Kandiller 17 Soru Cevap
- Ahiret Haşr 15 Soru Cevap-1
- Ahiret Haşr 15 Soru Cevap-2
- Ahlak ile ilgili 20 Soru Cevap-1
- Ahlak ile ilgili 12 Soru Cevap-2
- Cinler hakkında Soru cevap (18 soru)
- Gıybet ve Dedikodu 13 Soru Cevap
- İrşad ve Tebliğ soru Cevap-1
- İrşad ve Tebliğ soru Cevap-2
- İrşad ve Tebliğ soru Cevap-3
- Kandiller 17 Soru Cevap
- Kibir Tevazu Soru Cevap-1
- Kur’an ile ilgili 30 Soru-Cevap-1
- Kur’an ile ilgili 30 Soru-Cevap-2
- Melekler Soru Cevap-1
- Melekler Soru Cevap-2
- Ramazan Soru Cevap-1 (21 soru)
- Ramazan Soru Cevap-2 (21 soru)
- Ramazan Soru Cevap-3 (14 soru)
- Ruh ile İlgili Soru Cevap
- Tevbe (Tövbe) 12 Soru Cevap
- Şeytanlar ile ilgili Sorular (22 soru)
Sorular ve Cevaplar
Kandil gecelerine ait hususî bir namaz yoktur. Fakat bu geceleri kaza veya nafile namaz kılarak, Kur’ân okuyarak, tevbe-istiğfar ederek değerlendirmek gerekir.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Şaban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman o geceyi ibadetle ihya ediniz ve gündüzünü de oruçla geçiriniz…” (İbn-i Mace, ikame, 191; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/258) buyurmuştur.
Kandil günlerinde oruç tutmak isteyenler, ihya ettikleri kandil gecesi oruca niyet edip ertesi gün oruç tutarlar. Çünkü dinî hükümlere göre gün, güneşin batışı ile başlar ve ertesi gün güneşin batımına kadar devam eder. Nitekim Cuma gecesi dediğimizde aslında günümüz takvimine göre Perşembeyi Cumaya bağlayan gece kastedilir. Aynı şekilde Ramazan başladığında ilk teravihi oruca başlamadan kılarız. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki kandil gecesinden önceki gün oruç tutmayı yasaklayan bir hüküm yoktur. İhtiyaten kandilden önceki gün ve sonraki gün de oruç tutma tercih edilebilir. Zira oruç tutulması mekruh olmayan günlerin hepsinde oruç tutmak mümkündür ve sevaptır.
Düğünümüz Beraat kandili gecesine denk gelecek. Böyle dinî bir günde erkeğin eşi ile birlikte olmasının dinî yönden sakıncası var mı?
Regaib kandilinde düğün yapmanın bir sakıncası olmasa da bu mübarek günler müminlerin dua dua rabblerine yalvarıp ibadette bulundukları birer gece olduğundan düğünün mümkünse başka bir tarihe alınması daha uygun olabilir. Tabii bu mümkün değilse ve eğer sıkıntıya sebep olacaksa zorlamaya gerek yoktur. Allah düğününüzü mübarek eylesin.
Mevlid; doğum vakti, doğum günü demektir. Ayrıca ‘doğuş’ manasına gelen ‘vilâdet’ kelimesi de mevlid yerine kullanılır. Mevlid-i Şerif ise Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in doğumu manasına gelir.. Yani Şerefli Doğum, Kutlu Doğum. Halk arasında mevlid denildiğinde, mübarek gün ve gecelerde ya da özel günlerde toplanıp, Kur’an, ilahi okumak ve Süleyman Çelebi’nin yazmış olduğu ve Peygamberimiz’i övdüğü “Vesiletü’n Necat” adlı eserini çeşitli makamlarla seslendirmek akla gelir.
Mevlidin hükmü nedir?
Mevlid okuma, okutma gibi Kutlu Doğum’la alâkalı olan faaliyetler farz, vacip ve sünnet gibi yapılması dinen yapılması gereken vazifeler kategorisinde değildir. Ancak, o mübarek gün ve geceler münasebetiyle bir kere daha Efendimiz’i (sallallahu aleyhi ve sellem) yâd etme, çok değişik hayırlara vesile olabilir. Mevliddea; Allah’ı anma, Peygamberimiz’e övgü ve O’na salât u selam vardır. Allah’ı anmak, ayetin ifadesiyle “En büyük fazilettir” (Ankebut, 29/45) Peygamberimiz’e salat u selam göndermek, onu övmek ise şu ayetin hem zahirinden hem de işaret ettiği manalardan anlaşılır:
“Muhakkak ki Allah ve melekleri, Peygambere salat ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na salat edin ve tam bir içtenlikle selam verin.” (Ahzab, 33/56)
Buradaki salât, Allah’ın, Peygamberini rahmetine mazhar etmesi, O’nun şanını yüceltmesi demektir. Bizim salâtımız ise, Peygamberimiz için duadır. Salat u selam, bir sünnet olup Peygamberimize olan biatimizi, O’na tabi oluşumuzu yenilememiz demektir. İşte mevlid vesilesiyle biz bu sünneti işlemiş, O’na tebaiyetimizi bir kez daha tekrarlamış oluyoruz.
Peygamber Efendimizi övmek ve O’nun şefaatine nail olmak maksadıyla Rasûl-ü Ekrem hayattayken bile şiirler yazılmış, kasideler söylenmiştir. Meselâ Ka’b b. Züheyr, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun huzurunda O’nu övmüş ve Allah Rasûlü tarafından tebrik edilmiş, teşvik görmüştür. Hassan bin Sabit de şiirleriyle Peygamberimiz tarafından iltifata mazhar olmuştur. Efendimiz’in karşı çıkmadığı, sükût ettiği işlere de sünnet denir. Dolayısıyla, Efendimiz’i övücü sözler söylemek, şiirler okumak da sünnet ya da en azından mendubdur.
Bediüzzaman hazretleri, “Cenâb-ı Hak bu âdeti ebede kadar devam ettirsin ve Süleyman Efendi gibi Mevlid yazanlara rahmet etsin, yerlerini Cennetü’l-Firdevs yapsın.” demekte, mevlidinin halkın kabulüne mazhar olduğunu beyan etmekte ve “Mevlid-i Nebevî ile Mi’raciyenin okunması, gayet faydalıdır ve ümmet tarafından güzel görülen İslâmî bir adettir. Müslümanlar arasında gayet hoş ve tatlı bir sohbet vesilesidir. Hatta iman hakikatlerinin hatırlatılması adına çok şirin bir derstir. Bunların daha da ötesinde; mü’minlerin kalplerinde iman nurunun, Allah sevgisinin, Peygamber aşkının tutuşması için çok tesirli bir vesiledir.” (24. Mektup) şeklinde takdirlerini dile getirmektedir.
Evet, mevlid, formül olarak ortaya konmamışsa da aslı dinde var olan bir iştir ve hayırlara vesiledir.
Tarihte Mevlid var mıdır?
Mevlid programları son senelerde “Kutlu Doğum” adı altında yapılsa da aslında yeni değildir ve menşei çok eskilere dayanmaktadır. Genel kabule göre, ehl-i sünnet çizgisi içerisinde mütalaa edebileceğimiz ilk mevlid programını, 13. yüzyılda Selahaddin Eyyubî’nin eniştesi Erbil Atabeyi Muzafferuddin Gökbörü düzenlemiştir. O zamanlar iki ay süreyle kutlama programları yapılıyor, ilim adamları bir araya gelip ilmî, fikrî sohbetler tertib ediyor, halk, mevlidi bir bayram sevinciyle karşılıyor ve sokaklar bu sevinçle başka bir görünüm arz ediyordu.
Daha sonraki dönemlerde de, Müslüman şairlerin hemen hepsi na’tlar yazmışlardır. Fuzulî, Nefî, Naîmî, Nâbî, İshak Efendi ve Şeyh Galip na’t denince ilk akla gelen Peygamber âşıklarıdır. Ayrıca, Rasûlullah’ın (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) doğumunu ve hayatını medh ü senâ eden ve “Mevlid” adını taşıyan çok eser kaleme alınmıştır. 20. asır velilerinden Alvar İmamı’nın da bir mevlidi vardır.
Bilindiği üzere, mevlidlerin Türkçe’de en meşhur olanı Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’n-Necât” adlı eseridir ki, bugün mübarek gün ve gecelerde, özel günlerde cami ve evlerde okunan mevlid, Süleyman Çelebi Hazretlerinin yazmış olduğu mevliddir. Süleyman Çelebi, Yıldırım Beyazıt zamanında Divan-ı Hümayûn Hocası olmuş, sonra da Bursa Ulu Camii’nde imamlık yapmış bir hak dostudur.
Mevlitlerde istenmeyen haller
Yapmacık tavırlar ve içi doldurulamayan sözler
Bu güzel âdet icra edilirken, işi ticarete dökmemek, gırtlak ağalığı yapmamak, riya ve yapmacıklara girmemek çok önemlidir. Allah’ı ve Efendimizi anma mevzuunda samimi olmaya çok dikkat etmek lazım. Bir insan, Cenâb-ı Hakk’ı andığında gözleri gerçekten yaşarmadığı ve burun kemikleri dahi sızlamadığı halde,
“Her ne zaman anarsam seni, kararım kalmaz Allah’ım
Senden gayrı gözüm yaşın, kimseler silmez Allahım.” (Yunus Emre)
der ve riyakarlıklara, yalanlara girerek Efendimize ait bazı günleri kutlamaya kalkarsa, Allah’a karşı yalan söylemiş; Allah Rasûlü’ne de saygısızlık yapmış olur. İnsan içinden gelmeyen şeyi söylememelidir.
Monotonluğun kırılması
Mevlidi besteleyenler çok güzel ve faydalı bir iş yapmışlar, makamları Cennet olsun. Fakat; bu türlü şeyler aylık ya da en fazla senelik olmalı, her defasında o işe ayrı bir buud ve zenginlik katılmalı. Sadece Yunus Emre ve Niyaz-ı Mısrî ile yetinmemeli, Arif Nihat Asya ve Mehmed Akif gibi yakın zamanın dertli ve yanık şairlerinin eserleri de güfte ve beste şeklinde değerlendirilmeli.
Regâib gecesi, Recep ayının ilk Cuma gecesidir. Peygamber Efendimiz (sas)’in Allah’ın bazı çok özel fiilî tecellilerine mazhar olduğu, nuranî lütuf ve ihsanlara, semavî derecelere eriştiği bir gecedir. Kelime olarak regâib, “çokça rağbet edilen, nefis, kıymetli, değerli, ihsan” mânâlarına gelen “ragîbe” kelimesinin çoğuludur. Buna göre Regâib Gecesi denilince: “Çok lütuf ve ihsanla dolu, kıymeti ve değeri büyük, çok iyi değerlendirilmesi gereken gece” mânâsı anlaşılır.
Müslümanlar arasında ise Peygamberimiz’in dünyayı teşriflerinin ilk halkasını teşkil eden anne rahmine şeref verdiği gün olduğuna inanılmaktadır. Ancak bu gece ile Peygamber Efendimiz’in doğumu arasındaki süre, bu inancı doğrulamıyor. Fakat, Hz. Âmine’nin Fahr-i Âlem Efendimiz’e hamile olduğunu bu geceden itibaren öğrenmiş olabileceği düşünülebilir.[1]
Peygamberimiz’in doğuşuyla yeryüzü nasıl küfür ve cehaletin karanlıklarından kurtulup büyük bir mutluluğa kavuştuysa, onun teşriflerinin ilk basamağı olan bu geceyi de bütün kâinat alkışlamış, coşkun bir sevinçle ayakta karşılamıştır. Mânen bereketli olan bu gecenin bir hususiyeti de mübarek Ramazan ayının ilk habercisi olmasıdır.
Bediüzzaman Hazretleri, Regâib gecesinin Efendimiz’in manevi terakki sürecinin başlangıcı olduğunu; Mi’rac gecesinde de bu terakkinin zirvesine ulaştığını bildirmektedir.[2]
Bu gece Allah Rasûlü (sas), söz konusu mazhariyet ve lütuflar adına Cenâb-ı Hakk’a şükür için on iki rek’at namaz kılmışlardır. Bu gecede böyle bir namaz kılmak müstehaptır.[3] Bu geceyi ibadetle ihya etmenin sevabı pek çoktur. Diğer zamanlarda okunan her Kur’ân harfi için on sevap verilirse, Recep ayında yüzleri geçmekte, Regâib kandilinde ise daha da artmaktadır. Kaza ve nafile namazların sevabı ise diğer gecelere oranla kat kat fazladır.
Genel anlamda üç aylarda yapılabilecek en güzel ibadetlerden birisi hiç şüphesiz oruç tutmaktır. Nitekim üç ayların en sonuncusu ve en faziletlisi olan Ramazan ayında da oruç emredilmektedir. Buna göre Regâib gecesinden önce oruç tutarak bu geceye manevî bir gerilimle hazırlanılabilir. Bu gecede yapılacak diğer ibadetlerle birlikte belki de kişi bir kul olarak, Allah’a (celle celâluhu) yakınlaşmak adına yapılabilecek bütün ibadetleri, bütün vesileleri yerine getirmiş olur.
Regâib kandilinde yapılacak ibadetlerden bir diğeri de duadır. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir hadislerinde bu gecede yapılacak duaların Allah katından geri çevrilmeyeceğini bildirmişlerdir.[4] Öyleyse, bütün dünyada ve Türkiye’de Müslümanların türlü türlü bela ve musibetlerle boğuştuğu, din düşmanlarının Müslümanlar için akla hayale gelmedik planlar yaptığı, masum insanların çeşitli sıkıntılara maruz kaldığı bugünlerde bütün mülkün sahibi, her şeyi gören ve her şeye gücü yeten Rabbimize dua dua yalvaralım, en içten dualarımızla bütün bir ümmet için tekrar ber tekrar O’ndan yardım dilenelim. Hacet namazıyla, kaza namazıyla, Kur’an ve cevşenle gecemizi aydınlatalım ve Allah’tan Müslümanlar için beklenen cennet iklimi bize lütfetmesini, müjdelenmiş ve emareleri çoktan ortaya çıkmış baharları getirmesini dileyelim, dilenelim.
