu (taşa) çal. Sonra evinde otur. Hatta sana günahkâr bir el veya ölüm gelinceye kadar (evinden çıkma).”

Nitekim (haber verilen bu fitne) çıktı ve ben Resülullah aleyhissalâtu vesselam’ın söylediğini yaptım.”

İKİ MÜSLÜMAN BİRBİRİNE KILIÇ ÇEKERSE

7152 – Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam (bir keresinde): “İki müslüman birbirlerine kılıç çekerlerse kâtil de maktül de cehennemdedir” buyurmuşlardı. Orada bulunanlar: “Ey AIlah’ın Resülü! Katili anladık, cehennemdedir; ya maktulün suçu ne?” dediler.

“Çünkü, o da kardeşini öldürmek istemişti” buyurdular.”

7153 – Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mertebe itibariyle insanların Kıyamet günü Allah indinde en kötüsü, ahiretini, başkasının dünyası için helâk eden kuldur.”

FİTNEDE DİLİ TUTMAK

7154 – Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Fitneden kaçının! Çünkü o esnada dil, (tesir bakımından) kılıç darbesi gibidir.”

7155 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Şurası muhakkak ki: Kişi, (bazan) Allah’ın gazabına sebep olan bir kelâm eder, kendisi o sözde bir mahzur görmez. Ama o söz sebebiyle, cehennem ateşinin yetmiş yıllık dibine iner.”

7156 – Ebu’ş-Şa’şâ’ rahimehullah’ın anlattığına göre, “İbnu Ömer radıyallahu anhüma’ya: “Biz ümerânın yanlarına girer, bir çeşit konuşuruz, yanlarından çıkınca da bir başka çeşit konuşuruz” denilmişti. Onlara “Biz bunu, Resülullah aleyhissalâtu vesselam zamanında münafıklık addederdik” dedi.”

İSLÂM GARİB BAŞLADI

7157 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Şurası muhakkak ki İslâm garib (eşine rastlanmadık bir şekilde) başladı tekrar garibliğe avdet edecek. Gariblere ne mutlu.”

FİTNEDEN KİMLER SALİM OLABİLİR

7158 – Hz. Ömer radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Bir gün Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın mescidine gitmiştir. Orada Hz. Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh’ı Aleyhissalâtu vesselam’ın kabrinin dibinde oturmuş ağlar bulmuş ve: “Niçin ağlıyorsun?” diye sormuştur. Hz. Mu’âz: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’dan işitmiş olduğum bir hadis sebebiyle” demiş ve Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hadisini okumuştur: “Şurası muhakkak ki riyanın azı dahi şirktir. Kim Allah’ın velisine düşmanlık yaparsa şüphesiz Allah ile savaşmaya çıkmış olur. Allah itaatkâr, takva sahibi ve halktan uzak duran öyle (kendi halinde) kullarını gerçekten sever ki, onlar görünmedikleri zaman aranmazlar (ehemmiyet verilmedikleri için, yoklukları kimsenin dikkatini çekmez), hazır bulundukları zaman (da meclislere, ciddi meşguliyetlere) çağırılmazlar, tanınmazlar. Kalpleri pırıl pırıl hidayet kandilleridir. (Onları hiçbir şey şekke şüpheye atamaz.) Her müşkil meselenin, ağır belanın altından kalkarlar.”

7159 – Abdullah İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ‘İnsanlar, içerisinde bir tane iyisini bulamayacağın yüz deve(lik bir sürü) gibidirler.”

ÜMMETLERİN AYRILMASI

7160 – Avf İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Yahudiler yetmişbir fırkaya bölündüler, onlardan sadece bir fırka cennetliktir, yetmiş fırka cehennemliktir. Hıristiyanlar ise yetmişiki fırkaya bölündüler. Bunlardan da yetmişbir fırka cehennemliktir, sadece biri cennetliktir. Muhammed’in nefsi elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun! Benim ümmetim yetmişüç fırkaya bölünecek, bunlardan biri cennetlik, yetmişikisi cehennemliktir.”

