Kuran’da ‘Ben, O, Biz’ ifadelerinin kullanımı

“Allah kendisi için, ‘ben, biz, O’ olarak hitap etmekte ve bu zamirler sık sık yan yana da gelmektedir: ” O tek ilahtır bu yüzden benden korkun.” ( Nahl, 51) Aslında tam Biz Allah’ı kullanışlı bir kavrama indirgeme arzusuyla bir tanım içerisine hapsetmeye hazırlandığımız da, O bizi böylece engellemektedir.” (Gai Eaton, İslam Ve İnsanlığın Kaderi, s. 153)

Başka dillerde de, yüceltmek, büyüklemek, tazim etmek için; bir kişi hakkında çoğul ifadesi kullanılır. Türkçede de, ‘Hoş geldiniz.” ifadesi, bir kişi için rahatlıkla kullanılmaktadır.”  (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 223) 

“Kuran’da iltifat sanatı vardır. Bu Arap belagat ilminin de kabul ettiği bir yöntemdir. İltifat ile, sayılarda, muhatapta, zamanda, halde, zamir yerini isim kullanılması gibi çeşitli yerlerde, metinde değişikliklere gidilir. Vurgu yapmak, metnin özelliğini yükseltmek, azamet, kudret, samimiyet vurgulamak gibi amaçlar için bu yöntem kullanılır.” (Hamza Andreas Tzortzis, Hakikatin izinde, Din bilim Ateizm, s. 334)

Rububiyet ve vahdaniyetini ifade eden lafız, çoğul değil tekil olarak gelmiştir. Allah varlıkları şereflendirmek ve onurlandırmak için ‘ben yerine biz’ kullanır.(Yardımcı Doçent Doktor Abdülcelil Candan, Kur’an okurken zihne takılan ayetler, Müşkilü’l Kur’an, s. 100 ) “Kur’an’ı Biz indirdik” (Hicr, 9) Kur’an’ın nüzulünde Cibril görevlendirilmiştir. ( s. 101 )

“Zatından bahsettiği ayetlerde ise ‘ben’ buyurmaktadır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 159)  

Giriş

İnsanların kendi zihinlerindeki dilbilgisi kuralları çerçevesinde bir vahiy kitabı bulmak maksadı ile Kuran’a yaklaşınca bir algıla yanılması ortaya çıkmaktadır. Kendi üslubu ve dili- mantığı içinde Kuran’ı anlamaya çalışmayan insanlar, önce kendi ön kabulleri çerçevesinde bir metin ile karşılaşmayı beklemekte, İlahi kaynaklı bu metinler umdukları şablonlara uymayınca da o kutsal metinleri kendi kuralları çerçevesinde ( Tefsir usulü) anlama gayreti yerine onu eleştirmeye, inkara başlamaktadırlar. Kuran ilahi kaynaklıdır ve aynı zamanda metni de edebî bir mucizesidir. Ama bu üslubu algılayamayan, anlayamayanlar ilginçtir bir de bu üslubu nedeni ile O’nu eleştirme-inkar gafletine düşmektedirler. Kuran ilk indiği ortamın dil ve edebiyat özelliklerini usul olarak kabul etmiş ve o ortama uygun olarak indirilmiştir. Kuran çekirdek kadroyu Arabistan’da kurmuş, bu çekirdek kadro daha sonra İslam’ı dünyaya yaymıştır. Kuran’ın dili ve tefsirini anlamak için önce Arap dili ve edebiyatını bilmek gerekir. Kuran’ın anlamı sade olsa da ifade tarzı edebi ve sanatsal içeriklidir.

Kuran indiği dönemdeki “Konuşma dili” üzerine indirilmiştir. Bu konuda Sibeveyhi şunları söylemektedir: “Gramer Arapların konuşma dilindeki en işlek yapılardan oluşturulmuş hiyerarşik bir yapıdır. Kuran, şiir, darb-ı meseller ( Örneklemeler), deyimler, kalıplaşmış ifadeler, dua ve beddua sıgaları belirlenmiş gramer kurallarına bire bir uymayabilir. Bu durum onların yanlış olduğu anlamına gelmez. Zira gramerin oluşturulmasında ana malzeme Arapların konuşma dilidir. Kelâm/konuşma dili merkez dildir. Diğerleri yan dili temsil eder.” ( Sîbeveyhi, el-Kitâb, I ) Kuranın birinci hedefi halkın anlaması olduğu için halkın anlayışı- kavrayışı temel hedef kabul etmiştir. Halk şiir ile yoğrulmuş edebi bir dile hakim idi, Kuran’ın dili de bu üsluba uygundur. Sabit ama aynı zamanda edebi bir dildir Kuran’ın dili