Evet, başta Regâib olmak üzere, onun ardından gelen Mirâc, Berâat ve Kadir geceleri, zamanın Allah’a en yakın zirveleridir ve O’na yaklaşmanın, O’na açılmanın, O’na yükselmenin rıhtımları, limanları ve rampaları sayılırlar.
Ne mutlu bu limanlardan sonsuzluğa açılanlara, bu rampalardan manevi alemlere sıçrama yapanlara.
Rağbeti Olanların Münacaatı
Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla.
Allahım! Yol azığım az fakat Sana olan tevekkülüm çoktur. Cürmümün büyüklüğünü düşününce azabının korkusundan tir tir titriyorum ama reca duygusu ufkumu sarınca içime emn ü eman doluyor. Günah(lar)ım beni cezaya müstehak hâle getirse de, affına olan itimadım kulağıma hep mükâfatının büyüklüğünü fısıldıyor. Gaflet, huzuruna varacağım gün için kayda değer bir hazırlık yapmama müsaade etmemiş olsa bile, kereminin genişliğini ve sürpriz lütuflarını düşününce gözlerim ümitle parlıyor. Bin bir isyana, tuğyana dalmış olmam içime vahşet salıyor ama gufranını ve rızanı bir armağan paketi hâlinde önüme koyuvereceğini düşünüyorum ve işte o zaman gönlüm üns esintileriyle coşuyor.
Rabbim! Zâtından gelecek ziya tufanlarına, nur hüzmelerine, rahmet ve re’fet esintilerine itimad ediyor; bol ikramlarından, birbirinden güzel nimetlerinden istifade edebileceğim İstikametindeki beklentilerimi gerçekleştirmeni ve beni de bir kurb/yakınlık eri olma payesiyle şereflendirmeni diliyorum. Ya Rab! İşte huzurundayım ve kendimi Senin rahmet ve şefkat esintilerine salıyorum.
Cömertliğinin ve lütuflarının enginliğine iltica ediyorum. Gazabından kaçıyor, hoşnutluğuna sığınıyorum. Senden yine Sana iltica ediyorum. Beni en güzel şekilde ödüllendireceğin hususundaki ümidim de tam, mevhibelerine olan itimadım da tamdır. Görüp gözetmene ne kadar muhtaç olduğumu Sen daha iyi bilirsin, Rabbim! Ey fazlı, keremi, hilmi ve affı bizim hayallerimize bile sığmayacak kadar engin olan Yüce Sultanım! Ne olur, bizi, tattırmakla yüzümüzü güldürdüğün nimetlerinin tamamına erdir. Bu zavallı gedâna bir kere keremkâne davrandıktan sonra artık keremini kesme. Hilminle muamele edip örttüğün günahlarımın üzerindeki örtüyü de ne olur daha kaldırma. Senin malumun olan bütün çirkin işlerimi de bağışla.
İlâhî! Dileklerimin yüce dergâhında kabulü için yine Senin şefaatine dehâlet ediyor, azabından korunmak için Senin merhametine sığınıyorum. İhsanlarına karşı çok arzuluyum; nimetlerine nihayetsiz rağbetim var; lütuf sağanaklarınla sırılsıklam hâle geleceğim, inayet bulutlarınla gölgeleneceğim ânı gözlüyorum; kapını çalarak, dergâhına teveccüh ederek, lütf u inayetine sığınarak, yüce katından bahşedeceğin en câzip lütufları avlamaya çalışarak, cemâline koşarak, azametin ve celâlin karşısında el-pençe divan durarak Seni, Senin rızanı talep ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım! Bahtına düştüm, ne olur, bana istihkakım olan azap edilmek ve mahrumiyete maruz bırakılmakla değil, Senin şanın olan mağfiret ve rahmetle muâmelede bulun! Âmîn!
❁❁❁
:مُنَاجَاةُ الرَّاغِبِينَ
❁بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
إِلٰهِي، إِنْ كَانَ قَلَّ زَادِي فِي الْمَسِيرِ إِلَيْكَ، فَلَقَدْ حَسُنَ ظَنِّي بِالتَّوَكُّلِ عَلَيْكَ؛ وَإِنْ كَانَ جُرْمِي قَدْ أَخَافَنِي مِنْ عُقُوبَـتِكَ، فَإِنَّ رَجَائِي قَـدْ أَشْعَرَنِي بِالْأَمْنِ مِنْ نِقْمَتِكَ؛ وَإِنْ كَانَ ذَنْبِي قَـدْ عَرَّضَنِي لِعِقَابِكَ، فَقَدْ أٰذَنَنِي حُسْنُ يَـقِيـنِـي بِثَوَابِكَ؛ وَإِنْ كَانَ أَنَامَتْنِي الْغَفْلَةُ عَنِ الْاِسْتِعْدَادِ لِلِقَائِكَ، فَلَقَدْ نَـبَّهَـتْـنِـي الْمَعْرِفَةُ بِكَرَمِكَ وَأٰلَائِكَ؛ وَإِنْ أَوْحَشَ مَا بَـيْـنِـي وَبَـيْـنَـكَ فَرْطُ الْعِصْيَانِ وَالطُّغْـيَانِ، فَقَدْ أٰنَسَنِي بُشْرَى الْغُفْرَانِ وَالرِّضْوَانِ؛ أَسْأَلُكَ بِسُبُحَاتِ وَجْهِكَ وَأَنْوَارِ قُدْسِكَ، وَأَبْـتَهِلُ إِلَيْكَ بِعَوَاطِفِ رَحْمَتِكَ وَلَطَائِفِ رَأْفَـتِكَ، أَنْ تُحَقِّقَ ظَـنِّـي فِيمَا أُؤَمِّلُهُ مِنْ جَزِيلِ إِكْرَامِكَ وَجَمِيلِ إِنْعَامِكَ فِي الْقُرْبَى مِنْكَ وَالزُّلْفَى لَدَيْكَ، وَهَا أَنَا ذَا مُتَعَرِّضٌ لِنَفَحَاتِ رَوْحِكَ وَعَطْفِكَ، وَمُنْتَجِعٌ غَيْثَ جُودِكَ وَلُطْفِكَ، فَارٌّ مِنْ سَخَطِكَ إِلَى رِضَاكَ، هَارِبٌ مِنْكَ
❁إِلَيْكَ، رَاجٍ أَحْسَنَ مَا لَدَيْكَ، مُعَوِّلٌ عَلَى مَوَاهِبِكَ، مُفْتَـقِرٌ إِلَى رِعَايَـتِكَ
إِلٰهِي، مَا بَدَأْتَ بِـه۪ مِنْ فَضْلِكَ فَـتَمِّمْهُ، وَمَا وَهَبْتَ لِي مِنْ كَرَمِكَ فَلَا تَسْلُبْهُ، وَمَا سَتَرْتَ عَلَيَّ بِحِلْمِكَ فَلَا
❁تَهْتِكْهُ، وَمَا عَلِمْتَـهُ مِنْ قَـبِـيحٍ عَلَيَّ فَاغْفِرْهُ
إِلٰهِي، اسْـتَشْفَعْتُ بِـكَ إِلَيْكَ، وَاسْـتَجَرْتُ بِكَ مِنْكَ، أَتَـيْـتُكَ طَامِعًا فِي إِحْسَانِكَ، رَاغِبًا فِي امْتِنَانِكَ، مُسْتَسْقِيًا وَابِلَ طَوْلِكَ، مُسْتَمْطِرًا غَمَامَ فَضْلِكَ، طَالِبًا مَرْضَاتَكَ، مُرِيدًا وَجْهَكَ، طَارِقًا بَابَكَ، قَاصِدًا جَنَابَكَ، وَارِدًا شَرِيعَةَ رِفْدِكَ، مُلْتَمِسًا سَنِيَّ الْخَيْرَاتِ مِنْ عِنْدِكَ، وَافِدًا إِلَى حَضْرَةِ جَمَالِكَ، مُسْتَـكِينًا لِعَظَمَتِكَ وَجَلَالِكَ، فَافْعَلْ بِي مَا أَنْتَ أَهْلُهُ مِنَ الْمَغْفِرَةِ وَالرَّحْمَةِ، وَلَا تَـفْعَلْ بِـي مَا أَنَـا أَهْلُهُ مِنَ الْعَذَابِ وَالنِّـقْمَةِ، بِرَحْمَتِكَ
❁يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ
Duayı indir
https://can-ada.net/wp-content/uploads/2023/03/regaib-gecesi-duasi.pdf
Peygamber Efendimiz (sas)’in rûhu ve bedeniyle Burak [1] isimli semavî bir binite binerek Cebrail ile birlikte Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya (Beytü’l-Makdis’e) kadar yapmış olduğu gece yolculuğuna -ki bu gece yolculuğuna İsra denilir-, oradan da bir mi’râcla (manevî asansörle) yedi kat göklere yükselip tâ Sidretü’l-Müntehâ’ya ulaşması, burada Cebrail’i arkada bırakıp Refref denilen manevi bir binitle Allah’ın huzuruna varıp O’nun Zât-ı Akdes’ini yakînen müşahede etmesi ve zaman-mekân üstü konuşması olaylarına Mi’râc denilir.
İsra ve Mirac olmak üzere iki aşamalı bu gökler ötesi yolculuk, peygamberliğin 12. yılında, hicretten 18 ay önce, mübarek üç ayların ilki olan Recep ayının 27. gecesinde (Regâib gecesinden yirmi küsur gün sonra) gerçekleşmiştir. Kadir gecesinin de Ramazan’ın 27. gecesi olması ile aralarında çok gizemli bir tevafuk vardır. Bediüzzaman Hazretleri: “Mi’rac gecesi ikinci bir Kadir gecesi hükmündedir.” (Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.583) sözleriyle, bu gecenin Kadir gecesinden sonra en kutsal gece olduğunu belirtmişlerdir.
Ebu Talip’in ve Hatice validemizin vefatı ile çok hüzünlenen, müşriklerin üç yıl süren boykotu ve Tâiflilerin saldırıları karşısında daralan Allah Rasûlü (sas) ve mü’minler, bu mi’rac olayı ile çok muhteşem bir teselliye ve ihsan-ı İlâhîye ve nail olmuştur. Üç ayların ilk kandili, Regaip gecesi, ikinci Mi’rac gecesidir. Regaib gecesi, Peygamber Efendimiz’in (sas) Ahmet ismiyle temsil ettiği manevi makamın başlangıcını oluştururken, Mi’rac gecesi bu makamın zirve noktasını ifade eder. [2]
Kur’ân-ı Kerim’de İsrâ suresi (17/1) bu İsrâ olayını anlatır. Necm suresi de İsrâ’nın devamı olan Mi’râc hadisesini anlatır (Necm, 53/1-18). Âyetlerde biraz da kapalı olarak anlatılan bu esrarengiz yolculuğu, Peygamberimiz (sas) bir çok hadîslerinde detaylarıyla anlatmışlardır.[3]
Bir gece Kâbe-i Muazzama’nın Hatîm mevkiinde yatarken, Cebrail (as) gelip mübarek göğüslerini yardı, kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içini iman ve hikmetle doldurup eski hâline koydu. Sonra beyaz bir binek olan Burak ile (normalde bir aylık mesafedeki) Mescid-i Aksa’ya uçtular. Orada bütün peygamberlerin ruhlarına imam olup namaz kıldırdı. Bu imamlık, o peygamberlerin getirmiş olduğu şeriatların hepsine Peygamber Efendimizin gerçek varis olduğuna işarettir.[4]
Bir de kendisine su, şarap ve süt takdim edildi. O, fıtrî ve tabiî olan sütü içti. Bu ise ümmetinin doğru yola iletildiğini ifade ediyordu. Ardından yüceliklere yükseltici bir mi’rac (manevî asansör) ile göklere çıkartılıp yedi kat semaları bir bir dolaştırılmış ve orada her katın temsilcisi olan Peygamberle görüşmüştür. Melekleri, Cennet ve Cehennem’e kadar bütünüyle ahiret hayatını müşahede etti. Bütün alemleri dolaştı.[5]
Cebrail daha sonra Peygamberimiz’i daha da yükseklere çıkardı, öyle bir fezaya vardılar ki kaderleri yazan kalemlerin cızırtıları duyuluyordu. Nihayet varlıklar âleminin son sınırı olan Sidretü’l-Müntehâ’ya ulaştılar. Cebrail: “İşte burası Sidretü’l-Müntehâ’dır. Ben buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam, yanarım.” dedi. Peygamberimiz’e Sidre’de dört kutsal nehir ve her gün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beyt-i Ma’mûr gösterildi. Sonra kendisine şarap, süt ve bal dolu üç bardak sunuldu. O, yine sütü tercih etti. İçtiği süt, onun ve ümmetinin fıtratıydı.
Ayrıca şehitlerin ve muttakilerin cenneti olan Cennetü’l-Me’vâ’yı temaşa etti. Cebrail’i geride bırakan Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, burada Refref’e binerek Allah’ın arşına yükseldi ve tâ Kâb-ı Kavseyn denilen ” imkân dairesinin bittiği, vücûb dairesinin başladığı” sınıra ulaştı. Allah’ın huzuruna vardığında O’na ok yayının iki ucu kadar, hattâ daha fazla yaklaştı (Necm, 53/9).