“Ey Allah ‘ın Resülü! Cennetlikler kimlerdir?” diye sorulmuştu. “Onlar, cemaattir” buyurdular.”

7161 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Muhakkak ki, İsrailoğulları yetmişbir fırkaya bölündü, ümmetim de yetmişiki fırkaya ayrılacak. Biri hariç hepsi ateştedir. O hâriç olan cemaattir.”

7162 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz.”

Oradakiler, “Ey Allah’ın Resulü! (Onlar) yahudiler ve hıristiyanlar mı?” diye sordular. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bunlar değilse kimler olur?” buyurdular.”

KADIN FİTNESİ

7163 – Ebu Sa’îd radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Her sabah mutlaka iki melek nida eder: “Kadından vay erkeğin haline!” ve “Erkekten vay kadının haline!”

7164 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam mescidde otururken Müzeyre kabîlesinden bir kadın girdi, çok süslüydü, zinetleriyle mescidin içinde bile pek çalımlı yürüyordu. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Ey insanlar! Kadınlarınızı mescidde süsler takınmaktan ve çalımlı yürümekten men edin! Zira İsrailoğulları, kadınları zinet takınıp, mescidde çalımlı yürüyünceye kadar lanetlenmediler” buyurdular.”

EMR-İ Bİ’L-MÂ’RUF

7165 – Ebu Sa’îd radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün): “Hiçbiriniz kendisini tahkir etmesin” buyurmuştu. Yanındakiler: “Ey Allah’ın Resülü! Bizden biri nefsini nasıl tahkir eder?” diye sordular. “Bir kimse öyle bir şey görür ki, onunla ilgili birşey söylemesi Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır. Fakat o, bu hususta konuşmaz. (Yani, insanlardan çekinip konuşmamakla nefsini tahkir etmiş, alçaltmış olur). Allah Teâla hazretleri de Kıyamet günü, ona: “Şu şu meselede niye üzerine düşen sözü söylemedin?” diye hesaba çeker. Adam: “Konuşmamı halk korkusu engelledi” der. Allah Teâla da: “Sen (insanlardan değil), önce benden korkmalıydın” der.”

7166 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm’ın yanına Habeşistan muhacirleri dönünce, onlara: “Habeşistan diyarında gördüğünüz farklı şeylerden bana anlatmaz mısınız?” buyurdular. Onlardan bir grub genç: “Elbette! Ey Allah’ın Resülü!” dediler (ve anlatmaya başladılar): “(Bir gün) biz otururken, onların yaşlı rahibelerinden biri, başının üstünde bir su küpü olduğu halde yanımızdan geçti, onlardan bir gence rastladı. Genç elinin birini rahibenin omuzları arasına koyup onu itti. Kadın dizlerinin üzerine düştü ve küpü kırıldı. Kadın yerden kalkınca, gence yöneldi ve: “Ey zalim! Allah kürsüyü kurup, evvelîn ve âhirîni toplayıp hesaba çektiği, el ve ayakların lisana gelip yaptıklarını anlattıkları (o Kıyamet gününde) sen bana yaptığın zulmün ne demek olduğunu bileceksin! Yarın Allah’ın huzurunda benim halimle, kendi halinin ne olduğunu göreceksin!” dedi.

Râvi der ki: “Resülullah (bu anlatılanları dinledikten sonra): “Rahibe doğru söylemiş, rahibe doğru söylemiş. Allah, zayıfların intikamını güçlülerden almayan bir ümmeti nasıl takdis edip (günahlarından arındırır?)” buyurdu.”

7167 – Ebu Umâme radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah (hacc esnasında) birinci cemrenin yanında iken yanına bir adam gelerek: “Ey Allah’ın Resülü! Hangi cihad efdaldir?” dedi. Aleyhissalatu vesselâm adama cevap vermedi. Adam ikinci cemrede görünce tekrar aynı şeyi sordu. Resülullah yine süküt buyurdular. Akabe taşlamasını yapınca, bineğine binmek üzere, ayağını özengiye koyunca: “Soru sahibi nerdedir?” dedi. Adam da: “İşte benim ey Allah’ın Resülü!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “(En efdal cihad) zalim sultana karşı hakkı söylemektir!” buyurdular.”

