Sünnet Nedir?
Sünnet, lügat manâsı itibariyle, “gidişat, -iyi ya da kötü- takip edilen yol” demektir. Bu manada hadis-i şerifte sünnet kelimesi şöyle geçer: “Kim, İslâm’da güzel bir yol, bir çığır açarsa, onun ecri ve daha sonra o yolda gidenlerin ecri, yapanlardan eksiltilmemek üzere onundur. Kim de İslâm’da kötü bir yol, bir çığır açarsa, onun ve o yolda gidenlerin vebâli, yapanlardan eksiltilmemek üzere onun sırtına yüklenecektir.”[1]
Hadis ilminde, sünnet şöyle tarif edilir: “Rasûlullah Efendimiz’in (sas) sözleri, davranışları ve sahabede görüp de menetmediği, veya sükûtla tasvib buyurduğu hareketlerdir.”
İslam ilimlerindeki sünnet tariflerinde az farklılıklar bulunsa da bu tarifler öz itibariyle birbirlerine yakındır ve hepsinin şu manada birleştiği görülür: “Sünnet, Peygamber Efendimiz’e (sas) ait her şeydir.” Yani, O’nun (sas) susması, konuşması, yüz mimikleri, kaşını çatması, yemesi, içmesi, davranışları, bakışı, evlenmesi, çarşıda pazarlık yapması, mescidde halka vaaz vermesi, uyuması, yürümesi..vs. kısaca bütün hayat tarzıdır.
Bütün hayatımızı kapsaması yönüyle sünnet; farz, vacib, haram, mekruh gibi pek çok hükme temel teşkil eder ve hadis kelimesiyle aynı manada kullanılır. Peygamber Efendimiz (sas), kendi sözleri hakkında hadîs demeyi tercih etmiştir. Böylece, kendine ait sözlerle, kendine ait olmayan sözleri birbirinden ayırmıştır.

Âlimlerimiz, sünneti üçe ayırmışlardır:
Kavlî Sünnet
Bu sünnet çeşidi, Allah Resûlü’nün (sas) mübarek sözleridir. Sünnetin bir bölümünü Peygamber Efendimiz’in o nurlu sözleri teşkil eder. Bunlar Kur’ân’da yer almazlar. Hadis alimleri tarafından yazıya geçirilip kaydedilmiş ve fıkıhçılar tarafından da hüküm çıkarmada kullanılmıştır. Örnek olarak şu hadis-i şerifi zikredebiliriz: “Zarar verme ve zarara zararla mukabele etme yoktur” [2] Bu hadis, fıkıhla alakalı hükümlerde bir prensip olarak kullanılmıştır.
Fiilî Sünnet
Resûl-ü Ekrem (sas)’in davranışları ve hareketleriyle ortaya koyduğu sünnettir ki, Kur’an’da açıktan zikredilmemiştir. Mesela; Kur’ân-ı Kerim’de namaz emredilmiş olduğu ve bazı yerlerinde “rükû edin, secde edin” gibi emirler bulunduğu; hattâ umumi bazı vakitler zikredildiği halde, kesin olarak hangi vakitlerde ve kaç defa namaz kılınacağı.. namazın nasıl eda edileceği.. onun farzları, vacibleri.. ve nelerin namazı bozduğu açıklanmamıştır. Bütün bu hususlarda, sünneti nazara veren Efendimiz (sas): “Beni, nasıl namaz kılıyor görüyorsanız, siz de öyle kılın” [3] buyurarak, sünnetin dindeki yerine işaret etmişlerdir. Diğer ibadetlerle alakalı pek çok hükmü bu çerçevede düşünebiliriz.