Cemâlullah’ı perdesiz ve vasıtasız olarak müşahede etti, Onunla zaman ve mekândan münezzeh olarak ve keyfiyetini bilemediğimiz bir şekilde konuştu. Daha sonra tekrar Refref’le Sidre’ye geri döndü. Orada Cebrail’i asıl hüviyetiyle -tıpkı ilk defa Hira’da gördüğü şekliyle- gördü (Necm 53/13-14) Ardından yine Cebrail ile birlikte göz kırpması kadar kısa bir zaman parçasında dünyaya geri döndüler.[6]
MİRACIN HEDİYELERİ
“Ben mi’racdan daha güzel bir şey görmüş değilim“[7] diyen Peygamberler Sultanı, mi’rac yüceliklerinden -âdeta bir vefa duygusuyla- geri dönerken yanında ümmetine çok büyük hediyeler getirmiştir.
Birincisi: Beş vakit farz namazı getirmiştir. İhsan şuuruyla kılınan namazlar, ümmetin mi’rac asansörleri olacaktır.
İkincisi: “Âmenerrasûlü” diye bilinen âyetleri getirmiştir. [Bakara Suresi, 2/285-286].
Üçüncüsü: İsra Suresi’nin 22-39. âyetlerinde bahsedilen 12 adet İslâm prensibini getirmiştir.[8]
Dördüncüsü: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen kimselerin günahlarının affedileceği ve Cennet’e girecekleri müjdesini getirmiştir.
Beşincisi: İyi amele niyetlenen kişiye -onu yapamasa bile- bir sevap; eğer yaparsa on sevap yazılacağı; fakat kötü amele niyetlenen kişiye -onu yapmadığı müddetçe- hiçbir günahın yazılmayacağı; ancak işlediği zaman da sadece bir günah yazılacağı müjdesini getirdi.
Bir diğer hediye de, Mi’rac gecesi Allah ile karşılıklı selâmlaşma ve sohbetlerinden bazı sözleri getirmiştir ki et-Tahiyyâtü diye meşhur olan bu sözler, bütün namazlarda teşehhütte otururken okunmakla Mi’racda Allah ile Habibi (sas) arasındaki o kutsî sohbeti hatırlatmakta ve benzerî bir konuşmaya bizleri mazhar etmektedir.[9]
Mi’rac’ta farz kılınan beş vakit namaz, mü’minin mi’racıdır; Peygamber Efendimizin miracı en büyük miractır. Bizim namazlarımız ise birer küçük mirac hükmündedir. Bu mi’racın zirvesi ise secde hâlinde, yani kulun Allah’a en yakın olduğu anda yaşanır.[10] Her mü’min, namazın fiil ve rükünlerine konsantre olup, bir nevi mirac ile kâinatı arkasına atıp Allah’ın huzuruna kadar gider.[11]
NASIL DEĞERLENDİRMELİ?
Bediüzzaman Hazretleri: “Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Manevi bir şirket olarak, inşâallah her biriniz kırk bin dil ile tesbih eden bazı melekler gibi, kırk bin lisan ile bu kıymetli gecede ibadet ve dualar edeceksiniz ve hakkımızda gelen (gelmesi ihtimali olan) fırtınalarda, binde bir zarar olmadığından dolayı, ibadetlerinizle şükredersiniz.“(Nursi, Tarihçe-i Hayat, s.583) sözleriyle bu gecenin manevî bir fırsat bilinip değenlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmişlerdir.
Evet bu gece yapılacak ibadet ve dualar, Miracla gelen manevi hediyelere birer şükür, bir kısım maddi ve manevi felaketlere karşı set ve gelmeyip geri dönen felaketler için de bir teşekkürdür. “Mi’rac’ın esas armağanı namazdır ve bu aynı zamanda her mü’minin mi’racı olarak, onları da miraca götürecek nurdan bir helezondur. Namaz, her şeyiyle halis bir ibadet ve mi’rac için yegane vesile, sonra da Allah Rasulü (sas)’ne gökler ötesi seyahatin en son noktasında verilen İlâhî bir armağandır. Bu armağan içinde herkese kılacağı namazı ölçüsünde bir mi’rac mukadderdir.“[12] “Mü’min için her namaz bir mi’râc vesilesidir. Ve mü’mine düşen de her namazda farklı farklı buudlarda bile olsa mi’râcını tamamlamaktır.”[13]
“Mi’raca namazla çıkılır.. Allah’a namazla ulaşılır, enbiyanın huzuruna namazla varılır. Ama herkes bunu namazda kendine göre hisseder ve kabiliyeti nispetinde yükseldiğini duyar. Herkesin hissettiği kendi miracıdır.“[14] Fıkıh kitaplarında bir Mi’rac gecesi namazından bahsedilmektedir ki, kılınması tavsiye edilmiştir. 12 rekattır. Her rekatında fatiha suresiyle beraber herhangi bir sure okunarak iki rekatte bir selâm verilir. Sonra da 100 kere “Sübhânellâhi velhamdü lillahi vela ilahe illallâhü vellâhü ekber.” denilmelidir.
Ardından ise 100 kere tevbe ve istiğfar edilip, 100 kere de Efendimiz (sas)’e salât ü selâm getirilmelidir. Gündüzünde de oruçlu bulunmalıdır; zira bu hâlde günaha dair olmaksızın yapılacak her duanın kabul edileceği Allah’ın rahmetinden umulur.[15] Ayrıca bu gece, Müslümanlar olmak üzere bütün dünyanın hali hazırdaki hoş olmayan durumları için dua edilmeli ve gözyaşı dökülmelidir.
MİRAC KANDİL VE GECESİNİ PRATİK HAYATIMIZDA ŞÖYLE TATBİK EDEBİLİRİZ:
Camilerde cemaatle kılınan akşam ve yatsı namazları ve okunan Kur’ân’larla kıvamını bulan ruhlar, daha sonra evlerine çekilmeli, evlerindeki mescid-i haram hükmünde olan odalarından seccade burak’ına binerek ilham cebrail’i eşliğinde ihlas mescid-i aksa’sına varmalı; orada gözyaşıyla karışık bir kâse mânâ sütü içtikten sonra secdelerin mi’racıyla yükselip âyetlerin kanatlarında ruhunun mülk ve melekût semalarına yelken açmalı, her rek’atta âdeta bir kat yukarılarına doğru yücelmeli, bir noktadan sonra binit değiştirip ihsan refref’ine binerek kendi kemal sidre-i müntehalarında pervaz etmeli, nihayet insanda arş-ı azam mesabesindeki kalbin en yüksek derecesine yükselmekle tâ kâbı kavseyne ulaşıp ” et-tahiyyâtü” nün sırrıyla Allah’ın huzurunda ilham ötesi bir nevi konuşmaya mazhar olmalıdırlar.
Peygamber Efendimiz’in Sevgiye Mazhar Zatı Üzerine Salât-ı Mi’raciye
Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla
Allahım! Nurundan bütün nurların fışkırdığı, cihanların nurlandığı, varlığın çehresindeki zâhirî sis ve dumanların silindiği.. sırrından bütün sırların saçıldığı.. ilahî esrâr hazinelerinin anahtarını elinde tutan.. hakâikin Kendisiyle ortaya çıktığı.. esrâr-ı ulûhiyetin bütün vuzuhuyla Kendisiyle bilinir olduğu.. yine Kendisiyle ilimlerin Hâlık-ı Zülcemâl’den mahlûkata nüzûl ettiği, Âdem nebîye icmalen bildirilen her şeyin Kendisiyle tam tafsile ulaştığı.. Senin, Yüce Zâtınla mahlûkatın arasında gayeye yakın vasıta kıldığın.. O’nun yolundan Sana gelenlerin Senin rahmetinle felaha erdiği.. O’na itaati Kendine itaat kabul ettiğin.. Peygamber yolundan yüz çevirenlerin Senin gazabının mahkumu olduğu..
Zâtını, Zâtî teveccühlerine kıble nasbettiğin.. esmâ ve sıfâtının tecellilerini kâbesi kıldığın.. bir mucizeyle, gecenin bir vaktinde, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede, beden-i mükerremini, Mescid-i Haram-ı A’zam’dan, Mescid-i Aksa-yı Muazzam’a götürdüğün.. semavât ve arşı, mübarek ayaklarının altına serdiğin.. bu seyahati gidip tâ Sidre-i Müntehâ’ya dayanan ve oradan “Kâbe Kavseyni ev Ednâ” mertebesine terakkî eden.. halâ ve melânın olmadığı, imkan-vücub arası sözcüğüyle ifade edebileceğimiz o noktada gözü Seninle aydın olan.. “gözü kaymadı, asla şaşmadı/şaşırmadı ve haddini aşmadı” beyan-ı mübecceliyle taltif buyurduğun.. orada Senin en büyük burhanlarını müşahede ettirdiğin.. sabah ve akşam gibi kayıtların olmadığı o noktada, Senin vücudunla itmi’nan üstü itmi’nana ulaşan.. sonra beş vakit namaz gibi eşsiz bir hediyeyle ümmetinin arasına yeniden gönderdiğin..
O’nun vasıtasıyla kullarına hediye ettiğin o namazı ve özellikle namaz içindeki secdeyi Kendine en büyük yakınlık vesilesi saydığın.. nafile namazlarla bile huzuruna gelenleri muhabbetine mazhar kılacağını ifade buyurduğun.. -hele farzlar, hele farzlar-.. evvel ve âhirin hulâsası.. bâtın ve zâhirin ihatası.. taayyünü bütün varlığın ilki ve öncüsü, varlığı bir ilk nur ve nüve, Hazreti Zât’ın ilk mir’ât-ı mücellâsı.. cismi ve sıfatlarıyla varlığın sonuncusu ve meyvesi, gaybın son habercisi.. bir yönüyle ilk ve Hakk’a en yakın, diğer yönüyle de son, fakat en emin bir kurbet rehberi.. evvelden evvel ilk nur O’nun nuru, son ışık tufanı ise O’nun hâricî âlemdeki zuhuru olan.. şeriatı ve elindeki mesajıyla zâhir, apaçık bir burhan.. derûnundaki hakikatiyle bir bâtın.. yarattıkları içerisinde Rabbinin kelâmını vasıtasız duyma, cemâlini hicapsız görme payesiyle serfiraz olan müstesna nebî… Efendiler Efendisi Hazreti Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) salât ve selâm eyle.
Allahım! Benim O, İnsanlığın En Hayırlısı’na vuslatıma vesile olacak, O en yüce kâmet ile ümmetinin bir ferdi olarak aramda bir münasebet, bir bağ kuracak bir sâlât ile Efendimiz’e salât eyle. Eyle ki, O, Senin insanlığa mücessem rahmet hediyendir, sonsuz nurundur. İnayet ve ihtimamının göz bebeği O’dur. Sana yakınlıkta O’ndan daha önde bir kimse yoktur. Bu salât ü selâm vesilesiyle, O Nebîler Serveri’ni bana hakkıyla tanıt Allahım; tanıt ki, O’nun hakkını tam îfâ edebileyim. Beni O’nun kudsî mesajlarına sımsıkı sarılan kullarından eyle. O salât ü selâmla, Efendimiz’in Senin nezdindeki hakikat-i zâtiyesini bana apaçık göster. Ne olur Allahım! O’nun, Senin nezdindeki şefaatinden beni mahrum bırakma. Ya Rabbî! Kupkuru çölleri nefesiyle cennete çeviren O şanı yüce Nebînin havzından, bir daha susamayacak şekilde içmeyi bana müyesser kıl. Bunları Senin fazl u kereminden dileniyorum Allahım; lütfen ve keremen, beni kapından boş geri çevirme.
Allahım! Arzda Senin kayyûmiyetinle insanların arasında bulunan.. semavat ve arşın ötesinde, başka hiç kimseye müyesser olmayan bir noktada Seninle mülâkî olan.. Senin gayb-ı Zâtındaki gizli cevher.. esmâ ve sıfât deryasının müstesna ve mûtena incisi.. yine Senin kayyûmiyetinle bütün ins ve cinnin davetçisi.. Kendisine Senin emir ve nehiylerini kullarına açıklaması ve onların Seni tanıyıp bilmelerine, Senin marifetine ermelerine ve Sana hakkıyla ibadet ü taatta bulunmalarına vesile olması için Yüce Kur’ân’ı indirdiğin.. başkalarından gizlediğin sırr-ı rubûbiyetini Kendisiyle izhar ettiğin.. esma ve sıfât tecellîleriyle kâim.. ezelin bize paha biçilmez armağanı.. ebedlerin bağbânı..
Senin, mahlûkatına O’nun nazarıyla baktığın biricik nazargâhın.. bütün âlemlere gönderdiğin mücessem rahmetin.. Senin sevgi gölgen altında olan insan-ı kâmillerin en kâmili.. muhabbet-i İlâhiyenin en parlak aynası, mir’ât-ı mücellâsı.. kulların arasında Seni en iyi bilip tanıyan.. sultan-ı “levlâk”, “Levlâke lemâ halaktü’l-eflâk. (Sen olmasaydın, şu âlemleri yaratmazdım)” kudsî beyanının biricik muhatabı.. kullarını biraraya cem’ ettiğin mahşer gününde livâü’l-hamd ile müsemma sancağın sahibi.. huzurunla müşerref olan yegane kulun olması itibariyle kitabındaki künhü nâkâbil-i idrak hakikatlerin müfessiri.. zalimlerin, Senin, O’na vahyettiğin kelâmını işittikleri zaman öfkelerinden parmaklarını ısırdıkları.. Sana ve Senin emrinle O Kutlu Elçi’ne itaat eden müminlerin ise, o vahy-i İlahîyi dinlediklerinde pek çok sevindikleri.. O’ndan yüz çevirenlere celâlinle, Senin için O’na ittiba edenlere de cemâlinle muamele edeceğin Efendimiz Hazreti Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) salât ve selâm eyle.
Allahım! Bu salât ü selâm hürmetine bana nur ile hidayet lütfet. Senin şanı yüce nebîne iktidâ hususunda, O’nun hakkı olan edebi gözetmeye beni muvaffak kıl. Hep kötü düşünce ve amelleri emredip duran nefs-i emmâremin ve beni Senden uzaklaştıran her şeyin şerrinden Sana sığınıyorum Allahım! Efendimiz’e olan salât ve selâmlar hürmetine, Senden, nefsimi Senin razı olmadığın şüphelerden, Senden uzaklaştıran kötü huylardan ve Sana vuslata mâni olan gafletlerden ve nefsânî hazlardan tamamen arındırmanı diliyorum. Ey Yüce Rabbim! Beni her halimde Sana itaat eden bir kul eyle, eyle ki, Sana ibadetin hakkını vermeye muvaffak olabileyim.