KENDİNİZE DÜŞENE BAKIN

7168 – Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “(Bir gün) Ey Allah’ın Resülü! Emr-i bi’l-ma’ruf ve’n-nehy-i ani’l-münker’i ne zaman terketmeliyiz?” diye sorulmuştu. Aleyhissalâtu vesselâm şu cevabı verdi: “Aranızda, sizden önceki milletlerde zuhur etmiş olan şeyler zuhüra başladığı vakit.”

Biz: “Bizden önceki ümmetlerde ne zuhür etmişti?” diye sorduk.

“Hükümdarlık küçüklerinizin elinde olduğu, fuhuş (her çeşit çirkin ve kirli işler) büyüklerinizce işlendiği, ilim de rezillerinizin eline geçtiği vakit” buyurdular.”

Râvi Zeyd İbnu Yahya der ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın “ilim rezillerinizin eline geçtiği vakit” sözünün mânasının açıklanması, “İlmin, fasıkların (haramı alenen işleyen, farzları alenen terkeden) eline geçmesi demektir.”

7169 – Ebu Sa’îd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri, Kıyamet günü kulu mutlaka hesaba çeker. Hatta şunu da söyler: “Münkeri gördüğün zaman onu tatbik etmene mani olan şey ne idi?” Eğer Allah Teâla hazretleri kula hüccetini söylemeyi telkin ederse kul şöyle der: “Ey Rabbim! Ben senin rahmetini umdum ve insanlardan korktum (ve dinin reddettiği münkerlere müdahaleyi bu sebeple terkettim).”

7170 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “(Bir gün) Resülullah aleyhissalâtu vesselam yanımıza gelip şöyle buyurdular: “Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman (artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır. Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah’a sığınırım. (Bu beş şey şunlardır:)

l) Zina: Bir millette zina ortaya çıkar ve aIenî işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o millette tâun hastalığı yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde görûlmeyen hastalıklar yayılır.

2) Ölçü-tartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar.

3) Zekat vermemek: Hangi millet mallarının zekatını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir. Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi.

4) Ahdin bozulması: Hangi millet Allah ve Resülünün ahdini (yani düşmanla yaptığı anlaşmayı) bozarsa, Allah Teâla hazretleri o millete, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır.

5) Kitabullahla hükmetmeyi terk: Hangi milletin imamları Kitabullahla ameli terkederek Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır.”

7171 – Berâ İbnu Âzib radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, (bir defasında): “Onlara Allah lanet eder ve lanet edenler de onlara lanet eder” buyurdu ve arkasından lanet edenler ibaresiyle “yerde yürüyen hayvanlar” ın kastedildiğini açıkladı.”

7172 – Sevban radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Ömrü sadece yapılan iyilik artırır. Kaderi de sadece dua geri çevirir. Şurası muhakkak ki, kişi, işlediği günah sebebiyle rızkından mahrum edilir.”

BELAYA SABIR

7173 – Ebu Sa’îdi’l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam hasta yatmakta iken yanına girdim. Elimi üzerine koydum, hararetini, yorganın üstünden elimin altında hissettim. “Ey Allah’ın Resülü! Hararetiniz çok fazla!” dedim.

“Biz (peygamberler) böyleyiz. Belalar bize katmerli gelir, buna mukabil ücretleri de katmerli verilir” buyurdular.

“Ey Allah’ın Resülü! Hangi insanlar en çok bela çekerler?” dedim. “Peygamberler!” buyurdular.

“Ey Allah’ın Resûlü! Sonra kimler?” dedim.