“Kuran, Arapça inmiş olmakla birlikte kelimelerin seçiminde, cümlelerin teşkilinde ve konuların ifadeye dökülmesinde Arapçadaki yaygın şekillere göre farklılık gösteren, kendine has eşsiz bir anlatım tarzına da  sahiptir.” (Abdul-Rauof, II/37-51) Velîd b. Mugıre’nin ”Arap şiirini, kasidesini, recezini benden daha iyi bilen yoktur. Muhammed’in söylediği Kuran bunlardan hiçbirine benzemiyor” şeklindeki (Hâkim, II/506-507)  ifadesi Kuran’ın eşsiz özgünlüğünü açıkça göstermektedir. Bu nedenle de ayet sonları uyumu (fâsıla), ayetlerin uzunluk ve kısalığı vb. durumlar sureden sureye, hatta bazen bir sure içerisinde değişiklik göstermektedir. Seyyid Kutub’un ifadesiyle “Kuran üslûbunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin – Düzyazının – tüm özelliklerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.” (Kuran’da Edebî Tasvir, s. 155-156)

“Kuran’da lafız ve mana dengesi tam bir uyum içindedir. Kuran ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar maksadı eksik ve fazla olmadan anlatır, kısa ve özlü anlatımın tercih edildiği yerlerde mana ihmal edilmediği gibi muhtevanın ayrıntısına girilmesi gerektiği yerlerde de söz israfına gidilmez. Rummânî’nin belirttiğine göre ”Anlamı uygun ve güzel lafızla zihinlere ulaştırmak” demek olan ve üst, orta ve alt tabakaları bulunan belâgatın en yüksek derecesini Kuran’ın belâgatı oluşturur. Bu bakımdan Kuran’ın, hem Arapların hem Arap olmayanların benzerini ortaya koyamayacakları bir i‘câz özelliği vardır.” (Nüket fî İ’câzi’l-Kuran, s.69-70). Dolayısıyla Kuran i’câz, teşbih, istiare, kinaye, telâüm, fâsılalar, tecânüs, mübalağa, hüsn-i beyân gibi belâgatın bütün kısımlarında en üst seviyededir.” ( Yıldırım, Kuran’ın İ’câzı ve Üslûbu )

“Kuran şiir midir? Değildir. Fakat O’nun şiir olup olmadığını ayırmak müşküldür. Kuran, şiirden daha yüksek bir şeydir. Bununla beraber Kuran ne tarihtir, ne de hal tercümesidir. O İsa’nın dağda irad ettiği mev’ıza gibi bir şiir mecmuasıdır… O bir Peygamberin sesidir. Öyle bir ses ki, O’nu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin akisleri saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlıyor. Bu sesin tebliğ ettiği din, önce nâşirlerini bulmuş, sonra yenileşmeye can atan imâr edici bir kuvvet şeklinde tecelli etmiştir. Bu sayededir ki, Yunanistan ile Asya’nın birleşen ışığı Avrupa’nın üzerine çöken bunaltıcı karanlıklarını yarmış ve bu hâdise Hıristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı bir zamanda olmuştur.” (Dr. Johnson)