Allahım! Bütün varlığımı Sende fâni kıl. Senin maiyetinde kendi varlığımı hissederek beni yokluğa maruz bırakma. Zira isneyniyette in’idam, Senin sonsuz lütuflarından mahrumiyetten başka bir şey değildir. Bu salât hürmetine gizli ve sürpriz hazinelerini keşfetmeyi benim için kolaylaştır. Ayıplarımı setret. Günahlarımı bağışla. Kırık-döküklerimi tamir buyur. Yaralı ve mahzun gönlümü sarıp sarmala. “Ya Rabbî! Sensin İlah, Senden başka yoktur ilah. Sübhansın, bütün noksanlardan münezzehsin, yücesin. Doğrusu kendime zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!” Ey Merhametliler Merhametlisi Allahım! Ne olur, bana rahmetinle muamele buyur!
Ey Yüce Rabbim! Hazreti Muhammed (aleyhi ekmelüssalavât ve etemmütteslîmât) Efendimiz’e, âl ve ashâbına, nuru yeryüzünü ve gökkubbeyi dolduracak bir salât ile, mahlûkatın adedince, onların hepsinin nefesleri, lafızları ve kelimeleri adedince, yine masnûatın sayısınca, semavat ve arz sakinleri sayısınca, onların nefesleri, lafızları, kelimeleri ve dilleri sayısınca, ayrıca bunların sonsuzla çarpımından ortaya çıkan sonuç sayısınca salât ve selâm eyle. “Selâm bütün elçilere ve hamd ü sena Âlemlerin Rabbi Allah’a.” Âmîn, ya Muîn!
***
اَلصَّلَاةُ الْمِعْرَاجِيَّةُ عَلَى الذَّاتِ الْمَحْبُوبِيَّةِ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى مَنْ تَفَجَّرَ مِنْ نُورِه۪ جَمِيعُ الْأَنْوَارِ، وَتَقَسَّمَ مِنْ سِرِّه۪ جَمِيعُ الْأَسْرَارِ، وَبَـرَزَتْ بِـهِ الْحَقَائِقُ، وَعُرِفَ بِـهِ الْخَالِقُ، وَتَـنَـزَّلَتْ بِهِ الْعُلُومُ مِنَ الْخَالِقِ إِلَى الْخَلَائِقِ؛ مَنْ جَعَلْتَهُ الْوَاسِطَةَ بَـيْنَكَ وَبَـيْنَ مَخْلُوقَاتِكَ، فَمَنْ أَتَاكَ مِنْـهُ فَازَ بِرَحْمَتِكَ، وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْهُ رُدَّ إِلَى سِجْنِ غَضَبِكَ؛ اَلَّذِي نَصَبْتَهُ قِـبْلَةً لِتَوَجُّهَاتِ ذَاتِكَ، وَكَعْبَةً لِتَجَلِّيَاتِ أَسْمَائِكَ وَصِفَاتِكَ؛
مَنْ أَسْرَيْتَ بِجَسَدِهِ الْمُكَرَّمِ مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الْأَعْظَمِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الْمُعَظَّمِ، وَجَعَلْتَ السَّمَاوَاتِ وَالْعَرْشَ لَهُ أَرْضًا، حَتَّى إِذَا انْتَهَى سَيْرُهُ إِلَى سِدْرَةِ الْمُنْـتَهَى، وَتَـرَقَّى مِنْهَا إِلَى قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى، قَـرَّتْ عَيْنُهُ بِعَيْـنِكَ، حَيْثُ هُنَاكَ لَا خَلَا وَلَا مَلَا مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى، ثُمَّ أَرَيْتَ مَا أَرَيْـتَـهُ مِنَ الْأٰيَـةِ الْكُـبْرَى، وَاطْمَأَنَّ قَلْبُهُ اطْمِئْـنَانًا فَوْقَ اطْمِئْـنَانٍ بِوُجُودِكَ حَيْثُ هُنَالِكَ لَا صَبَاحَ وَلَا مَسَاءَ مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى، ثُمَّ أَنْزَلْتَهُ بِهَدِيَّةٍ إِلَى أُمَّتِه۪ وَهِيَ الصَّلَوَاتُ الْخَمْسُ، وَجَعَلْتَ الْقُرْبَ بِهَا وَبِالسُّجُودِ الَّذِي فِيهَا لَكَ، وَقُلْتَ إِنَّكَ تُحِبُّ مَنْ أَتَى بِنَوَافِلِهَا، فَكَيْفَ فِي فَرَائِضِهَا الَّتِي لِذَاتِكَ؛ خُلَاصَةُ الْأَوَّلِ وَالْأٰخِرِ، وَإِحَاطَةُ الْبَاطِنِ وَالظَّاهِرِ؛ أَوَّلُ مَنْ ظَهَرَ بِذَاتِه۪ وَأٰخِرُ مَنْ بَـرَزَ بِجِسْمِه۪ وَصِفَاتِه۪؛
اَلظَّاهِرُ بِشَرِيعَتِه۪، وَالْبَاطِنُ بِحَقِيقَتِه۪؛ مَنْ سَمِعَ كَلَامَ رَبِّه۪ بِلَا وَاسِطَةٍ مِنْ خَلْقِه۪، وَأَبْصَرَ جَمَالَ رَبِّه۪ بِلَا حِجَابٍ بَـيْنَهُ وَبَـيْنَ رَبِّه۪ فَصَلِّ اللّٰهُمَّ عَلَيْهِ صَلَاةً تَـكُونُ لِي بِهَا صِلَةً إِلَيْهِ، وَنِسْبَةً إِلَى حَضْرَتِه۪، إِذْ هُوَ بَابُ رَحْمَتِكَ الَّتِي لَا تَبِيدُ، وَعَيْنُ عِنَايَـتِكَ الَّتِي مَا عَلَيْهَا مِنْ مَزِيدٍ؛ وَعَرِّفْنِي بِالصَّلَاةِ عَلَيْهِ حَقَّ حَقِّه۪ حَتَّى أَقُومَ بِحَقِّه۪، وَاجْعَلْنِي يَا رَبِّ مِمَّنْ تَمَسَّكَ بِشَرِيعَتِه۪، وَاكْشِفْ لِي بِه۪ عَنْ حَقِيقَةِ ذَاتِه۪ مِنْكَ، وَلَا تَحْرِمْنِي إِلٰهِي مِنْ شَفَاعَتِه۪ إِلَيْكَ، وَاسْقِنِي إِلٰهِي مِنْ حَوْضِه۪ شَرْبَةً لَا أَظْمَأُ بَعْدَهَا أَبَدًا مِنْ فَضْلِكَ وَجُودِكَ وَصَلِّ وَسَلِّمِ اللّٰهُمَّ عَلَى مَنْ قَامَ بِكَ فِي خَلْقِكَ، دَاعِيًا عَلَى أَرْضِكَ، وَتَفَرَّدَ بِكَ فَوْقَ سَمَاوَاتِكَ وَعَرْشِكَ، دُونَ خَلْقِكَ؛ اَلْجَوْهَرَةُ الْمَكْنُونَةُ فِي غَيْبِ ذَاتِكَ، وَالدُّرَّةُ الْمَصُونَةُ فِي بَحْرِ أَسْمَائِكَ وَصِفَاتِكَ
اَلْقَائِمُ بِكَ لَكَ بِالدَّعْوَةِ إِلَى خَلْقِكَ؛ مَنْ أَنْزَلْتَ عَلَيْهِ كِتَابَكَ لِـيُـبَـيِّنَ بِـه۪ أَمْرَكَ وَنَهْيَكَ إِلَى عِبَادِكَ، لِـيَعْرِفُوا بِـه۪ حَقَّ حَقِّكَ، فَـيَقُومُوا بِعِبَادَتِكَ وَطَاعَتِكَ؛ اَلَّذِي أَظْهَرْتَ بِـه۪ سِرَّ رُبُوبِـيَّـتِكَ، وَخَفَضْتَ بِـه۪ مَا سِوَاكَ؛ مَنْ قَامَ بِتَجَلِّيَاتِ أَسْمَائِكَ وَصِفَاتِكَ؛ مَنْ هُوَ بِكْرُ أَزَلِكَ، وَعَرُوسُ أَبَدِكَ؛ نَظَرُكَ مِنْ خَلْقِكَ الَّذِي تَـنْظُرُ بِه۪ إِلَى عِبَادِكَ، رَحْمَتُكَ إِلَى مَخْلُوقَاتِكَ، اَلْفَرْدُ الْكَامِلُ بِحُبِّكَ، عَـيْنُ مَحَـبَّـتِكَ، أَعْرَفُ خَلْقِكَ بِكَ، سُلْطَانُ “لَوْلَاكَ”، صَاحِبُ لِوَاءِ حَمْدِكَ يَوْمَ تَجْمَعُ مَخْلُوقَاتِكَ؛ هُوَ الْمُفَسِّرُ لِكِتَابِكَ، لِأَنَّـهُ بِكْرٌ يَأْتِي إِلَيْكَ، وَلَمْ يَحُلَّهُ غَيْرُهُ فِي حَضْرَتِكَ، فَـيَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ مِمَّا سَمِعَ مِنْ كَلَامِكَ
وَيَسْتَـبْشِرُ الْمُؤْمِنُ الَّذِي قَامَ بِطَاعَتِه۪ وَطَاعَتِكَ، فَـيَظْهَرُ جَلَالُكَ لِمَنْ أَعْرَضَ عَـنْـهُ، وَجَمَالُكَ لِمَنْ قَامَ بِـه۪ لَكَ وَاجْعَلْ لِي بِالصَّلَاةِ عَلَيْهِ النُّورَ وَالْهُدَى، وَالْأَدَبَ فِي الْاِقْتِدَاءِ بِـه۪ لَكَ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَـرِّ نَـفْسِيَ الْأَمَّارَةِ بِالسُّوءِ
وَمِنْ شَرِّ كُلِّ قَاطِعٍ يَـقْطَعُنِي عَنْكَ وَأَسْـأَلُكَ بِالصَّلَاةِ عَلَيْهِ أَنْ تُـقَدِّسَ نَـفْسِي مِنَ الشُّبُهَاتِ الَّتِي لَا تُرْضِيكَ، وَالْأَخْلَاقِ السَّيِّـئَاتِ الَّتِي تَرُدُّنِي عَنْكَ، وَالْحُظُوظِ وَالْغَفَلَاتِ الْمَانِعَةِ عَنِ الْوُصُولِ إِلَيْكَ وَاجْعَلْنِي إِلٰهِي عَبْدًا مُطِيعًا لَكَ فِي جَمِيعِ الْحَالَاتِ حَتَّى أَقُومَ لَكَ بِحَقِّ عِبَادَتِكَ، وَاجْعَلْ عَدَمِي بِكَ وَلَا تَجْعَلْ عَدَمِي مَعَكَ، وَاكْشِفْ بِالصَّلَاةِ عَلَيْهِ كَنْزًا لِي، وَاسْتُرْ بِالصَّلَاةِ عَلَيْهِ عَيْبِي، وَاغْفِرْ بِالصَّلَاةِ عَلَيْهِ ذَنْبِي، وَأَقِمْ بِالصَّلَاةِ عَلَيْهِ كَسْرِي، وَاجْبُرْ بِالصَّلَاةِ عَلَيْهِ قَلْبِي
لَۤا إِلٰهَ إِلَّۤا أَنْتَ سُبْحَانَكَ۠ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ فَارْحَمْنِي يَـا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ وَصَلِّ وَسَلِّمِ اللّٰهُمَّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَأٰلِـه۪ وَأَصْحَابِه۪ صَلَاةً نُورُهَا يَمْلَأُ الْأَرْضَ وَالسَّـمَاءَ، وَعَـدَدَ مَا فِيهَا مِنْ مَخْلُوقَاتِـكَ وَأَنْـفَاسِـهِمْ وَأَلْفَاظِهِمْ وَكَلِمَاتِهِمْ، وَعَدَدَ مَا فِيهَا مِنْ مَصْنُوعَاتِكَ، وَعَدَدَ أَهْلِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ، وَعَدَدَ أَنْفَاسِهِمْ وَأَلْفَاظِهِمْ وَكَلِمَاتِهِمْ وَلُغَاتِهِمْ، وَكُلُّ ذٰلِكَ مَضْرُوبٌ بِعَدَدٍ لَا يَـنْـتَهِي عَدَدُهُ، وَلَا يُحْصَرُ مَدَدُهُ وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ
وَالْحَمْدُ لِلهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ، أٰمِينَ، يَا مُعِينُ
Duayı indir
https://can-ada.net/wp-content/uploads/2023/03/Mirac_gecesi_duasi_Salat-i-Miraciyye.pdf
Evet, varlığı gönül kulağıyla dinleyebilenler için mübarek gün ve geceler, âdeta ötelerin diliyle bir şeyler mırıldanan birer şair, birer bestekâr hâline gelir ve bizlere ne harikulâde şeyler fısıldar.
Herhangi bir zaman ve mekânın kutsiyeti ancak Allah ve Resulü’nün o zamana ve mekâna değer atfetmesiyle olur. Ramazan ayı, Kadir gecesi, Cuma günü ve icabet saati, kandil geceleri ve Kutlu Zaman Dilimi Üç aylar gibi zamanın altın dilimleri vardır. Bunlardan biri de Berat kandilidir. Berat kandilinin kutsiyeti ve altın bir zaman dilimi oluşu Kur’ân-ı Kerîm’in işaretleri, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanları, selef âlimlerinin bu konudaki mütalâaları ve dünden bugüne telakki-i bilkabul (Müslümanların genel kabulü) ile bu geceye ayrı bir değer vererek ihyâ etmeleri ile sabittir.