“Sonra sâlihler! buyurdular ve açıkladılar: Onlardan biri fakirliğe öylesine müptelâ olur ki, kendini örten abadan başka birşey bulamaz. Onlar, sizin bollukla sevindiğiniz gibi fakirlikle sevinirler.”

7174 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Uhud (savaşı) gününde Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bir dişi kırıldı ve başından yaralandı. Kan yüzüne akmaya başladı. Yüzündeki kanı hem siliyor hem de: “Kendilerini AIlah’a çağıran peygamberlerinin yüzünü kana boyayan bir kavim nasıl ıslah olur?” diyordu. Allah Teâla hazretleri (sanki bu sözleri tevekküle uygun bulmayarak) şu ayeti inzal buyurdu:

“Kullarımın tedbir ve idaresinden senin elinde birşey yoktur ve sen onların inkârlarından mes’ul değilsin. Allah dilerse onlara tevbe nasip eder, dilerse zalim oldukları için onlara azab verir” (Âl-i İmran 128).

7175 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir gün Hz. Cibril aleyhisselâm, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına geldi. O sırada Resülullah üzgün vaziyette oturuyordu. Sebebiyse Mekkelilerden biri vurup yaralamıştı, mübarek vücutları kana boyanmıştı. Hz. Cebrail: “Neyin var (niye üzgünsün)?” diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: “Şunlar bana yaptıklarını yaptılar!” dedi. CibrÎl: “Diler misin sana bir mucize göstereyim?” dedi. Resülullah: “Evet bana (bir mucize) gösterin!” buyurdu. Derken Cebrail aleyhisselâm, bulundukları vadinin gerisindeki bir ağacı gösterdi: “Şu ağacı çağır!” dedi. O da hemen çağırdı. Ağaç yürüyerek geldi önünde durdu. Cebrail aleyhisselâm: “Ona söyle de geri gitsin!”dedi. Aleyhissalâtu vesselâm ağaca: “Geri dön!” dedi, o da döndü, eski yerine vardı. (Bunu gören Resülullah aleyhissalâtu vesselâm, “üzüntümün zâil olması için) bu bana yeter!” buyurdu.”

7176 – Übey İbnu Ka’b radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm Mi’rac gecesinde çok hoş bir koku hissetti.

“Ey Cibril bu güzel koku nedir?” diye sordu. O da anlattı:

“Bu mâşıta (berber) kadının, iki oğlunun ve kocasının kabirlerinin kokusudur. Bunların hikâyesi şöyledir: Hızır aleyhisselâm, Benî İsrail’in ileri gelenlerinden biriydi. Onun yol güzergahında manastırda oturan bir rahib vardı. Hızır oradan geçtikçe rahib önüne çıkar, İslâmı öğretirdi. Hızır büluğa erince babası onu bir kadınla evlendirdi. Hızır İslâmı hanımına öğretti ve bunu kimseye haber vermemesi hususunda söz aldı. Kendisi kadınlara yaklaşmazdı. Bu sebeple bir müddet sonra kadını boşadı. Aradan zaman geçince babası, Hızır’ı bir başka kadınla evlendirdi. Hızır ona da İslam’ı öğretti ve kimseye söylememesi için söz aldı. Bu sırrı o iki kadından biri tuttu, diğeri ifşa etti. (Böylece onun İslâm’ı yaydığı ortaya çıktı.) Bunun üzerine Hızır oradan kaçtı. Deniz ortasında bir adaya geldi. Odun kesmek için iki kişi oraya geldi ve onu gördüler. Bunlardan biri Hızır’ı gördüğünü gizledi, diğeri ifşa etti ve: “Ben Hızır’ı gördüm!” dedi. Ona: “Seninle beraber onu başka kim gördü?” denildi. O: “Falan kimse!” dedi. Ona soruldu ise de gördüğünü söylemedi. Onların dininde yalan söyleyen öldürülürdü. Zamanla bu sır tutan adam öbür sır tutan kadınla evlendi. Bu kadın, Firavun’un kızının başını tararken tarak elinden düştü. Kadıncağız: “Firavun helak olsun!” dedi. Kız bunu babasına haber verdi. Kadının kocasından başka iki de oğlu vardı. Firavun, onları da çağırttı. Bunları dinlerinden çevirmek için Firavun ısrar etti. Onlar direndiler. O zaman Firavun: “Öyleyse sizi öldüreceğim!”dedi. Karı-koca: “Bu, tarafınızdan bize bir ihsan olur!” diye merdane cevap verdiler ve: “Madem öldüreceksin hiç olsun bizi bir kabre koy!” dediler. O da öyle yaptı. Resülullah aleyhissatâtu vesselâm, Mirac’ta iken güzel bir koku duydu, Cibril aleyhisselâm’a bunu sordu. O da bu hâdiseyi anlattı.”

7177 – Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Halilim Aleyhissalâtu vesselâm bana şu vasiyette bulundu: “Hiçbir şeyi Allah’a ortak kılma, hatta param parça edilsen, ateşlerde yakılsan da; bile bile hiçbir namazını terketme; kim namazı bile bile terkederse ondan Allah’ın zimmeti (garantisi) kalkar; içki içme, çünkü o, bütün kötülüklerin anahtarıdır.”

FİTNE SEBEBİYLE ZAMANIN FENALAŞMASI

7178 – Hz. Muâviye radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Dünyanın bela ve fitneden başka hiçbir şeyi kalmadı.”

7179 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İnsanlar öyle aldatıcı yıllar görecek ki, o yıllarda yalancılar tasdik, doğru söyleyenler tekzib edilecekler. Keza o yıllarda hâine itimad edilecek, emin kimseye de hainsin denecek. O zaman ruvaybıda adam amme işinde söz sahibi olacak.”

“Ruvaybıda kimdir?” diye sorulmuştu. “Amme işlerinde (söz sahibi olan) değersiz adam” diye cevap verdi.”

7180 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İyi hurmalar adilerinden ayıklandığı gibi siz de ayıklanacaksınız. İyileriniz gidecek, kötüleriniz kalacak. (O devirde kötülerin içinde kalmaktansa) elinizden gelirse hemen ölün (ölün de hayırlı olanı tercih edin).”

7181 – Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “(İslam’ı yaşama) işi gittikçe zorlaşacak. Dünya da (gerçek müslümanlara) gittikçe sırt çevirecek. İnsanların da cimriliği artacak. Kıyamet ancak şerirlerin tepesine kopacak. Mehdî, Hz. İsa’dan başkası değildir.”

  1. “Kütüb-i Sitte hadisleri nedir?”
  2. “Kütüb-i Sitte kitapları listesi”
  3. “Kütüb-i Sitte Arapça-Türkçe çeviri”
  4. “En güvenilir hadisler hangi kitapta bulunur?”
  5. “Kütüb-i Sitte sahih hadisler”
  6. “Kütüb-i Sitte terimleri açıklamaları”
  7. “Kütüb-i Sitte ve muhaddisler”
  8. “Kütüb-i Sitte hadis koleksiyonu”
  9. “Kütüb-i Sitte okuma yöntemleri”
  10. “Kütüb-i Sitte hadis eleştirisi”
  11. “Kütüb-i Sitte öğrenme kaynakları”
  12. “Kütüb-i Sitte rivayet zinciri”
  13. “Kütüb-i Sitte ve hadis terminolojisi”
  14. “Kütüb-i Sitte sahih hadislerin listesi”
  15. “Kütüb-i Sitte ve hadis metinleri”
  16. “Kütüb-i Sitte ve zayıf hadisler”
  17. “Kütüb-i Sitte tefsir hadisleri”
  18. “Kütüb-i Sitte ve hadis külliyatları”
  19. “Kütüb-i Sitte ve fıkhî meseleler”
  20. “Kütüb-i Sitte hadis numaraları”
Close

Subscribe to Blog via Email

Enter your email address to subscribe to this blog and receive notifications of new posts by email.

Join 271 other subscribers