“Ben- Biz, Sen, O” ifadeleri

Arapçanın dil özelliği olarak  ve hatta başka dillerde de azamet, yücelik ifadesi olarak bazen bir kişi için, birinci çoğul şahıs olarak “Biz” ifadesini kullanır. ‘Nûnu’l-azame’ denilen ve Arapçada Azamet cem’i olan “Nûn” zamirin kullanılmasına Arap dili-belagatinde çok sık rastlanır. Bu üslubun; işi yapanın büyüklüğüne, yapılan işin önemine, sebeplik yönünden söz konusu icraatlarda çok vasıtaların rol oynamasına işaret eder. Bu ifadeden maksat çokluk değil, güç ve kudretin büyüklüğünü belirtmektir. Nitekim Türkçemizde de ve gerekse başka dillerde karşımızda tekil şahıs varken yücelik, saygı ifadesi olarak ikinci tekil şahıs olan “Sen” yerine “Siz” kelimesi kullanılmaktadır. Fakat Allah’tan birinci tekil şahıs yerine birinci çoğul şahıs  ( Ben yerine Biz) kullanılırken, ikinci şahıs olarak bahsedildiğinde hep ikinci tekil şahıs “Sen” ifadesi geçer, istisnai olarak azametini ifade için  “Siz” ifadesi geçsede Allah’tan üçüncü şahıs olarak bahsedildiğinde  hep üçüncü tekil “O” zamiri kullanılır, hiçbir zaman üçüncü çoğul şahıs “Onlar” ifadesi kullanılmaz. Çünkü Allah tek ve bir olandır sadece azamet-saygı ifadesi için sıkça ben yerine biz kullanılır, bu dil bilgisi genel kuralı dışında kendisi için asıl anlamı ile asla Allah için “Onlar” ifadesi kullanılmaz ve Kuran’da da böyle bir şey geçmez.

Kuran’da aynı ayette “Sen, O” ifadelerinin geçmesi

 Kuran-ı Kerim’de birçok ayette Cenab-ı Hakk’ın birliği, zatında fiillerinde ve sıfatlarında ortağı olmadığını açıklayan bir çok ayet ( Bakara, 163, 255, Ali İmran, 2, 6, 18, Maide, 73 , En’am, 102, İsra, 42, Müminun, 91, Kasas, 70, Saffat,4 , Zuhruf, 84, Duhan, 8, Haşr, 22-23, İhlas,1 vs. ) bulunmaktadır. İslam’ı diğer dinlerden ayıran en bariz özelliği vahdet – Allah’ın tek ve bir olması – inancıdır. Bu temek özellik ortada iken Allah (cc) kendisi için “O, biz.” gibi ifadeleri kullanıyorsa burada Arap dili ve edebiyatının özelliklerine bakmak gerekmektedir.

Arap dilinde  ‘ İltifat üslubu’ ile, zaman zaman şahıs zamirlerinde değişikliği yapılır. İltifat sanatı ile ayetlerde mesela üçüncü tekil şahıstan birinci çoğul şahsa geçerek, “O şöyle yaptı.” dedikten hemen sonra, “Biz şöyle takdir ettik.” gibi bir cümle kullanılabilir. Bu Arap dilindeki sanatsal içerikli ifadelerin bolca kullanılmasının doğal bir sonucudur. Arapça indirilen Kuran’ın ( Şuara, 192-195, Ta-Ha, 113, Zümer, 28, Fussilet, 3,Nahl, 103 )  ifadelerinin o dilin sanatını kapsayacak şekilde gönderildiğini anlamayan, bu dile ve inceliklerine hakim olamayan hatta aksine hiç haberi olmayan insanlar bu ayetlerden hareketle Kuran hakkında şüpheler ortaya çıkarmaya çalışmakta ve aslında kendilerinin Kuran hakkındaki cahilliklerini ilan ettiklerinin farkına bile varamamaktadırlar.

Aynı ayette Allah Teala hakkında üçüncü tekil şahıs (O) ile birinci çoğul şahıs (Biz) ifadelerinin kullanılmasının Kuran’da bir çok örneği vardır:

“Sizi bir tek candan yaratan O’dur. Biz ayetlerimizi anlayan kimseler için açıkça bildirdik.” (En’am, 98), “Gökten bir ölçüye göre su indiren de O’dur. Biz onunla ölü bir ülkeye hayat veririz. İşte siz de mezarlarınızdan öyle çıkarılacaksınız.” (Zuhruf, 11) Ayrıca Taha, 53, 134, Neml, 60, Lokman, 10, En’am 5, 38, 99, 106; Fâtır, 27 vs…

Bu kullanımların başlıca üç nedeni bulunur:

1- İsme ( Allah kelimesine ) dönen zamir anlamında kullanılır. Mesela,  “Eğer Allah sana bir sıkıntı, bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur.”(Yunus, 107)