Bu mübarek gece Peygamber Efendimiz’in kutlu beyanlarında “leyletü’n-nısfi min Şaban” yani Şaban ayının ortasındaki gece (15. gecesi) olarak ifade edilmiştir. Ayrıca bazı âlimlere göre Duhan Sûresi 3. âyette “Kur’ân’ın indirildiği mübarek gece” olarak bildirilen gece de Berat gecesidir.
Berat kelimesi; borçtan kurtulma, temize çıkıp aklanma, ceza veya sorumluluktan kurtulma gibi mânâlara gelir. Berat kandili, Allah’ın ekstra rahmet, lütuf ve mağfiretiyle tecelli ederek, kullarına bağışlanma kapılarını ardına kadar araladığı; müminlerin dualarına icabet ettiği, günahlarını affettiği, yapılan ibadetleri normal zamanlardan kat kat fazla mükâfatlandırdığı bir zaman dilimidir.
Bu mübarek gecenin en meşhur adı “leyle-i beraa” (berat gecesi) olmakla birlikte “leyle-i mübareke”, “leyle-i rahmet”, “leyle-i sakk” gibi başka isimleri de vardır.[1]) Bu isimlerde rahmet ve mübarek bir gece isimlerinin manası açıktır. “Berat” ve “sakk” gecesi denmesi ise şundandır: Vergi tamamen ödendiğinde ödeyenlere borçlarının olmadığına dair bir sak (belge, sened) yazıldığı gibi Allah Teâlâ da bu gece mümin kullarının günahlarını affederek bağışlandıklarına dair berat yazmaktadır. İşte bundan dolayı böyle bir isim verilmiştir.[2]
Bizim kültürümüzde de “Mevlid, Regaib, Mirac, Berat ve Kadir” gibi kutlu gecelere “kandil” ismi verilmiştir. Devlet-i Âliyye’nin Padişahlarından 2. Selim zamanında bu mübarek zaman dilimlerinde camiler olabildiğince aydınlatılmış, minarelerde kandiller yakılarak kutlandığı için bu isim verilmiş ve o günden bugüne kullanılır olmuştur.
Gecenin Önemi
Berat gecesinin fazileti ile ilgili olarak dünden bugüne pek çok eser te’lif edilmiş;[3] bu feyizli zaman dilimi ile alâkalı dinin temel referans kaynaklarında yer alan bilgiler bir araya getirilerek yorumlanmıştır.
Bu mübarek zaman dilimine Kur’ân-ı Kerîm’de şu âyette işaret edilmiştir:
“Hâ, Mîm. Açık olan ve gerçeği açıklayan bu kitaba yemin ederim ki; Biz onu mübarek (kutlu) bir gecede indirdik. Çünkü Biz haktan yüz çevirenleri uyarırız. O, öyle bir gecedir ki her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile o zaman yazılıp belirlenir.” (Duhan Sûresi, 44/1-4)
Müfessirlerin çoğunluğuna göre burada bildirilen “mübarek gece”, Kadir gecesidir. İbn-i Abbas ekolünün en önemli temsilcisi İkrime ve bir grup âlime göre ise “Berat gecesi”dir. [4]
Bu iki farklı yaklaşım Kur’ân’ın berat gecesi levh-i mahfuzdan dünya semasına inzali, Kadir gecesinde de peyderpey Peygamber Efendimiz’e inmeye başladığı şeklinde telif edilmiştir.[5]
Bu gecenin önemi ve fazileti ile ilgili Tirmizî ve İbn-i Mâce’nin Sünenlerinde, Abdurrezzak’ın Musannnef’i gibi eserlerde müstakil bab başlıkları açılarak konu ile ilgili hadîsler bir araya getirildiği gibi değişik hadîs kitaplarında da bu gecenin fazileti ile ilgili rivayetler yer almaktadır.[6] Berat gecesi Hz. Aişe’den (r.a.) gelen bir rivayette İnsanlığın İftihar Tablosu’nun mübarek beyanlarında şu şekilde geçmektedir:
“Allah Teâlâ Şaban ayının 15. gecesi dünya semasına rahmet, mağfiret ve lütuflarıyla tecelli eder. Tecelli eder de Kelb kabilesinin koyunlarının kıllarının sayısından daha çok insanı affeder.”[7]
Bu gecenin önem ve faziletini, bu kutlu zaman diliminin değerlendirilmesi gerektiğini bildiren Hz. Ali’den gelen bir başka hadîs de şu şekildedir: “Şaban ayının ortasında geceyi ibadet ederek gündüzü oruç tutarak geçiriniz. Allah o gece güneş batınca dünya semasına nüzul eder ve fecir doğana kadar yok mu benden af isteyen affedeyim; yok mu benden rızık isteyen rızık vereyim; yok mu musibete uğramış onun derdine derman vereyim. Yok mu şöyle yok mu böyle der.” (İbn-i Mace, ikame, 191; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/258.)
Hadîste bildirilen Allah Teâlâ’nın nüzul etmesi; Allah’ın kullarına mağfiret ve icabet kapısını açması, ekstra lütuflarda bulunması şeklinde yorumlanmıştır. Dünyanın her yerinde gurup ve gecenin sülüsü (son üçte biri) yaşanabilir. Cenâb-ı Hakk’ın hususî teveccühü vardır. Allah, keyfiyeti bizce meçhul güneşin gurubundan sonra veya gecenin üçte birinde nüzul eder.
Muaz b. Cebel’den gelen bir rivayette Peygamber Efendimiz “Allah Teâlâ, Şaban’ın 15. gecesi ayrı hususi bir mağfiret ve rahmet tecellisinde bulunur, müşrik ve müşahin (Müslüman kardeşine kindar davranan) dışındaki herkesi affeder.” (Taberanî, Mu’cemu’l-Kebîr, 20/108; Evsat, 7/36; İbn-i Mace, ikâme, 191.)
Bir başka rivayette Peygamber Efendimiz; Allah’ın bu gecede müminleri affettiğini, kâfirlere mühlet verdiğini, kin ve nefretle hareket edenleri de -bu negatif özelliği bırakıncaya kadar- kin ve nefretleriyle baş başa bıraktığını bildirmiştir.[8]
Zikredilen hadîs-i şerîflerde bu gecenin bol bir rahmet ve mağfiretle tüllendiğine ve dualara icabet edildiğine dolayısıyla böyle bir fırsatın fevt edilmemesi gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Bununla birlikte Allah Resulü, bu mübarek geceden istifadeye mâni olan “müşrik” ve “müşahin” olmak üzere iki negatif özelliğe dikkat çekmiştir. Aynı konu ile ilgili farklı rivayetlerde “zina”( Beyhaki, Şuabu’l-İman, 3/179), “adam öldürme”(Ahmet b. Hanbel, Müsned, 2/176) gibi büyük günahların da bu gecedeki ekstra rahmet ve mağfiretten mahrumiyete sebebiyet verdiği bildirilmiştir.
Demek bu geceden istifade edebilmek için kalb selâmeti çok önemlidir. Zîrâ en faziletli amel; kin, nefret ve buğzun her çeşidinden uzak olan kalb selâmetidir. Kalb selâmetinin en faziletlisi de genel mânâda bütün Müslümanlara özellikle selef-i salihine ta’n u teşnide, kin ve düşmanlık eden, onları tekfir etme cüretinde bulunan veya bu kutlu insanları sırat-ı müstakimden uzaklaşmış ve dalâlete sapmış olarak görüp kin ve nefretini kusan heva ve hevesine kapılmış bid’at ehli kimselerin negatif inanç ve tavırlarından uzak durmaktır. Başta sahabe efendilerimiz olmak üzere selef-i salihini hafife almak da bu gecenin faziletinden istifadeye mâni olduğu söylenebilir.
Bu gecenin farklı bir yere ve öneme sahip olduğunu selef-i salihin de değişik vesilelerle seslendirmiştir. Meselâ, Ömer b. Abdilaziz Adiyy b. Ertaa’ya (Basra’daki valisine) mektup yazarak şöyle ferman etmiştir: “Sene içerisinde dört gecenin kıymetini bil! Şüphesiz ki Allah Teâlâ bu dört gecede rahmetini yağdırır da yağdırır. Bu geceler; Recep ayının ilk gecesi, Şaban ayının ortasındaki gece (berat gecesi), Ramazan ve Kurban bayramı geceleridir.”[9]
İmam Şafii Hazretleri, beş gecede yapılan dualara icabet edileceğine dair kendilerine bir rivayet ulaştığına dikkat çekerek, bu beş gecenin; Cuma, Ramazan ve Kurban bayramı geceleri, Recep ayının ilk gecesi ve Şaban ayının ortasındaki gece (berat gecesi) olduğunu söylemiştir.[10]
Tâbiinin önemli imamlarından Ata b. Yesar: “Kadir gecesinden sonra berat gecesinden daha faziletli bir gece yoktur. Allah (celle celâlühü) bu gecede dünya semasına nüzul eder (ekstra rahmet tecellilerinde bulunur). Müşrik, kindar ve sıla-i rahimi terk eden hâriç bütün kullarını affeder.” hadîsini zikrederek bu geceyi ihyâ edenler için şöyle derdi: “Ey bu gecede cehennem ateşinden azad olunanlar! Sizi tebrik ederiz, ne muazzam bir lüft-u ilâhiye mazhar oldunuz. Ey bu geceden istifade edemeyip reddedilenler! Allah kaybettiklerinizi size tekrar lütfetsin. Zîrâ siz bu gece cehennem ateşinden azad olmayı kaçırarak çok büyük bir musibete uğradınız.”[11]
Asrımızın kalb ve kafa mimarlarından Üstad Bediüzzaman Hazretleri de Berat kandiline çok büyük önem vermiş, talebelerinin, sevenlerinin kandillerini, yazdığı mektuplarda tebrik etmiş[12], bu gecenin bütün sene için bir çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nevinden olması itibariyle Kadir gecesi kudsiyetinde olduğuna dikkatleri çekmiş ve bu gecede yapılan ibadetlerin ne kadar sevap kazandırdığını da şu şekilde ifade etmiştir:
“Herbir hasenenin Leyle-i Kadirde otuz bin olduğu gibi, bu Leyle-i Berat’ta her bir amel-i salihin ve her bir harf-i Kur’ân’ın sevabı yirmi bine çıkar. Sair vakitte on ise, şuhûr-u selâsede yüze ve bine çıkar. Ve bu kudsî leyâli-i meşhûrede on binler, yirmi bin veya otuz binlere çıkar. Bu geceler elli senelik bir ibadet hükmüne geçebilir.”[13]
Bu Gecede Cereyan Eden Hâdiseler
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu gecenin ne kadar önemli olduğuna ve gecede meydana gelen önemli hâdiselere dikkat çekmiş, ümmetinin ibadet, dua, tefekkür ve zikirle ihyâ etmesi için bu kutlu zaman diliminin hususiyetlerine dikkat çekmiştir. Şöyle ki Allah Resulü, Hz. Aişe’ye (r.a.) “Bu gecede neler olduğunu biliyor musun?” diye sormuş, o da, bütün bir hayatı ta’lim etmek için gelen Peygamber Efendimiz’den cevabı istemiş, Allah Resulü de: “Bu gecede sene içerisinde doğacak ve ölecek insanlar yazılır (Levh-i mahfuzdan istinsah edilir), salih ameller mele-i a’lâya yükseltilir, maddî-mânevî rızıklar indirilir.” buyurmuştur.[14]
Bu gecede dinî, dünyevî bütün hayırların rehberi, kaynağı olan Kur’ân nazil olmuş, Allah Resülü’ne de tam şefaat yetkisi verilmiştir: “Peygamber Efendimiz Şaban’ın 13. gecesinde Allah’a dua edip ümmetinin affını istemiş, kendisine üçte birinin affedileceği bildirilmiş, 14. gece yine dua etmiş bu sefer ümmetinin yarısı, 15. gece dua ettiğinde ise ümmetinden isyan ederek Allah’tan kaçanlar hâriç hepsinin affedileceği müjdesi verilmiştir.”[15]
Bu gecede melekler yeryüzüne iner, Allah ekstra bir lütuf ve mağfiret tecellisinde bulunur, günahlar affolunur, dualara icabet edilir.
Bir hadîste Peygamber Efendimiz bu gece cereyan eden olaylar ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ ölüm meleğine bu senede ruhu kabzedilmesi istenen insanları bildirir.”(Müttaki, Kenzü’l-ümmal, 12/140)
Diğer bir rivayette:
“Bir Şaban ayından öbür Şaban ayına kadar ölecek insanların listesi kesin hükme bağlanır. Hatta adam evlenir çocuğu olur oysaki ismi ölenler arasındadır.”[16]
Bu gece yıllık şakî ve saîdlerin listesinin müvekkel meleklere teslim edildiği gecedir. Senelik takdirler bu gece ile Kadir gecesi arasında tevzi edilir.[17] Gelecek seneye kadar kulların ecelleri, rızıkları ve diğer şeyleri yazılır, tafsil edilir. Her hikmetli iş -Allah’ın her işinde bir hikmet vardır- bir emir ile yazılıp belirlenir. Levh-i mahv ve ispattan istinsah edilip meleklere ibraz edilir. Bundan önce değişebildiği hâlde artık bir daha değişiklik olmaz.