Takrirî Sünnet
Rasûlullah (sas), ashâbında gördüğü bazı hoşuna gitmeyen davranışları usûlünce tenkit buyururlardı. Meselâ minbere çıkar ve isim vermeden, perdeyi yırtmadan: “Cemaate ne oluyor ki, falan şöyle yapıyor?!”[4] diye ikaz ve tembihte bulunurlardı. Şahsına karşı yapılan kötü muamelelerde son derece müsamahakâr olmasına rağmen, hakkın çiğnendiği yerde: -Âişe Validemiz’in ifadeleriyle-“Kükremiş aslan gibi, hak sahibine hakkını verinceye kadar kendisini durdurmak mümkün olmazdı.” [5] Bu arada, Efendimiz (sas), bazen de gördüğü davranışları menetmez ve sükûtuyla onları uygun gördüğünü ima ederlerdi. İşte bütün bunlar, sünnetin takrirî kısmını teşkil etmektedir. Bir misal olarak şu hadis-i şerifi zikredebiliriz:
Bir defasında iki sahâbi sahrada su bulamadılar ve teyemmümle namaz kıldılar. Bunlardan biri, daha sonra aynı namaz vakti içinde su buldu ve abdest alıp, yeniden namaz kıldı.. Diğeri namazını iade etmedi. Sonra ikisi de gelip, durumu Rasûlullah’a (sas) anlattılar. Allah Resûlü: “Suyu bulduğum halde, ben namazı iade etmedim” diyene: “Tam sünnete göre hareket ettin”; “suyu bulunca, abdest alıp, namazı iade ettim” diyene de: Sana da iki mükafat var” [6] buyurdular. İşte bu, takrirî sünnete girmektedir.
Kur’an’da Sünnet ve Sünnetin Fonksiyonu
Kur’an’da Peygamberimizin sünneti manasına “sünnet” kelimesi kullanılmasa da, pek çok ayette “hikmet” kelimesiyle sünnete işaret etmekte ve onu desteklemektedir.
Misal olarak şu ayet-i kerimeyi zikredebiliriz: “O Allah ki, ümmîler içinde kendilerinden bir resûl gönderdi. O Resûl, onlara Allah’ın âyetlerini okuyor, onları temizliyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor…”[7]
Hemen hemen büyük çoğunluğu itibariyle Tefsir ve Hadis alimleri, ayette geçen ‘hikmet’ kelimesinden ‘sünnet’i anlamışlardır. Kur’an’da manasız, boş bir kelime kullanılmayacağına göre hikmet kelimesinin bir manası olmalıdır. Kitap ve hikmet deniyor. Kitaptan maksat başka ayetlerde de geçtiği gibi Kur’an’dır, hikmetten maksat ise İslam’ın ikinci kaynağı olan Sünnettir. Bu konuda alimler ittifak etmişlerdir. Burada Peygamber Efendimiz’in “Şüphesiz, bana kitap ve onunla birlikte bir benzeri, bir misli verildi” [8] hadisini hatırlayıp bir benzerinden maksadın sünnet olduğunu vurgulamak yerinde olur.
Ayrıca, Allah Resulü’ne itaati emreden pek çok ayet de mevcuttur. Örnek olarak Nisâ suresi, 4/59, 64, Enfal suresi, 8/20, Nûr suresi, 24/5 ayetlerini verebiliriz.
Sünnetin fonksiyonuna gelince; Kur’an’ın kısaca zikrettiği mevzuları açmak, şerh etmek, Kur’an’daki bazı umumi ifadeleri, örnekler vererek dar dairede kullanılabilir hale getirmek, kolay anlaşılamayan kapalı ifadeleri tefsir etmektir. Ayrıca, Kur’an’da zikredilmediği halde Sünnette belirtilen pek çok hüküm vardır. Dolayısıyla Peygamberimiz aynı zamanda bir hüküm koyucudur. Kısaca söyleyecek olursak, Sünnet, Kur’ân’ın açıklamasıdır. Evet, sünnet, canlı bir Kur’an’dır. Eğer sünnet olmasaydı Kur’an anlaşılamazdı.
Dipnotlar