2- Huve” zamiri Kuran’da  kullanılırken, Allah’ın mutlak bir varlık olduğunu gösterir. İhlas suresinin başında yer alan “Kul Huve”de olduğu gibi, daha önce Allah adı geçmediği halde, ‘O’  zamiri doğrudan Mutlak varlık olan Allah’ı gösterir. Çünkü tüm kainatta gerçek rızık veren, koruyan, ilah olan O’dur. Bütün “O”lar, gerçek manada bir tek “O”ya işaret eder. Kainattaki her şey Onun isim ve sıfatlarının birer yansımasıdır ( Sözler, s.696, On Üçüncü Söz, Hüve Nüktesi)

3- Kuran çok renkli, insanı bıktırmayan mucizeli üslup özelliklere sahiptir. Kuran insanların alışageldikleri belli bir üslubu takip etmez. Olayları farklı zaman kipleriyle, kişileri farklı kiplerle anlar. Örneğin Yüce Allah kendinden bahsederken bazen “Allah”, “Rahman” gibi isimlerini kullanırken bazen zamirlerle “ben”, bazen “o”, bazen de mühim hadise ve kıyamet gibi inkılaplara gücünün yeteceğini ifade etmek için azamet ifadesi olarak “biz” zamirini kullanıyor. Ayetlerin öncesi ve sonrasına (siyak-sibak), konuya (makam) göre bazen gayb (III. Tekil şahıs) bazen muhatap kipiyle konuşulur. Örneğin Fatiha suresinin ilk ayetlerinde gayb ( O, III: tekil şahıs ) kipiyle Allah övüldükten sonra iyyake ifadesiyle birden muhatap ( Sen, siz ) kipine geçilir. Methettiği Yüce Allah adeta karşısındaymış gibi, ihsan makamındaki bir kimse gibi, O’na yalvarıp dua edilir.

Bu Kuran’ın üslubudur, O’nu farklı kılan bir çok özelliklerinden biri de bu insanî olmayan üslubudur. Kuran’ı anlamak isteyen bu üslubunu kabul edip O’nu o metodundan hareketle mesajını anlamaya çalışmalıdır, yoksa kul yapısı dil bilgisi kuralları ile Kuran dili ve edebiyatı anlaşılamaz. İlahi kaynaklı mesajın ( metni değil ) dili, kul yapısı sınırlandırılmalara tabii tutulamaz.

Mustafa İslamoğlu bu konuyu çok güzel açıklar: “ Bunun nedeni Allah’ın insan zihninde kişileştirilemeyeceği gerçeğidir. Yani hiçbir şahıs zamiri, kişi zamiri onun gerçek varlığına işaret edemez. Sadece ve sadece bir imadır.”

Yıldırım’da benzer noktaya işaret eder: “Uluhiyyet, beşer dilindeki dar siga ve formlara sığmaz. Bu kullanımlar ile lisanın sınırları zorlanmakta, Allah Teala’nın sıfatlarını, fiillerini ve icraatlarını ifadeye dilin imkânlarının yetmediği anlatılmak istenmektedir.” ( Yıldırım, Kuran’da Uluhiyyet,  s. 57 )

Günümüzde bu üslubu kavrayamayan, Arap dilinin özelliklerini bilmeyen günümüz ateist ve oryantalistlerinin aksine efendimizin döneminde bu üslup çok sık kullanıldığı için hiç bir müşrik Arap bu ifadelere itirazda bulunmamış ve Kuran’da Allah’ın birliğine aykırı ayet bulunduğuna işaret etmemiştir. Çünkü bu dilbilgisi kurallarını biliyor ve doğal karşılıyorlardı. Allah’ın birliğine itirazları olsa da Arap dilinin özelliklerini bildikleri için bu ayetleri kullanmak akıllarına bile gelmemiştir.

 Kuran’da biz ifadesinin kullanılması

Allah’ın bizatihi kendisi ile ilgili ayetlerin hem hitap şekli hem de fiil sîgası tekil  gelir. Tevhid, ibadet ve ihlas gibi konularda Allah (cc) hiçbir vasıtayı asla kabul etmez. Mesela  “Ben cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 56) ayetinde olduğu gibi. Ayrıca bakınız: Bakara, 186, Tâ-hâ, 14 vs.