Senelik takdirlerin Levh-i Mahfuz’dan istinsahına Berat gecesi başlanıp Kadir gecesi bitirildiği, rızıklar ile ilgili nüshanın Mikail’e, savaşlar, depremler, yer batmaları ve yıldırımlar nüshasının Cebraîl’e, ameller nüshasının dünya semasının sahibi büyük bir melek olan İsrafil’e, musibetler nüshası da melekü’l-mevte (ölüm meleğine) verildiği tefsirlerde yer almaktadır.[18]
İbn-i Abbas’tan bütün işlerin bu gecede hükme bağlanıp 27. gecede sahiplerine teslim edildiği rivayet edilmektedir.[19] Bazı âlimler Kıble’nin tahvilinin hicretin ikinci senesinde Berat gecesi olduğunu kabul etmiştir. Ayrıca bu gecede zemzem suyunun âdet-i İlahî olarak arttığı söylenmektedir.[20]
Gecenin İhyâsı
Müslümanlar Berat kandiline çok önem vermiş, değişik ibadetlerle, Yüce Mevlâ’ya tazarru ve niyazlarla bu geceyi ihyâ etmeyi âdet hâline getirmişlerdir. Bu gece bize Ramazan ayını müjdeleyerek o mübarek aydan olabildiğince istifade edebilmemiz için de bir hazırlık zamanıdır; kulluğumuzu gözden geçirerek, kalb ve ruh hayatına bir çeki düzen verme, akort etme faslı gibidir.
Peygamber Efendimiz’in bu gecenin ihyâ edilmesi ile ilgili hadislerinden hareketle cumhur-u fukaha Berat gecesini ihyâ etmenin mendup olduğu kanaatindedir.[21] Daha önce geçtiği üzere Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ ve etemmü’t-teslimat) bu mübarek zaman diliminin gündüzünün oruç ile gecesinin de ibadetle ihyâ edilmesini istemiş,[22] kendisi bu gecede ibadet ve duasını artırmış, kabirleri ziyaret ederek ölen insanlara da dua etmiştir.
Efendimiz’in kavlî ve fiilî hadîslerinden bu gecenin ihyâsı için gündüzünde orucun tavsiye edilmesinin yanında gecenin kıyam edilerek ihyâsı istenmiştir. Fakat kıyamın ne şekilde ve ne kadar olacağı bildirilmemiştir. Kıyam, başta namaz olmak üzere ibadet etmek demektir. Bu geceyi ihyâ etmek isteyenler namaz ve diğer ibadetler arasında muhayyer bırakılmıştır. Kılacağı namazların rekât sayısı ve kılınış keyfiyeti Şeriat’tan sarih veya işarî bir mâni olmadıkça kişinin kendisine bırakılmıştır.
Esasında bu durum diğer kutlu zaman dilimleri için de söz konusudur. Yani Berat gecesi, Zilhiccenin on gecesi ve Bayram geceleri gibi zaman dilimleri her türlü ibadet ile ihyâ edilebileceği gibi ferdî olarak nafile namaz kılarak, Kur’ân tilavet ederek, hadîs okuyarak/dinleyerek, tespih çekerek ve Peygamber Efendimiz’e bol bol salât u selâm getirerek değerlendirilebilir.[23] Tabii bu arada kaza namazı kılmak da bu altın zaman dilimini değerlendirme adına önemli bir fırsattır.
Hadîste bildirildiği üzere bu mübarek geceden istifade, tevbe, istiğfar dua ve yakarıştan geçmektedir. Günah ve isyanlarımızı hatırlayarak, Yüce Mevlâ’nın huzurunda boyun büküp, yürekten bir tevbe ve istiğfarla yalvarıp yakararak affımızı niyaz etmek bu gece yapılacak kulluğun ruhu ve özüdür. Zîrâ Allah’tan istenilecek en hayatî, en önemli, en değerli lütuf, O’nun bizi afv ve mağfiret buyurmasıdır. Mağfiret talebinden sonra dualara icabet kapılarının sonuna kadar açıldığı bu gecede şahsımız, ailemiz, Müslüman kardeşlerimiz ve bütün insanlığın dünya ve ahiret hayatı adına en çok muhtaç olduğu şeyler ne ise onları istemek yerinde bir davranış olsa gerektir.
Peygamber Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabeden Berat gecesini cemaat hâlinde ihyâ etme ile ilgili bir rivayet sabit değildir. Bu hususta Şam fukahasından bir gurup tâbiin imamından nakledilenler vardır.[24]
Bu mübarek gece dünden bugüne gerek fert gerekse cemaat halinde ihyâ edilmiştir.
Tâbiinin imamlarından Halid b. Ma’dan, Mekhul, Lokman b. Âmir ve başkaları bu geceye tazimde bulunmuş, ibadete koşarak diğer günlerden farklı bir ibadet performansı sergilemişlerdir. İnsanlar onların bu geceye olan hürmet ve tazimlerinden gecenin fazilet ve büyüklüğünü anlamış ve zamanla bu diğer beldelerde de yayılmıştır. Bu arada bazı âlimler de önceden bu şekilde bir ihyâ olmadığını söyleyerek bunu bidat saymışlardır.
Bazı âlimler mekruh görse de[25] bir grup ulemaya göre bu geceyi mescitlerde cemaat hâlinde ihyâ etmek müstehaptır. Halid b. Ma’dan[26], Lokman b. Âmir[27]ve başka âlimler en güzel elbiselerini giyerek, güzel kokular sürünerek mescidlerde bu geceyi ihyâ etmişlerdir.
Hadîs ilminin önemli imamlarından İshak b. Rahuye de onların bu davranışını muvafık bulmuş ve mescitlerde cemaat hâlinde bu gecenin ihyâ edilmesinin bidat olmadığını söylemiştir. Kandil gecelerinin cemaat halinde ihya edilmesi günümüzde çok ayrı bir önem kazanmıştır. Pek çok insan bu gecelerde Allah’a teveccüh etmekte mabetlerin manevi havasını teneffüs etmekte vaaz ve sohbetlerden istifade etmektedir. Bu gecenin ihya edilmesi hadislerde vardır. İhya keyfiyeti şahısların durumuna göre formüle edilebilir.
Bu gece yapılması gereken bir diğer önemli husus da bilhassa dua ve mağfiretin kabulüne mâni olan günahlardan uzak durmaktır. Bunların başında da Allah’a şirk koşmak, insan öldürmek ve zina etmek gelmektedir. Nitekim bir hadîslerinde Allah Resulü bunları en büyük günahlar zümresinde zikretmiştir.
Bu geceye mahsus Peygamber Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) mervi bir ibadet yoktur. Her ne kadar bazı kitaplarda[28] her rekâtında on İhlâs Sûresi okumak suretiyle toplam bin ihlâs ile yüz rekat kılana, Allah’ın ona yetmiş nazarla bakacağı ve her bir nazar ile de yetmiş ihtiyacını karşılayacağı ve bunların en alt seviyede olanının da mağfiret olduğu veya her bir rekatında otuz İhlâs Sûresi ile 12 rekat namaz kılanın Cennet’teki yerini görmeden dünyadan ayrılmayacağına veyahut da on dört rekat namaz kılıp peşinden Fatiha, Felak, Nâs sûrelerini 14 kere, âyete’l-kürsîyi bir kere okuyanın yirmi haccı mebrur ve yirmi sene oruç tutmuş gibi mükâfatlandırılacağına dair Peygamber Efendimiz’e nispet edilen rivayetler varsa da bunlar Zeynüddin Irakî, İmam Nevevî ve başka hadîs otoriteleri tarafından mevzu kabul edilmiştir.[29]
Bu gecenin ihyâsı adına da Üstad Bediüzzaman Hazretleri; “…elden geldiği kadar Kur’ân’la ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır.” tavsiyesinde bulunmuştur.[30]
Sonuç
Zamanın kudsî ve altın bir dilimi olan Berat kandilinden istifade ederek feyizlenmek bu geceyi değerlendirmeye bağlıdır. Zatında altın olan bu gecenin kıymeti bizim teveccühümüze, bu geceyi farklı bir şekilde duyarak yaşamamıza bağlıdır. Kaza namazı, salât u selâm, Kur’ân tilâveti ve yürekten Allah’a teveccüh edip tevbe ederek tıpkı yiyecek koparmak için yalvarıp yakaran bir dilenci gibi mağfirete mazhar olmak için yakarışa geçmek bu gecede yapılacak en güzel ibadetlerdendir.
Bu arada İslâm dininin seviyeli temsili ve dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar adına, hususiyle mağdurların, mazlumların dertlerine derman vermesi için Allah’a dua dua yalvarmanın hayatî önemi de her türlü izahtan vârestedir. Yazıyı peygamberlik misyonunun en önemli vârislerinden Hz. Ömer, Hz. Abdullah b. Mes’ud’un ve çok mâneviyat büyüğünün bu gecede yaptığı şu dua ile bitirmek istiyoruz:
“Allah’ım, bizi şakîler olarak yazmışsan oradan ismimizi sil, bizi saidler zümresine yaz. Eğer bizi saidler zümresinde yazmış isen, ismimizi orada sabit kıl. Şüphesiz ki Sen dilediğini siler, dilediğini de tespit buyurursun. Zaten Ümmü’l-Kitap Sen’in nezdindedir.”[31]
Bu gecenin önemi ve fazileti ile ilgili Tirmizî ve İbn-i Mâce’nin Sünenlerinde, Abdurrezzak’ın Musannnef’i gibi eserlerde müstakil bab başlıkları açılarak konu ile ilgili hadîsler bir araya getirildiği gibi değişik hadîs kitaplarında da bu gecenin fazileti ile ilgili rivayetler yer almaktadır. (Bkz. İbn-i Ebi Şeybe, Musannef, 6/108; Abdurrezzak, Musannef, 4/316). Berat gecesi Hz. Aişe’den (r.a.) gelen bir rivayette İnsanlığın İftihar Tablosu’nun mübarek beyanlarında şu şekilde geçmektedir: “Allah Teâlâ Şaban ayının 15. gecesi dünya semasına rahmet, mağfiret ve lütuflarıyla tecelli eder. Tecelli eder de Kelb kabilesinin koyunlarının kıllarının sayısından daha çok insanı affeder.” (Tirmizi, savm, 39; İbn-i Mace, ikame, 191).
Bu gecenin önem ve faziletini, bu kutlu zaman diliminin değerlendirilmesi gerektiğini bildiren Hz. Ali’den gelen bir başka hadîs de şu şekildedir: “Şaban ayının ortasında geceyi ibadet ederek gündüzü oruç tutarak geçiriniz. Allah o gece güneş batınca dünya semasına nüzul eder ve fecir doğana kadar yok mu benden af isteyen affedeyim; yok mu benden rızık isteyen rızık vereyim; yok mu musibete uğramış onun derdine derman vereyim. Yok mu şöyle yok mu böyle der.” (İbn-i Mace, ikame, 191; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/258).
Buna göre, beraat kandilinin gündüzünde oruç tutmak Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi vessellem) bizzat tavsiyesidir, ve beraatı gecesi ve gündüzüyle beraber değerlendirebilmek adına mümkün olduğunca diğer tavsiye edilen şeylerle beraber yerine getirilmesi gereken bir sünnettir.
Beraat gecesinin fazileti ile alakalı Hz. Ali’den gelen bir hadîsi şerif şu şekildedir: “Şaban ayının ortasında geceyi ibadet ederek gündüzü oruç tutarak geçiriniz. Allah o gece güneş batınca dünya semasına nüzul eder ve fecir doğana kadar yok mu benden af isteyen affedeyim; yok mu benden rızık isteyen rızık vereyim; yok mu musibete uğramış onun derdine derman vereyim. Yok mu şöyle yok mu böyle der.”(İbn-i Mace, ikame, 191; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/258).
Bunun yanında Cuma ve cumartesi günlerinden sadece birisini tek başına oruçlu geçirmemeye dair umumi yasağı ifade eden hadisi şerifler de var (Tirmizi, Savm 43). Bu umumi menetmeden bazı günler müstesna olsa gerek. Bunlardan biri de bu iki güne denk gelen mübarek günlerin oruçlu geçirilmesidir. Evet, mübarek günler eğer Cuma veya Cumartesiye rastlarsa tek gün olarak tutulabilir. Mübarek günlerde oruç tutmayı mutad hale getirmek de bu konuda bir ruhsat teşkil etmektedir. Zira adet haline getirilen oruçlar, cumaya veya cumartesiye denk gelse de tek olarak tutulabilir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bazı nafile oruçları teşvik ederken cumartesiye denk gelirse tutmayın şeklinde bir istisnada bulunmamıştır. Dolayısıyla bu da bir ruhsattır. (Şerhu Meani’l Âsâr, 2/80)
Tirmizi’nin Cumartesi günü oruç tutmanın mekruhluğuyla alakalı yaptığı şerhte, Yahudilerin o günü kutsayarak oruç tuttukları, onlara benzememek için o gün oruç tutmamak gerektiği ifade edilmektedir. Bu hikmet boyutlu açıklamaya göre de Cumartesiye denk gelen beraat gününü oruçlu geçirmekte bir beis bulunmamaktadır. Zira beraat gününün Cumartesiye denk gelmesi az bir ihtimaldir ve denk geldiğinde oruç tutulması da Yahudilere benzemeyi içermez. Allah Resulü’nün menettiği husus ise, Cumartesinin hususi olarak oruca tahsis edilmesidir.
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kadir gecesinin içerisinde bulunduğu Ramazanın son on gününün gecelerinde sabaha kadar ibadet-u taatte bulunmuş, ailesini bu geceleri değerlendirmeleri için teşvik edip tamamen ibadet ve kalp hayatına yönelmiştir.
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) özellikle ailesini uyandırması, bu gecelerde aile fertlerine ve hatta çocuklarımıza da dayanabilecekleri ölçüde bu ibadet atmosferini yaşama fırsatının verilmesi gerektiğini göstermektedir. Bu gecelerde çeşitli sürprizlerle onları ayakta tutarak aile içerisinde manevi bir atmosfer oluşturmak gerekmektedir. Nitekim çocukların ruhî gelişimleri adına böyle altından zaman dilimlerinden istifade etmeleri çok önem arz etmektedir.
Bizler için bereketlerle dolu aşr-ı avâhirde günlük koşuşturmalarımızı azaltarak bir kenara çekilmenin, kalp ve gönül dünyasına yönelmenin ve böylece uhrevîleşmenin tam zamanıdır. Gönlümüzü ve zihnimizi meşgul edecek şeylerden bu müddet içerisinde biraz daha uzak durmak gerekmektedir. Kalp ve ruhumuzu güncel meselelerin esaretinden kurtaramaz, ibadetlerimizde gündelik problemlerle zihnimizi meşgul edersek -hafizanallah- yapılan ibadetlerden geriye açlık ve yorgunluktan başka bir şey kalmaz. Dolayısıyla geceleri konsantrasyonumuzu etkileyebilecek faaliyetleri azaltmak ve hem zihnen hem bedenen hazırlık yapmak bu geceleri ihya adına çok önemlidir.
Kadir gecesini değerlendirme adına yapılabilecek bazı amelleri zikretmeden geçemeyeceğiz.
1- Gece ibadeti: Bu geceyi sabaha kadar ibadet-ü taatle özellikle namaz kılarak değerlendirmek gerekir. Nitekim, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Kim kadir gecesini namaz kılarak ihya ederse geçmiş bütün günahları affolunur” buyurmaktadır. (Buhârî, “Fażlu leyleti’l-Ḳadr”, 1; Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 175-176)
2- İtikaf: Kadir gecesi için pusuya yatmak olarak da isimlendireceğimiz itikaf; bazı günler, bütün dünyevî meşgalelerini bir kenara bırakarak, dünya işlerini Allah’a teslim edip O’nun (celle celâluhu) kapısında kah el pençe divan durarak, kâh rükû vaziyetinde, kâh başını secdeye koyarak, dualarla, zikirlerle, Kur’an tilaveti ve tefekkürle, işlemiş olduğu günahların ağırlığını atmak ve yeni bir hayata sıçramayı istemektir. Elini, dilini, gözünü, kulağını dünyevi meşguliyetlerden uzak tuttuğu gibi, hayalini de dünyevi hırs ve cazibelerden azade kılarak, bütün âzâ, duygu ve düşünceleriyle kendini Allah’a vermektir. İtikaf, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hiç terk etmediği bir sünnetidir.
Netice olarak itikaf, özellikle son on gün Kadir gecesini karşılama adına çok ehemmiyet arz eden bir sünnettir.
3- Dua: Bu geceyi değerlendirmenin en önemli vesilelerinden biri de duadır. Dualarımızda özellikle mağdur ve mazlum kardeşlerimiz başta olmak üzere, yeryüzünde hizmet etmeye kendini adamış hakikat erlerini ve dünyanın dört bir yanında bulunan muhtaç ve mazlum mümin kardeşlerimizi unutmamalıyız. Dünyanın farklı coğrafyalarında yaşanan zulmün bitmesi için dua dua yalvarmalıyız. Şunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız; Allah Teâlâ belki bu sıkıntıların hepsini gönülden yapılan bir dua ile bertaraf edecektir. Dolayısıyla dualarımızı “Ya Rabbi istersen ver, istersen verme” mantığıyla ve müstağni bir tavırla değil bütün varlığımızı ortaya koyarak, gönülden süzülen sûzişîn nağmelerle, inilti ve göz yaşları içerisinde yapmalıyız.
4- Kuran Okuma: Kadir gecesi Kur’ân’ın Levh–i Mahfuz’dan dünya semâsına toptan indirildiği ya da Kuran’ın nazil olmaya başladığı gecedir. (Suyutî, Celaleddin, el-İtkan, s. 156) Bu gecede Kur’an’ın her harfinin sevabı katlanarak verilir. Bu gece yapılacak en önemli ibadetlerden birisi de sadece dille değil kalple ve gönülle duyarak, hissederek gözyaşlarıyla Kur’an okumaktır.
5- Tövbe: Eğer üzerimizde kul hakkı varsa bu günler helalleşmenin, kırgınlık ve dargınlıkları gidermenin, gönül almanın tam zamanıdır. Bu zaman dilimlerinde yapılması çok önem arz eden amellerden birisi de tevbe ve istiğfardır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu gece yapılacak en önemli duanın istiğfar olduğunu ifade buyurmuştur. Nitekim Hz. Aişe (radiyallâhu anha): “Kadir gecesinin hangi gece olduğunu anlarsam nasıl dua edeyim?” diye sorar. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem):
اللَّهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي
“Allahım sen afv u keremi bol olansın, affı seversin, ne olur beni affeyle!”şeklinde dua etmesini tavsiye buyurur. ( Tirmizî, Daʿavât, 84; İbn Mâce, Duâʾ, 5)
4- İnfak, İhtiyaç Sahiplerinin Yardımına Koşma, Muavenet:
Ramazan’da özellikle Kadir gecesinde amellerin karşılığı katlanarak verileceği için özellikle ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını giderme, infakta bulunma, insanların gönlünü alma.. gibi Cenab-ı Hakk’ın merhametini celb edecek her çeşit salih ameli yerine getirmeye çalışmalıdır.
Özellikle ülkelerinde zulüm gören mazlum ve mağdurların sıkıntılarını giderme, onların gönlünü alma, çocuklarını sevindirme bu dönemde çok önem arz eden bir salih amel kapısıdır. Ve böyle büyük sevaplara vesile olan bir kapıya bir mü’minin sırt dönmesi büyük mahrumiyetler yaşamasına sebebiyet verir.
Hz. İbn Abbas (r.a.) Mescid-i Nebevî’de itikaf yapmaktadır. Derken yanına birisi gelir, selam verip yanına oturur. Her halinden sıkıntılı ve dertli olduğu anlaşılan bu kimseye İbn-i Abbas: “Seni çok üzgün ve dertli gördüm, ne oldu?” der. Adam: “Vallahi, Hz. Peygamberin Amcasının oğlu! Ödemem gereken bir borç var o sebeple çok üzülüyorum.” der. Hz. İbn-i Abbas: “Gidip alacaklılarla konuşmamı ister misin?” der. O da: “Arzu edersen, sen bilirsin.” der. Hz. İbn Abbas hemen hazırlanıp çıkar. O’nun mescidden çıktığını gören adam çok şaşırarak “Neden çıktın? Yoksa itikafta olduğunu unuttun mu?” der. İbn-i Abbas, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yakın vakitte vefat ettiği için gözyaşları içerisinde: “Şu kabrin sahibinden şunları işittim der: “Kim bir kardeşinin ihtiyacını gidermek için bir yere gider ve o işi çözerse 10 sene itikaf yapmış sevabı kazanır. Kim sadece rızayı ilahiyi hedefleyerek itikafa girerse Cenab-ı Hakk onunla cehennem arasına üç hendek koyar. Bu hendeklerin her birisi doğu ile batı arası kadar genişliktedir..” (Beyhakî, Şuabu’l-İman, 424-425)
Nasıl ki bazı dönemlerde kampanyalar düzenleyen mağazalardan alışveriş yapabilmek için ehl-i dünya var gücüyle yarışıyor. Belki çok erken vakitlerde o mağazaların önlerinde toplanıp bekliyor, mağazalar açılır açılmaz bütün kuvvetlerini kullanarak içeriye giriyorlar. O kalabalıklar içerisinde belki hayatlarını tehlikeye atarak almak istedikleri şeyleri alıyorlar. Bizler de uhrevî hayatımız adına onlar kadar belki onlardan daha fazla gayret göstermeliyiz. Hadiste ifade edildiği gibi: “Bu gecenin hayrından nasipsiz olan kimse bütün hayırlardan mahrum olur. Böyle bereketle tüllenen bir gecenin hayırlarından ise ancak bedbaht kimsenin nasibi yoktur.” (İbn Mâce, 1644)
Kadir Gecesi Hangi Gecedir?
Hiç kimsenin Kadir gecesini kesin olarak tayin etmesi mümkün değildir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) her ne kadar bazı gecelerin Kadir gecesi olabileceğini ifade etmiş olsa da kendisine unutturulduğunu ve bu gecenin aranıp bulunması gereken kıymetli bir gece olarak kaldığını söylemiştir.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kadir gecesinin bütün sene içerisinde, Ramazan’da ve Ramazan’ın özellikle son on gününde, son on gün içinde de tek gecelerinde yani 21, 23, 25, 27 ve 29. gecelerinde aranmasını tavsiye etmiştir. (Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Ḳadr, 2-3; Müslim, Sıyâm, 205-220) Bazı rivayetlerde ise bu gecenin, Ramazan’ın son 7 gecesi, 23 ya da 27. gecesi olduğu ifade edilmiştir. (Buhârî, Salatu’t-Teravih, 4) Her ne kadar sahabeden nakledilen rivayetlerde Kadir gecesinin Ramazan’ın 27. gecesi olduğu öne çıksa da (Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 179-180, Sıyâm, 220-221; Ebû Dâvûd, Şehr’u Ramażân, 2, 6; Tirmizî, Savm, 72) diğer hadislerle birlikte değerlendirildiğinde bu hadisi diğerlerine tercih ettirecek bir sebep görülmemektedir. Dolayısıyla Kadir gecesinin diğer gecelerde olma ihtimali en az 27. gecede olma ihtimali kadar kuvvetlidir.
Ayrıca Kadir gecesinin sabahında güneşin dolunay gibi zayıf ve mat ışıklı doğması, yağmur yağması (Müslim, Salâtu’l-Musafirîn, 25) o gecenin ne çok sıcak ne çok soğuk olması (İbn Huzeyme, 3/330) gibi bazı alametlerinin olduğu da rivayetler arasındadır.
Aslında Kadir gecesinin vakti Fahr-i Kâinat Efendimize bildirilmiştir. Fakat haber vermek için çıktığında iki kişinin münakaşa ettiğini görür. Bunun üzerine: “Kadir gecesini haber verecektim ama münakaşa edenlerle meşgul olurken Kadir Gecesi bana unutturuldu.” buyurur. (Buhârî, Leyletu’l-Kadr, 4) Bu sözüyle O (sallallâhu aleyhi ve sellem) hem mü’minler arasındaki en ufak bir ihtilaf ve kavganın kendisini nasıl derinden yaraladığına hem de Kadir gecesinin gizli kalmasında bir hikmet-i ilâhiye bulunduğuna işaret etmiştir. Ayrıca burada küçük bir ihtilafın bazen büyük bir bereket kapısını kapatabileceğine de işaret vardır.
Her ne kadar ulemadan bazısı bu gecenin bereketine nail olabilmek için daha başka tayin yöntemleri ve alametler zikretmiş olsalar da Kuran ve Sünnet-i seniyye’nin düsturları bizim için esas dayanaktır. Zira bu şekilde müphem bırakılması bizlere her geceyi değerlendirme fırsatı sunmaktadır. Zaten bu şekilde bütün geceleri Kadir olarak değerlendirme gayreti içerisinde olmayan bir kimse Kadir gecesinin bereketinden tam olarak istifade edemez.
Evet, Hz. Cibril’in, meleklerle birlikte sabaha kadar yeryüzünü şenlendirdiği böyle bir geceyi yakalayabilmek için sadece 27. geceyi ihya etmek meseleyi çok daraltmak demektir. Bir kimse bütün bir sene bekleyip; sadece Ramazan-ı Şerif’in 27. gecesini ihya etmesi ve böylece Cenâb-ı Hakk’ın Kadir Gecesi’ni layık-ı vechiyle değerlendiren insanlara lütfettiği eltâf-ı ilâhiyeye mazhar olmayı beklemesi ucuzculuktan başka bir şey değildir. Ucuzcuların ise Kadir Gecesi’nden tam olarak istifade etmeleri çok zordur. Onun için İmam-ı A’zam şöyle demiştir: “Kadir Gecesi sadece belli gecelerde değil, senenin üç yüz altmış küsur günü içindeki her bir gecede aranmalıdır. Siz üç yüz altmış küsur geceyi kemâl-i hassasiyetle ihya ederseniz, Allah Teâlâ da o samimi yüreğinize iltifatlarda bulunur.”
Netice olarak Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tavsiyelerinden de anlaşılacağı üzere özellikle son on gün Kadir gecesi gibi değerlendirmeli. “Her geceyi Kadir, her kişiyi Hızır bil.” sözünün gereği olarak en azından bu geceleri dünyaya bütün bütün kapanarak ahiret yamaçlarına kendimizi salmalı ve Kadir gecesini arayanlar kervanına katılmalıyız.
Öncelikle şu hususun anlaşılması lazım. Ahirete intikal eden bir kişi hakkında “cennete gitti veya cehenneme gitti” şeklinde bir değerlendirmede bulunmak doğru değildir. Çünkü Peygamberimiz ashabını bu konuda uyarmış ve kendisinin bile ölen kişinin cennete mi yoksa cehenneme mi gittiğini bilmediğini söylemiştir. Çünkü bizlerin her ne kadar bir kimsenin yaşantısına, ibadetlerine bakarak bir fikre varmamız mümkün gibi görünse de, diğer yandan biz kimsenin kalbini, Allah’la münasebetini ve son anında nasıl bir halde ahirete intikal ettiğini bilemeyiz. Bundan dolayı bu hususta kesin şeyler konuşmak hatalıdır.
Ancak sizin soruda da bahsettiğiniz gibi, bir insanın böyle mübarek bir gecede vefat etmesi ve rüyalarınızda onu güzel bir halde görmeniz, onun hakkında hüsnü zanda bulunmanız için bir işaret olabilir. Hatta bizler, Allah’ın rahmet ve merhametinin genişliğini mülahazaya alarak, Müslüman olarak ölen herkes için hüsnü zanda bulunuruz ve hakkında Cenab-ı Hakk’a dua ederiz.
Son olarak Ebu Davud’da geçen bir hadisi ve açıklamasını aktaralım:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Benî İsrail’de birbirine zıd maksad güden iki kişi vardı: Biri günahkârdı, diğeri de ibadette gayret gösteriyordu. Âbid olan diğerine günah işlerken rastlardı da: “Vazgeç!” derdi. Bir gün, yine onu günah üzerinde yakaladı. Yine, “vazgeç” dedi. Öbürü:
“Beni Allah’la baş başa bırak. Sen benim başıma müfettiş misin?” dedi. Öbürü: “Vallahi Allah seni mağfiret etmez. Veya: “Allah seni cennetine koymaz!” dedi. Bunun üzerine Allah ikisinin de ruhlarını kabzetti. Bunlar Rabbülâlemînin huzurunda bir araya geldiler. Allah Teâlâ Hazretleri ibadette gayret edene: “Sen benim elimdekine kâdir misin?” dedi. Günahkâra da dönerek: “Git, rahmetimle cennete gir!” buyurdu. Diğeri için de: “Bunu ateşe götürün!” emretti.”
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) der ki: “(Adamcağız Allah’ın gadabına dokunan münâsebetsiz) bir kelime konuştu, bu kelime dünyasını da, âhiretini de heba etti.” (Ebu Dâvud, edeb 51)
Hadisin Açıklaması:
Bu hadis, amele güvenmemek gerektiğine dair canlı bir örnek sunmaktadır. Yapılan hayırlı amellere rağmen nasıl bir sonla karşılaşacağını kimse bilemez. Keza şer üzere olan kimselere karşı da peşin hükümlü olmamak, onların da hayırlı bir sonla bahtiyarlar zümresinden olabileceğini nazar-ı dikkate almak gerekmektedir.
Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir Müslim hadisinde: “Kendisinden başka ilah olmayan zata yemin olsun, biriniz cennet ehlinin amelini işler işler, cennetle arasında bir zira’lık bir mesafe kala, kader galebe çalar, ateş ehlinin amelini işleyiverir ve ateşe gider. Biriniz cehennem ehlininin amelini işler işler, cehennemle arasında bir zirâ mesafe kala kader galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işler ve cennete girer.”
Şu halde dinimizde amele güvenmemek, ölünceye kadar, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden ümid, gadabından da korku üzere olmak esastır. Âlimler, kesinlikle “cennetliğim” veya kesinlikle “cehennemliğim” demeyi büyük günahlardan addetmişlerdir. Bir başkası hakkında verilecek hüküm de böyle.
Kimse hakkında kesinlikle “cennetliktir”, “cehennemliktir” gibi kesin hüküm verilemez. Bu gayba âşinâlık iddası olur. Dinimizde cennetlik olduğu belirtilen belli sayıda insan vardır ki, bunların bir kısmı meşhur Aşere-i Mübeşşere (on müjdelenmişler) adıyla bilinen on sahabidir. (Kütübü Sitte Tercümesi, c.11, s.540)
Bu gecede kaderin bir çeşit istinsahı yapıldığı anlaşılıyor. Yani İmam-ı Mübîn’den, Kitâb-ı Mübîn’e istinsahı. Nazarı oraya ulaşanlar, kaderin bu kısmına da muttali olabilirler. Efendimiz (sav)’in Mi’raç’ta seslerini duyduğu kalemler de bunlar olsa gerek…(Bkz.: Buhârî, salât 1, enbiyâ 5; Müslim, îmân 263.)
Mes’elenin diğer bir yüzü de, Kadir Gecesi “kadr” den gelir. Yani o gece bir kadirşinaslık rûh ve ma’nâsı nümayandır. Öyle ise o gecenin kadrini bilin ki, kadriniz bilinsin. Ayrıca Allah (cc)’ın fevkalâdeden atâsının verildiği şeyler de olabilir bu gecede. Tıpkı ulûfe gibi…
Bu gece, bin aydan hayırlı olmasına gelince bu kesretten kinayedir ve herkes için de söz konusu değildir, belki her geceyi Kadir bilenler içindir. Evet sanki o, her geceyi ihyâ etmiş de, bu gecede bardağı taşıran rahmet damlayıvermiş… Derken kul, damla ile deryaya ermiş…
Gizli olmasında da ayrı bir sır vardır. Efendimiz (sav) onu önce biliyordu, sonra unutturuldu.(Bkz.: Buhârî, fazlu leyleti’l-kadr 2; Müslim, sıyâm 213.) Ta ki, ihyâ edilsin. Sadece bu geceyi ihyâ eden de belki hissemend olabilir ama, her geceyi Kadir bilip ihyâ edenin nasibdar olacağından şüphe yoktur.
Kur’ân’ın ne zaman indirildiğiyle ilgili olarak üç âyet bulunmaktadır. Bunlardan ikisinde açıkça zaman belirtildiği hâlde birisinde zamana sadece işaret edilmiştir. Bu âyetlerin mealleri şöyledir:
- 1. “…O Ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren Ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi.” (Bakara Sûresi, 2/1852).
- 2. “Biz Kur’ân’ı indirdik Kadir Gecesi. Bilir misin nedir Kadir Gecesi? Bin aydan daha hayırlıdır Kadir Gecesi! O gece Rab’lerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner… Artık o gece bir esenliktir gider… Tâ tan ağarana kadar…” (Kadir Sûresi, 97/1-5).
- 3. “Hâ, Mîm. Açık olan ve gerçeği açıklayan bu kitaba yemin ederim ki; Biz onu kutlu bir gecede indirdik.” (Duhan Sûresi, 44/1-3).
Birinci âyette Kur’ân’ın indirildiği zaman diliminin içinde olduğu ay bildirilmektedir ki, bu da Ramazan ayıdır. İkinci sıradaki âyetlerde ise, Kur’ân’ın Ramazan ayı içerisinde indirildiği gecenin adının Kadir Gecesi olduğu bildirilmektedir. Yani birinde daha genel olan ayın ismi, ikincide ise gecenin ismi bildirilmektedir. Üçüncü âyette ise, açıkça ismi zikredilmemekle birlikte bu gece- nin kutlu bir gece olduğu bildirilmektedir ki, büyük çoğunluğu itibariyle İslâm bilginleri bu gecenin de Kadir Gecesi olduğunu kabul etmektedirler.
Kadir Gecesi, içinde büyük sırların olduğu bir gecedir. Aynı şekilde Kadir Gecesi’nin içinde bulunduğu Ramazan ayı da belki bu sırlı geceyi içinde barındırdığından dolayıdır ki, diğer aylara göre ayrı bir değere sahiptir.
Kadir Gecesi, semavî kubbelerin kurulduğu, sultanların gelip geçtiği ve meleklerin kutladığı bir gecedir. Bu gecede melekler ceste ceste inerler. Kadir Sûresi’nde bu iniş anlatılırken, zorluk ifa- de eden bir fiil kipi kullanılır: “Tenezzelü” yani o kadar çok melek, o kadar ciddi bir arzu ile iner ki, hep birlikte bir turnikeden geçiyorlarmış gibi bir sıkışıklık ve zorluk yaşanır. Ve bu iniş şafak atıncaya kadar devam eder. Bundan da anlaşılıyor ki, Allah’ın meleğinin Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) Hira’da ilk defa vahiy getirdiği gece, Ramazan ayının bir gecesiydi. Ve bu Kadir Gecesi’ydi.
Kur’ân’ı bu gecede indirmenin iki anlamı olabilir:
- Birincisi, bu gecede bütün Kur’ân, vahiy taşıyan meleklere intikal ettirilmiş ve ondan sonra, şartlara göre zaman zaman olmak üzere 23 senede, bu âyet ve sûreleri Cebrail, Allah’ın emriyle Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) getirmiştir.
- İkincisi, bu gece, Kur’ân’ın indirilmeye başlandığının başlangıcıdır. Her iki görüşe göre de anlam, Kur’ân’ın Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) bu gece inmeye başladığını göstermektedir. Aynı gece Alak sûresinin ilk beş âyeti nâzil olmuştur.
İtikâf, bir yerde durmak, beklemek, kendini hapsetmek demektir. Dinimizde itikâf deyince, Ramazan’ın son on gününde, bir mescide kapanıp ibadet, zikir ve tefekkürle meşgul olmak akla gelir. Mescidin ‘cemaatle namaz kılınan bir mescit’ olması şarttır.[1] Zira Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “İtikâf ancak, cemaatle namaz kılınan mescidde olur” buyurmuştur.[2]
İtikâfın, vacip, sünnet-i müekkede ve müstehap türleri vardır. Sözü verilen itikâf vaciptir. Bir kimse, mescitte beş gün itikâf yapacağım diye söz verse, bu sözünü yerine getirmesi vaciptir. Gündüzlerinde oruç tutmak şarttır. Efendimiz aleyhi ekmelü’t tehâyâ, “Oruçsuz itikâf olmaz” buyurmuştur.[3]
Vacip i’tikâfın en azı bir gündür. Hazreti Ömer radıyallahu anh, Mescid-i Haram’da bir gece itikâfa girmeye söz vermiş, Peygamberimiz de sözünü yerine getirmesini tavsiye etmişti. (Buhari, itikâf 16.)
Akıllı, Müslüman olmak ve hayız, nifas ve cünüplük gibi hallerden temiz bulunmak, bu ve diğer itikâfların şartlarındandır. Cuma namazına çıkma, tuvalet ihtiyacını giderme, abdest alma gibi mecburi ve insani hallerin dışında dışarı çıkmak, bu itikâfı bozar. Ayrıca, gusül gerektiğinde de dışarı çıkılabilir. Kadınların mescidde itikâfa girmeleri mekruhtur. Onlar için en güzel yer kendi evlerindeki mescid gibi kullandıkları, devamlı namaz kıldıkları odadır, o odada girmeleri gerekir. Mescidde itikâfa girenlerin şartları onlar için de geçerlidir.
Sünnet-i müekkede olan itikâf ise, Ramazan’ın son on günü girilen itikâftır. Müstehap itikâfa gelince o, vacip ve sünnet olanların dışındaki itikâftır. Belli bir süresi ve vakti yoktur. Hatta mescide giren biri, itikâf niyetiyle orada bir müddet kalsa, çıkıncaya kadar itikâfta sayılır. Oruçlu bulunmak şart değildir.
Bizim burada daha çok üzerinde duracağımız itikâf, sünnet-i müekkede olan Ramazan’ın son on gününde girilen itikâftır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, oruç farz kılındıktan sonra ahirete irtihaline kadar bu sünneti hiç terk etmemiştir. Hazreti Aişe validemiz radıyallahu anhâ şöyle der: “Ramazan’ın son on günü geldiğinde, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, itikâfa girerdi. Vefat edinceye kadar buna devam etti. Vefat ettikten sonra da hanımları devam ettiler.” (Buhari, itikâf 1.)
Sünnet itikâf Ramazan’da gerçekleştiğinden dolayı zaten gündüzleri oruçla geçirilir. Ancak, hasta ve oruç tutamayacak kadar zayıf olanlar oruçsuz da itikâfa girebilirler. Bu itikâfta da niyet etmek şarttır. Kalben niyet yeterlidir.
Bu itikâfın ön önemli özelliklerinden biri “kifaye” olmasıdır.[4] Yani, bir beldede birkaç insanın yapmasıyla diğer Müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Dolayısıyla, bir beldede hiç kimse itikâfa girmiyorsa bütün Müslümanlar sorumlu oluyor demektir. Birkaç kişi itikâf yapıyorsa, bunun sevabından o beldedeki diğer Müslümanların da yararlanacağı Allah’ın sonsuz rahmetinden ümit edilir.
Belki pek çok Müslüman, bu itikâfı baştan sona eda edemeyebilir. Ancak, geceleri veya gündüzün belli bir kısmını itikâf niyetiyle camilerde geçirmek, hatta teravihe giderken itikâf niyetiyle gitmek de bize, bu büyük ibadetin sevabını kazandıracaktır ümidindeyiz.
İtikâfın gayesi
İtikâftan maksat, Allah’ın rahmet ve mağfiret kapısına dayanarak O’ndan merhamet ve bağışlanma dilenmektir. On gün boyunca, bütün meşgalelerini bırakıp, dünya işlerini Allah’a teslim edip O’nun kapısında kah el pençe divan durarak, kâh rükû vaziyetinde, kâh başını secdeye koyarak, dualarla, zikirlerle, Kur’an tilaveti ve tefekkürle, işlemiş olduğu günahların ağırlığını atmak ve yeni bir hayata sıçramak istemektir. Elini, dilini, gözünü, kulağını dünyevi meşguliyetlerden uzak tuttuğu gibi, hayalini de dünyevi hırs ve cazibelerden azade kılarak, bütün âzâ, duygu ve düşünceleriyle kendini Allah’a vermektir.
Büyük Hadis âlimlerinden İmam Zührî şöyle der: “İtikâfı terk edenler şaşıyorum. Allah Resulü, bazı adetlerini ara sıra terk ettiğini biliyorum ama O sallallahu aleyhi ve sellem, itikâfı hiç terk etmedi.”[5]
Allah dostu Atâ el Horasanî’nin dediği gibi, itikâf, insanın kendini Allah’ın önüne atıp, “beni affetmedikçe buradan ayrılmayacağım ya Rabbî” demektir.
İtikâf, bir antrenman gibidir. gelecek bir sene için bir antrenman.. İbadetlere daha bir keyfiyet kazandırma, teslimiyet içinde bir kulluk sergileme, iman ve İslam esasları hakkında tam bir itminana ulaşma, uhrevi âlemlere yelken açma adına girilmiş bir dolum yeridir. Kadir gecesini avlamak için kaçırılmaz bir fırsattır itikâf. O gece ki, seksen yıllık ömrün semeresini kazandırır insana.
İtikâf, kalbin ve ruhun derecelerine çıkma mevsiminin zirve iklimidir. Üç ayların başından beri, Kur’an’ın manevi atmosferine bürünen, Ramazan’la daha bir Rabbanîleşen ve uhrevi alemlere ehil hale gelen mü’mini, alıp semaların ötesine çıkarmanın “hususî konulmuş” zamanıdır itikaf..
Büyük bir ganimetle karşı karşıyayız. Allah, hakkıyla değerlendirmeyi nasib etsin. Dualarınızda, yeryüzünde hizmet eden hakikat erlerini, topyekûn Müslümanları ve mazlum, mağdur ve hakikate muhtaç bütün masumları da unutmamanız dileğiyle.