Ama Allah (cc) icraatına bazen yarattıklarını perde yapmak suretiyle onlara değer verdiğini göstermek için biz ifadesini Kuran’da kullanır, mesela: Bakara suresinde “Bir halife yaratacağım” (Bakara, 30) dedikten biraz sonra ‘kulnâ: dedik’ (Bakara, 35) buyrulur. Allah yaratma fiilinin yalnız kendisinin olduğundan, yaratmada hiçbir sebep, hiçbir vasıta bulunmadığından “Ben yarattım” dedikten sonra 35. ayette  “dedik” ifadesi ile, Cenab-ı Allah’ın kelamını ( Ayetlerini) insanlara tebliğde Vahiy meleğinin, Hz. Peygamberin ve daha başka vasıtaların sebepliği söz konusu olduğundan Cenab-ı Allah orada cemi sığasıyla “Biz dedik” ifadesini kullanmıştır.( Said Nursi, İşaratu’l-İ’caz, Bakara 30 tefsirinde, s. 297 ) Aynı şeyi  Hicr, 9. ayette de görürüz: “Hiç şüphe yok ki o Zikri (Kuran’ı) Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz.” Allah (cc) Kuran’ın sahibidir, bu sözün tek sahibi O’ (cc)dur. Fakat bu kelamı Cebrail (as) ile göndermiştir.

Muhatap Peygamber Efendimizdir. İşte bu vasıtalara verdiği değeri ifade için ayette “Biz” ifadesi kullanılmıştır. Fetih suresi, 1. ayetteki  ( Biz sana aşikar bir zafer ihsan ettik.) biz ifadesi de müminlere verdiği değeri ifade eder. Âlûsî bu konuda  “Allah Teala’nın azamet cem’i ile zaferi Kendisine isnad ettikten sonra affetme işini ism-i a’zam olan Allah lafz-ı celiline isnad etmesi şuna işaret edebilir: Mağfiret etmede hiçbir sebebin dahli yoktur. Ama zaferi Allah bazı vasıtaları kullanarak verir. Bazı âlimler şöyle demişlerdir: Büyüklerin âdeti, konuşmalarında birinci çoğul şahsı kullanmadır. Çünkü ekseriya yaptıkları icraatları, görevlilerini çalıştırarak gerçekleştirirler.” ( Ruhu’l-Meani, Fetih sûresi, 1-2 tefsiri, 26/91) demektedir.

Biz kelimesi ayrıca te’kid için de kullanılır: “Ahirette Allah nezdinde olan nimet, eğer bilirseniz, sizin için elbette daha hayırlıdır. Sizin elinizdekiler tükenir ama Allah’ın elinde olanlar bakidir. Biz sabredenleri, işledikleri en güzel işleri esas alarak ödüllendirecek, kötülüklerini bağışlayacağız.” (Nahl, 95-96). Âlûsî bu ayeti şöyle açıklıyor: “ve lenecziyennehüm (ödüllendireceğiz) ifadesinde üçüncü tekil şahıstan birinci çoğul şahsa geçilmesi, “Ahirette Allah nezdinde olan nimet, eğer bilirseniz sizin için elbette daha hayırlıdır” cümlesinde yer alan sözü  te’kid- pekiştirme  için olup sözünde durmanın ehemmiyetini hatırlatmak gayesine yöneliktir.” (Ruhu’l-Meani, Nahl sûresi, 95-96 tefsiri, 14/225) 

 Kuran’a objektif yaklaşan oryantalistler de Kuran’ın bu üslup ve edebi dilini övmüşlerdir

“Mekkeliler hala ondan mucize istiyorlardı ve Hz. Muhammed (sav), dikkate değer bir cesaretle ve kendinden eminlikle misyonunun teyidi olarak Kuran’ın kendisine başvurdu. Tüm Araplar gibi onlar da lisan ve konuşma sanatında uzmandılar. Eğer Kuran onun kendi yazması olsaydı, diğer kişiler onunla rekabet edebilirdi. Bırakalım onun gibi on ayet yazsınlar. Eğer yazamazlarsa (ki kesinlikle yazamazlar) o zaman Kuran’ı açık bir mucize olarak kabul etsinler.” (Oxford Üniversitesi’nden Arap dili uzmanlarından Hamilton Gibb, Arabic Literature an Introduction)

  “Misyonunun gerçekliğinin bir kanıtı olarak ne zaman Hz. Muhammed (sav)’ten bir mucize istense, O, Kuran’ın İlahi kaynağının bir kanıtı olarak Kuran ifadelerini ve kıyaslanamaz üstünlüğünü kullanmıştır. Aslında Müslüman olmayan kişiler için bile hiçbir şey onun anlaşılır bir bütünlüğe ve kavrayıcı bir tokluğa sahip dilinden daha harika değildir. Gösterişli ahenklerle dolu seslerin bolluğu ve olağanüstü ritimler, en düşmanca ve kuşkuyla yaklaşan kişilerin değişmesinde önemli olmuştur.” (Paul Casanova, L’Enseignement de I’Arabe au College de France -Fransız Kolejinde Arap Eğitimi – adlı makalesinden)

“Arapça Kuran’a aşina olan herkes bu dini kitabın güzelliğini övmede hemfikirdir; biçimindeki ihtişam o kadar üstündür ki, herhangi bir Avrupa lisanına tercüme edildiğinde gerektiği gibi takdir edilemeyebilir. (Edward Montet, Traduction Francaise du Coran -Kuran’ın Fransızca Tercümesi- )

“Orijinal Arapçası ile Kuran insanı harekete geçiren bir güzelliğe ve cazibeye sahiptir. Özlü ve üstün stili, genellikle kafiyeli olan, birden çok anlamlar içeren kısa cümleleri, kelime kelime tercümesinde ifade edilmesi son derece zor olan anlamlı bir etkiye ve patlayıcı bir enerjiye sahiptir. “(John Naish, The Wisdom of the Qur’an)

“Kuran evrensel olarak, Arapların en asil ve kibarı olan Kureyş lehçesinde, en güzel ve saf bir dille yazılmıştır. Kuran’ın stili güzel ve akıcıdır ve birçok yerde özellikle de Allah’ın haşmeti ve nitelikleri tarif edildiği zamanlar yüce ve görkemlidir. O kadar başarılıdır ve dinleyicileri o kadar hayrete düşürür ki, bazı muhalifleri bunun bir büyücülük ve sihir etkisi olduğunu düşünmüşlerdir.” (George Sale, The Koran: The Preliminary Discourse -Kuran: İlk Vaaz- adlı kitabından)

“Kuran Gerçekliğin, hikmetin ve üslup sadeliğinin mucizesidir.” (Aziz Bosworth Smith, Mohammed and Mohammadanism – Hz. Muhammed ve Muhammedçilik – )

” Elimize her aldığımızda kısa bir süre içinde bizi cezbeden, hayretler içinde bırakan ve en sonunda önünde eğilecek kadar hayran bırakan bir eserdir. Kuran’ın üslubu, içeriği ve amacına uygun olarak çok kuvvetli, yüce ve muhteşemdir. Bu kitap tüm çağlar boyunca en etkili kitap olarak kalacaktır. (Goethe’den alıntı: T. P. Hughes’un Dictionary of Islam (İslam Sözlüğü) adlı kitabından)

“Kuran seçkin güzellikte bir kafiyeye ve kulağı büyüleyen bir ahenge sahiptir. Gerçekte, hem şiir hem nesirde engin ve verimli olan Arap edebiyatı içinde onunla kıyaslanacak hiçbir şey yoktur.” (Alfred Guillaume,  Islam – İslamiyet – )

” Arapça Kuran’ın yüce belagatini zayıf da olsa yansıtacak bir şeyler üretme girişimim, mesajın kendisinin yanı sıra, kompleks ve zengin kafiyeleriyle çeşitlenmiş insanlığın en büyük edebi başyapıtı olan Kuran’ın karşısında sönük kaldı. Muhteşem şekilde süslenmiş orijinaliyle kıyaslandığında (meallerin) donuk ve düz seslere sahip olması şaşırtıcı değildir.” (Arthur J. Arberry, The Koran Interpreted – Açıklamalı Kuran- )

 ” Edebi bakış açısıyla değerlendirildiğinde, Kuran yarı şiirsel yarı düz yazı olarak yazılmış en saf Arapçaya örnektir. Dilbilimcilerin bazı durumlarda Kuran’da kullanılan belirli kalıp ve ifadelerle uyuşacak kurallar kullandıkları ve Kuran’a eş bir çalışma üretmek için birçok denemede bulunmalarına rağmen, henüz hiçbirinin bu konuda başarılı olmadıkları bildirilmiştir.” ( F. F. Arbuthnot, The Construction of the Bible and the Koran, 1985, s.5)

Close

Subscribe to Blog via Email

Enter your email address to subscribe to this blog and receive notifications of new posts by email.

Join 259 other subscribers
%d bloggers like this: