Al-i İmran Suresi (128-155. ayetler)

Hakkında

Medine döneminde inmiştir. 200 âyettir. Sûre, adını 33. âyette geçen “Âl-i İmrân” tamlamasından almıştır. Âl-i İmrân, İmran ailesi demektir.

Nuzül

Mushaftaki sıralamada 3, iniş sırasına göre 89. sûredir. Enfâl sûresinden sonra, Ahzâb sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur.

Müfessirlerin çoğunluğuna göre, sûrenin önemli bir bölümünün geliş sebebi, Necran hıristiyanları adına Medine’ye gelen heyetle Hz. Peygamber arasında geçen Allah inancı konusundaki tartışmalardır. Bu vesileyle nâzil olan âyetlerin sayısı ve sûrenin iniş zamanı hakkında farklı görüşler vardır. Necran heyetiyle ilgili rivayetten sonra bunlara yer verilecektir.

Coğrafî kaynaklar Yemen’de, Kûfe civarında ve Havran’da Necran adını taşıyan birden fazla yerleşim biriminin bulunduğunu kaydeder. Burada söz konusu olan kişiler, Yemen Necranı’ndan heyet halinde gelen hıristiyanlardır. Hıristiyanlık aslî şekliyle Arap yarımadasının önce bu kasabasında yayılmış ve başlangıçta Yemen hükümdarlarının sert tepkileriyle karşılaşmıştır. Daha sonra burası Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden biri olmuştur. Nitekim tarih kaynakları burada inşa edilen ve Kâbe-i Muazzama’ya karşılık olmak üzere “Kâbe-i Necrân” adıyla anılan görkemli kilisede çok sayıda piskoposun görev yaptığını belirtmektedirler.

Aralarında bu kiliseye mensup din adamlarının da bulunduğu altmış kişilik bir Necran heyeti (aşağıda açıklanacağı üzere hicretin 9. yılında veya daha önceki bir tarihte) Medine’ye bir ziyarette bulunmuştu. Bu heyet içinde on dört kişi temsilci konumundaydı. Bunlardan üçü heyetin en yetkilileri idi: Başkan Abdülmesîh (el-Âkıb), başkan yardımcısı Eyhem (es-Seyyid) ve piskopos Ebû Hârise b. Alkame.

Bir gün ikindi namazını müteakip süslü ve ihtişamlı elbiseler içinde mescide gelip Hz. Peygamber’in huzuruna çıkan bu heyet mensupları, kendi ibadet vakitleri geldiğinde doğuya doğru dönüp hıristiyan usulüne göre âyin yapmak istediler. Resûlullah onlara müsaade etti. Heyet birkaç gün Medine’de kaldı ve müslümanlar tarafından ağırlandı. Bu süre içinde heyetin ileri gelenleriyle Hz. Peygamber arasında Allah inancı ve Hz. Îsâ’nın durumuna dair önemli tartışmalar cereyan etti. Heyet mensupları arasında tam bir inanç birliği olmadığı gibi, sorulan sorulara verdikleri cevaplar da tutarlı değildi. Hz. Îsâ için bazan “Allah” bazan “Allah’ın oğlu” bazan da “üçün üçüncüsü” diyorlardı.

Hz. Peygamber onların iddialarını çürüttükten sonra, kendilerini bağlayacak sorular yöneltti. Sonunda sükût etmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Resûlullah onları İslâm’a davet etti. Bu teklife karşı direnme yollarını denediler:

– “Ey Muhammed! Sen Îsâ’nın, Allah’ın kelimesi ve O’ndan bir ruh olduğunu söylemiyor musun?” dediler. Resûlullah:

– “Evet” deyince:

– “İşte bu bize yeter” dediler. Allah Teâlâ resulüne onları “mübâhele”ye (açık biçimde lânetleşme) davet etmesini vahyetti (bu konuda ayrıntılı açıklamaya 61. âyetin tefsirinde yer verilecektir). Resûl-i Ekrem bu çağrıyı yapınca bir gün süre istediler.

Bu konuda ne yönde bir karar alabileceklerini kendi aralarında müzakere ederlerken içlerinden biri şöyle dedi: “Îsâ efendimizle ilgili çekişmeyi çözüme bağlayışından anlaşılmış oldu ki Muhammed gerçekten Allah’ın gönderdiği bir peygamberdir. Bilirsiniz ki bir toplum peygamberle lânetleşmeye kalkışırsa Allah, büyüğüyle küçüğüyle onları mahveder. Dinimizde kalmaya kararlıysanız, bu zatla lânetleşmeye girmeyiniz ve iyilikle ayrılınız.”

Sonunda Hz. Peygamber’e gelip şöyle dediler: “Ey Ebü’l-Kasım! Seninle lânetleşmeye girmemeye, seni dininle baş başa bırakıp kendi dinimiz üzere kalmaya karar verdik. Fakat biz senden hoşnuduz ve sana güveniyoruz. Ashabından uygun birini aramızdaki malî ihtilâfları çözmek üzere bize gönder.”

Resûlullah bu talep üzerine Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı bu iş için görevlendirdi. Rivayete göre Hz. Ömer, hiçbir zaman yöneticilikten hoşlanmadığı halde, Hz. Peygamber’in söz konusu görev için karar verdiği gün, hayatında ilk defa içinde bu arzuyu duyduğunu ve kendisinin tayin edileceğini umduğunu ifade etmiştir (bk. İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, II, 222 vd.; İbn Atıyye, I, 396-397; Râzî, VII, 154-155; Elmalılı, II, 1011-1015; Necran’la ilgili bilgi için bk. A. Moberg, “Necrân”, İA, IX, 165-167).

Necran heyetiyle yapılan tartışmalar vesilesiyle nâzil olan bölümün 1-61, 1-82 ve 1-84. âyetler olduğu yönünde görüşler vardır (bk. Şevkânî, I, 345; İbn Âşûr, III, 143-144; Elmalılı, II, 1011). Necran heyetinin Medine’ye hicretin 9. yılında gelmiş olduğu yönündeki yaygın bilgiye mukabil, İbn Hişâm’ın bu heyet hakkındaki bilgileri tarih vermeksizin aktarması, Âl-i İmrân sûresinin Medine’de inen ilk sûrelerden olduğu hususunda âlimler arasında görüş birliğinin bulunması ve sûrenin içerik ve üslûbu bazı müellifleri bu sûresinin ne zaman nâzil olduğu konusunda farklı değerlendirmeler yapmaya sevketmiştir.

İbn Âşûr’un bu konudaki açıklamalarını şöyle özetlemek mümkündür (III, 143-144, 146): Âl-i İmrân sûresinin Medine’de inen ilk sûrelerden olduğu ve bazı âyetlerinde Uhud Savaşı’ndan söz edildiği hususunda âlimler arasında görüş birliği vardır. Enfâl sûresinden önce veya sonra indiği konusu ise ihtilâflıdır. Fakat Âl-i İmrân sûresinin, Bedir Savaşı sırasında indiği ittifakla kabul edilen Enfâl sûresinden de önce nâzil olduğuna dair rivayetin kabulü halinde, bu sûrede Uhud Savaşı’ndan söz edildiğini ve Bedir’de müslümanların kazandığı zaferin hatırlatıldığını söylemek mümkün olmayacaktır. Daha önce açıklandığı üzere aynı süre içinde birden fazla sûrenin inmesi mümkündür ve tefsir kitaplarında yer alan “Bu sûre filân sûreden sonra inmiştir” şeklindeki ifadeler, “Bu iki sûreden ilki tamamlanıp sonra diğeri inmeye başladı” anlamında değil, “Birincinin nüzûlü diğerinin nüzûlünden önce başlamıştır” anlamındadır (bu konuda bilgi için ayrıca bk. “Tefsire Giriş” bölümünün “I. Kur’an-ı Kerîm, D) Şekli ve Üslûbu” başlığı). Necran heyetiyle ilgili bölümün iniş zamanının da bu ölçüye göre değerlendirilmesi uygun olur. Şu var ki, bu bölümün hicretin 9. yılında inmiş olduğuna dair ifadelerin, bu yılın “senetü’l-vüfûd” (elçiler yılı) olarak tanınmasından kaynaklandığı ve Âl-i İmrân sûresinin Medine’de inen ilk sûrelerden olduğu dikkate alınınca, Necran heyetinin sözü edilen elçiler yılından önce (muhtemelen hicretin 3. yılında) gelmiş olduğu söylenebilir.

Derveze, Necran heyetinin, müslümanların Bedir Savaşı’nda Kureyş müşriklerine karşı zafer kazandıkları haberini yerinde tahkik etmek için –Uhud Savaşı öncesinde– Medine’ye gelmiş olabileceği ihtimali üzerinde durur. Aynı müfessir, Ebû Süfyân’ın –Mekke’nin fethinden sonraki bir zamanda– Hz. Peygamber’in Necran hıristiyanları için yazılı bir belge düzenlediğine tanıklığı ile ilgili haberin doğru olması halinde ise hicretin 9. yılında başka bir Necran heyetinin daha gelmiş olmasını muhtemel görür (VIII, 70-71). Abdülhamîd Mahmûd Tahmâz ise bunu zorlanmış bir yaklaşım olarak değerlendirir ve bir sûrenin âyetlerindeki sıralamanın daima nüzûl sebebi ve sırasına göre olmadığı noktasından hareketle burada Necran heyeti hakkında hicretin 9. yılında inen baş kısmın Uhud Savaşı hakkındaki orta kısımdan sonra inmiş olduğunu düşünmeye bir engelin bulunmadığını savunur (et-Tevrât ve’l-İncîl ve’l-Kur’ân fî sûreti Âli İmrân, s. 9-10).

Âl-i İmrân sûresinin baştan 120. âyetine kadar olan bölümün hicretin ilk yıllarında nâzil olduğunu gösteren bir içeriğe sahip bulunduğuna işaretle, sûrenin ilk seksen küsur âyetinin Bedir Savaşı’ndan bile önce nâzil olduğu, muhtemelen Hz. Peygamber’in daha önce inen Âl-i İmrân âyetlerini Necran heyetine okuduğu için bunu duyan bazı kişilerin bu âyetlerin o zaman (hicretin 9. yılı) indiğini zannettikleri de ileri sürülmüştür. Fakat bu görüşün sahibi olan Süleyman Ateş’in konuya ilişkin açıklamaları kendi içinde tutarlı görünmemektedir. Zira Ateş “hicrî 5. yıldan sonra Medine’de yahudi kalmadığı” noktasından hareketle “bu sûrede yahudilerin yerinin bulunmadığı” tarzında ve kendisinin başka ifadeleriyle bağdaşmayan kesin bir kanaat de ortaya koymaktadır (krş. II, 6, 33, 60, 61, 65, 69, 70, 71, 84, 85; II, 48, 61, 62; II, 29-30; II, 63).

Öte yandan bazı âyetlerin içeriği ile tarihî bilgiler arasında uyum arama çabasıyla, meselâ 64. âyetin bir Hudeybiye Antlaşması’ndan önce, bir de Mekke fethinden sonra olmak üzere iki defa inmiş olmasına ihtimal veren müfessirler de vardır (bk. İbn Kesîr, II, 46).

Kanaatimize göre Âl-i İmrân sûresinde “Ehl-i kitap” olumlu ve olumsuz yönleriyle geniş bir biçimde ele alınmış, inanç esasları bakımından hıristiyanlara ağırlık verilmekle beraber birçok yerde yahudilere de atıfta bulunulmuştur. Özellikle Hz. İbrâhim hakkındaki tartışmaya gönderme yapan âyetler (65-68) bunun açık bir kanıtıdır. Hatta 64. âyetin tefsirinde açıklanacağı üzere Ehl-i kitaba yapılan diyalog çağrısını, aslî şekliyle tevhid inancına dayalı din mensuplarına yapılmış genel bir davet biçiminde anlamak mümkündür. Şevkânî’nin de belirttiği üzere, bu sûrede geçen Ehl-i kitap ifadelerinin sadece hıristiyanlar hakkında olduğuna dair bazı ilk dönem bilginlerinden nakledilen rivayeti mutlak biçimde doğru saymak mümkün değildir (I, 391); bu rivayeti, Bakara sûresiyle karşılaştırıldığında burada hıristiyanlara ağırlık verilmiştir şeklinde anlamak daha uygun olur. Âyetlerin sıralaması konusunda yukarıda işaret edilen bilgiler dikkate alındığında, daima nüzûl sırasına ilişkin rivayetlerden hareketle zaman tesbiti yapmanın isabetli olmayacağı açıktır. Âyetlerin anlaşılmasında tarihî bilgiler ve nüzûl bilgileri önemli bir yardımcı role sahip olmakla beraber, yorumu bu bilgiler içine hapsetmeksizin ve öncelikle Kur’an’ın içerdiği mesajlar üzerinde dikkatle durulduğu takdirde yorumun ufkunu genişletme ve sağlıklı sonuçlara ulaşma ihtimali artar. Tabii ki, bu yorumların da kesinlik taşıyan verilerle çatışmamasına özen gösterilmesi gerekir. Buna göre, sûrede geçen ifadelerin de kimlere uygun düştüğü noktasının esas alınması, kesinlik kazanmamış rivayet veya ihtimaller dolayısıyla yoruma kesin bir üslûp katılmaması uygun olur.

Sonuç olarak sûrenin nüzûlü hakkında şu söylenebilir: Bakara ve Enfâl sûrelerinin ardından hicretin 3. yılında Uhud Savaşı’ndan sonra nâzil olmaya başlayan sûrenin tamamlanması muhtemelen hicretin 9. yılına kadar sürmüştür (Emin Işık, “Âl-i İmrân Sûresi”, DİA, II, 307).

Konusu

Başlangıcında yüce Allah’ın “hay” ve “kayyûm” olduğu hatırlatılan ve Kur’an-ı Kerîm’in önceki ilâhî kitapları onaylama özelliğinden söz edilen bu sûrede, vahye dayalı dinler arasındaki tekâmül ilişkisine işaret edilmekte, Allah katında yegâne geçerli dinin İslâm olduğu vurgulanmakta, İslâm’ın inanç esasları (özellikle ulûhiyyet ve nübüvvet) ile (birr ve takvâ gibi) bazı temel ahlâk kavramları üzerinde durulmakta, Mekke’deki kutsal evden (Kâbe) söz edilmekte, hac vecîbesine ve başka bazı amelî görevlere değinilmektedir. Sûrede özellikle, hıristiyanların Hz. Îsâ’yı tanrılaştırmaları, yahudilerin de ona iftira ve karalamalarda bulunmaları, bu suretle her iki din mensuplarının da onun hakkında aşırılıklara sapmaları karşısında İslâm ümmetinin gerçekten ayrılmayan ve orta yolu gösteren bir hakem görevi üstlenmiş olacağı ima edilmekte; Bakara sûresinde Ehl-i kitap’tan yahudilere ağırlık verildiği gibi burada da hıristiyanlara ağırlık verilmekte, bu din mensupları ortak bir ilkeyi (Allah’tan başkasına kulluk etmeme ve hiçbir şeyi O’na ortak görmeme ilkesini) kabulden hareketle yürütülebilecek bir diyaloga davet edilmektedir. Diğer taraftan müslümanlara da yüce Allah’ın lutfettiği nimetler hatırlatılıp, düşmanların tuzaklarına düşmemeleri ve üstlendikleri misyonun bilincinde olmaları gerektiği hatırlatılmaktadır. Bu temalar işlenirken Hz. Meryem, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ ve Hz. İbrâhim’in hayatlarından ve İslâm tebliği açısından önemli bir dönüm noktası olan Uhud Savaşı’ndan kesitler verilmektedir. Bu arada Uhud Savaşı sırasında ve sonrasında müslümanların, münafıkların ve müşriklerin davranışları tahlil edilip değerlendirilmektedir.

Bu sûre ile önceki sûre (Bakara sûresi) arasındaki bağlantı konusu üzerinde duran müfessirler özellikle şu noktalara değinmişlerdir: a) Her ikisinin başlangıcında “kitab”ın anılıp insanların “iman edenler ve etmeyenler” şeklindeki tasnifine yer verilmiş olması (birincisinde iman edenlere öncelik verildiği halde, ikincisinde –artık İslâm’a çağrının yayılmış olması sebebiyle– kalplerinde eğrilik bulunanlar önce zikredilmiştir), b) Her ikisinin Ehl-i kitabın bazı inanç ve tutumlarını tartışmaya ağırlık vermesi (birincisinde yahudilere geniş yer verilip hıristiyanlara kısaca değinildiği halde, ikincisinde –hıristiyanlar gerek tarih sahnesindeki varlıkları gerekse İslâm mesajına muhatap olmaları itibariyle yahudilerden sonra geldiklerinden– hıristiyanlara geniş yer ayrılmıştır),

c) Her ikisinin, önceki bir yaratma kanununa göre olmaksızın gerçekleşen iki olaya (Hz. Âdem ve Îsâ’nın yaratılışına) –sırasına uygun olarak– yer verip, bu açıdan ikincinin birinciye benzerliğini hatırlatması,

d) Her ikisinin –dikkatli bir karşılaştırma yapan kişinin öncelik-sonralık uygunluğunu farkedebileceği şekilde– aynı türden (meselâ savaş ahkâmı gibi) hükümlere yer vermiş olması, e) Birincinin başlarken müttakilerin kurtuluşa ermiş olduklarını haber vermesine uygun olarak, ikincinin takvâyı öğütleyerek son bulması (Reşîd Rızâ, III, 153).

Fazileti

Bu sûrenin ve bazı âyetlerinin faziletleri hakkında birçok rivayet bulunmaktadır. Bakara ile Âl-i İmrân sûrelerinin önemine değinen hadisler sebebiyle İslâm bilginleri bu iki sûrenin tefsirine ayrı bir ilgi göstermişler ve bunları konu edinen özel tefsirler kaleme almışlardır. Bir hadîs-i şerifte Resûlullah, Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini iyi bilip gereğince davrananlara bu sûrelerin kıyamet gününde şefaatçi olacağını haber vermiş (Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 42; Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 4), bir başka hadiste de yüce Allah’ın “ism-i a‘zam”ının Bakara sûresinin 163. âyeti ile Âl-i İmrân’ın başında bulunduğunu belirtmiştir (Tirmizî, “Daavât”, 64; Ebû Dâvûd, “Salât”, 352).

Meal

1 ElifLâmMîm.
2 Allah: yoktur O’ndan başka ilâh; Hayy (ezelîebedî mutlak hayat sahibi)dir; Kayyûm (varlığı hem kendinden, hem de kendi kendine kaim olan)dır.
3 O, sana Kitabı gerçeğin ta kendisi olarak, kendisine hiçbir bâtıl yol bulamayacak tarzda, hak bir gaye için ve kendinden önce indirilen bütün kitapları (aslî halleri, halâ ihtiva ettikleri gerçekler ve İlâhî kaynakları itibariyle) tasdik edici olarak fasıl fasıl indirmektedir; nitekim Tevrat’ı ve İncil’i de indirmişti,
4 Daha önce insanlar için dupduru hidayet kaynağı olarak; ve (en son ve bağlayıcı mahiyette hakla bâtılı, doğru ile eğriyi ayıran ölçüler bütünü) Furkan’ı indirdi. Allah’ın (hak ve hidayet kaynağı) âyetlerini bile bile örtüp gizleyen ve kabul etmeyenler yok mu: onlar için pek çetin bir azap vardır. Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; (bağışlanmaz türde ve bilhassa küfür gibi, şirk gibi en büyük zulme karşı) aman vermez mukabelesi olandır.
5 O Allah ki, O’na yerde de gökte de hiçbir şey gizli kalmaz.
6 O’dur rahimlerde size dilediği şekli veren. Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan) O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
7 O’dur Sana (bu mucize) Kitabı indiren: onda muhkem âyetler vardır ki, onlar Kitab’ın anasıdır; diğer âyetleri ise müteşabihtir. Fakat kalblerinde eğrilik olanlar, nasıl fitne çıkarıp insanları saptırırız, nasıl onun (gaye ve arzumuza göre) bir te’vilini bulabiliriz diye müteşabih olanların peşine düşerler. Halbuki onun gerçek te’vilini ancak Allah bilir ve ilimde kökleşip derinleşenler de, “Biz, o Kitabın tamamına inandık, (muhkemiyle, müteşabihiyle) hepsi Rabbimizin katındandır.” derler. İşte, ancak gerçek akıl ve idrak sahipleridir ki, düşünür ve gerekli dersi alırlar.
8 (Ve o gerçek akıl ve idrak sahipleri, şöyle yalvarırlar): “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalbimizi eğriltme ve (Rabbimiz, Sen’in rahmetin olmadan ayakta kalmamız mümkün değildir; o halde) bize Kendi katından bir rahmet bağışla. Şüphesiz ki Vehhâb (bağışı pek bol olan)’sın Sen.
9 “Rabbimiz, Sen, insanları geleceğinde asla şüphe olmayan bir günde mutlaka bir araya toplayacaksın. Hiç kuşkusuz Allah, verdiği sözden dönmez.”
10 O küfredenlerin malları da çocukları da Allah karşısında kendilerine hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlardır Ateş’in yakıtı olanlar.
11 Tıpkı Firavun oligarşisiyle daha öncekilerin durumu gibi: âyetlerimizi yalanlamışlardı da Allah, günahları sebebiyle kendilerini kıskıvrak yakalayıvermişti. Allah, cezalandırması çok çetin olandır.
12 (Din’i tahrif etmek ve insanları saptırmak için Kitap’taki müteşabih âyetlerin peşine düşen ve onları keyiflerince yorumlamaya kalkan Kaynuka Oğulları Yahudilerinden) o küfredenlere de ki: “Yakında mağlûp edilecek ve topluca Cehennem’e sürüleceksiniz; ne fena yataktır o!”
13 (Bedir’de) karşı karşıya gelen o iki toplulukta sizin için hiç şüphesiz bir ibret vardı: bir topluluk Allah yolunda savaşırken, diğeri kâfirdi ve (savaş esnasında karşılarındaki mü’minleri) baş gözleriyle olduklarının iki katı görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler ve güçlendirir. Elbette bunda görecek gözleri olanlar için kesin bir ibret vardır.
14 İnsanlar, mahiyetleri itibariyle, (bilhassa erkekler için olmak üzere) kadınlardan, evlâttan, kantar kantar altın ve gümüşten (yığın yığın paradan), salma güzel atlardan, (davarlar ve sığır gibi) ehlî hayvanlardan, ekinler ve kazançtan yana şiddetli tutku ve beklentiler içindedirler. Oysa bunlar, dünya hayatının geçimliğinden ibaret olup, takip edilmesi gereken gerçek hedef ve gayenin güzel olanı Allah katındadır.
15 De ki: “Size (büyük bir ihtirasla bağlandığınız) bu şeylerden daha hayırlısını haber vereyim mi? Allah’a karşı gelmekten sakınıp takva dairesine girenler için Rabbileri katında (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah, kulları(nı) hakkıyla görendir.
16 Ki, (o kulların içinde takva dairesine girmiş olanlar), hep şöyle yalvarırlar: “Rabbimiz, biz iman ettik; ne olur günahlarımızı bağışla ve bizi Ateş’in azabından koru!”
17 (Başlarına gelen musibetler karşısında, ibadete devamda ve günahlardan sakınmada) sabırlıdırlar; (sözlerinde ve davranışlarında, iman ve ahdlerinde) sadıktırlar; (Allah’ın huzurunda) boyun eğip divan duranlardır; (Allah’ın kendilerine verdiği bütün nimetlerden O’nun yolunda) infakta bulunanlardır; seherlerde istiğfar edenlerdir.
18 Allah şahittir ki, başka ilâh yok, ancak O vardır; bütün melekler ve kendilerine ilim verilmiş olanlar da, tam bir doğruluk, adalet ve hakkaniyet içinde (aynı gerçeğe şahittirler). Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve işinde pek çok hikmetler bulunan) O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
19 Allah katında (hak ve makbul) din ancak İslâm’dır. Önceden kendilerine Kitap verilmiş olanlar, (başka bir zaman değil,) ancak kendilerine hem de (doğru ile yanlışı, ne yaparlarsa ne ile karşılacaklarını bildiren vahyî) ilim geldikten sonra sadece aralarındaki bağy (haset ve rekabetten kaynaklanan karşılıklı tecavüz) sebebiyle ihtilâfa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerini bile bile örtüp gizliyor ve inkâra yelteniyorsa, bilsin ki Allah, hesabı pek çabuk görendir.
20 (Bu gerçeğe rağmen) halâ inat edip seninle münakaşaya tutuşuyorlarsa, (onlara) de: “Ben, bütün varlığımla Allah’a teslim oldum; bana uyanlar da (aynı şekilde teslim oldular.)” Önceden kendilerine Kitap verilmiş olanlarla, Kitap’tan habersiz, ilimden yoksun olup da yanlış yollarda gidenlere, “Siz de aynı şekilde teslim oldunuz mu?” de. Eğer teslim olmuşlarsa, şüphesiz hidayete ermişler, doğru yolu bulmuşlar demektir. Eğer yüz çeviriyorlarsa, sana düşen sadece tebliğ etmek (sözünle ve yaşayışınla Hak Din’i eksiksiz, kusursuz göstermektir). Zaten (ne söylüyorlar, ne yapıyorlarsa) Allah, kulları(nı) hakkıyla görmektedir.
21 Allah’ın âyetlerini bile bile gizleyip sonra da inkâra yeltenenler ve (kendilerine gönderilen) peygamberleri hakhukuk gözetmeksizin öldürüp duranlar, bununla da kalmayarak, insanlar içinde tam doğruluk ve adaleti yayıp yerleştirmeye çalışanları da öldürenler var ya: işte onları pek acı bir azapla müjdele!
22 Onlar öyle kimselerdir ki, bütün yaptıkları dünyada da Âhiret’te de boşa gitmiştir ve (yaptıklarından kendilerine fayda temin edecek ve onları azaptan kurtaracak) hiçbir yardımcıları da yoktur.
23 Bakmaz mısın şu kendilerine Kitap’tan bir pay verilenlere! Aralarında (baş gösteren meselelerde) hükmetmek üzere Allah’ın Kitabı’na davet edildikleri (ve onun hükümlerine göre muhakeme olundukları halde), sonra içlerinden bir grup yüz çevirerek dönüp gitmektedir.
24 Şundan dolayı ki, onlar “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacak!” diye iddia etmekte (ve Kitabın hükmünden yüz çevirmekle azaba uğramayacaklarını zannetmektedirler). Uydurageldikleri bu türlü yalanlar, Allah’a attıkları bu türlü iftiralar, onları dinleri mevzuunda işte böyle aldatmaktadır.
25 Onları, geleceğinde hiçbir şüphe olmayan, herkes dünyada ne kazanmışsa kendisine tastamam geri ödeneceği ve kimseye en küçük bir haksızlığın yapılmayacağı (dehşetli) bir günde toplayıp bir araya getirdiğimizde halleri ne olacak (bir bilseler)!
26 De ki: “Allah’ım, ey mülk ve hakimiyetin yegâne mâliki! Sen, mülkü dilediğine verir ve mülkü dilediğinden çekip alırsın; kimi dilersen aziz eder, kimi de dilersen zelil edersin! Sen’in elindedir ancak hayır. Şüphesiz Sen, her şeye hakkıyla güç yetirensin.
27 “Geceyi gündüze katarsın ve gündüzü de geceye katarsın; ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarırsın ve kimi dilersen ona hesapsız rızık verirsin.”
28 Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri (işlerine vekil, müsteşar, başlarında idareci ve küfürleri sebebiyle) dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa (bilsin ki o), kaynağı Allah olan bir yol, bir sistem üzerinde değildir ve Allah’tan göreceği bir yardım ve sahiplenme de yoktur; ancak (hakim konumda bulunan) o kâfirlerden (dininize, toplumunuza, mukaddeslerinize ve canınıza gelecek önemli bir tehlikeden) bir şekilde korunmanız hali müstesna. Her halükârda Allah, sizi Kendisi’ne karşı gelmekten sakındırır. (Başkasına değil,) ancak Allah’adır nihaî varış.
29 (Mü’minlere) de ki: “Sinelerinizdekini gizleseniz de, açığa da vursanız da Allah onu bilmektedir; O, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini bilir. Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.”
30 Gün gelir, her şahıs (dünyada iken) hayır adına ne işlemişse önünde hazır bulur; kötülük adına ne işlemişse de. İster ki, o kötülükle kendisi arasında upuzun bir mesafe olsun! Allah, sizi Kendisi’ne karşı gelmekten sakındırıyor. Allah, kullar(ın)a pek çok acıyandır.
31 (Ey Rasûlüm, onlara) de: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, o halde bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” Allah, (günahları) çok bağışlayandır; (bilhassa mü’minlere karşı hususî) rahmet ve merhameti pek bol olandır.
32 Yine, de: “Allah’a itaat edin ve (bu itaatın gereği olarak) Rasûl’e de.” (Senin bu çağrına rağmen) yüz çevirip giderlerse (bil ki, bu çağrıdan ancak kâfirler yüz çevirir ve onlar da bilsinler ki) Allah, kâfirleri sevmez.
33 (Eğer, sana ve peygamberlerden bazılarına inanmıyorlarsa, şu bir gerçek ki Allah, risaleti dilediğine verir ve) şüphesiz Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim Ailesi’ni ve İmran Ailesini (insanlık içinde) bizzat süzüp tertemiz bir hülâsa kılmış ve bütün insanlar, bütün milletler üzerine seçip tercih etmiştir
34 Birbirlerinden gelen (aynı inanç üzerinde) tek bir nesil olarak. (Bu bakımdan, peygamberlere inanmada onları birbirinden ayırmayın ve haklarında, ayrıca Allah’ın tercihi konusunda yanlış söz söylemeyin ve yanlış düşüncelere girmeyin). Allah, (her söyleneni) hakkıyla işitendir; her şeyi hakkıyla bilendir.
35 Hani bir zaman İmran’ın hanımı şöyle dua ve münacatta bulunmuştu: “Rabbim! Şu karnımdaki yavruyu her türlü bağdan, dünya iş ve meşgalesinden azade ve her şeyiyle Sana teslim bir kul olarak, (bilhassa Ma’bed’e hizmet etsin diye) Sana adadım; ne olur bu adağımı kabul buyur; şüphesiz ki Sen’sin Semîʽ (her şeyi hakkıyla işiten); Alîm (niyetlere ve kalbden geçenlere varıncaya kadar her şeyi hakkıyla bilen).”
36 Derken, vakti gelip de onu dünyaya getirince, (adağından dolayı erkek beklerken kız gelmesi karşısında,) “Rabbim, ben bir kız dünyaya getirdim!” deyiverdi. –Allah, dünyaya ne getirdiğini elbette daha iyi biliyordu! (Bu sebeple üzülmesine gerek yoktu, çünkü O’nun beklediği) erkek çocuğu, (O’na bahşettiğimiz ve nasıl bir nimete mazhar kılınacağını bilmediği) bu kız gibi olamazdı.– “Ben, O’nun adını Meryem koydum; O’nu ve O’ndan gelecek nesli, rahmetten kovulmuş şeytanın şerrinden Sana ısmarlıyorum.”
37 Rabbisi onu, (annesinin adamasındaki samimi niyet ve güzel duygulara karşılık) iyilik ve güzellikle kabul buyurdu ve pek güzel bir fidan gibi büyütüp yetiştirdi. O’nu Zekeriya’nın bakım, görüm ve himayesine verdi. Zekeriya, ne zaman Ma’bed’e girip O’nun yanına varsa beraberinde yiyecekler bulurdu. “Meryem, bunlar sana nereden geliyor?” diye sordu. “Allah katından!” dedi Meryem. Şüphesiz Allah, kimi dilerse ona hesapsız rızık verir.
38 İşte o noktada Zekeriya, dua ile hemen Rabbisine yöneldi ve şöyle dedi: “Rabbim, bana katından tertemiz, hayırlı bir nesil lütfet. Şüphesiz Sen, duaları hakkıyla işitensin.”
39 Derken, (bir gün) mihrapta namaza durmuştu ki, melekler kendisine seslendiler: “Allah, sana Yahya’yı müjdeliyor: Allah’tan bir Kelime’yi tasdik edecek, hem salihlerden bir efendi, hem gayet zahit ve bir nebî olacaktır.”
40 Zekeriya, (hayret içinde) “Rabbim, ihtiyarlık gelip çatmış, karım da kısırken benim nasıl, hangi yolla çocuğum olacak?!” diye sordu. (Allah, melek vasıtasıyla), “Olacak, Allah ne dilerse yapar!” buyurdu.
41 “Ya Rab,” dedi (Zekeriya), “Bana bir emare, bir alâmet lûtfet!” “Sana emare” buyurdu (Allah): “işaretleşme dışında, insanlarla üç gün süreyle konuşamamandır. Bu arada, Rabbini çok zikret ve ikindiakşam saatleriyle şafakişrak saatlerinde tesbihte bulun.”
42 Bir zaman da geldi, melekler, (Ma’bed’ de hizmete devam etmekte olan Meryem’e) seslendiler: “Meryem! Hiç şüphesiz Allah seni süzüp seçti; seni tertemiz ve her türlü günahtan, lekeden uzak kıldı ve sana bütün dünya kadınlarının üzerinde bir mevki verdi.
43 “Meryem! Rabbinin huzurunda O’nun için elpençe divan dur, secdeye kapan ve O’nun önünde baş eğip rükûa varanlarla birlikte rükûa var!”
44 (Ey Rasûlüm!) Bütün bunlar, (senin ve hiçbirinizin şahit olmadığı) gayb haberlerindendir ki, onları sana vahiyle bildiriyoruz. Yoksa Meryem’in bakım ve himayesini hangisi üzerine alacak diye kalemleriyle kura çekerlerken elbette yanlarında değildin; bu konuda çekişirlerken de onlarla birlikte değildin.
45 Yine bir defasında melekler, “Ya Meryem!” dediler: “Allah sana Kendisinden bir Kelime’yi müjdeliyor: ismi Mesih, Meryem oğlu İsa’dır; dünyada da Âhiret’te de itibarlı, şerefli ve Allah’a en yakın kullardan olacaktır.”
46 “Ayrıca, beşikte iken de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşur ve salihlerdendir.”
47 “Ya Rab!” dedi (Meryem), bana hiçbir (erkek) insan eli dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?” (Allah adına konuşan Ruh), cevap verdi: “Allah’tır O, ne dilerse yaratır. Bir şeyin olmasına hükmettiği zaman ona sadece ‘Ol!’ der, o da oluverir.”
48 “(Allah, o doğacak çocuğa) “Kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek;
49 “Ve onu İsrail Oğulları’na bir rasûl olarak gönderecektir.” (O da, kendisini onlara misyonunda tecelli eden ana hususiyetleriyle şöyle takdim eder:) “Hiç şüpheniz olmasın ki, size Rabbinizden bir âyetle, apaçık bir delille geldim: Sizin için çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar ve içine üflerim de, Allah’ın izniyle bir kuş oluverir. Yine, Allah’ın izniyle, (anadan doğma) körü ve alacalıyı (cüzzamlı) iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ne yediğinizi ve evlerinizde neyi biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer şimdiye kadarki iman iddianızda samimi, gerçekten mü’minlerseniz, bütün bunlarda sizin için (benim peygamberliğimi ortaya koyan) apaçık bir delil vardır.
50 “(Ayrıca,) benden önce indirilen Tevrat’ı (aslî hali, halâ ihtiva ettiği gerçekler ve İlâhî kaynağı itibariyle) tasdik edici olarak ve üzerinize haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için (gönderildim); ve gerçekten ben, size Rabbinizden (peygamberliğime) apaçık bir delille geldim. O halde Allah’a karşı gelmekten sakının, takva dairesine girin ve bana itaat edin.
51 “Şüphe yok ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; o halde O’na ibadet edin. Bu, (üzerinde yürünmesi gereken) doğru bir yoldur.”
52 İsa, (bu minval üzere tebliğine devam etti) ve onların gerçeği bile bile inkârlarını, (hattâ kendisine karşı düşmanlıklarını) kesinkes sezince, “Allah’a (giden bu yolda) bana kim yardım eder?” diyerek (umumî bir çağrıda bulundu). Havariler, “Biziz, Allah (yolunun) yardımcıları!” diyerek (ortaya atıldılar ve) “Allah’a iman ettik” dediler: “Sen de şahit ol: biz, Allah’a teslim olmuş Müslümanlarız.”
53 “Rabbimiz! İndirdiğin (Kitab’a) iman ettik ve (gönderdiğin) Rasûl’e tâbi olduk; bizi (indirdiğin gerçeğe, gönderdiğin Rasûl’e ve o Rasûl’ün vazifesini yaptığına) şahit olanlardan yaz.”
54 Öbürleri ise tuzak kurup komplolar hazırladılar; Allah da Kendi iradesini uygulamaya koydu. Allah, tamamen hayra dayalı olarak Kendi iradesini hakim kılan, (mü’minlere karşı kurulan tuzakları, onu kuranlar aleyhinde bir tuzak olarak icra eden)’dir.
55 O zaman Allah şöyle buyurdu: “Ey İsa! Artık (rasûl olarak vazifen tamamlanmakla) seni eceline yetirip geri alacak ve (misalî vücuda bürünmüş bedenin ve ruhunla birlikte) nezdime yükselteceğim; ve seni o küfredenlerin arasından alıp suçsuzluğunu, paklığını ortaya koyacak ve sana tâbi olanları Kıyamet Günü’ne kadar küfredenlere üstün kılacağım.” Sonra, her halükârda hepinizin dönüşü Banadır; işte o zaman, ihtilâf edegeldiğiniz konularda aranızda hükmümü vereceğim.
56 “Küfredenlere gelince, onlara dünyada ve Âhiret’te çok şiddetle azap edeceğim ve (bu azabım karşısında) onların hiçbir yardımcıları da olmayacaktır.
57 “Buna karşılık, iman edip imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlar ise, Allah onların mükâfatlarını eksiksiz verecektir. Allah, (apaçık âyetlerini inkârla O’nu tanımayan veya O’na şirk koşan ve böylece en büyük haksızlığı yapan) zalimleri, haksızlıkta bulunanları asla sevmez (ve Kendisi de, asla haksızlık yapmaz).”
58 İşte (ey Rasûlüm,) bütün bu gerçekleri sana birer âyet ve o hikmet yüklü, doğruluğu açık ve kesin Zikr’e (Kur’ân’a) dahil olarak okuyoruz.
59 Allah katında (dünyaya gelmesi açısından) İsa’nın durumu aynen Âdem’in durumu gibidir. (İsa’yı babasız olarak Meryem’ in rahminde gıda halinde O’nun vücuduna giren unsurlardan şekillendirip yaratan) Allah, Âdem’i (yine babasız, hattâ annesiz de olarak) topraktan (toprakhavasu unsurlarından) meydana getirdi, sonra da ona “Ol!” dedi (ruh üfledi), o da oluverir.
60 Gerçek (nasıl her zaman) Rabbinin buyurduğu (ise, bu da Rabbinden öyle bir gerçektir). Bu konudaki şüpheden uzak kesin inancında sabit olmaya devam et.
61 Artık sana bu sağlam ve doğru bilgi geldikten sonra, kim halâ seninle (İsa hakkında) tartışmaya girerse onlara de: “Gelin öyleyse: oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, hem bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra gönülden Allah’a dua ile, Allah’ın lânetinin yalancılar üzerine inmesini dileyelim.”
62 Meselenin aslı ve özü, sözün doğrusu budur. (Ne İsa, ne başkası,) ilâh olarak sadece Allah vardır; ve şüphesiz Allah, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip)tir; Hakîm (her hüküm ve işinde pek çok hikmetler bulunan)dır.
63 Her şeye rağmen halâ yüz çeviriyorlarsa, muhakkak ki Allah, o bozguncuları hakkıyla bilmektedir.
64 De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle aramızda aynı olan bir kelimeye, şu ortak noktaya gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; Allah’ı bırakıp da, kimimiz kimimizi rabler edinmesin.” Senin bu çağrından sonra yine de yüz çevirirlerse, (ey Müslümanlar,) siz şunu ilân edin: “Şahit olun, şüphesiz ki biz, (Allah’a tam manâsıyla teslim olmuş) Müslümanlarız.”
65 Ey Kitap Ehli! İbrahim hakkında (o Yahudi idi, yok Hıristiyan’dı diye) niye tartışıp iddialaşıyorsunuz?! (Siz de biliyorsunuz ki,) Tevrat da, İncil de O’ndan sonra indirildi. Bu kadarcık olsun akletmeyecek misiniz?
66 İşte siz böylesiniz: hakkında kesin bilgi sahibi olduğunuz bir konuda bile (hiç akletmez, doğruyu kabullenmez ve) böyle tartışıp iddialaşırken, hakkında sağlam hiçbir bilgiye sahip olmadığınız konularda ne diye tartışıp iddialaşırsınız? Oysa Allah bilir, siz bilmezsiniz.
67 İbrahim, Yahudi de değildi, Hıristiyan da değildi; selim bir kalb ve dupduru bir Tevhid inancıyla Hak’ka yönelmiş bir Müslüman’dı O. Asla müşriklerden olmadı.
68 Dolayısıyla, insanlar içinde İbrahim’e en lâyık ve en yakın olanlar, (misyonunun devamı sürecince) O’na tâbi olanlarla, şu (şanı çok yüce) Peygamber ve (beraberinde bulunan) iman edenlerdir. Allah, bütün mü’minlerin velîsi, (koruyucusu, yâr ve yardımcısı)dır.
69 Kitap Ehli’nden bir grup arzu eder ki, keşke sizi saptırabilseler! (Tabiî ki, kursaklarında kalacak bir arzudur bu! Çünkü) onlar sadece kendilerini saptırmaktadırlar ama, farkında değillerdir.
70 Ey Kitap Ehli! (Yanınızdaki kitaplarda) doğruluğuna şahit olup dururken bile bile ne diye Allah’ın âyetlerini gizliyor ve inkâr cihetine gidiyorsunuz?
71 Ey Kitap Ehli! Bile bile niçin hakkı bâtılla karıştırıyor ve hakkı gizliyorsunuz?
72 Kitap Ehli’nden bir grup da (birbirlerine) şöyle demektedir: “Şu iman edenlere indirilene günün ilk bölümünde inanmış görünüverin; günün sonunda ise onu inkâr edin: belki böylece dinlerinden şüpheye düşüp, önceki hallerine ve inançlarına geri dönerler.
73 “Fakat siz siz olun, kendi dininize tâbi olandan başkasına inanmayın;” –(Ey Rasûlüm,) de ki: “Takip edilmesi gereken gerçek ve doğru yol, Allah’ın koyduğu yoldur.”– “(inanmayın ki,) size verilenin bir benzeri başkasına da verilmiş olmasın veya Rabbinizin katında aleyhinizde delil getirip sizi mağlûp etmesinler.” (Rasûlüm,) de ki: “Doğrusu, bütün lütuf Allah’ın elindedir; onu dilediğine verir.” Allah, rahmet ve lütfuyla her varlığı kucaklayan, merhametiyle kullarına genişlik gösterendir; (kimin neye niçin lâyık olduğunu ve olmadığını) hakkıyla bilendir.
74 Rahmetini, (bu arada, vahiy ve peygamberliği kullarından) kimi dilerse ona has kılar. Allah, çok büyük fazl sahibidir (karşılıksız lütf u ihsanda bulunmada pek cömerttir).
75 Kitap Ehli içinde öylesi vardır ki, kendisine yük yük emanet bıraksan onu sana eksiksiz iade eder. Fakat öylesi de vardır ki, ona tek bir dinar para emanet etsen, üzerine varıp da başında dikilip durmadıkça onu sana iade edecek değildir. (Bu ikincilerin tavrı şundandır): Onlar, “Dinimizden olmayan, hele bizim gibi bir kitaba sahip bulunmayanlar hakkında ne yapsak mübahtır; bundan dolayı sorumlu olmayız.” iddiasındadırlar. Halbuki, (bu iddialarının hiçbir temele dayanmadığını) bile bile Allah hakkında yalan uydurmaktadırlar.
76 Oysa (Allah’ın koyduğu hakikat şudur): Kim, (kime karşı olursa olsun) sözünde durur, ahdine sadık kalır ve (her hususta olduğu gibi, bu hususta da) Allah’a karşı gelmekten sakınıp takva dairesinde hareket ederse, bilin ki Allah, müttakîleri sever.
77 Allah’ın bir ahd olarak kendilerine lütuf buyurduğu Din’i ve ona uyma hususunda Allah’a verdikleri sözü, bir de yeminlerini önemsiz bir fiyat karşılığı satanlara gelince, onların Âhiret’te hiçbir nasipleri yoktur: Kıyamet Günü (en çok ihtiyaç duydukları anda) Allah onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları günahlarından temizleyip paka çıkarmayacaktır. Onların hakkı, pek acı bir azaptır.
78 (Kitap Ehli’nin) içinde bir grup da vardır ki, Kitabı okurken aslında Kitap’tan olmadığı halde siz Kitap’tan sanasınız diye başka manâya gelecek şekilde kelimelerin telaffuzunu, vurguları ve okunuşu değiştirirler. Sonra da bu yaptıklarını, asla Allah katından olmadığı halde, “Bunlar, Allah katındandır.” diye takdim ederler. Hayır, onlar, Allah hakkında bile bile yalan uydurmaktadırlar.
79 Allah, bir kişiye Kitap, hüküm (manevî ve misyonu çerçevesinde maddî sahada hakimiyet, doğru ve yerinde karar verebilme ve doğru ile yanlışı ayırt edebilme kabiliyeti ile Allah’ın hükümlerini uygulama yetkisi) ve peygamberlik versin, sonra da bu kişi kalkıp insanlara, “Allah’ı bırakın ve bana kul olun!” desin, bu asla mümkün değildir ve olmamıştır. Oysa her peygambere şunu demek yaraşır ve nitekim her peygamber bunu demiştir: “Kitabı okuyor, öğretiyor ve üzerinde çalışıyorsunuz, o halde Hak’ kın öğrenip öğrettiğinizi uygulayan sadık ve ihlâslı kulları olun!”
80 O, size “Melekleri ve peygamberleri Rabler edinin!” diye de emretmez. Siz Allah’a boyun eğen Müslümanlar olduktan sonra kalkıp, size hiç küfrü emreder mi?
81 Hem Allah, vaktiyle bütün peygamberlerden: “Ne zaman size (rasûl olanlarınıza doğrudan, nebî olanlarınıza bir Rasûl’ün mirasçısı olarak) Kitap ve hikmet versem ve ardından, size verilmiş bulunan (Kitabı) tasdik edici bir Rasûl gelse, ona mutlak surette inanacak ve mutlaka ona yardım edeceksiniz.” diye söz almıştır. Allah, “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza aldınız mı?” diye sormuş, onlar da, “Kabul ettik!” diye ikrar vermiş, bunun üzerine Allah, “Öyleyse şahit olun, (ümmetleriniz de şahit olsun); Ben de sizin gibi şahit oluyorum!” buyurmuştur.
82 Artık kim bundan sonra yüz çevirip başka türlü davranırsa, onlar (Din’den çıkmış) fasıklardır.
83 Yoksa onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, (tamamı tekvinî, pek çoğu da hem tekvinî hem teşriî açıdan,) isteyerek veya istemeyerek Allah’a teslim olmuş durumdadır ve hepsi O’na döndürülüp, götürülmektedir.
84 De ki: “Biz (hiç şirk koşmadan) Allah’a, bize indirilen (Kur’ân’a) ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve O’nun soyundan gelip İsrail kabileleri içinde gönderilen peygamberlere indirilen (Sahifeler)’e, Musa’ya ve İsa’ya verilen (Tevrat ve İncil’e) ve (bütün) nebîlere Rabbilerinden verilen (ilim, hikmet ve peygamberliğe) iman ettik. (İman etmede) hiçbirini diğerinden ayırmaz, (hepsine aynı şekilde, aynı derecede iman ederiz). Biz, (ne indirmiş ve ne vermişse hepsini kabul ederek) Allah’a tam manâsıyla teslim olmuş Müslümanlarız.”
85 Kim, İslâm’dan başka bir din arzu eder ve ararsa, (bilsin ki) bu, ondan asla kabûl edilmeyecektir; o, Âhiret’te de kaybedenlerden olacaktır.
86 İman ettikten, O (şanı yüce) Rasûl’ün hak olduğuna (O’nda gördükleri risaletine delil sıfatlar sebebiyle) bizzat şahadet ettikten ve kendilerine (hem O’nun risaletini hem de getirdiği Kitabın Allah Kelâmı olduğunu ispat eden) o apaçık deliller geldikten sonra küfre sapan bir topluluğu Allah hiç hidayet eder mi? Allah, (gerçeği gizleyerek, bile bile inkâr ederek bütün kâinata ve hakikatlara haksızlık yapan) zalimler güruhuna asla hidayet vermez.
87 Böylelerinin görecekleri karşılık, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lânetine uğramaktır.
88 Hem de bu lânetin içinde sonsuzca kalmak üzere. Görecekleri azap hafifletilmeyecek, yüzlerine de bakılmayacaktır.
89 Ancak bilahare tevbe eden ve (içlerini küfürden temizleyerek, iman ve salih amelle) ıslahı halde bulunanlar müstesna. Şüphesiz Allah, günahları çok affedendir; (tevbe ve ıslahı hâl ile Kendisine yönelenlere karşı) hususî merhameti pek bol olandır.
90 Buna karşılık, iman ikrarından sonra küfre sapanlar ve sonra (davranışları, çıkardıkları fitneler ve kurdukları komplolarla) küfürde daha da ileri gidenler ise, (artık iman kabiliyetini yitirdikleri için öylelerinin bir daha geri dönüşleri olmaz; onlar, ölümü görmedikçe tevbeye de yanaşmazlar, ölüm ânında küfürden) yapacakları tevbe de artık kabul görmez. Onlardır tam manâsıyla sapmış, dalâlete yuvarlanıp gitmiş olanlar.
91 Küfredip de neticede kâfir olarak ölüp gidenler, içlerinden her biri kendini kurtarmak için yer dolusu altın verecek bile olsa bu, onların hiçbirinden asla kabul edilmeyecektir. Onların hakkı çok acı bir azaptır ve (bu azap karşısında) hiçbir yardımcıları da olmayacaktır.
92 Bizzat sevdiğiniz (mal, bilgi, eşya…)dan infak etmedikçe gerçek fazilete ve kâmil manâda iyiliğe ulaşamaz, (ebrardan olamazsınız.) Bununla beraber, her ne infak ederseniz, Allah onu mutlaka bilir.
93 Tevrat indirilmeden önce İsrail’in (Yakub’un) kendi nefsine haram kıldığı müstesna, (Kur’ân’da helâl kılınmış bulunan) bütün yiyecekler İsrail Oğulları için de helâl idi. (Ey Rasûlüm, onlara), “Eğer (Tevrat’ta nesih bulunmadığı iddiasında) samimi iseniz, getirin Tevrat’ı ve okuyun!” de.
94 Artık kim bundan sonra Allah’a yalan isnadıyla iftirada bulunursa, böyleleri zalimlerin ta kendileridir.
95 (Ey Rasûlüm,) sen, “Sadekallah: (Allah, sözün doğrusunu söyledi.)” de. O halde haydi, safî bir kalb ve dupduru bir Tevhid inancı içinde İbrahim’in milletine tâbi olun. O, asla müşriklerden olmamıştı.
96 İnsanlar için (ibadet maksadıyla yeryüzünde) ilk kondurulan ev, Mekke’deki (Kâbe) olup, feyiz ve bereket kaynağı, bütün insanlık için bir hidayet rehberi ve bir yönelme merkezidir.
97 Orada (Allah’ın dini ve O’na ibadet adına, ayrıca o Ev’in ibadet için merkez ve kıble olduğunu gösteren) apaçık alâmetler, deliller, İbrahim’in Makamı vardır. Kim oraya girerse, (taarruz ve korkudan) emin olur. Ona yol bulup varmaya gücü yeten herkesin o Ev’i haccetmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim Hac’cı inkâr eder veya nankörlükte bulunup Allah’ın bu hakkını yerine getirmezse, (bilin ki) Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir, kimseden hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
98 De ki: “Ey Kitap Ehli! Allah’ın (apaçık) âyetlerini ne diye gizleyip inkâr cihetine gidiyorsunuz? Halbuki Allah, yapıp durduğunuz her şeye bihakkın şahit bulunuyor.
99 De ki: “Ey Kitap Ehli! Doğruluğunun bizzat şahitleri olduğunuz halde, niçin Allah’ın yolunun eğri tanınmasını ve keyfinize göre eğrilip bükülmesini arzu ederek iman edenleri ondan uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz? Oysa Allah, yapıp durduklarınızdan asla habersiz ve onlara karşı kayıtsız değildir.”
100 Ey iman edenler! Şu kendilerine Kitap verilenlerden bazılarına itaat edecek, onların dediklerini dinleyecek olursanız, iyi bilin ki, imanınızdan sonra sizi gerisin geriye döndürüp kâfir yaparlar.
101 Ne diye küfre sapacaksınız ki, önünüzde Allah’ın âyetleri okunup duruyor ve aranızda da O’nun Rasûlü var. Kim Allah’a gönülden sımsıkı bağlanırsa, hiç şüphesiz doğru bir yola iletilmiş demektir.
102 Ey iman edenler! O’na karşı gelmekten ne ölçüde sakınmak gerekiyorsa o ölçüde Allah’a karşı gelmekten sakının ve ancak (O’na gönülden teslim olmuş) Müslümanlar olarak can vermeye bakın.
103 Hep birlikte Allah’ın İpi’ne sımsıkı sarılın ve asla ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki, siz bölük pörçük birbirinize düşman idiniz; derken Allah kalblerinizi birleştirdi de, O’nun nimeti sayesinde kardeş oluverdiniz. Bir ateş çukurunun tam kenarında bulunuyordunuz, fakat Allah sizi oraya düşmekten kurtardı. Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor ki, (her hususta) doğruya ulaşıp onda sabitkadem olasınız.
104 İçinizde (insanları devamlı) hayra çağıran ve usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayan, kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin ise önünü almaya çalışan bir topluluk bulunsun. Onlardır gerçek mazhariyet sahipleri ve gerçekten kurtuluşa erenler.
105 Kendilerine apaçık hidayet delilleri geldikten sonra grup grup olanlar ve farklı farklı yollar tutanlar gibi olmayın. Onların payına düşen, pek büyük bir azaptır.
106 Gün gelecek, bazı yüzler ağaracak, bazı yüzler ise kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: “İmanınızdan sonra küfre sapmıştınız değil mi? Küfür üzerinde yürüyüp durmanız sebebiyle tadın bakalım şimdi (bu çok büyük) azabı!”
107 Yüzleri ak olanlara gelince: onlar, Allah’ın rahmetine garkolmuşlardır; hem de orada sonsuzca kalacaklardır.
108 Bunlar Allah’ın âyetleridir ki, onları sana her türlü şüpheden uzak olarak ve bütün doğruluğuyla okuyoruz. Allah, herhangi bir varlık, herhangi bir kimse hakkında zulüm diliyor değildir.
109 Kaldı ki, göklerde ne varsa ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır; (dolayısıyla O, sahip olduğu her şeyde dilediği gibi tasarruf eder ve esasen zulmetmiş olması asla mümkün değildir.) Bütün işler, neticede varır Allah’ta biter ve O neye hükmederse o olur.
110 (Ey Ümmeti Muhammed!) Siz, insanların iyiliğine olarak ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayar, kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin önünü almaya çalışırsınız; elbette Allah’a inanıyor (ve bunu da zaten inancınızdan dolayı ve onun gereği olarak yapıyorsunuz). Eğer Kitap (Tevrat) Ehli de (sizin gibi) iman etmiş olsaydı, (keşke şimdi olsun etseler,) hiç şüphesiz bu haklarında hayırlı olurdu. Gerçi içlerinde (gerçekten inanmış) mü’minler de vardır, fakat onların çoğu (Din’den çıkmış) fasıklardır.
111 Ama onlar, size hiçbir şekilde asla zarar veremezler; ancak dilleriyle incitebilirler. Sizinle savaşacak olsalar arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra hiçbir yardım da görmezler.
112 Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar üzerlerine zillet damgası vurulmuştur; ancak Allah’tan gelen bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (desteğe ve koruma altına almaya) tutunmaları hali müstesna; ayrıca Allah’tan (müthiş) bir gazaba (cezaya) uğradılar ve meskenet altında ezilmeye mahkûm oldular. Çünkü Allah’ın âyetlerini inkâr edip duruyor ve hakhukuk gözetmeksizin peygamberleri öldürüyorlardı. Çünkü artık asi olmuşlardı ve haddi aşıp duruyorlardı.
113 Bununla birlikte, Kitap Ehli’nin hepsi aynı değildir. İçlerinde (sizin gibi iman etmiş olup) doğruluktan şaşmayan istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde Allah’ın âyetlerini hakkıyla okuyarak secdelere kapanırlar.
114 (Gerektiği şekilde) Allah’a ve Âhiret Günü’ne inanır, usulünce iyilik, doğruluk ve güzelliği teşvik edip yayar, kötülük, yanlışlık ve çirkinliğin önünü almaya çalışır ve yarışırcasına hayırlı işlere koşarlar. Onlar, inanç, düşünce ve davranışları itibariyle doğru yolda, sağlam ve bozgunculuktan uzak bulunanlardandır.
115 Hayır adına her ne işlerlerse, elbette onun mükâfatından mahrum bırakılacak değillerdir. Allah, içleri Kendine karşı saygıyla dopdolu olan ve O’na itaatsizlikten kaçınanları çok iyi bilmektedir.
116 O küfredenlere gelince: sahip oldukları mallar da, evlâtları da Allah karşısında onlara hiçbir fayda sağlamayacaktır. Ateş’in yârânı ve yoldaşlarıdır onlar, hem de orada sonsuzca kalacaklardır.
117 Onların (insanî veya dinî gayeli gibi görünse de, menfaatlerini tatmin veya yanlış inançları yolunda ya da sırf gösteriş için) bu dünya hayatında harcama yapmaları şuna benzer: Dondurucu bir rüzgâr çıkar ve bizzat kendi öz canlarına zulmeden bir topluluğun ürününe isabet edip onu yok ediverir. Allah onlara zulmetmedi, haksızlık yapmadı; fakat onlar, hep kendi kendilerine zulmetmektedirler.
118 Ey iman edenler! Kendinizden (her bakımdan sizin gibi olanlardan) başkasını sırdaş edinmeyin; çünkü (bilhassa o gayrı Müslimler içinde size gayz ve düşmanlık besleyenler), başınıza dert açmada ellerinden geleni arkalarına koymazlar; ayrıca üzerinizden dert ve sıkıntı hiç gitmesin isterler. Baksanıza, size olan buğzları ağızlarından taşıyor; içlerinde gizledikleri ise daha da öte. Eğer aklınızı kullanır ve gereğince davranırsanız, size apaçık gerçekleri açıklıyoruz.
119 Siz öylesine (safî, kalbleri dupduru ve herkesin iyiliğini isteyen) kimselersiniz ki, o (düşmanlarınızı) bile seviyorsunuz, ama onlar sizi sevmezler; siz, (âyetleri arasında hiçbir ayırım yapmadan) Kitabın bütününe ve Allah’ın gönderdiği bütün kitaplara inanıyorsunuz. Onlar ise, ancak sizinle karşılaştıkları zaman “İnandık!” deyip geçerler; fakat birbirleriyle başbaşa kaldıklarında ise size olan kin ve düşmanlıklarından dolayı parmaklarını ısırır, dişlerini gıcırdatırlar. (Onlara), “Gayzınızda boğulun!” de! Şüphesiz ki Allah, sinelerin özünü, onlarda saklı tutulan bütün sırları hakkıyla bilir.
120 Size küçük bir iyilik, bir ferahlık, bir nimet ulaşsa, bu onları tasaya sevk eder; bir belâya giriftar olsanız, bu defa sevinçten bayılırlar. Her şeye rağmen sabreder ve (haktan, adaletten sapmadan) takva çizgisinde hareket ederseniz, onların hile ve tuzaklarının size hiçbir zararı dokunmayacaktır. Her ne yapıp ediyorlarsa, Allah (ilmi ve kudretiyle) hepsini kuşatmış durumdadır.
121 Hani (ey Rasûlüm,) bir sabah ailenden erkenden ayrılmıştın ve mü’minleri savaş için konuşlandırıyordun. Allah, (her sözü) hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla bilendir; (nitekim o gün de olup biteni bihakkın işitiyor ve biliyordu).
122 İşte o anda içinizden iki grup gevşeklik gösterip geri dönmeye yeltenmişlerdi; oysa Allah, onların yardımcısı, koruyucusu ve destekçisiydi. Daima ve sadece Allah’a dayanıp güvenmelidir mü’minler.
123 Nasıl ki O, (hem sayı hem de kuvvet yönünden) çok az ve çok zayıf olduğunuz bir zamanda size Bedir’de yardım etmiş ve sizi muzaffer kılmıştı. Öyleyse, Allah’a karşı gelmekten sakınarak takva dairesinde hareket edin ki, böylece şükretmiş olasınız.
124 O (Bedir) günü mü’minlere, “İndirdiği üç bin melekle Rabbinizin size imdat göndermesi yetmez mi?” diyordun.
125 Evet, (niye yetmesin!) Hattâ, eğer sabreder, (cephede direnir) ve Allah’a karşı gelmekten sakınıp takva dairesinde kalarak O’nun koruması altına girerseniz, düşmanlarınız hemen şu dakikada üzerinize geliverecek olsalar, Rabbiniz beş bin formalı, nişanlı melekle size imdat edecektir.
126 Allah, (o zaman yaptığı bu yardımı) ancak sizin için bir muştu olsun ve onunla kalbleriniz yatışsın diye yapmıştı. (Yoksa Allah dilemedikçe, yardımını size yar etmedikçe, meleklerin de kendiliklerinden yapabilecekleri bir şey yoktur.) Yardım ve zafer, ancak Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve işinde pek çok hikmetler) bulunan Allah’ın katındandır.
127 Allah, (o yardımı ayrıca kimisinin katledilmesi, kimisinin esir alınmasıyla) küfredenlerin bir tarafını koparmak (sayılarını azaltıp, güçlerini kırmak) için, diğerleri de ümitsiz ve perişan bir halde dönüp gitsinler diye yaptı.
128 (Ey Rasûlüm, bütün bunları yapan Allah’tır;) gerçek tedbir ve idare ile işlerin sonuca ulaştırılmasında sana düşen bir şey yoktur; (bu sebeple, muvaffakiyetlerinizden kendinize övünme vesilesi olacak bir pay çıkarmayın. Ayrıca, sen vazifeli bir kulsun; kullarına karşı Allah’ın nasıl davranacağı) konusunda da sana düşen bir şey yoktur. Allah, ister onlara tevbe (ve iman) nasip edip günahlarını bağışlar, isterse (küfür, şirk ve kötülüklerde ısrar eden) zalimler olmaları hasebiyle onları azapla cezalandırır.
129 Çünkü göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Ama Allah, (her şeyden önce, kullarını) çok fazla bağışlayandır, (bilhassa tevbe ve iman ile Kendisine yönelenlere karşı hususî) rahmeti pek çok olandır.
130 Ey iman edenler! (Hele bir de) öyle kat kat artırarak faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, (dünyada da Âhiret’te de) felâh bulasınız.
131 (Dininizi koruma adına muamelelerinize dikkat edin ve) kâfirler için hazırlanmış olan Ateş’ten sakının.
132 Allah’a ve Rasûl’e itaat edin ki, rahmete, (dünyada helâl dairesinde güzel bir hayata, Âhiret’te de af ve Cennet’e) nail olasınız.
133 Rabbiniz’den (sürpriz mükâfatlarla yüklü) bir mağfirete ve genişliği göklerle yer kadar olan ve müttakîler için hazırlanmış bir Cennet’e yarışırcasına koşuşun!
134 O müttakîler ki, (Allah’ın kendilerine verdiği her türlü nimetten, bilhassa servetten Allah için) bollukta da darlıkta da harcamada bulunur; kızdıklarında, (intikam almaya güçleri yettiği halde) öfkelerini (zor da olsa) yutar ve insanların kusurlarını affederler. Allah, (işte böyle) ihsan sahiplerini, (Allah’ı görürcesine, en azından O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde iyiliğe adanmış olanları) sever.
135 Onlar, çirkin bir iş yaptıklarında veya (günahla) kendi öz canlarına zulmettiklerinde peşinden hemen Allah’ı hatırlar, O’nu anar ve günahlarının affedilmesini dilerler –zaten, günahları Allah’tan başka kim affedebilir ki! Ayrıca, işledikleri (günah ve hatalarda) bile bile ısrar da etmezler.
136 (Parmakla gösterilmeye değer bu takva ve ihsan sahiplerinin) mükâfatları, Rabbilerinden (sürprizlerle yüklü) bir mağfiret ve içlerinde sonsuzca kalmak üzere girecekleri (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlerdir. Bildikleriyle gerektiği şekilde amel eden ve güzel işler yapanların mükâfatı ne güzeldir!
137 Sizden önce, (toplumların hayatını ve tarihî süreci tanıma adına Allah’ın koymuş bulunduğu kanunları ve icraatını gösteren) nice yol olmuş vakalar geldi geçti. İsterseniz yeryüzünde şöyle bir gezip dolaşın da, (Allah’ın âyetlerini ve peygamberleri) yalanlayanların sonları ne oldu, görüp inceleyin!
138 (Sebep ve sonuçlarıyla) bütün bu olup bitenler, herkes için (görülmesi gereken) gerçeği gösteren bir izah, müttakîler için ise imanda ve Allah’a bağlılıkta pekişme ve ikaz, irşad adına bizatihî bir öğüttür.
139 Sakın ola ki yılmayın ve tasalanmayın; eğer gerçekten mü’minler iseniz, her zaman için üstün olan sizsiniz.
140 (Uhud’da) size bir yara dokundu ise, biliyorsunuz, karşınızdaki o düşman topluluğuna da benzer bir yara (Bedir’de) dokunmuştu. Böylesi (tarihî ve önemli) günler ki, Biz onları, Allah gerçekten iman etmiş bulunanları ortaya çıkarsın ve sizden (hakka ve imanın hakikatine) birtakım şahitler edinsin diye insanlar arasında döndürür dururuz. Şurası bir gerçek ki, Allah zalimleri sevmez, (zulmü, yanlış davranışları tasvip etmez, cezalandırır ve neticede hakkı hakim kılar).
141 (O günleri insanlar arasında döndürüp durmamız,) Allah’ın (fert fert içlerindeki yanlış duygu, düşünce ve nifak tortularını arıtarak, toplum planında ise içlerindeki münafıkları ortaya çıkararak) mü’minleri tertemiz yapması ve kâfirleri derece derece imha etmesi içindir de.
142 Yoksa siz, Allah içinizdeki cihad edenleri ayırt edip ortaya çıkarmadan, bir de sabredenleri ayırt edip ortaya çıkarmadan hepiniz hemen Cennet’e girivereceğinizi mi sanıyordunuz?
143 Hani, onunla yüz yüze gelmeden ölümü temenni ediyordunuz! İşte o şimdi karşınızda, ama (seyirci gibi) bakıp duruyorsunuz!
144 (Bu İslâm davasını yoksa Allah ile değil de, Muhammed ile kaim veya Muhammed hiç ölmeyecek mi zannediyordunuz? Öyle ise bilin ki, bu davanın asıl sahibi Allah’tır ve ondaki yeri itibariyle) Muhammed ancak bir rasûldür. Nitekim O’ndan önce de rasûller gelip geçmiştir. Eğer O ölür veya öldürülürse, yoksa hemen ökçeleriniz üzerinde gerisin geriye dönümüvereceksiniz? Kim ökçesi üzerinde gerisin geriye dönerse, (bilsin ki o,) hiçbir şekilde Allah’a zarar veremez. Ama Allah, (hidayetin kıymetini bilip onda sebatla gereğini yerine getiren) şükür ehlini yakın bir gelecekte bol bol mükâfatlandıracaktır.
145 Kimsenin Allah’ın izni olmadan, ezelde takdir edilmiş bulunan eceli gelmeden ölmesi söz konusu değildir. O bakımdan, kim yaptığının karşılığını dünyada bekliyorsa ona bir miktar dünyalık veririz; kim de mükâfatını Âhiret’te almak diliyorsa, ona da Âhiret mükâfatından veririz. Şükredenleri yakın bir gelecekte elbette mükâfatlandıracağız.
146 Nice peygamberler gelip geçti ki, beraberlerinde kendilerini Allah’a adamış çok sayıda hak eri olduğu halde (Allah yolunda) harbettiler. Onlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı asla yılgınlığa düşmedikleri gibi, ne zaaf sergilediler, ne de düşmana boyun eğdiler. Allah, (böylesi) sabredenleri sever.
147 (Düşmanla karşılaştıklarında) ağızlarından dökülen söz, sadece şundan ibaretti: “Rabbimiz! Günahlarımızı ve vazifemizde, işlerimizde gösterdiğimiz taşkınlıkları bağışla; ayaklarımızı sabit kıl ve şu kâfirler topluluğuna karşı bize yardım ve zafer ihsan eyle!”
148 Allah da onlara hem dünya mükâfatını, hem de en güzel Âhiret mükâfatını verdi. Elbette Allah, (böyle) ihsan sahiplerini, (Allah’ı görürcesine, en azından O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde iyiliğe adanmışları) sever.
149 Ey iman edenler! Eğer o küfür içindeki (münafıkların Uhud savaşı münasebetiyle söylediklerine kulak verir de onlara) uyacak olursanız, sizi ökçeleriniz üzerinde gerisin geriye (dininizden) döndürürler de, neticede (hem dünyada hem de Âhiret’te) kaybedenlerden olursunuz.
150 Bilakis sizin yâriniz, yardımcınız, gerçek koruyucunuz Allah’tır. O, en hayırlı bir yardımcı ve zafere ulaştırıcıdır.
151 Allah’ın, (iddia ettikleri üzere güya ilâh ve ma’bud kabûl edilebileceklerine dair) haklarında hiçbir delil indirmediği birtakım nesneleri O’na ortak koşmalarından dolayı küfredenlerin kalblerine korku salacağız. Onların nihaî barınakları Ateş’tir. Zalimlerin varıp kalacakları o yer ne fena bir yerdir!
152 Esasen Allah, size verdiği sözde durdu: O’nun izni ile düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz. Fakat arzuladığınız galibiyeti bu şekilde size göstermesinin ardından (ganimet sevdasıyla) gevşeyiverdiniz ve (mevziinizden ayrılmamanız için) size verilmiş bulunan emir konusunda çekiştiniz, neticede de (Allah Rasûlü’nün bu emrine) isyan ettiniz. İçinizde dünyayı dileyen vardı, Âhiret’i dileyen vardı. Bunun üzerine Allah sizi denemek için, (üzerlerine yüklenmiş bulunduğunuz o kâfirler) karşısında sizi yüz geri etti. Bununla beraber, yine de sizi affetti. Allah, mü’minlere karşı daima lütf u inayet sahibidir.
153 Savaş meydanından uzaklaştıkça uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. O esnada Rasûl de arkanızdan seslenip sizi geri çağırıyordu. İşte bu (en tehlikeli) hengâmede Allah size (biri öncekini unutturacak) gam üstüne gam verdi ki, (dünya adına) artık elinizden çıkıp gidene de, başınıza gelenlere de üzülmeyesiniz. Allah, her ne yapıyorsanız hepsinden hakkıyla haberdardır.
154 Sonra (pişmanlıkla geri dönüp geldiniz, dağda Allah Rasûlü’nün etrafında toplandınız ve) Allah, sizi giriftar ettiği bunca gamın ardından üzerinize bir güven duygusu indirdi: tatlı bir uyku hali ki, içinizden (en samimi olan) bir kısmını bürüyordu; bir grup da canlarının derdine düşmüştü ve Allah hakkında cahiliyeye ait gerçek dışı zanlar besliyorlardı. “Bu idare ve emirkomuta işinde bizim bir yetkimiz var mı?” diye soruyorlar, –De ki: “Bütün iş, bütün yetki Allah’a aittir.”– içlerinde sana karşı açığa vuramadıkları bir şey gizliyorlardı. Şöyle söyleniyorlardı: “Bu idare ve emirkomuta işinde bize de bir pay düşmüş olsaydı, burada böyle öldürülmezdik.” De ki: “Evlerinizde bile bulunmuş olsaydınız, haklarında öldürülme takdir edilmiş bulunanlar mutlaka çıkacak ve düşüp ölecekleri yere geleceklerdi.” Allah, sinelerinizdeki (düşünce, duygu, niyet ve yönelişleri) sınamak ve kalblerinizdeki (imanı) her türlü şüphe ve vesveseden arındırıp dupduru yapmak diliyor. Allah, sinelerin özünü, onlarda saklı tutulan bütün sırları hakkıyla bilendir.
155 İki ordunun karşı karşıya geldiği o gün içinizden arkasını dönüp kaçanlar var ya, işlemiş oldukları birtakım günahlar sebebiyle şeytan onların ayaklarını kaydırmaya yeltenmişti. Fakat Allah, onları affetti. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, kullarının hataları karşısında çok sabırlı, çok müsamahalıdır.
156 Ey iman edenler! Bizzat küfre batmış ve (onlarla aynı halka mensup olmaları ve aynı coğrafyayı paylaşmaları sebebiyle) kardeşleri (konumunda bulunan insanlar) seferde veya herhangi bir gazada öldürüldükleri takdirde onlar hakkında, “Bizim yanımızda bulunsalardı ölmezler veya öldürülmezlerdi.” diyenler gibi olmayın. Allah, onların kalbinde bir hicran, bir yürek yarası bırakıyor. Oysa hayatı veren de, hayatı alan da Allah’tır. Allah, ne yapıp ediyorsanız hepsini hakkıyla görendir.
157 Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah katından (sürpriz mükâfatlarla yüklü) bir mağfiret ve bir rahmet, onların (hayatta kalıp da) toplayıp biriktirecekleri mallardan çok daha hayırlıdır.
158 Ölseniz de, öldürülseniz de, her halükârda Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159 (Ey Rasûlüm, o bozgun ânında) Allah’ tan gelen bir rahmet eseri olarak çevrendeki ashabına yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olmuş olsaydın çevrenden dağılır giderlerdi. Sen onların kusurlarına bakma, bağışla onları ve idarî meselelerde onlarla istişare et. (İstişare sonucu) karar verip de artık bu kararı uygulamaya koyuldun mu, o zaman da Allah’a tevekkül et. Şüphesiz ki Allah, tevekkül sahiplerini sever.
160 Eğer Allah size yardım ederse, size üstün gelecek hiç kimse çıkmaz. Şayet O sizi yardımsız ve yüzüstü bırakırsa, artık size kim yardım edebilir ki? O halde sadece Allah’a dayanıp güvensin mü’minler.
161 Emanete hıyanet etmek, bir peygamberin yapacağı iş değildir. Her kim emanete hıyanetle (ganimetten ya da kamuya ait hasılattan veya maldan bir şey çalar, bir de bunu gizlerse), Kıyamet Günü, yaptığı bu hıyanetin vebaliyle gelir. Sonra, herkese (dünyada iken) işleyip kazandığının karşılığı eksiksiz ödenir ve hiç kimseye zulmedilmez, haksızlık yapılmaz.
162 Allah’ın rızasını gözetip ona göre davranan kimse, hiç üzerine Allah’ın cezasını çekip de nihaî barınağı Cehennem olan kişi gibi midir? Ne fena bir âkıbet, ne kötü bir son duraktır o Cehennem!
163 Bunların her birinin Allah katındaki dereceleri farklıdır; ve Allah, ne yapıp ediyorlar, hepsini çok iyi görmektedir.
164 Gerçekten Allah, içlerinden bir Rasûl seçip kendilerine göndermekle mü’minlere büyük bir lütufta bulundu. O Rasûl, onlara Allah’ın (Kur’ân cümleleri olarak gelen ve bir de kâinatta tecelli eden) âyetlerini okuyup açıklıyor, (zihinlerini yanlış düşünce ve kabullerden, kalblerini bâtıl inanç ve günahlardan, hayatlarını her türlü kirden temizleyerek) onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti (o Kitabı anlama ve tatbik etme yoluyla, ondaki emir ve yasakların manâ ve maksadını, ayrıca eşya ve hadiselerin anlamını) öğretiyor. Bundan önce onlar, hiç şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde idiler.
165 Hâl böyle iken, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir musibet başınıza gelince, “Bu musibet de nereden?” mi diyorsunuz? (Ey Rasûlüm,) de ki: “Elbette kendi yüzünüzden!” Hiç şüphesiz Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.
166 İki ordunun karşılaştığı o gün başınıza gelen musibet, (kendi yüzünüzden, fakat şüphesiz) Allah’ın izniyle ve (Allah, gerçek) mü’minleri belli etsin diye idi.
167 Ayrıca, münafıklık yapanları da belli etsin diye idi. O (münafıklara), “Haydi gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa savunmada kalın da (düşmanın şehre ve ailelerinize zarar vermesine engel olun)!” dendiği zaman, “Ah, bir vuruşma olacağını bilsek, mutlaka size katılırız, (ama bir savaş çıkacağını sanmıyoruz)!” diye cevap verdiler. O gün onlar, imandan çok küfre yakın idiler; ağızlarıyla kalblerinde olmayanı söylüyorlardı. Elbette Allah, neyi gizleyip durduklarını çok iyi bilmektedir.
168 Savaşa çıkmayıp, savunmaya da girişmeyerek evde oturup kalmaları yetmiyormuş gibi, bir de kalkmış, (aynı halka mensup bulunmaları ve aynı coğrafyayı paylaşmaları sebebiyle) kardeşleri (konumunda) bulunan (şehitler) hakkında, “Bizi dinleselerdi, öldürülmezlerdi!” şeklinde konuşuyorlar. (Onlara) de ki: “Eğer şu söylediklerinizde tutarlı iseniz, elinizden de geliyorsa, haydi ölümü kendinizden savın da görelim!”
169 Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler olarak düşünmeyesin! Hayır, onlar diridirler ve Rabbileri katında rızıklanmaktadırlar.
170 Allah’ın lütf u kereminden kendilerine ihsan buyurduğu nimetlerle kesintisiz ferahlanmakta ve henüz kendilerine katılmayan (dindaşlarının da Allah’a kavuştuklarında) onlar için korkulacak hiçbir şey olmayacağı ve hiçbir üzüntü, hiçbir keder hissetmeyecekleri müjdesiyle sevinmektedirler.
171 Sevinmektedirler Allah katından (gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve kimsenin aklından geçmemiş) nimetler ve fazladan bol bol ihsanla; ayrıca, mü’minlerin mükâfatını Allah’ın asla zayi etmeyeceği müjdesiyle.
172 Kendilerine o yara dokunduktan sonra Allah ve Rasûlü’nün çağrısına uyup (düşmanı takibe çıkanlara), özellikle Allah’ı görürcesine, en azından O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde davranan ve takvaya dayalı olarak hareket eden o (mü’minlere) pek büyük bir mükâfat vardır.
173 O kimseler ki, bir kısım halk kendilerine, “Düşmanlarınız olan insanlar üzerinize gelmek için ordu topladılar; onlardan korkun ve geri durun!” dediklerinde, bu ancak onların imanını arttırdı da, “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir!” mukabelesinde bulundular.
174 Sonra da, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah’tan (önemli sonuçlara açık) bir nimet ve fazladan lütuflarla döndüler; Allah’ın rızası istikametinde hareket etti onlar. Allah, çok büyük fazl sahibidir (karşılıksız lütf u ihsanda bulunmada pek cömerttir).
175 Size, (“Düşmanlarınız olan insanlar üzerinize gelmek için ordu topladılar; onlardan korkun ve geri durun!”) diyenler ancak şeytandır ki, sizi dostlarıyla korkutmak istiyor. Fakat siz, gerçekten mü’minler iseniz, onlardan korkmayın, sadece Ben’den korkun.
176 Birbirleriyle yarışırcasına küfürde koşuşturanlar seni mahzun etmesin. Onlar Allah’a, (O’nun davasına ve Rasûlü’ne) hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Allah diliyor ki, Âhiret’te onların hiçbir nasibi olmasın. Onların hakkı, ancak pek büyük bir azaptır.
177 İmana karşılık küfrü satın alan (akıldan yoksun zavallı)lar, Allah’a, (O’nun davasına ve Rasûlü’ne) hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Onlar için pek büyük bir azap vardır.
178 O küfredenler, kendilerine mühlet vermemizi haklarında hayırlı zannetmesinler. Biz, onlara sadece günahları daha daha artsın (da, haklarında Allah’ın hükmü tamamlansın) diye mühlet veriyoruz. Onların hakkı, alçaltıcı bir azaptır.
179 Zaten Allah mü’minleri, murdarı temizden ayırıncaya kadar içinde bulunduğunuz (ve mü’minle münafığın birbirine karıştığı) mevcut durumda bırakacak değildi ve bırakmayacaktır da. Allah, sizin hepinizi gaybe vakıf kılacak (size geleceğinizi gösterecek, kimin mü’min kimin münafık olduğunu hepiniz bilesiniz diye sizi kalblere muttalî edecek) de değildi ve etmeyecektir. Ancak O, dilediği rasûllerini seçer (ve onları dilediği ölçülerde gaybe vâkıf, kalblere muttalî kılar ve sizi tâbi tuttuğu imtihanı onlarla tamamlar). Şu halde siz, Allah’a ve O’nun rasûllerine iman edin. Eğer gerçekten iman eder ve takva dairesi içinde yaşarsanız, sizin için (keyfiyetini burada idrakiniz mümkün bulunmayan) çok büyük bir mükâfat vardır.
180 Allah’ın tamamen karşılıksız olarak kendilerine bol bol lütfettiği (servet, ilim, güçkuvvet gibi nimetlerde) cimrilik yapanlar sakın zannetmesinler ki, böyle davranmaları haklarında hayırlıdır. Hayır bu, onların hakkında sadece şerdir. Cimrilik edip yanlarında tuttukları o nimetler, Kıyamet Günü boyunlarına dolanacaktır. (Neden böyle davranırlar ki,) gökler ve yer mutlak manâda Allah’ın mülküdür ve (her canlı ölüp gitmekte, dolayısıyla) hep O’na ait kalmaya devam etmektedir. Sonra Allah, her ne yapıyorsanız hepsinden hakkıyla haberdardır.
181 (Kendilerine “Allah’a güzel bir borç verin!” dendiğinde,) “Demek Allah fakir, biz ise zenginiz!” şeklinde konuşanların sözlerini Allah elbette işitmiştir. Onların bu konuşmaları gibi, bile bile ve hakhukuk tanımadan o bir kısım peygamberleri öldürmelerini, (atalarının bu cinayetlerini tasvip etmelerini) de yazacak ve “Tadın bakalım o yakıcı cezayı!” diyeceğiz.
182 “Düçar olduğunuz bu hâl, bizzat kendi ellerinizle Âhiret’e gönderdiğiniz suç ve günahlarınızın karşılığıdır. Yoksa Allah, kullarına karşı asla zulmedici değildir.”
183 Tutmuşlar bir de, “(Kabul edildiğinin alâmeti olarak gökten inecek bir) ateşin yakıp kor haline getirdiği bir kurban mucizesi göstermedikçe hiçbir rasûle inanmayacağımıza dair Allah bizden söz aldı.” diyorlar. (Onlara) de ki: “Benden önce size, (Allah’ın rasûlü olduklarını apaçık gösteren) deliller ve mucizelerle, hem o söylediğiniz kurban mucizesiyle de pek çok rasûller geldi. Eğer bu iddianızda doğru ve samimî iseniz, o zaman o rasûlleri neden hep öldürdünüz?”
184 (Ey Rasûlüm!) Şimdi seni yalanlıyor (Allah’ın rasûlü olduğunu kabûl etmiyor) larsa, (hiç üzülüp tasalanma!) Senden önce de, (rasûl olduklarını gösteren) apaçık deliller, hikmet ve öğüt dolu Sahifeler ve (insanların kalblerini, zihinlerini ve yollarını) aydınlatan (Tevrat ve İncil gibi) kitap(lar)la pek çok rasûller geldi ve onlar da, aynı şekilde ret ve yalanlanmaya maruz kaldılar.
185 (Kimse, yaptıklarıyla hayatta devamlı kalacak değildir. Çünkü) her nefis ölümlüdür (ve dolayısıyla bir gün) ölümü mutlaka tadacaktır. O bakımdan (ey insanlar, dünyada ne yapmışsanız), karşılığı Kıyamet Günü size mutlaka tastamam ödenecektir. Artık kim Ateş’ten uzaklaştırılıp Cennet’e konursa, hiç şüphesiz o kazanmış ve muradına ermiştir. (Bilin ki) dünya hayatı, insanı aldatan bir geçimlikten başka bir şey değildir.
186 (Öyleyse ey mü’minler, dünya hayatındaki gaye ve hikmetin gereği olarak fakirlik, hastalık ve daha başka musibetlere maruz kalma gibi sabır gerektiren ve zenginlik, sıhhat gibi şükür gerektiren hallerle) mallarınız ve canlarınız hususunda hiç şüphesiz imtihana tâbi tutulacak ve gerek sizden önce kendilerine Kitap verilmiş olanlardan, gerekse Allah’a şirk koşanlardan kırıcı, incitici pek çok sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve (hem Allah’a iman ve itaat, hem de karşınızdakilere davranış noktasında) yanlışa düşmeden takva dairesi içinde kalabilirseniz, bilin ki bu azim, sebat, metanet gerektiren çok değerli bir iştir.
187 Vaktiyle Allah, kendilerine Kitap verilmiş olanlardan: Kitap’taki gerçekleri mutlaka açıklayacak, (bu arada, geleceği müjdelenen Âhir Zaman Peygamberi’ni) insanlara duyuracak ve bu gerçekleri gizlemeyeceksiniz diye teminat almıştı. Ama onlar, bunu hiç önemsemeyerek hemen kulak ardı ettiler; onu (mal, makam, şöhret gibi) çok küçük bir fiyata sattılar. Hakikaten ne kötü, ne zararlı bir alışveriş içindeler!
188 Sakın zannetme ki, yaptıklarıyla ve ellerine geçen (o pek önemsiz dünyalıkla) sevinen, ayrıca (“samimi dindar, Allah’ın Kanunu’nun koruyucuları, Allah’ın gerçek dostları” olarak anılmak gibi) asla muvaffak olamadıkları payeler ve yapmadıkları hizmetlerle anılıp övülmeyi arzulayan bu kimseler, evet sakın zannetme ki onlar, azaptan yakayı kurtarabileceklerdir. Onların hakkı, pek acı bir azaptır.
189 Çünkü Allah’ındır göklerin ve yerin mülkü ve hakimiyeti; ve Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir.
190 Göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün sürelerinin de değişerek birbiri peşi sıra gelişinde, elbette (Allah’ın kudret ve hakimiyetini gösteren) pek çok işaretler, deliller vardır gerçek akıl ve idrak sahipleri için.
191 Ki onlar, (gerek namazda, gerek namaz dışında) ayakta, oturarak ve yanları üzerinde (dilleri ve kalbleriyle) Allah’ı zikreder dururlar ve göklerle yerin yaratılışı üzerinde derin derin düşünürler: (onlardaki hikmeti ve esrarlı manâları sezmişlik içinde,) “Rabbimiz” derler, “Sen, (iki ayrı bölgeli bir memleket gibi duran ve her şeyiyle birliğe işaret eden) bu kâinatı boş yere, sebepsiz, gayesiz yaratmadın. Hayır, hayır, Sen asla boş ve gayesiz iş yapmazsın. (Sen’i, icraatını ve yaratmandaki maksatları idrakte ve bu maksatlar istikametinde davranmakta kusur edip de, neticede) Ateş’in azabına düçar olmaktan bizi koru!
192 “Rabbimiz, Sen kimi Ateş’e koyarsan, hiç şüphesiz onu rüsvay etmişsindir. (Göklerdeki ve yerdeki âyetleri görmeyerek veya onları bile bile görmezden gelerek itikadda şirke, düşüncede dalâlete ve davranışta yanlışlara dalan) zalimler için, (onları Ateş’e girmekten koruyacak) hiçbir yardımcı yoktur.
193 “Rabbimiz, hiç şüphesiz biz, ‘Rabbinize iman edin!’ diyerek, (durup dinlenmek bilmeden) gür bir davetle imana çağıran (çok şerefli) bir davetçiyi duyduk da, (davetine uyarak) hemen iman ettik. Rabbimiz, ne olur, artık Sen günahlarımızı bağışlayıver, kusurlarımızı örtüver ve vefatımızla bizi kâmil iyilik ve fazilet sahibi mü’minlere (ebrar) dahil ediver!
194 “Rabbimiz! Ve rasûllerin vasıtasıyla bize va’dettiğin (mükâfatı, Cennet ve Cemalini) bize lütuf buyur ve bizi Kıyamet Günü’nde rüsvay etme. Şüphesiz ki Sen, asla sözünden dönmezsin.”
195 Onların, “Rabbimiz!” diyerek Kendisine el açıp dua ettikleri sonsuz lütuf, kerem ve merhamet sahibi) Rabbi, yaptıkları bu duayı şöyle kabul buyurdu: “Hiç şüphesiz Ben, erkek olsun kadın olsun, içinizde hep böyle hayırlı işlerle meşgul bulunan kimsenin yaptığını katiyen zayi etmem. (Erkeğinizle, kadınınızla) siz birbirinizdensiniz, (aynı yolun yolcusu ve yaptıklarının mükâfatını eksiksiz alacak kardeşlersiniz.) Öyle de, (Benim uğrumda) hicret eden, yurtlarından sürülen, yolumda her türlü eziyete katlanan, savaşan ve öldürülen her kim olursa olsun mutlaka kusurlarını örtecek ve hiç şüphesiz onları, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım; (başkasından değil, size söz veren ve her şeye gücü yeten rahmeti sonsuz) Allah katından, (dolayısıyla şu anda hayal bile edemeyeceğiniz) bir karşılık olarak yapacağım bunu.” Elbette Allah katındadır mükâfatların en güzeli!
196 Sakın ola ki, o küfredenlerin (öyle küstahça, refah içinde ve) üstünmüşçesine memleket memleket dolaşıp durmaları seni aldatmasın.
197 Üzerinde durmaya bile değmez az bir geçimliktir o; hemen arkasından da, başlarını sokacakları yer olarak Cehennem gelir: ne de fena bir yatak!
198 Buna karşılık, (kendilerini yaratan, besleyip büyüten, terbiye eden ve hayatlarını tanzim adına en güzel kanunları Din olarak gönderen) Rabbilerine karşı gelmekten sakınıp takvaya riayet edenler için ise, (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetler vardır, hem de içlerinde sonsuzca kalmak üzere ve Allah katından bir ağırlama, ikram ve ziyafet olarak. Allah katında olan her şey, o kâmil iyilik ve fazilet sahibi mü’minler için elbette daha hayırlıdır.
199 Kitap Ehli içinde de hiç kuşkusuz öyleleri var ki, Allah’a, size indirilen (Kur’ân)’a ve kendilerine indirilen (Tevrat’a, İncil’e) iman ederler, tam bir teslimiyet ve gönül ürpertisi içinde Allah’a boyun eğmişlerdir; ve Allah’ın âyetlerini az bir paha karşılığı satmazlar. Onlar da, mükâfatları Rabbileri katında olanlardır. Hiç şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.
200 (Şimdi,) ey (bütün) iman edenler! (Allah yolunda başınıza gelenlere, ayrıca O’ nun emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınma hususunda) sabredin; birbirinize sabır tavsiyesinde bulunun ve sabırda yardımlaşın; Allah’a ibadet ve O’nun yolunda cihad mevzuunda sürekli uyanık, daima hazırlıklı ve tam bir dayanışma içinde bulunun; ve Allah’a karşı gelmekten sakınıp takva dairesi içinde kalın. Umulur ki, böylece (dünyada da Âhiret’te de) kurtuluşa ve gerçek mazhariyetlere erersiniz.

Kırık Meal
      • الٓمٓۚ
      • Elif lam mim
      2
      • اَللّٰهُ
      • Allah ki
      • لَٓا
      • yoktur
      • اِلٰهَ
      • tanrı
      • اِلَّا
      • başka
      • هُوَۙ
      • O`ndan
      • الْحَيُّ
      • daima diri
      • الْقَيُّومُۜ
      • (yaratıklarını) koruyup yöneticidir
      3
      • نَزَّلَ
      • indirdi
      • عَلَيْكَ
      • sana
      • الْكِتَابَ
      • Kitabı
      • بِالْحَقِّ
      • hak ile
      • مُصَدِّقاً
      • doğrulayıcı olarak
      • لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ
      • kendinden öncekini
      • وَاَنْزَلَ
      • indirmişti
      • التَّوْرٰيةَ
      • Tevrat
      • وَالْاِنْج۪يلَۙ
      • ve İncil`i de
      4
      • مِنْ قَبْلُ
      • daha önce
      • هُدًى
      • yol gösterici olarak
      • لِلنَّاسِ
      • insanlara
      • وَاَنْزَلَ
      • indirdi
      • الْفُرْقَانَۜ
      • Furkan`ı da
      • اِنَّ
      • muhakkak ki
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenlere
      • بِاٰيَاتِ
      • ayetlerini
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • لَهُمْ
      • onlara vardır
      • عَذَابٌ
      • bir azab
      • شَد۪يدٌۜ
      • çetin
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • عَز۪يزٌ
      • daima üstündür
      • ذُوانْتِقَامٍ
      • öc alandır
      5
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah`a
      • لَا يَخْفٰى
      • gizli kalmaz
      • عَلَيْهِ شَيْءٌ
      • hiçbir şey
      • فِي الْاَرْضِ
      • yerde
      • وَلَا فِي السَّمَٓاءِۜ
      • ve gökte
      6
      • هُوَ الَّذ۪ي
      • O`dur
      • يُصَوِّرُكُمْ
      • sizi şekillendiren
      • فِي الْاَرْحَامِ
      • rahimlerde
      • كَيْفَ
      • gibi
      • يَشَٓاءُۜ
      • dilediği
      • لَٓا
      • yoktur
      • اِلٰهَ
      • tanrı
      • اِلَّا
      • başka
      • هُوَ
      • O`ndan
      • الْعَز۪يزُ
      • azizdir
      • الْحَك۪يمُ
      • hüküm ve hikmet sahibidir
      7
      • هُوَ الَّـذ۪ٓي
      • O
      • اَنْزَلَ
      • indirdi
      • عَلَيْكَ
      • sana
      • الْكِتَابَ
      • Kitabı
      • مِنْهُ
      • Onun
      • اٰيَاتٌ
      • bazı ayetleri
      • مُحْكَمَاتٌ
      • muhkemdir (ki)
      • هُنَّ
      • onlar
      • اُمُّ
      • anasıdır
      • الْكِتَابِ
      • Kitabın
      • وَاُخَرُ
      • diğerleri de
      • مُتَشَابِهَاتٌۜ
      • müteşabihdir
      • فَاَمَّا الَّذ۪ينَ
      • olanlar
      • ف۪ي قُلُوبِهِمْ
      • kalblerinde
      • زَيْغٌ
      • eğrilik
      • فَيَتَّبِعُونَ
      • ardına düşerler
      • مَا تَشَابَهَ
      • müteşabihlerinin
      • ابْتِغَٓاءَ
      • çıkarmak
      • الْفِتْنَةِ
      • fitne
      • وَابْتِغَٓاءَ
      • bulmak için
      • تَأْو۪يلِه۪ۚ
      • onun te`vilini
      • وَمَا
      • oysa
      • يَعْلَمُ
      • bilmez
      • تَأْو۪يلَهُٓ
      • onun te`vilini
      • اِلَّا
      • başka kimse
      • اللّٰهُۢ
      • Allah`tan
      • وَالرَّاسِخُونَ
      • ileri gidenler
      • فِي الْعِلْمِ
      • ilimde
      • يَقُولُونَ
      • derler
      • اٰمَنَّا
      • inandık
      • بِه۪ۙ
      • Ona
      • كُلٌّ
      • hepsi
      • مِنْ عِنْدِ
      • katındandır
      • رَبِّنَاۚ
      • Rabbimiz
      • وَمَا يَذَّكَّرُ
      • düşünüp öğüt almaz
      • اِلَّٓا
      • başkası
      • اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
      • sağduyu sahiplerinden
      8
      • رَبَّنَا
      • (Onlar derler ki) Rabbimiz
      • لَا تُزِغْ
      • eğriltme
      • قُلُوبَنَا
      • kalblerimizi
      • بَعْدَ
      • sonra
      • اِذْ هَدَيْتَنَا
      • bizi doğru yola ilettikten
      • وَهَبْ لَنَا
      • bize ver
      • مِنْ لَدُنْكَ
      • katından
      • رَحْمَةًۚ
      • bir rahmet
      • اِنَّكَ
      • kuşkusuz sen
      • اَنْتَ
      • yalnız sen
      • الْوَهَّابُ
      • çok bağış yapansın
      9
      • رَبَّنَٓا
      • Rabbimiz
      • اِنَّكَ
      • sen mutlaka
      • جَامِعُ
      • toplayacaksın
      • النَّاسِ
      • insanları
      • لِيَوْمٍ
      • bir günde
      • لَا رَيْبَ
      • asla şüphe olmayan
      • ف۪يهِۜ
      • kendisinde
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • لَا يُخْلِفُ
      • dönmez
      • الْم۪يعَادَ۟
      • sözünden
      10
      • اِنَّ
      • şüphesiz var ya
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenler
      • لَنْ تُغْنِيَ
      • yarar sağlamaz
      • عَنْهُمْ
      • onlara
      • اَمْوَالُهُمْ
      • ne malları
      • وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ
      • ne de çocukları
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah`a karşı
      • شَيْـٔاًۜ
      • hiçbir
      • وَاُو۬لٰٓئِكَ
      • işte
      • هُمْ
      • onlar
      • وَقُودُ
      • yakıtıdırlar
      • النَّارِۙ
      • ateşin
      11
      • كَدَأْبِ
      • durumu gibi
      • اٰلِ
      • ailesinin
      • فِرْعَوْنَۙ
      • Fir`avn
      • وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
      • ve onlardan öncekilerin
      • كَذَّبُوا
      • onlar da yalanladılar
      • بِاٰيَاتِنَاۚ
      • ayetlerimizi
      • فَاَخَذَهُمُ
      • onları yakaladı
      • اللّٰهُ
      • Allah da
      • بِذُنُوبِهِمْۜ
      • günahlarıyla
      • وَاللّٰهُ
      • Allah`ın
      • شَد۪يدُ
      • çetindir
      • الْعِقَابِ
      • cezası
      12
      • قُلْ
      • söyle
      • لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenlere
      • سَتُغْلَبُونَ
      • yenileceksiniz
      • وَتُحْشَرُونَ
      • ve sürüleceksiniz
      • اِلٰى جَهَنَّمَۜ
      • cehenneme
      • وَبِئْسَ
      • (orası) ne kötü
      • الْمِهَادُ
      • bir döşektir
      13
      • قَدْ
      • muhakak
      • كَانَ لَكُمْ
      • sizin için vardır
      • اٰيَةٌ
      • bir ibret
      • ف۪ي فِئَتَيْنِ
      • şu iki toplulukta
      • الْتَقَتَاۜ
      • karşılaşan
      • فِئَةٌ
      • bir topluluk
      • تُقَاتِلُ
      • çarpışıyordu
      • ف۪ي سَب۪يلِ
      • yolunda
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • وَاُخْرٰى
      • öteki de
      • كَافِرَةٌ
      • nankördü
      • يَرَوْنَهُمْ
      • onları görüyorlardı
      • مِثْلَيْهِمْ
      • kendilerinin iki katı
      • رَأْيَ الْعَيْنِۜ
      • gözleriyle
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • يُؤَيِّدُ
      • destekler
      • بِنَصْرِه۪
      • yardımıyle
      • مَنْ يَشَٓاءُۜ
      • dilediğini
      • اِنَّ
      • elbette
      • ف۪ي ذٰلِكَ
      • bunda
      • لَعِبْرَةً
      • bir ibret vardır
      • لِاُو۬لِي
      • olanlar için
      • الْاَبْصَارِ
      • gözleri
      14
      • زُيِّنَ
      • süslü (cazip) gösterildi
      • لِلنَّاسِ
      • insanlara
      • حُبُّ
      • aşırı düşkünlük
      • الشَّهَوَاتِ
      • zevklere
      • مِنَ النِّسَٓاءِ
      • kadınlardan
      • وَالْبَن۪ينَ
      • oğullardan
      • وَالْقَنَاط۪يرِ
      • kantarlarca
      • الْمُقَنْطَرَةِ
      • yığılmış
      • مِنَ الذَّهَبِ
      • altından
      • وَالْفِضَّةِ
      • ve gümüşten
      • وَالْخَيْلِ
      • atlardan
      • الْمُسَوَّمَةِ
      • salma
      • وَالْاَنْعَامِ
      • davarlardan
      • وَالْحَرْثِۜ
      • ve ekinlerden (gelen)
      • ذٰلِكَ
      • bunlar (sadece)
      • مَتَاعُ
      • geçimidir
      • الْحَيٰوةِ
      • hayatının
      • الدُّنْيَاۚ
      • dünya
      • وَاللّٰهُ
      • Allah`ın
      • عِنْدَهُ
      • yanındadır
      • حُسْنُ
      • güzel
      • الْمَاٰبِ
      • varılacak yer
      15
      • قُلْ
      • de ki
      • اَؤُ۬نَبِّئُكُمْ
      • size söyleyeyim mi?
      • بِخَيْرٍ
      • daha iyisini
      • مِنْ ذٰلِكُمْۜ
      • bunlardan
      • لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا
      • korunanlar için vardır
      • عِنْدَ
      • katında
      • رَبِّهِمْ
      • Rableri
      • جَنَّاتٌ
      • cennetler
      • تَجْر۪ي
      • akan
      • مِنْ تَحْتِهَا
      • altlarından
      • الْاَنْهَارُ
      • ırmaklar
      • خَالِد۪ينَ
      • sürekli kalacakları
      • ف۪يهَا
      • içinde
      • وَاَزْوَاجٌ
      • ve eşler
      • مُطَهَّرَةٌ
      • tertemiz
      • وَرِضْوَانٌ
      • ve rızası
      • مِنَ اللّٰهِۜ
      • Allah`ın
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • بَص۪يرٌ
      • görür
      • بِالْعِبَادِۚ
      • kullarını
      16
      • الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ
      • (onlar ki) derler
      • رَبَّنَٓا
      • Rabbimiz
      • اِنَّـنَٓا
      • gerçekten biz
      • اٰمَنَّا
      • inandık
      • فَاغْفِرْ لَنَا
      • bağışla
      • ذُنُوبَنَا
      • bizim günahlarımızı
      • وَقِنَا
      • bizi koru
      • عَذَابَ
      • azabından
      • النَّارِۚ
      • ateş
      17
      • اَلصَّابِر۪ينَ
      • sabredenlerdir
      • وَالصَّادِق۪ينَ
      • sadık olanlardır
      • وَالْقَانِت۪ينَ
      • gönülden itaat edenlerdir
      • وَالْمُنْفِق۪ينَ
      • infak edenlerdir
      • وَالْمُسْتَغْفِر۪ينَ
      • istiğfar edenlerdir
      • بِالْاَسْحَارِ
      • ve seherlerde
      18
      • شَهِدَ
      • şahiddir (ki)
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • اَنَّهُ
      • şüphesiz
      • لَٓا
      • yoktur
      • اِلٰهَ
      • tanrı
      • اِلَّا
      • başka
      • هُوَۙ
      • O`ndan
      • وَالْمَلٰٓئِكَةُ
      • ve melekler
      • وَاُو۬لُوا
      • ve sahipleri
      • الْعِلْمِ
      • ilim
      • قَٓائِماً
      • gözeten
      • بِالْقِسْطِۜ
      • adaletle
      • هُوَ
      • O`ndan
      • الْعَز۪يزُ
      • azizdir
      • الْحَك۪يمُۜ
      • hakimdir
      19
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • الدّ۪ينَ
      • din
      • عِنْدَ
      • katında
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • الْاِسْلَامُ۠
      • İslamdır
      • وَمَا اخْتَلَفَ
      • ayrılığa düştüler
      • الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا
      • verilmiş olanlar
      • الْكِتَابَ
      • Kitap
      • اِلَّا
      • (kendilerine) sadece
      • مِنْ بَعْدِ
      • sonra
      • مَا جَٓاءَهُمُ
      • geldikten
      • الْعِلْمُ
      • ilim
      • بَغْياً
      • aşırılık yüzünden
      • بَيْنَهُمْۜ
      • aralarındaki
      • وَمَنْ
      • kim
      • يَكْفُرْ
      • inkar ederse
      • بِاٰيَاتِ
      • ayetlerini
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • فَاِنَّ
      • (bilsin ki) şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • سَر۪يعُ
      • çabuk görendir
      • الْحِسَابِ
      • hesabı
      20
      • فَاِنْ
      • eğer
      • حَٓاجُّوكَ
      • seninle tartışmaya girişirlerse
      • فَقُلْ
      • de ki
      • اَسْلَمْتُ
      • ben teslim ettim
      • وَجْهِيَ
      • özümü
      • لِلّٰهِ
      • Allah`a
      • وَمَنِ اتَّـبَعَنِۜ
      • bana uyanlar da
      • وَقُلْ
      • ve de ki
      • لِلَّذ۪ينَ
      • kendilerine
      • اُو۫تُوا
      • verilenlere
      • الْكِتَابَ
      • Kitap
      • وَالْاُمِّيّ۪نَ
      • ve ümmilere
      • ءَاَسْلَمْتُمْۜ
      • Siz de İslam (teslim) oldunuz mu?
      • اَسْلَمُوا
      • İslam olurlarsa
      • فَقَدِ
      • muhakkak
      • اهْتَدَوْاۚ
      • doğru yolu bulmuşlardır
      • وَاِنْ
      • yok eğer
      • تَوَلَّوْا
      • dönerlerse
      • فَاِنَّمَا
      • artık
      • عَلَيْكَ
      • sana düşen
      • الْبَلَاغُۜ
      • sadece duyurmaktır
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • بَص۪يرٌ
      • görmektedir
      • بِالْعِبَادِ۟
      • kulları(nın yaptıklarını)
      21
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ
      • inkar edenler
      • بِاٰيَاتِ
      • ayetlerini
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَيَقْتُلُونَ
      • öldürenler
      • النَّبِيّ۪نَ
      • peygamberleri
      • بِغَيْرِ حَقٍّۙ
      • haksız yere
      • وَيَقْتُلُونَ
      • öldürenler (var ya)
      • الَّذ۪ينَ يَأْمُرُونَ
      • emredenleri
      • بِالْقِسْطِ
      • adaleti
      • مِنَ النَّاسِۙ
      • insanlar arasında
      • فَبَشِّرْهُمْ
      • onlara müjdele
      • بِعَذَابٍ
      • bir azabı
      • اَل۪يمٍ
      • acı
      22
      • اُو۬لٰٓئِكَ
      • böylece
      • الَّذ۪ينَ حَبِطَتْ
      • boşa çıkmıştır
      • اَعْمَالُهُمْ
      • onların yaptıkları
      • فِي الدُّنْيَا
      • dünyada da
      • وَالْاٰخِرَةِۘ
      • ahirette de
      • وَمَا
      • ve yoktur
      • لَهُمْ
      • onların
      • مِنْ نَاصِر۪ينَ
      • hiçbir yardımcıları
      23
      • اَلَمْ تَرَ
      • görmedin mi?
      • اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا
      • verilmiş olanları
      • نَص۪يباً
      • bir (nasip) pay
      • مِنَ الْكِتَابِ
      • Kitaptan
      • يُدْعَوْنَ
      • çağırılıyorlar da
      • اِلٰى كِتَابِ
      • Kitabına
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • لِيَحْكُمَ
      • hüküm versin diye
      • بَيْنَهُمْ
      • aralarında
      • ثُمَّ
      • sonra
      • يَتَوَلّٰى
      • dönüyorlar
      • فَر۪يقٌ
      • bir topluluk
      • مِنْهُمْ
      • onlardan
      • وَهُمْ مُعْرِضُونَ
      • yüz çevirerek
      24
      • ذٰلِكَ
      • bu (hareketleri)
      • بِاَنَّهُمْ
      • onların
      • قَالُوا
      • demelerindendir
      • لَنْ تَمَسَّنَا
      • bize dokunmayacak
      • النَّارُ
      • ateş
      • اِلَّٓا
      • başka
      • اَيَّاماً
      • birkaç günden
      • مَعْدُودَاتٍۖ
      • sayılı
      • وَغَرَّهُمْ
      • onları yanıltmıştır
      • ف۪ي د۪ينِهِمْ
      • dinlerinde
      • مَا كَانُوا
      • şeyler
      • يَفْتَرُونَ
      • uydurdukları
      25
      • فَكَيْفَ
      • peki nasıl (olacak)?
      • اِذَا
      • zaman
      • جَمَعْنَاهُمْ
      • topladığımız
      • لِيَوْمٍ
      • bir gün için
      • لَا رَيْبَ
      • hiç şüphe olmayan
      • ف۪يهِ
      • onda
      • وَوُفِّيَتْ
      • ve tastamam verilip
      • كُلُّ نَفْسٍ
      • herkesin
      • مَا كَسَبَتْ
      • kazandığı
      • وَهُمْ
      • ve onların
      • لَا يُظْلَمُونَ
      • zulme uğratılmadığı
      26
      • قُلِ
      • de ki
      • اللّٰهُمَّ
      • Allah`ım
      • مَالِكَ
      • sahibi
      • الْمُلْكِ
      • mülkün
      • تُؤْتِي
      • sen verirsin
      • الْمُلْكَ
      • mülkü
      • مَنْ تَشَٓاءُ
      • dilediğine
      • وَتَنْزِعُ
      • alırsın
      • مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ
      • dilediğinden
      • وَتُعِزُّ
      • yükseltirsin
      • مَنْ تَشَٓاءُ
      • dilediğini
      • وَتُذِلُّ
      • alçaltırsın
      • مَنْ تَشَٓاءُۜ
      • dilediğini
      • بِيَدِكَ
      • senin elindedir
      • الْخَيْرُۜ
      • Hayır (mal)
      • اِنَّكَ
      • şüphesiz sen
      • عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ
      • her şeye
      • قَد۪يرٌ
      • kadirsin
      27
      • تُولِجُ
      • sokarsın
      • الَّيْلَ
      • geceyi
      • فِي النَّهَارِ
      • gündüze
      • وَتُولِجُ
      • sokarsın
      • النَّهَارَ
      • gündüzü
      • فِي الَّيْلِۘ
      • geceye
      • وَتُخْرِجُ
      • çıkarırsın
      • الْحَيَّ
      • diri
      • مِنَ الْمَيِّتِ
      • ölüden
      • الْمَيِّتَ
      • ölü
      • مِنَ الْحَيِّۘ
      • diriden
      • وَتَرْزُقُ
      • rızıklandırırsın
      • مَنْ تَشَٓاءُ
      • dilediğini
      • بِغَيْرِ حِسَابٍ
      • hesapsız
      28
      • لَا يَتَّخِذِ
      • edinmesin
      • الْمُؤْمِنُونَ
      • Mü`minler
      • الْكَافِر۪ينَ
      • kafirleri
      • اَوْلِيَٓاءَ
      • dost
      • مِنْ دُونِ
      • bırakıp
      • الْمُؤْمِن۪ينَۚ
      • inananları
      • وَمَنْ
      • kim
      • يَفْعَلْ
      • yaparsa
      • ذٰلِكَ
      • böyle
      • فَلَيْسَ
      • kalmaz (değildir)
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah ile
      • ف۪ي شَيْءٍ
      • bir dostluğu (şey)
      • اِلَّٓا
      • ancak başka
      • اَنْ تَتَّقُوا
      • korunmanız
      • مِنْهُمْ
      • onlardan
      • تُقٰيةًۜ
      • (gelebilecek) tehlikeden
      • وَيُحَذِّرُكُمُ
      • sizi sakındırır
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • نَفْسَهُۜ
      • kendisin(in emirlerine karşı gelmek)den
      • وَاِلَى اللّٰهِ
      • Allah`adır
      • الْمَص۪يرُ
      • dönüş
      29
      • قُلْ
      • de ki
      • اِنْ تُخْفُوا
      • gizleseniz de
      • مَا
      • olanı
      • ف۪ي صُدُورِكُمْ
      • göğüslerinizde
      • اَوْ
      • veya
      • تُبْدُوهُ
      • açığa vursanız da
      • يَعْلَمْهُ
      • onu bilir
      • اللّٰهُۜ
      • Allah
      • وَيَعْلَمُ
      • bilir
      • فِي السَّمٰوَاتِ
      • göklerde
      • وَمَا
      • olanı
      • فِي الْاَرْضِۜ
      • ve yerde
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ
      • her şeye
      • قَد۪يرٌ
      • kadirdir
      30
      • يَوْمَ
      • O gün
      • تَجِدُ
      • bulacaktır
      • كُلُّ
      • her
      • نَفْسٍ
      • nefis
      • مَا عَمِلَتْ
      • yaptığı
      • مِنْ خَيْرٍ
      • her hayrı
      • مُحْضَراًۚۛ
      • hazır
      • وَمَا عَمِلَتْ
      • işlediği
      • مِنْ سُٓوءٍۚۛ
      • her kötülüğü de
      • تَوَدُّ
      • ister
      • لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا
      • O kötülükle
      • وَبَيْنَهُٓ
      • kendisi arasında
      • اَمَداً
      • bir mesafe
      • بَع۪يداًۜ
      • uzak
      • وَيُحَذِّرُكُمُ
      • sakındırıyor
      • اللّٰهُ
      • Allah sizi
      • نَفْسَهُۜ
      • kendisin(in emirlerine karşı gelmek)den
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • رَؤُ۫فٌ
      • şefkatlidir
      • بِالْعِبَادِ۟
      • kulllarına
      31
      • قُلْ
      • de ki
      • اِنْ
      • eğer
      • كُنْتُمْ
      • siz
      • تُحِبُّونَ
      • seviyorsanız
      • اللّٰهَ
      • Allah`ı
      • فَاتَّبِعُون۪ي
      • bana uyun ki
      • يُحْبِبْكُمُ
      • sizi sevsin
      • اللّٰهُ
      • Allah da
      • وَيَغْفِرْ
      • ve bağışlasın
      • لَكُمْ
      • sizin
      • ذُنُوبَكُمْۜ
      • günahlarınızı
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • غَفُورٌ
      • bağışlayandır
      • رَح۪يمٌ
      • esirgeyendir
      32
      • قُلْ
      • de ki
      • اَط۪يعُوا
      • ita`at edin
      • اللّٰهَ
      • Allah`a
      • وَالرَّسُولَۚ
      • ve Elçiye
      • فَاِنْ
      • eğer
      • تَوَلَّوْا
      • dönerlerse
      • فَاِنَّ
      • muhakkak ki
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • لَا يُحِبُّ
      • sevmez
      • الْكَافِر۪ينَ
      • kafirleri
      33
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • اصْطَفٰٓى
      • seçip üstün kıldı
      • اٰدَمَ
      • Adem`i
      • وَنُوحاً
      • Nuh`u
      • وَاٰلَ
      • ailesini
      • اِبْرٰه۪يمَ
      • İbrahim
      • وَاٰلَ
      • ve ailesini
      • عِمْرٰنَ
      • İmran
      • عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ
      • alemlere
      34
      • ذُرِّيَّةً
      • (Bunlar) türeyen nesil(ler)dir
      • بَعْضُهَا
      • bazısı (birbirinden)
      • مِنْ بَعْضٍۜ
      • bazısından
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • سَم۪يعٌ
      • işitendir
      • عَل۪يمٌۚ
      • bilendir
      35
      • اِذْ قَالَتِ
      • demişti ki
      • امْرَاَتُ
      • karısı
      • عِمْرٰنَ
      • İmran`ın
      • رَبِّ
      • Rabbim
      • اِنّ۪ي
      • şüphesiz ben
      • نَذَرْتُ
      • adadım
      • لَكَ
      • sana
      • مَا
      • olanı
      • ف۪ي بَطْن۪ي
      • karnımda
      • مُحَرَّراً
      • tam hür olarak
      • فَتَقَبَّلْ
      • kabul buyur
      • مِنّ۪يۚ
      • benden
      • اِنَّكَ
      • şüphesiz
      • اَنْتَ
      • sen
      • السَّم۪يعُ
      • işitensin
      • الْعَل۪يمُ
      • bilensin
      36
      • فَلَمَّا وَضَعَتْهَا
      • onu doğurunca
      • قَالَتْ
      • şöyle söyledi
      • رَبِّ
      • Rabbim
      • اِنّ۪ي
      • şüphesiz ben
      • وَضَعْتُهَٓا
      • onu doğurdum
      • اُنْثٰىۜ
      • kız
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • اَعْلَمُ
      • bilirken
      • بِمَا وَضَعَتْۜ
      • onun ne doğurduğunu
      • وَلَيْسَ
      • değildir
      • الذَّكَرُ
      • erkek
      • كَالْاُنْثٰىۚ
      • kız gibi
      • وَاِنّ۪ي
      • doğrusu ben
      • سَمَّيْتُهَا
      • ona adını verdim
      • مَرْيَمَ
      • Meryem
      • وَاِنّ۪ٓي
      • şüphesiz ben
      • اُع۪يذُهَا
      • onu ısmarlıyorum
      • بِكَ
      • sana
      • وَذُرِّيَّتَهَا
      • ve soyunu
      • مِنَ الشَّيْطَانِ
      • şeytanın şerrinden
      • الرَّج۪يمِ
      • kovulmuş
      37
      • فَتَقَبَّلَهَا
      • kabul buyurdu onu
      • رَبُّهَا
      • Rabbi
      • بِقَبُولٍ
      • kabulle (şekilde)
      • حَسَنٍ
      • güzel bir
      • وَاَنْبَتَهَا
      • ve onu yetiştirdi
      • نَبَاتاً
      • bir bitki gibi
      • حَسَناًۙ
      • güzel
      • وَكَفَّلَهَا
      • ve onun bakımını üstlendi
      • زَكَرِيَّاۜ
      • Zekeriyya da
      • كُلَّمَا
      • her
      • دَخَلَ
      • girdiğinde
      • عَلَيْهَا
      • onun yanına
      • زَكَرِيَّا
      • Zekeriyya
      • الْمِحْرَابَۙ
      • mihraba
      • وَجَدَ
      • bulurdu
      • عِنْدَهَا
      • yanında
      • رِزْقاًۚ
      • bir rızık
      • قَالَ
      • derdi
      • يَا
      • Ey
      • مَرْيَمُ
      • Meryem
      • اَنّٰى
      • nereden?
      • لَكِ
      • sana
      • هٰذَاۜ
      • bu
      • قَالَتْ
      • (O da) derdi
      • هُوَ
      • Bu
      • مِنْ عِنْدِ
      • katından
      • اللّٰهِۜ
      • Allah
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • يَرْزُقُ
      • rızık verir
      • مَنْ يَشَٓاءُ
      • dilediğine
      • بِغَيْرِ حِسَابٍ
      • hesapsız
      38
      • هُنَالِكَ
      • orada
      • دَعَا
      • du`a etmiş
      • زَكَرِيَّا
      • Zekeriyya
      • رَبَّهُۚ
      • Rabbine
      • قَالَ
      • demişti
      • رَبِّ
      • Rabbim
      • هَبْ
      • ver
      • ل۪ي
      • bana
      • مِنْ لَدُنْكَ
      • katından
      • ذُرِّيَّةً
      • bir nesil
      • طَيِّبَةًۚ
      • temiz
      • اِنَّكَ
      • Sen
      • سَم۪يعُ
      • işitensin
      • الدُّعَٓاءِ
      • du`ayı
      39
      • فَنَادَتْهُ
      • ona diye ünlediler
      • الْمَلٰٓئِكَةُ
      • melekler
      • وَهُوَ
      • O (Zekeriyya)
      • قَٓائِمٌ
      • durmuş
      • يُصَلّ۪ي
      • namaz kılarken
      • فِي الْمِحْرَابِۙ
      • mabedde
      • اَنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • يُبَشِّرُكَ
      • sana müjdeler
      • بِيَحْيٰى
      • Yahya`yı
      • مُصَدِّقاً
      • doğrulayıcı
      • بِكَلِمَةٍ
      • bir kelimeyi
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah`tan
      • وَسَيِّداً
      • efendi
      • وَحَصُوراً
      • nefsine hakim
      • وَنَبِياًّ
      • bir peygamber olacak
      • مِنَ الصَّالِح۪ينَ
      • ve iyilerden
      40
      • قَالَ
      • dedi ki
      • رَبِّ
      • Rabbim
      • اَنّٰى يَكُونُ
      • nasıl olur?
      • ل۪ي
      • benim
      • غُلَامٌ
      • oğlum
      • وَقَدْ بَلَغَنِيَ
      • bana gelip çatmış
      • الْكِبَرُ
      • ihtiyarlık
      • وَامْرَاَت۪ي
      • karım da
      • عَاقِرٌۜ
      • kısırken
      • قَالَ
      • (Allah) dedi
      • كَذٰلِكَ
      • öyle (ama)
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • يَفْعَلُ
      • yapar
      • مَا يَشَٓاءُ
      • dilediğini
      41
      • قَالَ
      • dedi
      • رَبِّ
      • Rabbim
      • اجْعَلْ
      • o halde (oğlum olacağına dair) ver
      • ل۪ٓي
      • bana
      • اٰيَةًۜ
      • bir alamet
      • قَالَ
      • (Allah) buyurdu ki
      • اٰيَتُكَ
      • senin alametin
      • اَلَّا تُكَلِّمَ
      • konuşamamandır
      • النَّاسَ
      • insanlarla
      • ثَلٰثَةَ
      • üç
      • اَيَّامٍ
      • gün
      • اِلَّا
      • başka
      • رَمْزاًۜ
      • işaretten
      • وَاذْكُرْ
      • an
      • رَبَّكَ
      • Rabbini
      • كَث۪يراً
      • çok
      • وَسَبِّـحْ
      • (O`nu) tesbih et
      • بِالْعَشِيِّ
      • akşam
      • وَالْاِبْكَارِ۟
      • sabah
      42
      • وَاِذْ قَالَتِ
      • demişti ki
      • الْمَلٰٓئِكَةُ
      • Melekler
      • يَا
      • Ey
      • مَرْيَمُ
      • Meryem
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • اصْطَفٰيكِ
      • seni seçti
      • وَطَهَّرَكِ
      • temizledi
      • وَاصْطَفٰيكِ
      • ve seni üstün kıldı
      • عَلٰى نِسَٓاءِ
      • kadınlarına
      • الْعَالَم۪ينَ
      • dünyaların
      43
      • يَا
      • Ey
      • مَرْيَمُ
      • Meryem
      • اقْنُت۪ي
      • divan dur
      • لِرَبِّكِ
      • Rabbine
      • وَاسْجُد۪ي
      • secde et
      • وَارْكَع۪ي
      • ve (O`nun huzurunda) eğil
      • مَعَ
      • beraber
      • الرَّاكِع۪ينَ
      • eğilenlerle
      44
      • ذٰلِكَ
      • (Ey Muhammed) Bunlar
      • مِنْ اَنْـبَٓاءِ
      • haberlerindendir
      • الْغَيْبِ
      • görünmez alemin
      • نُوح۪يهِ
      • vahyettiğimiz
      • اِلَيْكَۜ
      • sana
      • وَمَا كُنْتَ
      • sen değildin
      • لَدَيْهِمْ
      • onların yanında
      • اِذْ يُلْقُونَ
      • atarlarken
      • اَقْلَامَهُمْ
      • (kur`a) oklarını
      • اَيُّهُمْ
      • hangisi
      • يَكْفُلُ
      • kefil olacak diye
      • مَرْيَمَۖ
      • Meryem`e
      • لَدَيْهِمْ
      • yanlarında
      • اِذْ يَخْتَصِمُونَ
      • birbirleriyle çekiştikleri zaman da
      45
      • اِذْ
      • hani
      • قَالَتِ
      • demişti
      • الْمَلٰٓئِكَةُ
      • Melekler
      • يَا
      • Ey
      • مَرْيَمُ
      • Meryem
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • يُبَشِّرُكِ
      • seni müjdeliyor
      • بِكَلِمَةٍ
      • bir kelime ile
      • مِنْهُۗ
      • kendisinden
      • اِسْمُهُ
      • onun adı
      • الْمَس۪يحُ
      • Mesih`dir
      • ع۪يسَى
      • Îsa
      • ابْنُ
      • oğlu
      • مَرْيَمَ
      • Meryem
      • وَج۪يهاً
      • yüzde (şerefli)
      • فِي الدُّنْيَا
      • dünyada da
      • وَالْاٰخِرَةِ
      • ahirette de
      • وَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ
      • ve (Allah`a) yakın olanlardandır
      46
      • وَيُكَلِّمُ
      • konuşacak
      • النَّاسَ
      • insanlara
      • فِي الْمَهْدِ
      • beşikte
      • وَكَهْلاً
      • ve yetişkinlikte
      • وَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
      • ve iyilerden olacaktır
      47
      • قَالَتْ
      • dedi ki
      • رَبِّ
      • Rabbim
      • اَنّٰى
      • nasıl
      • يَكُونُ
      • olur
      • ل۪ي
      • benim
      • وَلَدٌ
      • çocuğum
      • وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي
      • bana dokunmamışken
      • بَشَرٌۜ
      • bir beşer
      • قَالَ
      • dedi
      • كَذٰلِكِ
      • böylece
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • يَخْلُقُ
      • yaratır
      • مَا يَشَٓاءُۜ
      • dilediğini
      • اِذَا
      • zaman
      • قَضٰٓى
      • istediği
      • اَمْراً
      • bir şey(in olmasını)
      • فَاِنَّمَا
      • sadece
      • يَقُولُ
      • der
      • لَهُ
      • ona
      • كُنْ
      • `ol`
      • فَيَكُونُ
      • o da oluverir
      48
      • وَيُعَلِّمُهُ
      • ona öğretecek
      • الْكِتَابَ
      • Kitabı
      • وَالْحِكْمَةَ
      • Hikmeti
      • وَالتَّوْرٰيةَ
      • Tevrat`ı
      • وَالْاِنْج۪يلَۚ
      • ve İncil`i
      49
      • وَرَسُولاً
      • Onu (şöyle diyen) bir elçi yapacak
      • اِلٰى بَن۪ٓي
      • oğullarına
      • اِسْرَٓائ۪لَ
      • İsrail
      • اَنّ۪ي
      • ben
      • قَدْ
      • doğrusu
      • جِئْتُكُمْ
      • size getirdim
      • بِاٰيَةٍ
      • bir mu`cize
      • مِنْ رَبِّكُمْۙ
      • Rabbinizden
      • اَنّ۪ٓي
      • ben
      • اَخْلُقُ
      • yaratırım
      • لَكُمْ
      • sizin için
      • مِنَ الطّ۪ينِ
      • çamurdan
      • كَهَيْـَٔةِ
      • şeklinde bir şey
      • الطَّيْرِ
      • kuş
      • فَاَنْفُخُ
      • üflerim
      • ف۪يهِ
      • ona
      • فَيَكُونُ
      • hemen oluverir
      • طَيْراً
      • bir kuş
      • بِاِذْنِ
      • izniyle
      • اللّٰهِۚ
      • Allah`ın
      • وَاُبْرِئُ
      • iyileştiririm
      • الْاَكْمَهَ
      • körü
      • وَالْاَبْرَصَ
      • ve alacalıyı
      • وَاُحْـيِ
      • diriltirim
      • الْمَوْتٰى
      • ölüleri
      • وَاُنَبِّئُكُمْ
      • size haber veririm
      • بِمَا تَأْكُلُونَ
      • ne yeyip
      • وَمَا تَدَّخِرُونَۙ
      • ne biriktirdiğinizi
      • ف۪ي بُيُوتِكُمْۜ
      • evlerinizde
      • اِنَّ
      • elbette
      • ف۪ي ذٰلِكَ
      • bunda
      • لَاٰيَةً
      • bir ibret vardır
      • اِنْ
      • eğer
      • كُنْتُمْ
      • iseniz
      • مُؤْمِن۪ينَۚ
      • inanıyor
      50
      • وَمُصَدِّقاً
      • (Ben) doğrulayıcı olarak
      • لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ
      • benden önce gelen
      • مِنَ التَّوْرٰيةِ
      • Tevrat`ı
      • وَلِاُحِلَّ
      • ve helal yapayım (diye gönderildim)
      • لَكُمْ
      • size
      • بَعْضَ
      • bazı şeyleri
      • الَّذ۪ي حُرِّمَ
      • haram kılınan
      • عَلَيْكُمْ
      • size
      • وَجِئْتُكُمْ
      • size getirdim
      • بِاٰيَةٍ
      • bir mu`cize
      • مِنْ رَبِّكُمْ
      • Rabbinizden
      • فَاتَّقُوا
      • korkun
      • اللّٰهَ
      • Allah`tan
      • وَاَط۪يعُونِ
      • bana ita`at edin
      51
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • رَبّ۪ي
      • benim de Rabbim
      • وَرَبُّكُمْ
      • sizin de Rabbinizdir
      • فَاعْبُدُوهُۜ
      • O`na kulluk edin
      • هٰذَا
      • budur
      • صِرَاطٌ
      • yol
      • مُسْتَق۪يمٌ
      • doğru
      52
      • فَلَمَّٓا اَحَسَّ
      • sezince
      • ع۪يسٰى
      • Îsa
      • مِنْهُمُ
      • onlardan
      • الْكُفْرَ
      • inkarı
      • قَالَ
      • dedi
      • مَنْ
      • kimler
      • اَنْصَار۪ٓي
      • bana yardımcı olacak
      • اِلَى
      • yolunda
      • اللّٰهِۜ
      • Allah
      • قَالَ
      • dediler
      • الْحَوَارِيُّونَ
      • Havariler
      • نَحْنُ
      • Biz
      • اَنْصَارُ
      • yardımcılarıyız
      • اللّٰهِۚ
      • Allah(yolun)un
      • اٰمَنَّا
      • inandık
      • بِاللّٰهِۚ
      • Allah`a
      • وَاشْهَدْ
      • şahid ol
      • بِاَنَّا
      • biz
      • مُسْلِمُونَ
      • müslümanlarız
      53
      • رَبَّنَٓا
      • Rabbimiz
      • اٰمَنَّا
      • inandık
      • بِمَٓا اَنْزَلْتَ
      • senin indirdiğine
      • وَاتَّبَعْنَا
      • uyduk
      • الرَّسُولَ
      • elçiye
      • فَاكْتُبْنَا
      • bizi yaz
      • مَعَ
      • beraber
      • الشَّاهِد۪ينَ
      • şahidlerle
      54
      • وَمَكَرُوا
      • tuzak kurdular
      • وَمَكَرَ
      • onların tuzaklarına karşılık verdi
      • اللّٰهُۜ
      • Allah da
      • وَاللّٰهُ
      • çünkü Allah
      • خَيْرُ
      • en iyi
      • الْمَاكِر۪ينَ۟
      • tuzak kurandır
      55
      • اِذْ
      • hani
      • قَالَ
      • demişti
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • يَا
      • Ey
      • ع۪يسٰٓى
      • Îsa
      • اِنّ۪ي
      • ben
      • مُتَوَفّ۪يكَ
      • senin canını alacağım
      • وَرَافِعُكَ
      • seni yükselteceğim
      • اِلَيَّ
      • bana
      • وَمُطَهِّرُكَ
      • seni temizleyeceğim
      • مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenlerden
      • وَجَاعِلُ
      • ve tutacağım
      • الَّذ۪ينَ اتَّبَعُوكَ
      • sana uyanları
      • فَوْقَ
      • üstünde
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا
      • inkar edenlerin
      • اِلٰى
      • kadar
      • يَوْمِ
      • gününe
      • الْقِيٰمَةِۚ
      • kıyamet
      • ثُمَّ
      • sonra
      • اِلَيَّ
      • bana olacaktır
      • مَرْجِعُكُمْ
      • dönüşünüz
      • فَاَحْكُمُ
      • ben hükmedeceğim
      • بَيْنَكُمْ
      • aranızda
      • ف۪يمَا
      • şeyler hakkında
      • كُنْتُمْ
      • sizin
      • ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ
      • ayrılığa düştüğünüz
      56
      • فَاَمَّا
      • gelince
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenlere
      • فَاُعَذِّبُهُمْ
      • onlara azabedeceğim
      • عَذَاباً
      • azapla
      • شَد۪يداً
      • şiddetli
      • فِي الدُّنْيَا
      • dünyada da
      • وَالْاٰخِرَةِۘ
      • ahirette de
      • وَمَا
      • olmayacaktır
      • لَهُمْ
      • onların
      • مِنْ نَاصِر۪ينَ
      • yardımcıları da
      57
      • وَاَمَّا
      • gelince
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
      • İnanıp
      • وَعَمِلُوا
      • yapanlara da
      • الصَّالِحَاتِ
      • iyi şeyler
      • فَيُوَفّ۪يهِمْ
      • (Allah) tam olarak verecektir
      • اُجُورَهُمْۜ
      • mükafatlarını
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • لَا يُحِبُّ
      • sevmez
      • الظَّالِم۪ينَ
      • zalimleri
      58
      • ذٰلِكَ
      • işte bu
      • نَتْلُوهُ
      • okuduğumuz
      • عَلَيْكَ
      • sana
      • مِنَ الْاٰيَاتِ
      • o ayetlerden
      • وَالذِّكْرِ
      • ve Zikir(Kitap)dandır
      • الْحَك۪يمِ
      • o hikmetli
      59
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • مَثَلَ
      • durumu
      • ع۪يسٰى
      • Îsa`nın
      • عِنْدَ
      • göre
      • اللّٰهِ
      • Allah`a
      • كَمَثَلِ
      • durumu gibidir
      • اٰدَمَۜ
      • Adem`in
      • خَلَقَهُ
      • Onu yarattı
      • مِنْ تُرَابٍ
      • topraktan
      • ثُمَّ
      • sonra
      • قَالَ
      • dedi
      • لَهُ
      • ona
      • كُنْ
      • Ol!
      • فَيَكُونُ
      • artık olur
      60
      • اَلْحَقُّ
      • (Bu,) gerçektir
      • مِنْ رَبِّكَ
      • Rabbinden gelen
      • فَلَا تَكُنْ
      • öyle ise olma
      • مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
      • kuşkulananlardan
      61
      • فَمَنْ
      • kim
      • حَٓاجَّكَ
      • seninle tartışmaya kalkarsa
      • ف۪يهِ
      • oun hakkında
      • مِنْ بَعْدِ
      • sonra
      • مَا جَٓاءَكَ
      • sana gelen
      • مِنَ الْعِلْمِ
      • ilimden
      • فَقُلْ
      • de ki
      • تَعَالَوْا
      • gelin
      • نَدْعُ
      • çağıralım
      • اَبْنَٓاءَنَا
      • oğullarımızı
      • وَاَبْنَٓاءَكُمْ
      • ve oğullarınızı
      • وَنِسَٓاءَنَا
      • kadınlarımızı
      • وَنِسَٓاءَكُمْ
      • ve kadınlarınızı
      • وَاَنْفُسَنَا
      • kendimizi
      • وَاَنْفُسَكُمْ
      • ve kendinizi
      • ثُمَّ
      • sonra
      • نَبْتَهِلْ
      • gönülden la`netle du`a edelim de
      • فَنَجْعَلْ
      • atalım (kılalım)
      • لَعْنَتَ
      • la`netini
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • عَلَى
      • üstüne
      • الْكَاذِب۪ينَ
      • yalancıların
      62
      • اِنَّ
      • işte
      • هٰذَا
      • budur
      • لَهُوَ
      • (Îsa hakkındaki) o
      • الْقَصَصُ
      • kıssa (öykü)
      • الْحَقُّۚ
      • gerçek
      • وَمَا
      • yoktur
      • مِنْ اِلٰهٍ
      • tanrı
      • اِلَّا
      • başka
      • اللّٰهُۜ
      • Allah`tan
      • وَاِنَّ
      • elbette
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • لَهُوَ الْعَز۪يزُ
      • aziz (kesin galib)
      • الْحَك۪يمُ
      • hüküm ve hikmet sahibidir
      63
      • فَاِنْ
      • eğer
      • تَوَلَّوْا
      • dönerlerse
      • فَاِنَّ
      • muhakkak ki
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • عَل۪يمٌ
      • bilir
      • بِالْمُفْسِد۪ينَ۟
      • bozguncuları
      64
      • قُلْ
      • de ki
      • يَٓا
      • Ey
      • اَهْلَ
      • ehli
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • تَعَالَوْا
      • gelin
      • اِلٰى كَلِمَةٍ
      • bir kelimeye
      • سَوَٓاءٍ
      • eşit olan
      • بَيْنَنَا
      • bizim aramızda
      • وَبَيْنَكُمْ
      • ve sizin aranızda
      • اَلَّا نَعْبُدَ
      • ibadet etmeyelim
      • اِلَّا
      • başkasına
      • اللّٰهَ
      • Allah`tan
      • وَلَا نُشْرِكَ
      • ortak koşmayalım
      • بِه۪
      • O`na
      • شَيْـٔاً
      • hiçbirşeyi
      • وَلَا يَتَّخِذَ
      • edinmeyelim
      • بَعْضُنَا
      • bazımız
      • بَعْضاً
      • bazımızı
      • اَرْبَاباً
      • tanrılar
      • مِنْ دُونِ
      • başka
      • اللّٰهِۜ
      • Allah`tan
      • فَاِنْ
      • eğer
      • تَوَلَّوْا
      • yüz çevirirlerse
      • فَقُولُوا
      • deyin
      • اشْهَدُوا
      • şahid olun
      • بِاَنَّا
      • şüphesiz biz
      • مُسْلِمُونَ
      • müslümanlarız
      65
      • يَٓا
      • ey
      • اَهْلَ
      • ehli
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • لِمَ
      • neden
      • تُحَٓاجُّونَ
      • tartışıyorsunuz
      • ف۪ٓي
      • hakkında
      • اِبْرٰه۪يمَ
      • İbrahim
      • وَمَٓا اُنْزِلَتِ
      • oysa indirilmiştir
      • التَّوْرٰيةُ
      • Tevrat da
      • وَالْاِنْج۪يلُ
      • İncil de
      • اِلَّا
      • ancak
      • مِنْ بَعْدِه۪ۜ
      • ondan sonra
      • اَفَلَا تَعْقِلُونَ
      • Düşünmüyor musunuz?
      66
      • هَٓا اَنْتُمْ
      • haydi siz
      • هٰٓؤُ۬لَٓاءِ
      • böylesiniz
      • حَاجَجْتُمْ
      • tartıştınız
      • ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪
      • olan şey hakkında
      • عِلْمٌ
      • biraz bilginiz
      • فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ
      • ama neden tartışıyorsunuz?
      • ف۪يمَا
      • hakkında
      • لَيْسَ
      • olmayan
      • لَكُمْ بِه۪
      • hiçbir
      • عِلْمٌۜ
      • bilginiz
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • يَعْلَمُ
      • bilir
      • وَاَنْتُمْ
      • siz
      • لَا تَعْلَمُونَ
      • bilmezsiniz
      67
      • مَا كَانَ
      • değildi
      • اِبْرٰه۪يمُ
      • İbrahim
      • يَهُودِياًّ
      • ne yahudi
      • وَلَا نَصْرَانِياًّ
      • ne de hıristiyan
      • وَلٰكِنْ
      • fakat
      • كَانَ
      • idi
      • حَن۪يفاً
      • dosdoğru
      • مُسْلِماًۜ
      • bir müslüman
      • وَمَا كَانَ
      • değildi
      • مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
      • müşriklerden de
      68
      • اِنَّ
      • doğrusu
      • اَوْلَى
      • en yakın olanı
      • النَّاسِ
      • insanların
      • بِاِبْرٰه۪يمَ
      • İbrahim`e
      • لَلَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُ
      • ona uyanlar
      • وَهٰذَا
      • bu
      • النَّبِيُّ
      • peygamber
      • وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ
      • ve mü`minlerdir
      • وَاللّٰهُ
      • Allah da
      • وَلِيُّ
      • dostudur
      • الْمُؤْمِن۪ينَ
      • mü`minlerin
      69
      • وَدَّتْ
      • istedi ki
      • طَٓائِفَةٌ
      • bir grup
      • مِنْ اَهْلِ
      • ehlinden
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • لَوْ يُضِلُّونَكُمْۜ
      • sizi saptırsınlar
      • وَمَا
      • oysa
      • يُضِلُّونَ
      • saptırıyorlar
      • اِلَّٓا
      • sadece
      • اَنْفُسَهُمْ
      • kendilerini
      • وَمَا يَشْعُرُونَ
      • fakat farkında değiller
      70
      • يَٓا
      • Ey
      • اَهْلَ
      • ehli
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • لِمَ تَكْفُرُونَ
      • niçin inkar ediyorsunuz?
      • بِاٰيَاتِ
      • ayetlerini
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ
      • (gerçeği) gördüğünüz halde
      71
      • يَٓا
      • Ey
      • اَهْلَ
      • ehli
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • لِمَ
      • niçin
      • تَلْبِسُونَ
      • karıştırıyorsunuz
      • الْحَقَّ
      • hakkı
      • بِالْبَاطِلِ
      • batıla
      • وَتَكْتُمُونَ
      • ve gizliyorsunuz
      • الْحَقَّ
      • gerçeği
      • وَاَنْتُمْ
      • siz
      • تَعْلَمُونَ۟
      • bildiğiniz halde
      72
      • وَقَالَتْ
      • dedi ki
      • طَٓائِفَةٌ
      • bir grup
      • مِنْ اَهْلِ
      • ehlinden
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • اٰمِنُوا
      • inanın
      • بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ
      • indirilmiş olana
      • عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
      • inananlara
      • وَجْهَ
      • önünde
      • النَّهَارِ
      • günün
      • وَاكْفُرُٓوا
      • inkar edin
      • اٰخِرَهُ
      • sonunda da
      • لَعَلَّهُمْ
      • belki onlar
      • يَرْجِعُونَۚ
      • dönerler
      73
      • وَلَا تُؤْمِنُٓوا
      • güvenmeyin (dediler)
      • اِلَّا
      • başkasına
      • لِمَنْ تَبِـعَ
      • uyandan
      • د۪ينَكُمْۜ
      • sizin dininize
      • قُلْ
      • de ki
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • الْهُدٰى
      • Hidayet
      • هُدَى
      • hidayetidir
      • اللّٰهِۙ
      • Allah`ın
      • اَنْ يُؤْتٰٓى
      • verilmesinden (ötürü mü böyle söylüyorsunuz)
      • اَحَدٌ
      • birine
      • مِثْلَ
      • benzerinin
      • مَٓا اُو۫ت۪يتُمْ
      • size verilenin
      • اَوْ
      • veya
      • يُحَٓاجُّوكُمْ
      • (aleyhinize) deliller getireceklerinden
      • عِنْدَ
      • huzurunda
      • رَبِّكُمْۜ
      • Rabbinizin
      • الْفَضْلَ
      • Lutuf
      • بِيَدِ
      • elindedir
      • اللّٰهِۚ
      • Allah`ın
      • يُؤْت۪يهِ
      • onu verir
      • مَنْ يَشَٓاءُۜ
      • dilediğine
      • وَاللّٰهُ
      • Allah`ın
      • وَاسِعٌ
      • (lutfu) geniştir
      • عَل۪يمٌۚ
      • (O her şeyi) bilendir
      74
      • يَخْتَصُّ
      • has kılar
      • بِرَحْمَتِه۪
      • Rahmetini
      • مَنْ يَشَٓاءُۜ
      • dilediğine
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • ذُو
      • sahibidir
      • الْفَضْلِ
      • lutuf ve ikram
      • الْعَظ۪يمِ
      • büyük
      75
      • وَمِنْ اَهْلِ
      • ehlinden
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • مَنْ
      • öylesi vardır ki
      • اِنْ
      • eğer
      • تَأْمَنْهُ
      • ona emanet bıraksan
      • بِقِنْطَارٍ
      • yüklerle mal
      • يُؤَدِّه۪ٓ
      • onu öder
      • اِلَيْكَۚ
      • sana
      • وَمِنْهُمْ
      • onlardan
      • مَنْ
      • öylesi de vardır ki
      • تَأْمَنْهُ
      • ona versen
      • بِد۪ينَارٍ
      • bir dinar
      • لَا يُؤَدِّه۪ٓ
      • onu ödemez
      • اِلَيْكَ
      • sana
      • اِلَّا مَا دُمْتَ
      • devamlı olarak
      • عَلَيْهِ قَٓائِماًۜ
      • başına dikilmeden
      • ذٰلِكَ
      • bu
      • بِاَنَّهُمْ
      • onların
      • قَالُوا
      • dedikleri içindir
      • لَيْسَ
      • yoktur
      • عَلَيْنَا
      • bize
      • فِي الْاُمِّيّ۪نَ
      • ümmilere karşı
      • سَب۪يلٌۚ
      • bir yol (sorumluluk)
      • وَيَقُولُونَ
      • ve söylüyorlar
      • عَلَى
      • karşı
      • اللّٰهِ
      • Allah`a
      • الْكَذِبَ
      • yalan
      • وَهُمْ يَعْلَمُونَ
      • bile bile
      76
      • بَلٰى
      • Hayır
      • مَنْ
      • kim
      • اَوْفٰى
      • yerine getirir
      • بِعَهْدِه۪
      • sözünü
      • وَاتَّقٰى
      • ve (günahtan) korunursa
      • فَاِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah da
      • يُحِبُّ
      • sever
      • الْمُتَّق۪ينَ
      • korunanları
      77
      • اِنَّ
      • Fakat
      • الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ
      • satanlar var ya
      • بِعَهْدِ
      • verdikleri sözü
      • اللّٰهِ
      • Allah`a
      • وَاَيْمَانِهِمْ
      • ve yeminlerini
      • ثَمَناً
      • paraya
      • قَل۪يلاً
      • az bir
      • اُو۬لٰٓئِكَ
      • işte
      • لَا خَلَاقَ
      • bir payı yoktur
      • لَهُمْ
      • onların
      • فِي الْاٰخِرَةِ
      • ahirette
      • وَلَا يُكَلِّمُهُمُ
      • onlara konuşmayacak
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • وَلَا يَنْظُرُ
      • bakmayacak
      • اِلَيْهِمْ
      • onlara
      • يَوْمَ
      • günü
      • الْقِيٰمَةِ
      • kıyamet
      • وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ
      • ve onları yüceltmeyecektir
      • وَلَهُمْ
      • Onlar için vardır
      • عَذَابٌ
      • bir azab
      • اَل۪يمٌ
      • acıklı
      78
      • وَاِنَّ
      • ve şüphesiz
      • مِنْهُمْ
      • onlardan
      • لَفَر۪يقاً
      • bir grup var ki
      • يَلْوُ۫نَ
      • eğip bükerler
      • اَلْسِنَتَهُمْ
      • dillerini
      • بِالْكِتَابِ
      • Kitapla
      • لِتَحْسَبُوهُ
      • siz sanasınız diye
      • مِنَ الْكِتَابِ
      • Kitaptan
      • وَمَا هُوَ
      • olmayan bir şeyi
      • مِنَ الْكِتَابِۚ
      • Kitapta
      • وَيَقُولُونَ
      • ve derler
      • هُوَ
      • o
      • مِنْ عِنْدِ
      • katındandır
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • وَمَا هُوَ
      • Oysa o değildir
      • مِنْ عِنْدِ
      • katından
      • اللّٰهِۚ
      • Allah
      • وَيَقُولُونَ
      • söylerler
      • عَلَى
      • karşı
      • اللّٰهِ
      • Allah`a
      • الْكَذِبَ
      • yalan
      • وَهُمْ يَعْلَمُونَ
      • bile bile
      79
      • مَا كَانَ
      • yakışmaz ki
      • لِبَشَرٍ
      • hiçbir insana
      • اَنْ يُؤْتِيَهُ
      • ona versin de
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • الْكِتَابَ
      • Kitap
      • وَالْحُكْمَ
      • hüküm (hikmet)
      • وَالنُّبُوَّةَ
      • ve peygamberlik
      • ثُمَّ
      • sonra (o kalksın)
      • يَقُولَ
      • desin
      • لِلنَّاسِ
      • insanlara
      • كُونُوا
      • olun
      • عِبَاداً
      • kullar
      • ل۪ي
      • bana
      • مِنْ دُونِ
      • bırakıp
      • اللّٰهِ
      • Allah`ı
      • وَلٰكِنْ
      • fakat (der ki)
      • رَبَّانِيّ۪نَ
      • Rabba halis kullar
      • بِمَا
      • şeyler gereğince
      • كُنْتُمْ تُعَلِّمُونَ
      • okuduğunuz
      • وَبِمَا كُنْتُمْ تَدْرُسُونَۙ
      • öğrettiğiniz
      80
      • وَلَا يَأْمُرَكُمْ
      • Ve size emretmez
      • اَنْ تَتَّخِذُوا
      • edinin diye
      • الْمَلٰٓئِكَةَ
      • Melekleri
      • وَالنَّبِيّ۪نَ
      • ve peygamberleri
      • اَرْبَاباًۜ
      • tanrılar
      • اَيَأْمُرُكُمْ
      • size emreder mi?
      • بِالْكُفْرِ
      • inkarı
      • بَعْدَ
      • sonra
      • اِذْ
      • olduktan
      • اَنْتُمْ
      • siz
      • مُسْلِمُونَ۟
      • müslüman
      81
      • وَاِذْ
      • hani
      • اَخَذَ
      • almıştı
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • م۪يثَاقَ
      • şöyle söz
      • النَّبِيّ۪نَ
      • peygamberlerden
      • لَـمَٓا
      • bakın
      • اٰتَيْتُكُمْ
      • size verdim
      • مِنْ كِتَابٍ
      • Kitap
      • وَحِكْمَةٍ
      • ve hikmet
      • ثُمَّ
      • imdi
      • جَٓاءَكُمْ
      • geldiğinde
      • رَسُولٌ
      • bir peygamber
      • مُصَدِّقٌ
      • doğrulayıcı
      • لِمَا مَعَكُمْ
      • yanınızda bulunan(Kitap)ı
      • لَتُؤْمِنُنَّ
      • mutlaka inanacak
      • بِه۪
      • ona
      • وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ
      • ve ona mutlaka yardım edeceksiniz
      • قَالَ
      • demişti
      • ءَاَقْرَرْتُمْ
      • bunu kabul ettiniz mi?
      • وَاَخَذْتُمْ
      • ve aldınız mı?
      • عَلٰى
      • üzerinize
      • ذٰلِكُمْ
      • bu hususta
      • اِصْر۪يۜ
      • ağır ahdimi
      • قَالُٓوا
      • dediler
      • اَقْرَرْنَاۜ
      • kabul ettik
      • قَالَ
      • dedi
      • فَاشْهَدُوا
      • o halde tanık olun
      • وَاَنَا۬
      • ben de
      • مَعَكُمْ
      • sizinle beraber
      • مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
      • tanık olanlardanım
      82
      • فَمَنْ
      • artık kim
      • تَوَلّٰى
      • dönerse
      • بَعْدَ
      • sonra
      • ذٰلِكَ
      • bundan
      • فَاُو۬لٰٓئِكَ
      • işte
      • هُمُ
      • onlar
      • الْفَاسِقُونَ
      • fasıklardır
      83
      • اَفَغَيْرَ
      • başkasını mı
      • د۪ينِ
      • dininden
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • يَبْغُونَ
      • arıyorlar
      • وَلَهُٓ
      • oysa O`na
      • اَسْلَمَ
      • teslim olmuştur
      • مَنْ فِي
      • olanların hepsi
      • السَّمٰوَاتِ
      • göklerde
      • وَالْاَرْضِ
      • ve yerde
      • طَوْعاً
      • ister
      • وَكَرْهاً
      • istemez
      • وَاِلَيْهِ
      • ve O`na
      • يُرْجَعُونَ
      • döndürüleceklerdir
      84
      • قُلْ
      • de ki
      • اٰمَنَّا
      • inandık
      • بِاللّٰهِ
      • Allah`a
      • وَمَٓا اُنْزِلَ
      • indirilene
      • عَلَيْنَا
      • bize
      • وَمَٓا اُنْزِلَ عَلٰٓى
      • ve indirilene
      • اِبْرٰه۪يمَ
      • İbrahim`e
      • وَاِسْمٰع۪يلَ
      • İsma`il`e
      • وَاِسْحٰقَ
      • İshak`a
      • وَيَعْقُوبَ
      • Ya`kub`a
      • وَالْاَسْبَاطِ
      • ve sıbtlara
      • وَمَٓا اُو۫تِيَ
      • verilene
      • مُوسٰى
      • Musa`ya
      • وَع۪يسٰى
      • Îsa`ya
      • وَالنَّبِيُّونَ
      • ve peygamberlere
      • مِنْ رَبِّهِمْۖ
      • Rableri tarafından
      • لَا نُفَرِّقُ
      • ayırım yapmayız
      • بَيْنَ
      • arasında
      • اَحَدٍ
      • hiçbirinin
      • مِنْهُمْۘ
      • onlar
      • وَنَحْنُ
      • biz
      • لَهُ
      • O`na
      • مُسْلِمُونَ
      • teslim olanlarız
      85
      • وَمَنْ
      • kim
      • يَبْتَغِ
      • ararsa
      • غَيْرَ
      • başka
      • الْاِسْلَامِ
      • İslam`dan
      • د۪يناً
      • bir din
      • فَلَنْ
      • bilsin ki
      • يُقْبَلَ
      • (o din) kabul edilmeyecek
      • مِنْهُۚ
      • ondan
      • وَهُوَ
      • ve o
      • فِي الْاٰخِرَةِ
      • ahirette
      • مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
      • kaybedenlerden olacaktır
      86
      • كَيْفَ
      • nasıl
      • يَهْدِي
      • yol gösterir
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • قَوْماً
      • bir topluma
      • كَفَرُوا
      • inkar eden
      • بَعْدَ
      • sonra
      • ا۪يمَانِهِمْ
      • İman ettikten
      • وَشَهِدُٓوا
      • ve gördükten
      • اَنَّ
      • gerçekten
      • الرَّسُولَ
      • Resul`ün
      • حَقٌّ
      • hak olduğunu
      • وَجَٓاءَهُمُ
      • ve kendilerine geldikten
      • الْبَيِّنَاتُۜ
      • açık deliller
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • لَا يَهْدِي
      • doğru yola iletmez
      • الْقَوْمَ
      • toplumu
      • الظَّالِم۪ينَ
      • zalim
      87
      • اُو۬لٰٓئِكَ
      • işte
      • جَزَٓاؤُ۬هُمْ
      • onların cezası
      • اَنَّ
      • gerçekten
      • عَلَيْهِمْ
      • onların üzerine olmasıdır
      • لَعْنَةَ
      • la`neti
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَالْمَلٰٓئِكَةِ
      • meleklerin
      • وَالنَّاسِ
      • ve insanların
      • اَجْمَع۪ينَۙ
      • bütün
      88
      • خَالِد۪ينَ
      • ebedi kalacaklardır
      • ف۪يهَاۚ
      • O(la`net)in içinde
      • لَا يُخَفَّفُ
      • hafifletilmeyecek
      • عَنْهُمُ
      • onlardan
      • الْعَذَابُ
      • azab
      • وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَۙ
      • ve onlara asla fırsat verilmeyecektir
      89
      • اِلَّا
      • ancak başka
      • الَّذ۪ينَ تَابُوا
      • tevbe edip
      • مِنْ بَعْدِ
      • sonra
      • ذٰلِكَ
      • ondan
      • وَاَصْلَحُوا
      • uslananlar
      • فَاِنَّ
      • çünkü
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • غَفُورٌ
      • çok bağışlayan
      • رَح۪يمٌ
      • çok esirgeyendir
      90
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • onlar ki inkar ettiler
      • بَعْدَ
      • sonra
      • ا۪يمَانِهِمْ
      • inandıktan
      • ثُمَّ
      • sonra
      • ازْدَادُوا
      • arttı
      • كُفْراً
      • inkarları
      • لَنْ تُقْبَلَ
      • kabul edilmeyecektir
      • تَوْبَتُهُمْۚ
      • onların tevbeleri
      • وَاُو۬لٰٓئِكَ
      • işte
      • هُمُ
      • onlar
      • الضَّٓالُّونَ
      • sapıkların ta kendileridir
      91
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edip
      • وَمَاتُوا
      • ölenler
      • وَهُمْ كُفَّارٌ
      • kafir olarak
      • فَلَنْ يُقْبَلَ
      • kabul edilmeyecektir
      • مِنْ اَحَدِهِمْ
      • hiçbirinden
      • مِلْءُ
      • dolusu
      • الْاَرْضِ
      • dünya
      • ذَهَباً
      • altın
      • وَلَوِ
      • olsa dahi
      • افْتَدٰى بِه۪ۜ
      • fidye vermiş
      • اُو۬لٰٓئِكَ
      • işte
      • لَهُمْ
      • onlar için vardır
      • عَذَابٌ
      • bir azab
      • اَل۪يمٌ
      • acıklı
      • وَمَا
      • ve yoktur
      • لَهُمْ
      • onların
      • مِنْ نَاصِر۪ينَ۟
      • hiçbir yardımcıları
      92
      • لَنْ تَنَالُوا
      • asla eremezsiniz
      • الْبِرَّ
      • iyiliğe
      • حَتّٰى
      • kadar
      • تُنْفِقُوا
      • (Allah için) harcayıncaya
      • مِمَّا
      • şeylerden
      • تُحِبُّونَۜ
      • sevdiğiniz
      • وَمَا تُنْفِقُوا
      • ne harcarsanız
      • مِنْ شَيْءٍ
      • herhangi bir şeyden
      • فَاِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • بِه۪
      • onu
      • عَل۪يمٌ
      • bilir
      93
      • كُلُّ
      • bütün
      • الطَّعَامِ
      • yiyecekler
      • كَانَ
      • idi
      • حِلاًّ
      • helal
      • لِبَن۪ٓي
      • oğullarına
      • اِسْرَٓائ۪لَ
      • İsrail
      • اِلَّا
      • dışında
      • مَا
      • şeyler
      • حَرَّمَ
      • haram kıldığı
      • اِسْرَٓائ۪لُ
      • İsrail`in
      • عَلٰى نَفْسِه۪
      • kendisine
      • مِنْ قَبْلِ
      • önce
      • اَنْ تُنَزَّلَ
      • indirilmeden
      • التَّوْرٰيةُۜ
      • Tevrat
      • قُلْ
      • de ki
      • فَأْتُوا
      • getirip
      • بِالتَّوْرٰيةِ
      • Tevrat`ı
      • فَاتْلُوهَٓا
      • okuyun
      • اِنْ
      • eğer
      • كُنْتُمْ
      • iseniz
      • صَادِق۪ينَ
      • doğru
      94
      • فَمَنِ
      • artık kim
      • افْتَرٰى
      • uydurursa
      • عَلَى اللّٰهِ
      • Allah`a
      • الْكَذِبَ
      • yalan
      • مِنْ بَعْدِ
      • sonra da
      • ذٰلِكَ
      • bundan
      • فَاُو۬لٰٓئِكَ
      • işte
      • هُمُ
      • onlar
      • الظَّالِمُونَ
      • zalimlerdir
      95
      • قُلْ
      • de ki
      • صَدَقَ
      • doğru söyledi
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • فَاتَّبِعُوا
      • öyle ise uyun
      • مِلَّةَ
      • dinine
      • اِبْرٰه۪يمَ
      • İbrahim
      • حَن۪يفاًۜ
      • hanif (Allah`ı birleyici) olarak
      • وَمَا كَانَ
      • O değildi
      • مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
      • ortak koşanlardan
      96
      • اِنَّ
      • doğrusu
      • اَوَّلَ
      • ilk
      • بَيْتٍ
      • ev
      • وُضِعَ
      • (ma`bed olarak) kurulan
      • لِلنَّاسِ
      • insanlara
      • لَلَّذ۪ي بِبَكَّةَ
      • Mekke`de olandır
      • مُبَارَكاً
      • uğur, bereket
      • وَهُدًى
      • ve hidayet kaynağıdır
      • لِلْعَالَم۪ينَۚ
      • alemlere
      97
      • ف۪يهِ
      • onda vardır
      • اٰيَاتٌ
      • deliller
      • بَيِّنَاتٌ
      • açık açık
      • مَقَامُ
      • Makamı
      • اِبْرٰه۪يمَۚ
      • İbrahim`in
      • وَمَنْ
      • kimse
      • دَخَلَهُ
      • ona giren
      • كَانَ اٰمِناًۜ
      • güvene erer
      • وَلِلّٰهِ
      • Allah`ın bir hakkıdır
      • عَلَى
      • üzerinde
      • النَّاسِ
      • insanlar
      • حِجُّ
      • (gidip) haccetmesi
      • الْبَيْتِ
      • Ev`e
      • مَنِ
      • herkesin
      • اسْتَطَاعَ
      • gücü yeten
      • اِلَيْهِ سَب۪يلاًۜ
      • yoluna
      • وَمَنْ
      • kim
      • كَفَرَ
      • nankörlük ederse
      • فَاِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • غَنِيٌّ
      • zengindir
      • عَنِ الْعَالَم۪ينَ
      • bütün alemlerden
      98
      • قُلْ
      • de ki
      • يَٓا
      • Ey
      • اَهْلَ
      • ehli
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • لِمَ تَكْفُرُونَ
      • neden inkar ediyorsunuz?
      • بِاٰيَاتِ
      • ayetlerini
      • اللّٰهِۗ
      • Allah`ın
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • شَه۪يدٌ
      • tanık iken
      • عَلٰى مَا تَعْمَلُونَ
      • yaptıklarınıza
      99
      • قُلْ
      • de ki
      • يَٓا
      • Ey
      • اَهْلَ
      • ehli
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • لِمَ تَصُدُّونَ
      • niçin çevirmeğe çalışıyorsunuz?
      • عَنْ سَب۪يلِ
      • yolundan
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • مَنْ
      • kimseleri
      • اٰمَنَ
      • inanan
      • تَبْغُونَهَا
      • göstermeğe yeltenerek
      • عِوَجاً
      • eğri
      • وَاَنْتُمْ شُهَدَٓاءُۜ
      • gerçeğe tanık olduğunuz halde
      • وَمَا
      • değildir
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • بِغَافِلٍ
      • habersiz
      • عَمَّا تَعْمَلُونَ
      • yaptıklarınızdan
      100
      • يَٓا اَيُّهَا
      • Ey
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا
      • inananlar
      • اِنْ تُط۪يعُوا
      • uyarsanız
      • فَر۪يقاً
      • gruba
      • مِنَ
      • herhangi bir
      • الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا
      • verilenlerden
      • الْكِتَابَ
      • Kitap
      • يَرُدُّوكُمْ
      • sizi döndürüp
      • بَعْدَ
      • sonra
      • ا۪يمَانِكُمْ
      • imanınızdan
      • كَافِر۪ينَ
      • kafir yaparlar
      101
      • وَكَيْفَ
      • nasıl
      • تَكْفُرُونَ
      • inkar edersiniz
      • وَاَنْتُمْ
      • ve üstelik size
      • تُتْلٰى
      • okunmakta
      • عَلَيْكُمْ
      • size
      • اٰيَاتُ
      • ayetleri
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَف۪يكُمْ
      • ve aranızda iken
      • رَسُولُهُۜ
      • O`nun Elçisi de
      • وَمَنْ
      • kim
      • يَعْتَصِمْ
      • sarılırsa
      • بِاللّٰهِ
      • Allah`a
      • فَقَدْ
      • muhakkak ki o
      • هُدِيَ
      • iletilmiştir
      • اِلٰى صِرَاطٍ
      • yola
      • مُسْتَق۪يمٍ۟
      • doğru
      102
      • يَٓا اَيُّهَا
      • Ey
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
      • inananlar
      • اتَّقُوا
      • korkun
      • اللّٰهَ
      • Allah`tan
      • حَقَّ
      • hakkıyla
      • تُقَاتِه۪
      • O`na yaraşır biçimde
      • وَلَا تَمُوتُنَّ
      • ölmeyin
      • اِلَّا
      • dışında
      • وَاَنْتُمْ
      • siz
      • مُسْلِمُونَ
      • müslümanlar olmak
      103
      • وَاعْتَصِمُوا
      • ve yapışın
      • بِحَبْلِ
      • ipine
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • جَم۪يعاً
      • topluca
      • وَلَا تَفَرَّقُواۖ
      • ayrılmayın
      • وَاذْكُرُوا
      • hatırlayın
      • نِعْمَتَ
      • ni`metini
      • عَلَيْكُمْ
      • size olan
      • اِذْ
      • hani
      • كُنْتُمْ
      • siz idiniz
      • اَعْدَٓاءً
      • birbirinize düşman
      • فَاَلَّفَ
      • (Allah) uzlaştırdı
      • بَيْنَ
      • arasını
      • قُلُوبِكُمْ
      • kalblerinizin
      • فَاَصْبَحْتُمْ
      • haline geldiniz
      • بِنِعْمَتِه۪ٓ
      • O`un ni`metiyle
      • اِخْوَاناًۚ
      • kardeşler
      • وَكُنْتُمْ
      • siz bulunuyordunuz
      • عَلٰى شَفَا
      • kenarında
      • حُفْرَةٍ
      • bir çukurun
      • مِنَ النَّارِ
      • ateşten
      • فَاَنْقَذَكُمْ
      • (Allah) sizi kurtardı
      • مِنْهَاۜ
      • ondan
      • كَذٰلِكَ
      • böyle
      • يُبَيِّنُ
      • açıklıyor
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • لَكُمْ
      • size
      • اٰيَاتِه۪
      • ayetlerini
      • لَعَلَّكُمْ
      • umulur ki
      • تَهْتَدُونَ
      • yola gelirsiniz
      104
      • وَلْتَكُنْ
      • olsun
      • مِنْكُمْ
      • içinizden
      • اُمَّةٌ
      • bir topluluk
      • يَدْعُونَ
      • çağıran
      • اِلَى الْخَيْرِ
      • hayra
      • وَيَأْمُرُونَ
      • emredip
      • بِالْمَعْرُوفِ
      • iyiliği
      • وَيَنْهَوْنَ
      • men`eden
      • عَنِ الْمُنْكَرِۜ
      • kötülükten
      • وَاُو۬لٰٓئِكَ
      • işte
      • هُمُ
      • onlar
      • الْمُفْلِحُونَ
      • kurtuluşa erenlerdir
      105
      • وَلَا تَكُونُوا
      • olmayın
      • كَالَّذ۪ينَ
      • gibi
      • تَفَرَّقُوا
      • bölünüp
      • وَاخْتَلَفُوا
      • ihtilaf edenler
      • مِنْ بَعْدِ
      • sonra
      • مَا جَٓاءَهُمُ
      • kendilerine geldikten
      • الْبَيِّنَاتُۜ
      • açık deliller
      • وَاُو۬لٰٓئِكَ
      • İşte onlar
      • لَهُمْ
      • (evet) onlar için vardır
      • عَذَابٌ
      • bir azab
      • عَظ۪يمٌۙ
      • büyük
      106
      • يَوْمَ
      • O gün
      • تَبْيَضُّ
      • ağarır
      • وُجُوهٌ
      • bazı yüzler
      • وَتَسْوَدُّ
      • kararır
      • وُجُوهٌۚ
      • bazı yüzler
      • فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ
      • kararanlara
      • وُجُوهُهُمْ۠
      • yüzleri
      • اَكَفَرْتُمْ
      • inkar ettiniz ha? (denilir)
      • بَعْدَ
      • sonra
      • ا۪يمَانِكُمْ
      • inanmanızdan
      • فَذُوقُوا
      • öyle ise tadın
      • الْعَذَابَ
      • azabı
      • بِمَا كُنْتُمْ
      • etmenize karşılık
      • تَكْفُرُونَ
      • inkar
      107
      • وَاَمَّا
      • ise
      • الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ
      • ağaranlar
      • وُجُوهُهُمْ
      • yüzleri
      • فَف۪ي
      • içindedirler
      • رَحْمَةِ
      • rahmeti
      • اللّٰهِۜ
      • Allah`ın
      • هُمْ
      • onlar
      • ف۪يهَا
      • orada
      • خَالِدُونَ
      • sürekli kalacaklardır
      108
      • تِلْكَ
      • İşte onlar
      • اٰيَاتُ
      • ayetleridir
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • نَتْلُوهَا
      • onları okuyoruz
      • عَلَيْكَ
      • sana
      • بِالْحَقِّۜ
      • gerçek ile
      • وَمَا اللّٰهُ
      • Allah
      • يُر۪يدُ
      • istemez
      • ظُلْماً
      • zulmetmek
      • لِلْعَالَم۪ينَ
      • alemlere
      109
      • وَلِلّٰهِ
      • Allah`ındır
      • مَا فِي السَّمٰوَاتِ
      • göklerde
      • وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
      • ve yerde olanlar
      • وَاِلَى اللّٰهِ
      • Allah`a
      • تُرْجَعُ
      • döndürülür
      • الْاُمُورُ۟
      • bütün işler
      110
      • كُنْتُمْ
      • siz oldunuz
      • خَيْرَ
      • en hayırlı
      • اُمَّةٍ
      • bir ümmet
      • اُخْرِجَتْ
      • çıkarılmış
      • لِلنَّاسِ
      • insanlar için
      • تَأْمُرُونَ
      • emreder
      • بِالْمَعْرُوفِ
      • iyiliği
      • وَتَنْهَوْنَ
      • men`edersiniz
      • عَنِ الْمُنْكَرِ
      • kötülükten
      • وَتُؤْمِنُونَ
      • ve inanırsınız
      • بِاللّٰهِۜ
      • Allah`a
      • وَلَوْ
      • eğer
      • اٰمَنَ
      • inanmış olsaydı
      • اَهْلُ
      • ehli
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • لَكَانَ
      • elbette olurdu
      • خَيْراً
      • hayırlı
      • لَهُمْۜ
      • kendileri için
      • مِنْهُمُ
      • onlardan
      • الْمُؤْمِنُونَ
      • inananlar da var
      • وَاَكْثَرُهُمُ
      • ama çokları
      • الْفَاسِقُونَ
      • yoldan çıkmışlardır
      111
      • لَنْ يَضُرُّوكُمْ
      • size zarar veremezler
      • اِلَّٓا
      • başka bir
      • اَذًىۜ
      • eziyetten
      • وَاِنْ
      • ve eğer
      • يُقَاتِلُوكُمْ
      • sizinle savaşsalar bile
      • يُوَلُّوكُمُ
      • size dönüp kaçarlar
      • الْاَدْبَارَ۠
      • arkalarını
      • ثُمَّ
      • sonra
      • لَا يُنْصَرُونَ
      • onlara yardım da edilmez
      112
      • ضُرِبَتْ
      • vurulmuştur
      • عَلَيْهِمُ
      • onlara
      • الذِّلَّةُ
      • alçaklık (damgası)
      • اَيْنَ
      • nerede
      • مَا ثُقِفُٓوا
      • olsalar
      • اِلَّا
      • meğer ki (sığınmış olsunlar)
      • بِحَبْلٍ
      • ahdine (ipine)
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَحَبْلٍ
      • ve ahdine (ipine)
      • مِنَ النَّاسِ
      • (inanan) insanların
      • وَبَٓاؤُ۫
      • uğradılar
      • بِغَضَبٍ
      • gazabına
      • وَضُرِبَتْ
      • ve vuruldu
      • عَلَيْهِمُ
      • üzerlerine
      • الْمَسْكَنَةُۜ
      • miskinlik damgası
      • ذٰلِكَ
      • böyle oldu
      • بِاَنَّهُمْ
      • çünkü onlar
      • كَانُوا
      • idiler
      • يَكْفُرُونَ
      • inkar ediyorlar
      • بِاٰيَاتِ
      • ayetlerini
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَيَقْتُلُونَ
      • öldürüyorlardı
      • الْاَنْبِيَٓاءَ
      • peygamberleri
      • بِغَيْرِ حَقٍّۜ
      • haksız yere
      • ذٰلِكَ
      • ve çünkü
      • بِمَا عَصَوْا
      • isyan etmişlerdi
      • وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۠
      • haddi aşıyorlardı
      113
      • لَيْسُوا
      • ama hepsi değildir
      • سَوَٓاءًۜ
      • aynı
      • مِنْ اَهْلِ
      • ehlinden
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • اُمَّةٌ
      • bir topluluk da vardır
      • قَٓائِمَةٌ
      • ayakta durup
      • يَتْلُونَ
      • okuyarak
      • اٰيَاتِ
      • ayetlerini
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • اٰنَٓاءَ
      • saatlerinde
      • الَّيْلِ
      • gece
      • وَهُمْ يَسْجُدُونَ۠
      • secdeye kapanan
      114
      • يُؤْمِنُونَ
      • onlar inanırlar
      • بِاللّٰهِ
      • Allah`a
      • وَالْيَوْمِ
      • ve gününe
      • الْاٰخِرِ
      • ahiret
      • وَيَأْمُرُونَ
      • emreder
      • بِالْمَعْرُوفِ
      • iyiliği
      • وَيَنْهَوْنَ
      • men`ederler
      • عَنِ الْمُنْكَرِ
      • kötülükten
      • وَيُسَارِعُونَ
      • koşarlar
      • فِي الْخَيْرَاتِۜ
      • hayır işlerine
      • وَاُو۬لٰٓئِكَ
      • işte onlar
      • مِنَ الصَّالِح۪ينَ
      • iyilerdendir
      115
      • وَمَا يَفْعَلُوا
      • yapacakları
      • مِنْ خَيْرٍ
      • hiçbir iyilik
      • فَلَنْ يُكْفَرُوهُۜ
      • inkar edilmeyecektir
      • وَاللّٰهُ
      • Şüphesiz Allah
      • عَل۪يمٌ
      • bilmektedir
      • بِالْمُتَّق۪ينَ
      • (günahlardan) korunanları
      116
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenler
      • لَنْ تُغْنِيَ
      • yarar sağlamayacaktır
      • عَنْهُمْ
      • onlara
      • اَمْوَالُهُمْ
      • ne malları
      • وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ
      • ne de evladları
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah`a karşı
      • شَيْـٔاًۜ
      • hiçbir şey
      • وَاُو۬لٰٓئِكَ
      • onlar
      • اَصْحَابُ
      • halkıdır
      • النَّارِۚ
      • ateş
      • هُمْ
      • onlar
      • ف۪يهَا
      • orada
      • خَالِدُونَ
      • sürekli kalacaklardır
      117
      • مَثَلُ
      • durumu
      • مَا يُنْفِقُونَ
      • harcadıkları malların
      • ف۪ي هٰذِهِ
      • bu
      • الْحَيٰوةِ
      • dünya
      • الدُّنْيَا
      • hayatında
      • كَمَثَلِ
      • benzer
      • ر۪يحٍ
      • bir rüzgara
      • ف۪يهَا
      • kendisine
      • صِرٌّ
      • dondurucu
      • اَصَابَتْ
      • vurup
      • حَرْثَ
      • ekinine
      • قَوْمٍ
      • bir topluluğun
      • ظَلَمُٓوا
      • zulmeden
      • اَنْفُسَهُمْ
      • nefislerine
      • فَاَهْلَكَتْهُۜ
      • onu mahveden
      • وَمَا ظَلَمَهُمُ
      • onlara zulmetmedi
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • وَلٰكِنْ
      • fakat
      • اَنْفُسَهُمْ
      • onlar kendi kendilerine
      • يَظْلِمُونَ
      • zulmediyorlardı
      118
      • يَٓا اَيُّهَا
      • ey
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
      • inananlar
      • لَا تَتَّخِذُوا
      • edinmeyin
      • بِطَانَةً
      • kendinize dost
      • مِنْ دُونِكُمْ
      • kendinizden başkasını
      • لَا يَأْلُونَكُمْ
      • onlar sizi geri durmazlar
      • خَبَالاًۜ
      • bozmaktan
      • وَدُّوا
      • isterler
      • مَا
      • şeyleri
      • عَنِتُّمْۚ
      • size sıkıntı verecek
      • قَدْ
      • doğrusu
      • بَدَتِ
      • taşmaktadır
      • الْبَغْضَٓاءُ
      • öfke
      • مِنْ اَفْوَاهِهِمْۚ
      • onların ağızlarından
      • وَمَا تُخْف۪ي
      • gizledikleri (kin) ise
      • صُدُورُهُمْ
      • göğüslerinde
      • اَكْـبَرُۜ
      • daha büyüktür
      • قَدْ
      • elbette
      • بَيَّنَّا
      • açıkladık
      • لَكُمُ
      • size
      • الْاٰيَاتِ
      • ayetleri
      • اِنْ
      • eğer
      • كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
      • düşünürseniz
      119
      • هَٓا اَنْتُمْ
      • İşte siz
      • اُو۬لَٓاءِ
      • öyle kimselersiniz ki
      • تُحِبُّونَهُمْ
      • onları seversiniz
      • وَلَا يُحِبُّونَكُمْ
      • halbuki onlar sizi sevmezler
      • وَتُؤْمِنُونَ
      • inanırsınız
      • بِالْكِتَابِ
      • Kitabın
      • كُلِّه۪ۚ
      • hepsine
      • وَاِذَا
      • zaman
      • لَقُوكُمْ
      • sizinle karşılaştıkları
      • قَالُٓوا
      • derler
      • اٰمَنَّاۗ
      • inandık
      • خَلَوْا
      • yalnız kaldıkları
      • عَضُّوا
      • ısırırlar
      • عَلَيْكُمُ
      • size karşı
      • الْاَنَامِلَ
      • parmak uçlarını
      • مِنَ الْغَيْظِۜ
      • öfkeden
      • قُلْ
      • de ki
      • مُوتُوا
      • ölün
      • بِغَيْظِكُمْۜ
      • öfkenizden
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • عَل۪يمٌ
      • bilir
      • بِذَاتِ
      • özünü
      • الصُّدُورِ
      • göğüslerin
      120
      • اِنْ
      • eğer
      • تَمْسَسْكُمْ
      • size dokunsa
      • حَسَنَةٌ
      • bir iyilik
      • تَسُؤْهُمْۘ
      • onları tasalandırır
      • وَاِنْ
      • ve eğer
      • تُصِبْكُمْ
      • size dokunsa
      • سَيِّئَةٌ
      • bir kötülük
      • يَفْرَحُوا
      • sevinirler
      • بِهَاۜ
      • ona
      • وَاِنْ
      • eğer
      • تَصْبِرُوا
      • sabreder
      • وَتَتَّقُوا
      • korunursanız
      • لَا يَضُرُّكُمْ
      • size zarar vermez
      • كَيْدُهُمْ
      • onların tuzağı
      • شَيْـٔاًۜ
      • hiçbir şekilde
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • بِمَا يَعْمَلُونَ
      • onların yaptıklarını
      • مُح۪يطٌ۟
      • kuşatmıştır
      121
      • وَاِذْ
      • hani
      • غَدَوْتَ
      • sen erkenden
      • مِنْ اَهْلِكَ
      • ailenden
      • تُبَوِّئُ
      • ayrılmıştın
      • الْمُؤْمِن۪ينَ
      • mü`minleri
      • مَقَاعِدَ
      • yerleştiriyordun (üslerine)
      • لِلْقِتَالِۜ
      • savaş için
      • وَاللّٰهُ
      • Allah da
      • سَم۪يعٌ
      • işitendi
      • عَل۪يمٌۙ
      • bilendi
      122
      • اِذْ هَمَّتْ
      • o vakit yüz tutmuştu
      • طَٓائِفَتَانِ
      • iki takım
      • مِنْكُمْ
      • sizden
      • اَنْ تَفْشَلَاۙ
      • korkup bozulmaya
      • وَاللّٰهُ
      • halbuki Allah
      • وَلِيُّهُمَاۜ
      • kendilerinin dostu idi
      • وَعَلَى اللّٰهِ
      • Allah`a
      • فَلْيَتَوَكَّلِ
      • dayansınlar
      • الْمُؤْمِنُونَ
      • inananlar
      123
      • وَلَقَدْ
      • nitekim
      • نَصَرَكُمُ
      • size yardım etmişti
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • بِبَدْرٍ
      • Bedir`de de
      • وَاَنْتُمْ
      • sizler
      • اَذِلَّةٌۚ
      • zayıf durumdayken
      • فَاتَّقُوا
      • O halde korkun ki
      • اللّٰهَ
      • Allah`tan
      • لَعَلَّكُمْ
      • umulur ki
      • تَشْكُرُونَ
      • şükredersiniz
      124
      • اِذْ
      • O zaman
      • تَقُولُ
      • sen diyordun
      • لِلْمُؤْمِن۪ينَ
      • mü`minlere
      • اَلَنْ يَكْفِيَكُمْ
      • size yetmez mi?
      • اَنْ يُمِدَّكُمْ
      • size yardım etmesi
      • رَبُّكُمْ
      • Rabbinizin
      • بِثَلٰثَةِ
      • üç
      • اٰلَافٍ
      • bin
      • مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ
      • melek ile
      • مُنْزَل۪ينَۜ
      • indirilmiş
      125
      • بَلٰٓىۙ
      • Evet
      • اِنْ تَصْبِرُوا
      • sabrederseniz
      • وَتَتَّقُوا
      • ve korunursanız
      • وَيَأْتُوكُمْ
      • üzerinize gelseler
      • مِنْ فَوْرِهِمْ هٰذَا
      • onlar hemen şu dakikada
      • يُمْدِدْكُمْ
      • size yardım eder
      • رَبُّكُمْ
      • Rabbiniz
      • بِخَمْسَةِ
      • beş
      • اٰلَافٍ
      • bin
      • مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ
      • melekle
      • مُسَوِّم۪ينَ
      • nişanlı
      126
      • وَمَا جَعَلَهُ
      • bunu yaptı
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • اِلَّا
      • sırf
      • بُشْرٰى
      • müjde olsun
      • لَكُمْ
      • size
      • وَلِتَطْمَئِنَّ
      • ve güven bulsun diye
      • قُلُوبُكُمْ
      • kalbleriniz
      • بِه۪ۜ
      • bununla
      • وَمَا
      • doğrusu
      • النَّصْرُ
      • yardım
      • اِلَّا
      • yalnız
      • مِنْ عِنْدِ
      • katındandır
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • الْعَز۪يزِ
      • daima galib
      • الْحَك۪يمِۙ
      • hüküm ve hikmet sahibi
      127
      • لِيَقْطَعَ
      • kessin
      • طَرَفاً
      • bir kısmını
      • مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا
      • inkar edenlerden
      • اَوْ يَكْبِتَهُمْ
      • ve perişan etsin de
      • فَيَنْقَلِبُوا
      • dönüp gitsinler diye
      • خَٓائِب۪ينَ
      • umutsuz olarak
      128
      • لَيْسَ
      • yoktur
      • لَكَ
      • senin
      • مِنَ الْاَمْرِ
      • o konuda
      • شَيْءٌ
      • yapacağın bir şey
      • اَوْ
      • ya
      • يَتُوبَ
      • (Allah) tevbelerini kabul eder
      • عَلَيْهِمْ
      • onların
      • اَوْ
      • ya da
      • يُعَذِّبَهُمْ
      • onlara azab eder
      • فَاِنَّهُمْ
      • olduklarından dolayı
      • ظَالِمُونَ
      • zalim
      129
      • وَلِلّٰهِ
      • Allah`ındır
      • مَا فِي
      • olanlar
      • السَّمٰوَاتِ
      • göklerde
      • وَمَا فِي
      • ve olanlar
      • الْاَرْضِۜ
      • yerde
      • يَغْفِرُ
      • (O) bağışlar
      • لِمَنْ يَشَٓاءُ
      • dilediğini
      • وَيُعَذِّبُ
      • azabeder
      • مَنْ يَشَٓاءُۜ
      • dilediğine
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • غَفُورٌ
      • çok bağışlayan
      • رَح۪يمٌ۟
      • çok esirgeyendir
      130
      • يَٓا اَيُّهَا
      • Ey
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
      • inananlar
      • لَا تَأْكُلُوا
      • yemeyin
      • الرِّبٰٓوا
      • riba
      • اَضْعَافاً
      • kat kat
      • مُضَاعَفَةًۖ
      • arttırarak
      • وَاتَّقُوا
      • korkun ki
      • اللّٰهَ
      • Allah`tan
      • لَعَلَّكُمْ
      • umulur ki
      • تُفْلِحُونَۚ
      • kurtuluşa erersiniz
      131
      • وَاتَّقُوا
      • sakının
      • النَّارَ
      • ateşten
      • الَّت۪ٓي اُعِدَّتْ
      • hazırlanmış
      • لِلْكَافِر۪ينَۚ
      • kafirler için
      132
      • وَاَط۪يعُوا
      • ita`at edin ki
      • اللّٰهَ
      • Allah`a
      • وَالرَّسُولَ
      • ve Elçiye
      • لَعَلَّكُمْ
      • size edilsin
      • تُرْحَمُونَۚ
      • merhamet
      133
      • وَسَارِعُٓوا
      • koşun
      • اِلٰى مَغْفِرَةٍ
      • bir bağışlanmaya
      • مِنْ رَبِّكُمْ
      • Rabbinizden
      • وَجَنَّةٍ
      • cennete
      • عَرْضُهَا
      • genişliği
      • السَّمٰوَاتُ
      • göklerle
      • وَالْاَرْضُۙ
      • ve yer kadar olan
      • اُعِدَّتْ
      • hazırlanmış
      • لِلْمُتَّق۪ينَۙ
      • korunanlar için
      134
      • الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ
      • Onlar infak ederler
      • فِي السَّرَّٓاءِ
      • bollukta
      • وَالضَّرَّٓاءِ
      • ve darlıkta
      • وَالْكَاظِم۪ينَ
      • yutkunurlar
      • الْغَيْظَ
      • öfke(lerin)i
      • وَالْعَاف۪ينَ
      • affederler
      • عَنِ النَّاسِۜ
      • insanları
      • وَاللّٰهُ
      • Allah da
      • يُحِبُّ
      • sever
      • الْمُحْسِن۪ينَۚ
      • güzel davrananları
      135
      • وَالَّذ۪ينَ
      • Ve onlar
      • اِذَا
      • zaman
      • فَعَلُوا
      • yaptıkları
      • فَاحِشَةً
      • bir kötülük
      • اَوْ
      • ya da
      • ظَلَمُٓوا
      • zulmettikleri
      • اَنْفُسَهُمْ
      • nefislerine
      • ذَكَرُوا
      • hatırlayarak
      • اللّٰهَ
      • Allah`ı
      • فَاسْتَغْفَرُوا
      • hemen bağışlanmasını dilerler
      • لِذُنُوبِهِمْۖ
      • günahlarının
      • وَمَنْ
      • kim
      • يَغْفِرُ
      • bağışlayabilir
      • الذُّنُوبَ
      • günahları da
      • اِلَّا
      • başka
      • اللّٰهُۖ
      • Allah`tan
      • وَلَمْ يُصِرُّوا
      • ve onlar ısrar etmezler
      • عَلٰى مَا فَعَلُوا
      • yaptıkları hatalarında
      • وَهُمْ يَعْلَمُونَ
      • bile bile
      136
      • اُو۬لٰٓئِكَ
      • işte
      • جَزَٓاؤُ۬هُمْ
      • onların mükafatı
      • مَغْفِرَةٌ
      • bağışlanma
      • مِنْ رَبِّهِمْ
      • Rableri tarafından
      • وَجَنَّاتٌ
      • cennetlerdir
      • تَجْر۪ي
      • akan
      • مِنْ تَحْتِهَا
      • altlarından
      • الْاَنْهَارُ
      • ırmaklar
      • خَالِد۪ينَ
      • sürekli kalacakları
      • ف۪يهَاۜ
      • içinde
      • وَنِعْمَ
      • ne güzeldir
      • اَجْرُ
      • ücreti
      • الْعَامِل۪ينَۜ
      • çalışanların
      137
      • قَدْ
      • şüphesiz
      • خَلَتْ
      • uygulanmıştır
      • مِنْ قَبْلِكُمْ
      • sizden önce de
      • سُنَنٌۙ
      • yasalar
      • فَس۪يرُوا
      • dolaşın da
      • فِي الْاَرْضِ
      • yeryüzünde
      • فَانْظُرُوا
      • görün
      • كَيْفَ
      • nasıl
      • كَانَ
      • olduğunu
      • عَاقِبَةُ
      • sonunun
      • الْمُكَذِّب۪ينَ
      • yalanlayıcıların
      138
      • هٰذَا
      • Bu
      • بَيَانٌ
      • bir açıklama
      • لِلنَّاسِ
      • insanlara
      • وَهُدًى
      • yol gösterme
      • وَمَوْعِظَةٌ
      • ve öğüttür
      • لِلْمُتَّق۪ينَ
      • korunanlara
      139
      • وَلَا تَهِنُوا
      • gevşemeyin
      • وَلَا تَحْزَنُوا
      • üzülmeyin
      • وَاَنْتُمُ
      • mutlaka siz
      • الْاَعْلَوْنَ
      • üstün geleceksiniz
      • اِنْ
      • eğer
      • كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
      • inanıyorsanız
      140
      • اِنْ
      • Eğer
      • يَمْسَسْكُمْ
      • size dokunduysa
      • قَرْحٌ
      • bir yara
      • فَقَدْ
      • muhakkak
      • مَسَّ
      • dokunmuştu
      • الْقَوْمَ
      • o topluluğa da
      • مِثْلُهُۜ
      • benzeri
      • وَتِلْكَ
      • işte o
      • الْاَيَّامُ
      • günler
      • نُدَاوِلُهَا
      • biz onları çevirip dururuz
      • بَيْنَ
      • arasında
      • النَّاسِۚ
      • insanlar
      • وَلِيَعْلَمَ
      • (bu) ortaya çıkarması
      • اللّٰهُ
      • Allah`ın
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
      • inananları
      • وَيَتَّخِذَ
      • ve edinmesi içindir
      • مِنْكُمْ
      • sizden
      • شُهَدَٓاءَۜ
      • şehidler (şahidler)
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • لَا يُحِبُّ
      • sevmez
      • الظَّالِم۪ينَۙ
      • zalimleri
      141
      • وَلِيُمَحِّصَ
      • ve iyice özleştirmesi
      • اللّٰهُ
      • Allah`ın
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
      • inananları
      • وَيَمْحَقَ
      • mahvetmesi içindir
      • الْكَافِر۪ينَ
      • kafirleri de
      142
      • اَمْ حَسِبْتُمْ
      • yoksa siz sandınız
      • اَنْ تَدْخُلُوا
      • gireceğinizi
      • الْجَنَّةَ
      • cennete
      • وَلَمَّا يَعْلَمِ
      • bilmeden
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا
      • cihad edenleri
      • مِنْكُمْ
      • içinizden
      • وَيَعْلَمَ
      • (sınayıp) bilmeden
      • الصَّابِر۪ينَ
      • sabredenleri
      143
      • وَلَقَدْ
      • andolsun ki
      • كُنْتُمْ
      • siz
      • تَمَنَّوْنَ
      • arzuluyordunuz
      • الْمَوْتَ
      • ölümü
      • مِنْ قَبْلِ
      • önce
      • اَنْ تَلْقَوْهُۖ
      • onunla karşılaşmadan
      • فَقَدْ
      • işte
      • رَاَيْتُمُوهُ
      • onu gördünüz
      • وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ۟
      • ama bakıp duruyorsunuz
      144
      • وَمَا مُحَمَّدٌ
      • Muhammed
      • اِلَّا
      • sadece
      • رَسُولٌۚ
      • bir elçidir
      • قَدْ خَلَتْ
      • gelip geçmiştir
      • مِنْ قَبْلِهِ
      • ondan önce de
      • الرُّسُلُۜ
      • elçiler
      • اَفَا۬ئِنْ
      • şimdi
      • مَاتَ
      • o ölür
      • اَوْ
      • veya
      • قُتِلَ
      • öldürülürse
      • انْقَلَبْتُمْ
      • geriye mi döneceksiniz?
      • عَلٰٓى
      • üzerinde
      • اَعْقَابِكُمْۜ
      • ökçelerinizin
      • وَمَنْ
      • kim
      • يَنْقَلِبْ
      • geriye dönerse
      • عَلٰى
      • üzerinde
      • عَقِبَيْهِ
      • ökçesi
      • فَلَنْ يَضُرَّ
      • ziyan veremez
      • اللّٰهَ
      • Allah`a
      • شَيْـٔاًۜ
      • hiçbir
      • وَسَيَجْزِي
      • mükafatlandıracaktır
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • الشَّاكِر۪ينَ
      • şükredenleri
      145
      • وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ
      • hiçbir kişi için yoktur
      • اَنْ تَمُوتَ
      • ölmek
      • اِلَّا
      • olmadan
      • بِاِذْنِ
      • izni
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • كِتَاباً
      • yazılmıştır
      • مُؤَجَّلاًۜ
      • belirli bir süreye göre
      • وَمَنْ
      • kim
      • يُرِدْ
      • isterse
      • ثَوَابَ
      • sevabını (menfaatini)
      • الدُّنْيَا
      • dünya
      • نُؤْتِه۪
      • kendisine veririz
      • مِنْهَاۚ
      • ondan
      • ثَوَابَ
      • sevabını
      • الْاٰخِرَةِ
      • ahiret
      • مِنْهَاۜ
      • ondan
      • وَسَنَجْزِي
      • mükafatlandıracağız
      • الشَّاكِر۪ينَ
      • şükredenleri
      146
      • وَكَاَيِّنْ
      • nice var ki
      • مِنْ نَبِيٍّ
      • peygamber
      • قَاتَلَۙ
      • çarpıştılar
      • مَعَهُ
      • kendileriyle beraber
      • رِبِّيُّونَ
      • Rabbani (erenler)
      • كَث۪يرٌۚ
      • birçok
      • فَمَا وَهَنُوا
      • yılmadılar
      • لِمَٓا اَصَابَهُمْ
      • başlarında gelenlerden
      • ف۪ي سَب۪يلِ
      • yolunda
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • وَمَا ضَعُفُوا
      • zayıflık göstermediler
      • وَمَا اسْتَكَانُواۜ
      • boyun eğmediler
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • يُحِبُّ
      • sever
      • الصَّابِر۪ينَ
      • sabredenleri
      147
      • وَمَا كَانَ
      • değildi
      • قَوْلَهُمْ
      • sözleri
      • اِلَّٓا
      • başka
      • اَنْ قَالُوا
      • demelerinden
      • رَبَّنَا
      • Rabbimiz
      • اغْفِرْ
      • bağışla
      • لَنَا
      • bizim
      • ذُنُوبَنَا
      • günahlarımızı
      • وَاِسْرَافَنَا
      • taşkınlığımızı
      • ف۪ٓي اَمْرِنَا
      • işimizde
      • وَثَبِّتْ
      • ve sağlam tut
      • اَقْدَامَنَا
      • ayaklarımızı
      • وَانْصُرْنَا
      • bize yardım eyle
      • عَلَى
      • karşı
      • الْقَوْمِ
      • topluma
      • الْكَافِر۪ينَ
      • kafir
      148
      • فَاٰتٰيهُمُ
      • onlara verdi
      • اللّٰهُ
      • Allah da
      • ثَوَابَ
      • karşılığını
      • الدُّنْيَا
      • hem dünya
      • وَحُسْنَ
      • en güzelini
      • ثَوَابِ
      • karşılığının
      • الْاٰخِرَةِۜ
      • hem ahiret
      • وَاللّٰهُ
      • çünkü Allah
      • يُحِبُّ
      • sever
      • الْمُحْسِن۪ينَ۟
      • güzel davrananları
      149
      • يَٓا اَيُّهَا
      • Ey
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا
      • inananlar
      • اِنْ
      • eğer
      • تُط۪يعُوا
      • ita`at ederseniz
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenlere
      • يَرُدُّوكُمْ
      • sizi çevirirler
      • عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ
      • arkanıza (küfre)
      • فَتَنْقَلِبُوا
      • o zaman dönersiniz
      • خَاسِر۪ينَ
      • kaybedenlere
      150
      • بَلِ
      • Hayır
      • اللّٰهُ
      • Allah`tır
      • مَوْلٰيكُمْۚ
      • Mevlanız
      • وَهُوَ
      • O`dur
      • خَيْرُ
      • en iyisi
      • النَّاصِر۪ينَ
      • yardımcıların
      151
      • سَنُلْق۪ي
      • salacağız
      • ف۪ي قُلُوبِ
      • kalblerine
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenlerin
      • الرُّعْبَ
      • korku
      • بِمَٓا اَشْرَكُوا
      • ortak koştuklarından dolayı
      • بِاللّٰهِ
      • Allah`a
      • مَا لَمْ يُنَزِّلْ
      • indirmediği şeyleri
      • بِه۪
      • kendilerine
      • سُلْطَاناًۚ
      • hiçbir güç
      • وَمَأْوٰيهُمُ
      • gidecekleri yer de
      • النَّارُۜ
      • cehennemdir
      • وَبِئْسَ
      • ne kötüdür
      • مَثْوَى
      • varacağı yer
      • الظَّالِم۪ينَ
      • zalimlerin
      152
      • وَلَقَدْ
      • elbette
      • صَدَقَكُمُ
      • size doğruladı
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • وَعْدَهُٓ
      • (yardım) va`dini
      • اِذْ
      • sürece
      • تَحُسُّونَهُمْ
      • onları öldürdüğünüz
      • بِاِذْنِه۪ۚ
      • kendi izniyle
      • حَتّٰٓى
      • nihayet
      • اِذَا فَشِلْتُمْ
      • siz korktunuz
      • وَتَنَازَعْتُمْ
      • (birbirinizle) çekişip
      • فِي الْاَمْرِ
      • (verilen) emir hakkında
      • وَعَصَيْتُمْ
      • isyan ettiniz
      • مِنْ بَعْدِ
      • sonra
      • مَٓا اَرٰيكُمْ
      • size gösterdikten
      • مَا تُحِبُّونَۜ
      • sevdiğiniz(galibiyet)i
      • مِنْكُمْ
      • sizden
      • مَنْ
      • kiminiz
      • يُر۪يدُ
      • istiyordu
      • الدُّنْيَا
      • dünyayı
      • وَمِنْكُمْ
      • ve sizden
      • الْاٰخِرَةَۚ
      • ahireti
      • ثُمَّ
      • sonra
      • صَرَفَكُمْ
      • (Allah) geri çevirdi (yenilgiye uğrattı)
      • عَنْهُمْ
      • onlardan
      • لِيَبْتَلِيَكُمْۚ
      • sizi denemek için
      • وَلَقَدْ
      • andolsun ki
      • عَفَا
      • bağışladı
      • عَنْكُمْۜ
      • sizi
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • ذُوفَضْلٍ
      • çok lutufkardır
      • عَلَى
      • karşı
      • الْمُؤْمِن۪ينَ
      • mü`minlere
      153
      • اِذْ تُصْعِدُونَ
      • boyuna uzaklaşıyor
      • وَلَا تَلْوُ۫نَ
      • dönüp bakmıyordunuz
      • عَلٰٓى اَحَدٍ
      • hiç kimseye
      • وَالرَّسُولُ
      • Elçi
      • يَدْعُوكُمْ
      • sizi çağırırken
      • ف۪ٓي اُخْرٰيكُمْ
      • arkanızdan
      • فَاَثَابَكُمْ
      • bundan dolayı size verdi
      • غَماًّ
      • gam
      • بِغَمٍّ
      • gam üstüne
      • لِكَيْلَا تَحْزَنُوا
      • üzülmeyesiniz
      • عَلٰى مَا فَاتَكُمْ
      • ne elinizden gidene
      • وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْۜ
      • ne de başınıza gelene
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • خَب۪يرٌ
      • haberdardır
      • بِمَا تَعْمَلُونَ
      • yaptıklarınızdan
      154
      • ثُمَّ
      • sonra
      • اَنْزَلَ
      • indirdi
      • عَلَيْكُمْ
      • size
      • مِنْ بَعْدِ
      • ardından
      • الْغَمِّ
      • o üzüntünün
      • اَمَنَةً
      • bir güven
      • نُعَاساً
      • bir uyku
      • يَغْشٰى
      • bürüyen
      • طَٓائِفَةً
      • bir kısmınızı
      • مِنْكُمْۙ
      • sizden
      • وَطَٓائِفَةٌ
      • bir kısmınız da
      • قَدْ
      • doğrusu
      • اَهَمَّتْهُمْ
      • kaygısına düşmüştü
      • اَنْفُسُهُمْ
      • kendi canlarının
      • يَظُنُّونَ
      • bir zanda bulunuyorlar
      • بِاللّٰهِ
      • Allah`a karşı
      • غَيْرَ الْحَقِّ
      • haksız
      • ظَنَّ
      • zannı gibi
      • الْجَاهِلِيَّةِۜ
      • cahiliyye
      • يَقُولُونَ
      • diyorlardı
      • هَلْ
      • var mı
      • لَنَا
      • bize
      • مِنَ الْاَمْرِ
      • bu işten
      • مِنْ شَيْءٍۜ
      • bir şey
      • قُلْ
      • de ki
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • الْاَمْرَ كُلَّهُ
      • bütün iş
      • لِلّٰهِۜ
      • Allah`a aittir
      • يُخْفُونَ
      • onlar gizliyorlar
      • ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ
      • içlerinde
      • مَا لَا يُبْدُونَ
      • açıklayamadıklarını
      • لَكَۜ
      • sana
      • يَقُولُونَ
      • diyorlar ki
      • لَوْ كَانَ
      • olsaydı
      • شَيْءٌ
      • bir fayda
      • مَا قُتِلْنَا
      • öldürülmezdik
      • هٰهُنَاۜ
      • burada
      • لَوْ كُنْتُمْ
      • olsaydınız
      • ف۪ي بُيُوتِكُمْ
      • evlerinizde dahi
      • لَبَرَزَ
      • mutlaka boylardı
      • الَّذ۪ينَ كُتِبَ
      • yazılmış olanlar
      • عَلَيْهِمُ
      • üzerine
      • الْقَتْلُ
      • öldürülme(si)
      • اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ
      • yatacakları yeri
      • وَلِيَبْتَلِيَ
      • denemesi içindir
      • اللّٰهُ
      • Allah`ın
      • مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ
      • göğüslerinizdekini
      • وَلِيُمَحِّصَ
      • ve açığa çıkarması içindir
      • مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ
      • kalblerinizdekini
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • عَل۪يمٌ
      • bilir
      • بِذَاتِ
      • özünü
      • الصُّدُورِ
      • göğüslerin
      155
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا
      • yüz çevirip gidenleri
      • مِنْكُمْ
      • içinizden
      • يَوْمَ
      • gün
      • الْتَقَى
      • karşılaştığı
      • الْجَمْعَانِۙ
      • iki topluluğun
      • اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ
      • (yoldan) kaydırmak istemişti
      • الشَّيْطَانُ
      • şeytan
      • بِبَعْضِ
      • bazı
      • مَا كَسَبُواۚ
      • yaptıkları işlerden dolayı
      • وَلَقَدْ
      • ama yine de
      • عَفَا
      • affetti
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • عَنْهُمْۜ
      • onları
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • غَفُورٌ
      • çok bağışlayandır
      • حَل۪يمٌ۟
      • halimdir
      156
      • يَٓا اَيُّهَا
      • Ey
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
      • inananlar
      • لَا تَكُونُوا
      • olmayın
      • كَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenler gibi
      • وَقَالُوا
      • ve diyenler
      • لِاِخْوَانِهِمْ
      • gazi kardeşleri için
      • اِذَا
      • zaman
      • ضَرَبُوا
      • sefere çıktıkları
      • فِي الْاَرْضِ
      • yeryüzünde
      • اَوْ
      • ya da
      • كَانُوا غُزًّى
      • savaşa çıktıkları
      • لَوْ
      • eğer
      • كَانُوا
      • olsalardı
      • عِنْدَنَا
      • bizim yanımızda
      • مَا مَاتُوا
      • ölmezlerdi
      • وَمَا قُتِلُواۚ
      • ve vurulmazlardı
      • لِيَجْعَلَ
      • yapar
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • ذٰلِكَ
      • bu (düşünce ve sözlerini)
      • حَسْرَةً
      • dert
      • ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
      • kalblerinde
      • وَاللّٰهُ
      • Allahtır
      • يُحْـي۪
      • yaşatan da
      • وَيُم۪يتُۜ
      • öldüren de
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • بِمَا تَعْمَلُونَ
      • yaptıklarınızı
      • بَص۪يرٌ
      • görmektedir
      157
      • وَلَئِنْ
      • eğer
      • قُتِلْتُمْ
      • öldürülür
      • ف۪ي سَب۪يلِ
      • yolunda
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • اَوْ
      • ya da
      • مُتُّمْ
      • ölürseniz
      • لَمَغْفِرَةٌ
      • bağışlaması
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَرَحْمَةٌ
      • ve rahmeti
      • خَيْرٌ
      • daha hayırlıdır
      • مِمَّا يَجْمَعُونَ
      • onların topladıklarından
      158
      • وَلَئِنْ
      • elbette
      • مُتُّمْ
      • ölür
      • اَوْ
      • veya
      • قُتِلْتُمْ
      • öldürülürseniz
      • لَاِلَى اللّٰهِ
      • Allah`a
      • تُحْشَرُونَ
      • götürüleceksiniz
      159
      • فَبِمَا
      • sebebiyledir ki
      • رَحْمَةٍ
      • rahmeti
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • لِنْتَ
      • sen yumuşak davrandın
      • لَهُمْۚ
      • onlara
      • وَلَوْ
      • eğer
      • كُنْتَ
      • olsaydın
      • فَظًّا
      • kaba
      • غَل۪يظَ
      • katı
      • الْقَلْبِ
      • yürekli
      • لَانْفَضُّوا
      • dağılır, giderlerdi
      • مِنْ حَوْلِكَۖ
      • çevrenden
      • فَاعْفُ
      • öyleyse affet
      • عَنْهُمْ
      • onları
      • وَاسْتَغْفِرْ
      • ve mağfiret dile
      • لَهُمْ
      • onlar için
      • وَشَاوِرْهُمْ
      • onlara danış
      • فِي الْاَمْرِۚ
      • işini
      • فَاِذَا
      • zaman
      • عَزَمْتَ
      • karar verdiğin
      • فَتَوَكَّلْ
      • dayan
      • عَلَى اللّٰهِۜ
      • Allah`a
      • اِنَّ
      • çünkü
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • يُحِبُّ
      • sever
      • الْمُتَوَكِّل۪ينَ
      • kendine dayanıp güvenenleri
      160
      • اِنْ
      • eğer
      • يَنْصُرْكُمُ
      • size yardım ederse
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • فَلَا
      • artık yoktur
      • غَالِبَ
      • yenecek
      • لَكُمْۚ
      • sizi
      • وَاِنْ
      • ve eğer
      • يَخْذُلْكُمْ
      • sizi yüz üstü bırakırsa
      • فَمَنْ
      • kim
      • ذَا الَّذ۪ي يَنْصُرُكُمْ
      • size yardım edebilir
      • مِنْ بَعْدِه۪ۜ
      • O`ndan sonra
      • وَعَلَى اللّٰهِ
      • Allah`a
      • فَلْيَتَوَكَّلِ
      • dayansınlar
      • الْمُؤْمِنُونَ
      • Mü`minler
      161
      • وَمَا كَانَ
      • olur şey değildir
      • لِنَبِيٍّ
      • bir peygamberin
      • اَنْ يَغُلَّۜ
      • hiyanet etmesi
      • وَمَنْ
      • kim
      • يَغْلُلْ
      • hıyanet ederse
      • يَأْتِ
      • boynuna yüklenip getirir
      • بِمَا غَلَّ
      • hıyanet ettiği şeyi
      • يَوْمَ
      • günü
      • الْقِيٰمَةِۚ
      • kıyamet
      • ثُمَّ
      • sonra
      • تُوَفّٰى
      • tastamam verilir
      • كُلُّ نَفْسٍ
      • herkese
      • مَا كَسَبَتْ
      • kazandığı
      • وَهُمْ
      • ve onlar
      • لَا يُظْلَمُونَ
      • hiçbir haksızlığa uğratılmazlar
      162
      • اَفَمَنِ
      • hiç olur mu?
      • اتَّبَعَ
      • uyan
      • رِضْوَانَ
      • rızasına
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • كَمَنْ
      • adam gibi
      • بَٓاءَ
      • uğrayan
      • بِسَخَطٍ
      • hışmına
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَمَأْوٰيهُ
      • yeri de
      • جَهَنَّمُۜ
      • cehennem olan
      • وَبِئْسَ
      • ne kötü
      • الْمَص۪يرُ
      • sonuçtur orası
      163
      • هُمْ
      • O(insa)nlar
      • دَرَجَاتٌ
      • derece derecedirler
      • عِنْدَ
      • katında
      • اللّٰهِۜ
      • Allah
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • بَص۪يرٌ
      • görmektedir
      • بِمَا يَعْمَلُونَ۟
      • onların yaptıklarını
      164
      • لَقَدْ
      • andolsun ki
      • مَنَّ
      • büyük lutufta bulundu
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ
      • mü`minlere
      • اِذْ بَعَثَ
      • göndermekle
      • ف۪يهِمْ
      • kendilerine
      • رَسُولاً
      • bir elçi
      • مِنْ اَنْفُسِهِمْ
      • kendi içlerinden
      • يَتْلُوا
      • okuyan
      • عَلَيْهِمْ
      • onlara
      • اٰيَاتِه۪
      • (Allah`ın) ayetlerini
      • وَيُزَكّ۪يهِمْ
      • kendilerini yücelten
      • وَيُعَلِّمُهُمُ
      • ve kendilerine öğreten
      • الْكِتَابَ
      • Kitap
      • وَالْحِكْمَةَۚ
      • ve hikmeti
      • وَاِنْ كَانُوا
      • bulunuyorlarken
      • مِنْ قَبْلُ
      • daha önce
      • لَف۪ي
      • içinde
      • ضَلَالٍ
      • bir sapıklık
      • مُب۪ينٍ
      • açık
      165
      • اَوَلَمَّٓا
      • gelince mi
      • اَصَابَتْكُمْ
      • sizin başınıza
      • مُص۪يبَةٌ
      • bir bela
      • قَدْ
      • doğrusu
      • اَصَبْتُمْ
      • onların başlarına getirdiğiniz halde
      • مِثْلَيْهَاۙ
      • onun iki katını
      • قُلْتُمْ
      • dediniz
      • اَنّٰى
      • nereden (başımıza geldi)
      • هٰذَاۜ
      • bu
      • قُلْ
      • de ki
      • هُوَ
      • O (bela)
      • مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِكُمْۜ
      • kendinizdendir
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ
      • herşeye
      • قَد۪يرٌ
      • kadirdir
      166
      • وَمَٓا اَصَابَكُمْ
      • sizin başınıza gelen
      • يَوْمَ
      • gün
      • الْتَقَى
      • karşılaştığı
      • الْجَمْعَانِ
      • iki topluluğun
      • فَبِاِذْنِ
      • ancak izniyle olmuştur
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَلِيَعْلَمَ
      • bilmesi için
      • الْمُؤْمِن۪ينَۙ
      • inananları
      167
      • وَلِيَعْلَمَ
      • ve bilmesi için
      • الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ
      • iki yüzlülük edenleri
      • وَق۪يلَ
      • dendiği halde
      • لَهُمْ
      • onlara
      • تَعَالَوْا
      • gelin
      • قَاتِلُوا
      • savaşın
      • ف۪ي سَب۪يلِ
      • yolunda
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • اَوِ
      • ya da
      • ادْفَعُواۜ
      • savunun
      • قَالُوا
      • dediler
      • لَوْ
      • eğer
      • نَعْلَمُ
      • bilseydik
      • قِتَالاً
      • savaş (olacağını)
      • لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ
      • sizinle gelirdik
      • هُمْ
      • onlar
      • لِلْكُفْرِ
      • küfre
      • يَوْمَئِذٍ
      • o gün
      • اَقْرَبُ
      • yakın idiler
      • مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ
      • imandan çok
      • يَقُولُونَ
      • söylüyorlar
      • بِاَفْوَاهِهِمْ
      • ağızlarıyla
      • مَا لَيْسَ
      • olmayanı
      • ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
      • kalblerinde
      • وَاللّٰهُ
      • halbuki Allah
      • اَعْلَمُ
      • çok iyi bilmektedir
      • بِمَا
      • şeyi
      • يَكْتُمُونَۚ
      • içlerinde sakladıkları
      168
      • الَّذ۪ينَ قَالُوا
      • diyenlere
      • لِاِخْوَانِهِمْ
      • kardeşleri için
      • وَقَعَدُوا
      • (Savaştan geri kalıp) oturarak
      • لَوْ
      • eğer
      • اَطَاعُونَا
      • bizim sözümüzü tutsalardı
      • مَا قُتِلُواۜ
      • öldürülmezlerdi
      • قُلْ
      • de ki;
      • فَادْرَؤُ۫ا
      • savınız
      • عَنْ اَنْفُسِكُمُ
      • kendinizden
      • الْمَوْتَ
      • ölümü
      • اِنْ
      • eğer
      • كُنْتُمْ
      • iseniz
      • صَادِق۪ينَ
      • doğru
      169
      • وَلَا تَحْسَبَنَّ
      • sanma
      • الَّذ۪ينَ قُتِلُوا
      • öldürülenleri
      • ف۪ي سَب۪يلِ
      • yolunda
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • اَمْوَاتاًۜ
      • ölüler
      • بَلْ
      • hayır
      • اَحْيَٓاءٌ
      • (onlar) diridirler
      • عِنْدَ
      • katında
      • رَبِّهِمْ
      • Rableri
      • يُرْزَقُونَۙ
      • rızıklanmaktadırlar
      170
      • فَرِح۪ينَ
      • sevinirler
      • بِمَٓا اٰتٰيهُمُ
      • kendilerine verdiklerinden
      • اللّٰهُ
      • Allah`ın
      • مِنْ فَضْلِه۪ۙ
      • keremiyle
      • وَيَسْتَبْشِرُونَ
      • ve müjdelemek isterler
      • بِالَّذ۪ينَ لَمْ يَلْحَقُوا
      • henüz yetişemeyenlere de
      • بِهِمْ
      • kendilerine
      • مِنْ خَلْفِهِمْۙ
      • arkalarından
      • اَلَّا خَوْفٌ
      • korku olmadığına
      • عَلَيْهِمْ
      • onlara
      • وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۢ
      • onların da üzüntüye uğramayacaklarına
      171
      • يَسْتَبْشِرُونَ
      • sevinirler
      • بِنِعْمَةٍ
      • ni`metine
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَفَضْلٍۙ
      • ve lutfuna
      • وَاَنَّ
      • ve muhakkak
      • اللّٰهَ
      • Allah`ın
      • لَا يُض۪يعُ
      • zayi etmeyeceğine
      • اَجْرَ
      • ecrini
      • الْمُؤْمِن۪ينَۚۛ
      • mü`minlerin
      172
      • الَّذ۪ينَ
      • O(mü`mi)nler ki
      • اسْتَجَابُوا
      • çağrısına uydular
      • لِلّٰهِ
      • Allah`ın
      • وَالرَّسُولِ
      • ve Elçinin
      • مِنْ بَعْدِ
      • sonra bile
      • مَٓا اَصَابَهُمُ
      • isabet ettikten
      • الْقَرْحُۜۛ
      • yara
      • لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا
      • güzel davrananlar
      • مِنْهُمْ
      • onlardan
      • وَاتَّقَوْا
      • ve korunanlar için
      • اَجْرٌ
      • ecir vardır
      • عَظ۪يمٌۚ
      • pek büyük
      173
      • الَّذ۪ينَ
      • onlar ki
      • قَالَ
      • deyince
      • لَهُمُ
      • kendilerine
      • النَّاسُ
      • halk
      • اِنَّ النَّاسَ
      • (Düşman) İnsanlar
      • قَدْ
      • muhakkak
      • جَمَعُوا
      • (ordu) toplamışlar
      • لَكُمْ
      • size karşı
      • فَاخْشَوْهُمْ
      • onlardan korkun
      • فَزَادَهُمْ
      • (bu söz) onların artırdı
      • ا۪يمَاناًۗ
      • imanını
      • وَقَالُوا
      • ve dediler
      • حَسْبُنَا
      • bize yeter
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • وَنِعْمَ
      • ne güzel
      • الْوَك۪يلُ
      • vekildir
      174
      • فَانْقَلَبُوا
      • bundan dolayı geri döndüler
      • بِنِعْمَةٍ
      • bir ni`met
      • مِنَ اللّٰهِ
      • Allah`tan
      • وَفَضْلٍ
      • ve bollukla
      • لَمْ يَمْسَسْهُمْ
      • kendilerine dokunmadı
      • سُٓوءٌۙ
      • hiçbir kötülük
      • وَاتَّبَعُوا
      • ve uydular
      • رِضْوَانَ
      • rızasına
      • اللّٰهِۜ
      • Allah`ın
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • ذُوفَضْلٍ
      • lutuf sahibidir
      • عَظ۪يمٍ
      • büyük
      175
      • اِنَّمَا
      • Şüphesiz
      • ذٰلِكُمُ
      • işte o
      • الشَّيْطَانُ
      • şeytan
      • يُخَوِّفُ
      • sizi korkutuyor
      • اَوْلِيَٓاءَهُۖ
      • kendi dostlarından
      • فَلَا تَخَافُوهُمْ
      • onlardan korkmayın
      • وَخَافُونِ
      • benden korkun
      • اِنْ
      • eğer
      • كُنْتُمْ
      • iseniz
      • مُؤْمِن۪ينَ
      • inanmış
      176
      • وَلَا يَحْزُنْكَ
      • seni üzmesin
      • الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ
      • koşanlar
      • فِي الْكُفْرِۚ
      • inkara
      • اِنَّهُمْ
      • onlar
      • لَنْ يَضُرُّوا
      • zarar veremezler
      • اللّٰهَ
      • Allah`a
      • شَيْـٔاًۜ
      • hiçbir
      • يُر۪يدُ
      • istiyor
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • اَلَّا يَجْعَلَ
      • koymamak
      • لَهُمْ
      • onlara
      • حَظًّا
      • hiçbir nasip
      • فِي الْاٰخِرَةِۚ
      • ahirette
      • وَلَهُمْ
      • onlar için vardır
      • عَذَابٌ
      • bir azab
      • عَظ۪يمٌ
      • büyük
      177
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا
      • satın alanlar
      • الْكُفْرَ
      • inkarı
      • بِالْا۪يمَانِ
      • iman karşılığında
      • لَنْ يَضُرُّوا
      • zarar vermezler
      • اللّٰهَ
      • Allah`a
      • شَيْـٔاًۚ
      • hiçbir
      • وَلَهُمْ
      • onlar için vardır
      • عَذَابٌ
      • bir azab
      • اَل۪يمٌ
      • acıklı
      178
      • وَلَا يَحْسَبَنَّ
      • sanmasınlar ki
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا
      • inkar edenler
      • اَنَّمَا نُمْل۪ي
      • süre vermemiz
      • لَهُمْ
      • kendilerine
      • خَيْرٌ
      • hayırlıdır
      • لِاَنْفُسِهِمْۜ
      • kendileri için
      • اِنَّمَا نُمْل۪ي
      • biz süre veriyoruz ki
      • لَهُمْ
      • onlara
      • لِيَزْدَادُٓوا
      • artırsınlar
      • اِثْماًۚ
      • günahı
      • وَلَهُمْ
      • onlar için vardır
      • عَذَابٌ
      • bir azab
      • مُه۪ينٌ
      • alçaltıcı
      179
      • مَا كَانَ
      • değildir
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • لِيَذَرَ
      • bırakacak
      • الْمُؤْمِن۪ينَ
      • mü`minleri
      • عَلٰى
      • (şu) üzerinde
      • مَٓا اَنْتُمْ
      • bulunduğunuz
      • عَلَيْهِ
      • hal üzere
      • حَتّٰى
      • kadar
      • يَم۪يزَ
      • ayırıncaya
      • الْخَب۪يثَ
      • pis olanı
      • مِنَ الطَّيِّبِۜ
      • temizden
      • وَمَا كَانَ
      • ve değildir
      • لِيُطْلِعَكُمْ
      • sizi vakıf kılacak
      • عَلَى الْغَيْبِ
      • gaybe
      • وَلٰكِنَّ
      • fakat
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • يَجْتَب۪ي
      • seçer (onu gaybe vakıf kılar)
      • مِنْ رُسُلِه۪
      • elçilerinden
      • مَنْ يَشَٓاءُ
      • dilediğini
      • فَاٰمِنُوا
      • o halde inanın
      • بِاللّٰهِ
      • Allah`a
      • وَرُسُلِه۪ۚ
      • ve elçilerine
      • وَاِنْ
      • eğer
      • تُؤْمِنُوا
      • inanır
      • وَتَتَّقُوا
      • ve (günahlardan) korunursanız
      • فَلَكُمْ
      • sizin için vardır
      • اَجْرٌ
      • mükafat
      • عَظ۪يمٌ
      • büyük
      180
      • وَلَا يَحْسَبَنَّ
      • sanmasınlar
      • الَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ
      • cimrilik edenler
      • بِمَٓا اٰتٰيهُمُ
      • kendilerine verdiğine
      • اللّٰهُ
      • Allah`ın
      • مِنْ فَضْلِه۪
      • kereminden
      • هُوَ
      • onu
      • خَيْراً
      • hayırlı
      • لَهُمْۜ
      • kendileri için
      • بَلْ
      • (hayır) bilakis
      • هُوَ
      • o
      • شَرٌّ
      • şerlidir
      • سَيُطَوَّقُونَ
      • boyunlarına dolandırılacaktır
      • مَا
      • şeyler
      • بَخِلُوا بِهِ
      • cimrilik ettikleri
      • يَوْمَ
      • günü
      • الْقِيٰمَةِۜ
      • kıyamet
      • وَلِلّٰهِ
      • Allah`ındır
      • م۪يرَاثُ
      • mirası
      • السَّمٰوَاتِ
      • göklerin
      • وَالْاَرْضِۜ
      • ve yerin
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • بِمَا تَعْمَلُونَ
      • yaptıklarınızı
      • خَب۪يرٌ۟
      • haber alandır
      181
      • لَقَدْ
      • doğrusu
      • سَمِـعَ
      • işitti
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • قَوْلَ
      • sözünü
      • الَّذ۪ينَ قَالُٓوا
      • diyenlerin
      • اِنَّ
      • muhakkak
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • فَق۪يرٌ
      • fakirdir
      • وَنَحْنُ
      • biz
      • اَغْنِيَٓاءُۢ
      • zenginiz
      • سَنَكْتُبُ
      • yazacağız
      • مَا قَالُوا
      • onların dediklerini
      • وَقَتْلَهُمُ
      • ve öldürmelerini
      • الْاَنْبِيَٓاءَ
      • peygamberleri
      • بِغَيْرِ حَقٍّۙ
      • haksız yere
      • وَنَقُولُ
      • ve diyeceğiz
      • ذُوقُوا
      • tadın
      • عَذَابَ
      • azabını
      • الْحَر۪يقِ
      • yangın
      182
      • ذٰلِكَ
      • bu
      • بِمَا قَدَّمَتْ
      • yapıp öne sürdürdüğünün karşılığıdır
      • اَيْد۪يكُمْ
      • sizin ellerinizin
      • وَاَنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • لَيْسَ
      • asla değildir
      • بِظَلَّامٍ
      • zulmedici
      • لِلْعَب۪يدِۚ
      • kullara
      183
      • الَّذ۪ينَ قَالُٓوا
      • onlar dediler
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • عَهِدَ
      • and verdi ki
      • اِلَيْنَٓا
      • bize
      • اَلَّا نُؤْمِنَ
      • inanmayalım
      • لِرَسُولٍ
      • hiçbir elçiye
      • حَتّٰى
      • kadar
      • يَأْتِيَنَا
      • bize getirinceye
      • بِقُرْبَانٍ
      • bir kurban
      • تَأْكُلُهُ
      • yiyeceği
      • النَّارُۜ
      • ateşin
      • قُلْ
      • de ki
      • قَدْ
      • elbette
      • جَٓاءَكُمْ
      • size gelmişti
      • رُسُلٌ
      • elçiler
      • مِنْ قَبْل۪ي
      • benden önce
      • بِالْبَيِّنَاتِ
      • açık deliller getiren
      • وَبِالَّذ۪ي قُلْتُمْ
      • ve bu dediğinizi de
      • فَلِمَ
      • niçin
      • قَتَلْتُمُوهُمْ
      • onları öldürdünüz
      • اِنْ
      • eğer
      • كُنْتُمْ
      • idiyseniz
      • صَادِق۪ينَ
      • doğru
      184
      • فَاِنْ
      • eğer
      • كَذَّبُوكَ
      • seni yalanladılarsa
      • فَقَدْ
      • doğrusu
      • كُذِّبَ
      • yalanlanmıştı
      • رُسُلٌ
      • peygamberler de
      • مِنْ قَبْلِكَ
      • senden önce
      • جَٓاؤُ۫
      • getiren
      • بِالْبَيِّنَاتِ
      • açık deliller
      • وَالزُّبُرِ
      • hikmetli sahifeler
      • وَالْكِتَابِ
      • ve Kitabı
      • الْمُن۪يرِ
      • aydınlatıcı
      185
      • كُلُّ
      • her
      • نَفْسٍ
      • can
      • ذَٓائِقَةُ
      • tadacaktır
      • الْمَوْتِۜ
      • ölümü
      • وَاِنَّمَا
      • şüphesiz
      • تُوَفَّوْنَ
      • size eksiksiz verilecektir
      • اُجُورَكُمْ
      • ecirleriniz
      • يَوْمَ
      • günü
      • الْقِيٰمَةِۜ
      • kıyamet
      • فَمَنْ
      • kim ki hemen
      • زُحْزِحَ
      • çekilip kurtarılır da
      • عَنِ النَّارِ
      • ateşin elinden
      • وَاُدْخِلَ
      • sokulursa
      • الْجَنَّةَ
      • cennete
      • فَقَدْ
      • işte o
      • فَازَۜ
      • kurtuluşa ermiştir
      • وَمَا
      • değildir
      • الْحَيٰوةُ
      • hayatı
      • الدُّنْيَٓا
      • dünya
      • اِلَّا
      • başka bir şey
      • مَتَاعُ
      • zevkten
      • الْغُرُورِ
      • aldatıcı
      186
      • لَتُبْلَوُنَّ
      • deneneceksiniz
      • ف۪ٓي اَمْوَالِكُمْ
      • mallarınız hususunda
      • وَاَنْفُسِكُمْ
      • ve canlarınız
      • وَلَتَسْمَعُنَّ
      • (sözler) duyacaksınız
      • مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا
      • kendilerine verilenlerden
      • الْكِتَابَ
      • Kitap
      • مِنْ قَبْلِكُمْ
      • sizden önce
      • وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا
      • ve ortak koşanlardan
      • اَذًى
      • incitici
      • كَث۪يراًۜ
      • çok
      • وَاِنْ
      • ama
      • تَصْبِرُوا
      • sabreder
      • وَتَتَّقُوا
      • korunursanız
      • فَاِنَّ
      • şüphesiz
      • ذٰلِكَ
      • işte bunlar
      • مِنْ عَزْمِ
      • yapmağa değer
      • الْاُمُورِ
      • işlerdendir
      187
      • وَاِذْ
      • hani
      • اَخَذَ
      • almıştı
      • اللّٰهُ
      • Allah
      • م۪يثَاقَ
      • diye söz
      • الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا
      • kendilerine verilenlerden
      • الْكِتَابَ
      • Kitap
      • لَتُبَيِّنُنَّهُ
      • onu mutlaka açıklayacaksınız
      • لِلنَّاسِ
      • insanlara
      • وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ
      • gizlemeyeceksiniz
      • فَنَبَذُوهُ
      • fakat onlar (verdikleri sözü) attılar
      • وَرَٓاءَ
      • ardına
      • ظُهُورِهِمْ
      • sırtlarının
      • وَاشْتَرَوْا
      • ve aldılar
      • بِه۪
      • karşılığında
      • ثَمَناً
      • para
      • قَل۪يلاًۜ
      • birkaç
      • فَبِئْسَ
      • ne kötü şey
      • مَا يَشْتَرُونَ
      • satın alıyorlar
      188
      • لَا تَحْسَبَنَّ
      • sanma
      • الَّذ۪ينَ يَفْرَحُونَ
      • sevinen
      • بِمَٓا اَتَوْا
      • o ettiklerine
      • وَيُحِبُّونَ
      • sevenlerin
      • اَنْ يُحْمَدُوا
      • övülmeyi
      • بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا
      • yapmadıkları şeylerle
      • فَلَا تَحْسَبَنَّهُمْ
      • ve zannetme
      • بِمَفَازَةٍ
      • kurtulacaklarını
      • مِنَ الْعَذَابِۚ
      • azabdan
      • وَلَهُمْ
      • onlar için vardır
      • عَذَابٌ
      • bir azab
      • اَل۪يمٌ
      • acıklı
      189
      • وَلِلّٰهِ
      • Allah`ındır
      • مُلْكُ
      • mülkü
      • السَّمٰوَاتِ
      • göklerin
      • وَالْاَرْضِۜ
      • ve yerin
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ
      • herşeye
      • قَد۪يرٌ۟
      • kadirdir
      190
      • اِنَّ
      • elbette
      • ف۪ي خَلْقِ
      • yaratılışında
      • السَّمٰوَاتِ
      • göklerin
      • وَالْاَرْضِ
      • ve yerin
      • وَاخْتِلَافِ
      • gidip gelişinde
      • الَّيْلِ
      • gecenin
      • وَالنَّهَارِ
      • ve gündüzün
      • لَاٰيَاتٍ
      • ibretler vardır
      • لِاُو۬لِي
      • sahipleri için
      • الْاَلْبَابِۚ
      • sağduyu
      191
      • الَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ
      • onlar anarlar
      • اللّٰهَ
      • Allah`ı
      • قِيَاماً
      • ayakta
      • وَقُعُوداً
      • oturarak
      • وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ
      • ve yanları üzerine yatarken
      • وَيَتَفَكَّرُونَ
      • düşünürler
      • ف۪ي خَلْقِ
      • yaratılışı üzerinde
      • السَّمٰوَاتِ
      • göklerin
      • وَالْاَرْضِۚ
      • ve yerin
      • رَبَّنَا
      • Rabbimiz (derler)
      • مَا خَلَقْتَ
      • yaratmadın
      • هٰذَا
      • bunu
      • بَاطِلاًۚ
      • boş yere
      • سُبْحَانَكَ
      • sen yücesin
      • فَقِنَا
      • bizi koru
      • عَذَابَ
      • azabından
      • النَّارِ
      • ateş
      192
      • رَبَّنَٓا
      • Rabbimiz
      • اِنَّكَ
      • sen
      • مَنْ
      • birini
      • تُدْخِلِ
      • soktun mu
      • النَّارَ
      • ateşe
      • فَقَدْ
      • muhakkak
      • اَخْزَيْتَهُۜ
      • onu perişan etmişsindir
      • وَمَا
      • yoktur
      • لِلظَّالِم۪ينَ
      • zalimlerin
      • مِنْ اَنْصَارٍ
      • yardımcıları
      193
      • رَبَّنَٓا
      • Rabbimiz
      • اِنَّـنَا
      • şüphesiz biz
      • سَمِعْنَا
      • işittik
      • مُنَادِياً
      • bir davetçi
      • يُنَاد۪ي
      • çağıran
      • لِلْا۪يمَانِ
      • imana
      • اَنْ اٰمِنُوا
      • inanın (diyerek)
      • بِرَبِّكُمْ
      • Rabbinize
      • فَاٰمَنَّاۗ
      • hemen inandık
      • رَبَّنَا
      • Rabbimiz
      • فَاغْفِرْ لَنَا
      • bağışla
      • ذُنُوبَنَا
      • bizim günahlarımızı
      • وَكَفِّرْ عَنَّا
      • ört
      • سَيِّـَٔاتِنَا
      • kötülüklerimizi
      • وَتَوَفَّـنَا
      • canımızı al
      • مَعَ
      • beraber
      • الْاَبْرَارِۚ
      • iyilerle
      194
      • رَبَّنَا
      • Rabbimiz
      • وَاٰتِنَا
      • bize ver
      • مَا وَعَدْتَنَا
      • va`dettiğini
      • عَلٰى رُسُلِكَ
      • elçilerine
      • وَلَا تُخْزِنَا
      • bizi rezil, perişan etme
      • يَوْمَ
      • günü
      • الْقِيٰمَةِۜ
      • kıyamet
      • اِنَّكَ
      • zira sen
      • لَا تُخْلِفُ
      • caymazsın
      • الْم۪يعَادَ
      • verdiğin sözden
      195
      • فَاسْتَجَابَ
      • karşılık verdi
      • لَهُمْ
      • onlara
      • رَبُّهُمْ
      • Rableri
      • اَنّ۪ي
      • Ben
      • لَٓا اُض۪يعُ
      • zayi etmeyeceğim
      • عَمَلَ
      • işini
      • عَامِلٍ
      • hiçbir çalışanın
      • مِنْكُمْ
      • sizden
      • مِنْ ذَكَرٍ
      • erkek
      • اَوْ
      • veya
      • اُنْثٰىۚ
      • kadın
      • بَعْضُكُمْ
      • hepiniz
      • مِنْ بَعْضٍۚ
      • birbirinizdensiniz
      • فَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا
      • göç edenler
      • وَاُخْرِجُوا
      • çıkarılanlar
      • مِنْ دِيَارِهِمْ
      • yurtlarından
      • وَاُو۫ذُوا
      • işkence edilenler
      • ف۪ي سَب۪يل۪ي
      • benim yolumda
      • وَقَاتَلُوا
      • vuruşanlar
      • وَقُتِلُوا
      • ve öldürülenler…
      • لَاُكَفِّرَنَّ
      • elbette örteceğim
      • عَنْهُمْ
      • onların
      • سَيِّـَٔاتِهِمْ
      • kötülüklerini
      • وَلَاُدْخِلَنَّهُمْ
      • ve onları sokacağım
      • جَنَّاتٍ
      • cennetlere
      • تَجْر۪ي
      • akan
      • مِنْ تَحْتِهَا
      • altlarından
      • الْاَنْهَارُۚ
      • ırmaklar
      • ثَوَاباً
      • bir karşılık olarak
      • مِنْ عِنْدِ
      • katından
      • اللّٰهِۜ
      • Allah
      • وَاللّٰهُ
      • Allah
      • عِنْدَهُ
      • katındadır
      • حُسْنُ
      • en güzeli
      • الثَّوَابِ
      • karşılıkların
      196
      • لَا يَغُرَّنَّكَ
      • seni aldatmasın
      • تَقَلُّبُ
      • gezip dolaşması
      • الَّذ۪ينَ كَفَرُوا
      • inkar edenlerin
      • فِي الْبِلَادِۜ
      • şehirlerde
      197
      • مَتَاعٌ
      • bir geçimdir
      • قَل۪يلٌ
      • azıcık
      • ثُمَّ
      • sonra
      • مَأْوٰيهُمْ
      • gidecekleri yer
      • جَهَنَّمُۜ
      • cehennemdir
      • وَبِئْسَ
      • ne kötü
      • الْمِهَادُ
      • bir yataktır (orası)
      198
      • لٰكِنِ
      • fakat
      • الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا
      • korkanlar için
      • رَبَّهُمْ
      • Rablerinden
      • لَهُمْ
      • vardır
      • جَنَّاتٌ
      • cennetler
      • تَجْر۪ي
      • akan
      • مِنْ تَحْتِهَا
      • altlarından
      • الْاَنْهَارُ
      • ırmaklar
      • خَالِد۪ينَ
      • ebedi kalacaklar
      • ف۪يهَا
      • orada
      • نُزُلاً
      • ağırlanacaklardır
      • مِنْ عِنْدِ
      • tarafından
      • اللّٰهِۜ
      • Allah
      • وَمَا
      • bulunan (ödüller) ise
      • عِنْدَ
      • yanında
      • اللّٰهِ
      • Allah
      • خَيْرٌ
      • daha hayırlıdır
      • لِلْاَبْرَارِ
      • iyiler için
      199
      • وَاِنَّ
      • doğrusu
      • مِنْ اَهْلِ
      • ehlinden
      • الْكِتَابِ
      • Kitap
      • لَمَنْ
      • öyleleri var ki
      • يُؤْمِنُ
      • inanırlar
      • بِاللّٰهِ
      • Allah`a
      • وَمَٓا اُنْزِلَ
      • indirilene
      • اِلَيْكُمْ
      • size
      • وَمَٓا اُنْزِلَ
      • ve indirilene
      • اِلَيْهِمْ
      • kendilerine
      • خَاشِع۪ينَ
      • saygılıdırlar
      • لِلّٰهِۙ
      • Allah`a karşı
      • لَا يَشْتَرُونَ
      • satmazlar
      • بِاٰيَاتِ
      • ayetlerini
      • اللّٰهِ
      • Allah`ın
      • ثَمَناً
      • paraya
      • قَل۪يلاًۜ
      • azıcık
      • اُو۬لٰٓئِكَ
      • onların da
      • لَهُمْ
      • vardır
      • اَجْرُهُمْ
      • ödülleri
      • عِنْدَ
      • katında
      • رَبِّهِمْۜ
      • Rableri
      • اِنَّ
      • şüphesiz
      • اللّٰهَ
      • Allah
      • سَر۪يعُ
      • çabuk görendir
      • الْحِسَابِ
      • hesabı
      200
      • يَٓا اَيُّهَا
      • Ey
      • الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
      • inananlar
      • اصْبِرُوا
      • sabredin
      • وَصَابِرُوا
      • sabırda direnin
      • وَرَابِطُوا
      • savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun
      • وَاتَّقُوا
      • ve korkun ki
      • اللّٰهَ
      • Allah`tan
      • لَعَلَّكُمْ
      • umulurki
      • تُفْلِحُونَ
      • başarıya eresiniz
Al-i İmran Suresi 128-129. ayetler

(128) لَيْسَ لَكَ مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ اَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ اَوْ يُعَذِّبَهُمْ فَاِنَّهُمْ ظَالِمُونَ 

(129) وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُؕ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌࣖ

﴾128﴿

 (Resulüm!) Bu işte senin yapacağın bir şey yok. Allah ya onların tövbelerini kabul eder veya onları cezalandırır. Çünkü onlar zalimlerdir.


﴾129﴿

 Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Dilediğini bağışlar dilediğine azap eder. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

Buhârî’nin rivayetine göre Hz. Peygamber savaşta yaralanınca “Peygamber’ini yaralayan kavim nasıl felâh bulur?” buyurmuş, bunun üzerine 128. âyet inmiştir (“Megāzî”, 21).

Bu âyetlerle kâfirler hakkında dünyada ve âhirette verilecek hükümde Hz. Peygamber’in herhangi bir müdahalesinin söz konusu olmadığı, hükmün tamamen Allah’a mahsus olduğu hatırlatılmaktadır. Nitekim bazı âyetlerde Hz. Peygamber’in görevinin sadece tebliğ etmek olduğu bildirilmiş, hidayetin tamamen Allah’ın iradesine bağlı bulunduğu vurgulanmıştır (bk. Bakara 2/272; Ra‘d 13/40; Kasas 28/56). Bir başka anlatımla, yüce Allah burada Resûl-i Ekrem’e hitaben şöyle buyurmaktadır: Ey Resulüm! Onları helâk veya tövbelerini kabul etmek yahut kâfir olarak öldürüp âhirette cezalarını vermek senin isteğine değil, bizim hikmetimize ve irademize bağlı bir şeydir. Hikmetimiz neyi gerektirirse onu yaparız. Senin bu işte herhangi bir müdahalen söz konusu değildir. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Müşrikler de bu egemenlik alanının dışında değildir. Allah onlardan dilediğini affeder, dilediğini de hak ettikleri ve iradelerini kötüye kullandıkları için cezalandırır. Şüphesiz O’nun bağışlaması çok olduğu gibi azabı da şiddetlidir.

İbn Âşûr’un belirttiği üzere Hz. Peygamber Bedir Savaşı’nda meleklerin müşrikleri yok etmek için indiğini görünce onların hepsinin helâk edileceğini düşünmüş, bunun üzerine yüce Allah onların tamamının kökünü kesmeyi murat etmediğini, bilâkis onlar hakkında farklı takdirlerde bulunduğunu bildirmiş olabilir. Nitekim irade ve tercihlerini olumlu veya olumsuz yönde kullanmalarına bağlı olarak müşriklerden bir grubu helâk ederken, bir grubu kedere boğup bu halde geri çevirmiş, başka bir grubun ise sonra iman edip müslümanların saflarında yer almalarını takdir buyurmuş, nihayet bir grubu da kâfir olarak öldürüp hesabını âhirete bırakmıştır (IV, 80). Bu âyette ayrıca Uhud Savaşı’nda da müşriklerin çoğunun helâk edilmeyeceğine, bunların ileride İslâm’ı kabul edip müslümanların saflarında yer alacaklarına işaret vardır.

Al-i İmran Suresi 130-131-132. ayetler

(130) يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضْعَافاً مُضَاعَفَةًࣕ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ 

(131) وَاتَّقُوا النَّارَ الَّتٖٓي اُعِدَّتْ لِلْكَافِرٖينَۚ 

(132) وَاَطٖيعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۚ

﴾130﴿

 Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah’a itaatsizlikten sakının ki kurtuluşa eresiniz.


﴾131﴿

 Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.


﴾132﴿

 Allah’a ve peygambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.

Yüce Allah’ın, bir taraftan müslümanların Uhud Savaşı’ndaki durumlarını diğer taraftan da Bedir Savaşı’nda melekleri göndererek müslümanlara yardım ettiğini ve bu yardımın sebeplerini hatırlatırken Türkçe’de “tefecilik” deyimiyle de ifade edilen “kat kat faiz yeme” yasağına geçilmesinde bir hikmet olmalıdır. Uhud’daki yenilginin en önemli sebebi, bir kısım müslümanların servet gailesine düşmeleri olmuş ve ganimet toplama hırsları, kazanmak üzere oldukları zaferi yenilgiye çevirmiştir. İşte hikmet sahibi Allah’ın, burada faizcilik ve tefeciliği yasaklamasını bu sebebe bağlı olarak açıklamak uygun olur. Çünkü tefecilik yapanların, hak edilmemiş kârlarını arttırmaktan başka bir şey düşünmeyecek kadar kazanma hırsına kendilerini kaptırdıkları, kamu yararını ve dar gelirlilerin halini düşünmedikleri yaşanan bir gerçektir. Bu durum, haksız kazanç ve servete düşkünlüklerini daha da arttırmaktadır.

Sözlükte ribâ “herhangi bir şeydeki artış ve fazlalık” anlamına gelir. Terim olarak ribâ borç verilen bir parayı belli bir süre sonunda belirli bir fazlalıkla geri almanın veya herhangi bir borç ilişkisiyle doğan ve süresinde ödenmeyen bir alacak için ek vade tanıyıp vade sonunda bu alacağı fazlalıkla tahsil etmenin yahut bu şekilde alınan fazlalığın adıdır. Türkçe’de daha çok faiz kelimesi yaygınlık kazanmış olup genelde ribâ ile eş anlamlı olarak kullanılır. Bu türden şart ve uygulamaları içeren işlemlere de faizli işlemler denir.

Ribâ (faiz) hakkında Bakara sûresinin 275-281. âyetlerinde geniş bilgi verilmiştir. Aşağıda bu âyetin faiz yasağının hangi aşamasında geldiği ve kapsamı hakkında kısa bir açıklama yapılacaktır.

Kur’an’da ribâ yasağı dört aşamada gerçekleştirilmiştir. Mekke döneminde inen konuya ilişkin ilk âyette, faizin Allah katında bereketsiz bir kazanç olduğu, malı arttırmayıp tersine bereketi giderdiği bildirilmiş; buna karşılık Allah rızâsı için verilen zekâtın malı arttıracağı vurgulanmıştır (Rûm 30/39). Bu ilk aşamada faiz açıkça yasaklanmamakla birlikte Allah katında çirkin görüldüğüne ve bereketsizliğine değinilerek kötülenmiş, Câhiliye döneminde bile çirkin bir kazanç olarak telakki edilen faizin kaldırılması için psikolojik bir zemin hazırlanmıştır.

İkinci aşamada, Medine döneminde inen Nisâ sûresinin 160-161. âyetlerinde, faizin yahudilere haram kılınmış olmasına rağmen onların bunu helâl sayarak alıp vermeye devam etmeleri yüzünden birçok cezaya çarptırıldıkları haber verilmiş, yine dolaylı bir şekilde faiz yasağına temas edilmiştir.

Üçüncü aşamayı oluşturan ve konumuz olan âyetlerde faiz açıkça yasaklanmış ve kurtuluşa ermenin Allah’ın bu yasağına uymaya bağlı olduğu belirtilmiştir. Müfessirler 130. âyette geçen “kat kat” kaydının, faiz yasağının sınır ve şartlarının belirtilmesi amacıyla değil Araplar’ın o günlerde en çok uyguladıkları bir faiz şeklinin açıklanması maksadıyla zikredildiğini kabul ederler (Şevkânî, I, 423-424). Bir başka ifadeyle buradaki üslûp, ilk planda Mekke’de yaygın olan bileşik faizli borç işlemlerini hatıra getirmekle beraber, âyetteki kat kat kaydı tek dereceli faizin helâl olduğu anlamında olmayıp devrin Arap toplumunda yaygın olan ve vadesinde ödenmeyen borçlar hakkında yapılan tefecilik uygulamalarının kötülüğüne yapılmış özel bir vurgu niteliğindedir.

Faizle borçlananların, çoğu zaman ödeme güçlüğüne düşebildikleri, borcu vadesinde ödeyemedikleri için anapara yanında faizin faizini de borçlandıkları, böylece faizin katlandığı da bir gerçektir. “Kat kat” ifadesi bu gerçeğin altını çizmektedir.

Dördüncü aşamada inen Bakara sûresinin 275-281. âyetlerinde artık faiz, bir önceki kaydı da taşımaksızın kesin ve sert bir üslûpla yasaklanmış, faizi bırakanlara geçmişte aldıklarından sorumlu tutulmamak gibi bazı teşvikler getirilirken faizde ısrar edenlerin Allah ve Resûlü’ne savaş açmış olacakları belirtilmiştir. Bu âyetlerde faizin alışverişten farklı olduğu vurgulanmış, faizin dünya ve âhiretteki kötü sonuçlarına işaret edilmiştir.

131. âyette “Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının!” buyurularak faiz yiyenlerin âhirette kâfirler için özel olarak hazırlanmış olan cehennemde cezalandırılacaklarına işaret edilmekte, 132. âyette ise Allah’ın rahmetine ve bereketine erebilmek için Allah ve Resûlü’nün emir ve yasaklarına itaat etmenin gereği vurgulanmaktadır.

Al-i İmran Suresi 133-134-135. ayetler

(133) وَسَارِعُٓوا اِلٰى مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُۙ اُعِدَّتْ لِلْمُتَّقٖينَۙ 

(134) اَلَّذٖينَ يُنْفِقُونَ فِي السَّرَّٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَالْكَاظِمٖينَ الْغَيْظَ وَالْعَافٖينَ عَنِ النَّاسِؕ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنٖينَۚ 

(135) وَالَّذٖينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْࣕ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللّٰهُࣕ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ 

﴾133﴿

 Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!


﴾134﴿

 Onlar (takvâ sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever.


﴾135﴿

 Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.

Bu üç âyette faizin, onu alan insanda meydana getirdiği bencillik, cimrilik, hırs ve açgözlülük; verende de sebep olduğu nefret, kıskançlık, kızgınlık ve düşmanlık gibi duyguları giderecek, bu hastalıkları tedavi edecek ana ilkeler yer almakta ve İslâm ahlâkının bir özeti verilmektedir. 131. âyette faiz yemekten sakınıldığı takdirde kâfirler için hazırlanmış olan cehennemden kurtuluşa işaret edildiği gibi, burada da âyetlerde belirtilen ahlâkî nitelikleri kazananlara verilecek mükâfatlar bildirilmekte ve müslümanlar bu yöne yönlendirilmektedir. 133. âyette rabbimizin bağışına, gökler ve yer genişliğindeki cennetine kavuşmanın, bütün ahlâkî davranışlarımız için temel gaye olduğu bildirilmekte; iyiliği, birtakım dünyevî menfaatler kaygısıyla değil de sırf Allah’a saygı ve sevgi demek olan takvâ saikiyle sadece uhrevî saadet uğruna yapmak gerektiği hatırlatılmaktadır. 134 ve 135. âyetlerde ise İslâm’da ideal ahlâk tipi olan “takvâ sahibi (müttaki) insan”ın temel ahlâkî nitelikleri sayılmaktadır. Bunlar her durumda cömert olmak, öfkeyi yenmek, insanları bağışlamak, kendi hatasını kabul etmek ve bundan vazgeçmek gibi niteliklerdir. Bu vasıflar, ancak ihtirasları ve bencil duyguları karşısında hürriyetine kavuşmuş üstün ruhların erdemleridir.

Sözlükte “örtmek” anlamına gelen mağfiret kelimesi, terim olarak “yüce Allah’ın, kulların suç ve günahlarını affetmesi” anlamında kullanılmaktadır. Cennet de sözlükte “bahçe, bitki ve sık ağaçlarla örtülü yer” demektir. Terim olarak cennet, “çeşitli nimetlerle bezenmiş olan ve içinde müminlerin ebedî olarak kalacakları âhiret yurdu” anlamına gelir. İbn Âşûr’a göre âyetteki “gökler ve yer kadar geniş olan” kaydı, cennetin sınırlarını gösteren değil, temsilî olarak cennetin çok büyük ve geniş olduğunu ifade eden bir kayıttır. Nitekim Hadîd sûresinin 21. âyetinde bu durum açıkça ifade buyurulmuştur (IV, 89; cennet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/25).

134. âyette geçen serrâ’ kelimesi tefsirlerde “sevinç ve rahatlık veren durum”; darrâ’ ise “zarar ve sıkıntı veren durum” şeklinde açıklanmıştır. Buna göre buradaki iki tür harcama, “zenginlik ve fakirlik halinde”, “sevinçli ve kederli zamanlarda”, “hayatta iken ve ölüme bağlı tasarruf yoluyla” yapılan harcamalar şeklinde anlaşıldığı gibi “akrabaya sevinç veren yardımlar ve düşmanı yenilgiye uğratmak için yapılan masraflar” şeklinde de anlaşılabilir.

Yüce Allah, bir önceki âyette kullarını takvâ sahipleri için hazırlanmış olan cenneti kazanmak maksadıyla yarışmaya çağırınca, takvâ sahiplerinin kimler olduğu ve hangi nitelikleri taşıdıkları merak konusu olmuş; bu sebeple bu âyetlerde takvâ sahiplerinin nitelikleri anlatılmıştır. Bunlar:

a) Bollukta ve darlıkta Allah yolunda infak ederler, yani mallarını iyilik yolunda harcarlar. Her iki durum da onların davranışlarını değiştirmez: Bolluk, kendilerini bencilleştirip aldatmadığı gibi darlık da onlara Allah yolunda harcamayı unutturmaz.

b) Öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını bağışlarlar. “Öfke” diye çevirdiğimiz gayz kelimesi terim olarak “hoşlanılmadık bir şeye karşı insanın duyduğu heyecan” anlamına gelir. Gazabın aslı olduğu kabul edilir. Gazap intikam iradesini doğurduğu ve gayri ihtiyarî olarak yüzde ve diğer azalarda belirtileri görüldüğü halde gayz sadece kalpte olan bir duygudur (Âlûsî, IV, 58). Âyetin tasvirine göre insanlardaki takvâ duygusu bu konularda da etkili olmakta ve olaylar karşısında öfkeyi yenmelerini ve insanları bağışlamalarını sağlamaktadır. Nitekim âyette geçen kâzım (çoğulu kâzımîn) kelimesi “öfkesini yenen, gücü yettiği halde, zarar gördüğü kimselere karşı intikama kalkışmayan, sabreden” anlamlarına gelmektedir (Elmalılı, II, 1177).

c) Bir kötülük veya kendilerine zulmetme mânasında bir günah işlediklerinde hemen Allah’ı anar ve günahlarına tövbe ederler, yaptıklarında ısrar etmezler. Âyette geçen fâhişe kelimesi “çirkin ve iğrenç iş veya söz” anlamına gelir. Özel olarak “zina” anlamında kullanılmaktadır; nefse zulmetmek ise “herhangi bir günah işlemek” demektir. Bu günahların başında Allah’a ortak koşmak (şirk) gelmektedir. Bununla birlikte fâhişe “başkasına karşı işlenen günah, nefse zulmetmek” ise “kişinin kendisini ilgilendiren ve başkasıyla ilgisi olmayan günah” olarak yorumlandığı gibi (Elmalılı, II, 1177), fâhişe “büyük günahlar” diğeri ise “küçük günahlar” olarak da yorumlanmıştır (Şevkânî, I, 424-425). Yarattığı insanın iyi hasletlerini ve zaaflarını çok iyi bilen yüce Allah, şefkat ve merhametinin gereği olarak günahkâr bir mümini –büyük günah dahi işlese– müminlerin safından çıkarmadığı gibi, Allah’ın huzurunda hesap vereceğini düşünerek yaptığına pişman olan, tövbe ve istiğfar eden kimseyi de cennete girecek takvâ sahiplerinin safından ayırmamıştır.

Takvâdan kaynaklanan hasletleri taşıyanlar ve gereğini yerine getirenler Allah katında sevilen kimselerdir. Allah âhirette onların mükâfatını verecektir (bk. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 2-3; Müsned, III, 440). Hz. Peygamber buyurmuşlardır ki: “Asıl pehlivan güreşte rakibini yenen değil kızdığı zaman öfkesine hâkim olan kimsedir” (Buhârî, “Edeb”, 76, 102; Müslim, “Birr”, 107, 108). Ancak şahsî meselelerde öfkeyi yenmek Allah’ın emri olup beğenilen ve övülen bir davranış olmakla birlikte kamuyu ilgilendiren meselelerde toplum düzeninin bozulmasına ve kötülüklerin yayılmasına yol açabilecek durumlar karşısında gevşeklik göstermemek gerekir.

Uhud Savaşı’ndaki yenilgide, faizcilerde de bulunan kötü duyguların ve özellikle maddeye düşkünlüğün rolü inkâr edilemez bir gerçektir. Bu sebeple yüce Allah kullarını, insanlara kötü vasıflar kazandıran faizi bırakmaya, Allah ve Resûlü’ne itaat etmeye, kendisinin mağfiretini ve takvâ sahibi kimseler için hazırlanmış olan geniş cennetleri kazandıracak işlerde yarışmaya çağırmakta ve bu güzel davranışta bulunan kullarını sevdiğini bildirmektedir.

Al-i İmran Suresi 136. ayet

(136) اُو۬لٰٓئِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ مَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدٖينَ فٖيهَاؕ وَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِلٖينَؕ 

İşte onların yaptıklarının karşılığı rableri tarafından bir bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir!

Yüce Allah yukarıdaki özellikleri taşıyan takvâ sahibi müminlerin geçmiş günahlarını affedeceğini ve onları içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğini vaad etmektedir. Bu mükâfat onların amellerinin gereği değil Allah’ın onlara bir lutfu ve vaadinin sonucudur.

Al-i İmran Suresi 137. ayet

(137) قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ سُنَنٌۙ فَسٖيرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبٖينَ 

Sizden önce nice uygulamalar geçmiştir. Yeryüzünde gezin de yalanlayanların sonunun ne olduğuna bir bakın.

“Uygulamalar” diye çevirdiğimiz sünen kelimesinin tekili sünnettir. Sözlükte “işlek yol, âdet, gidiş tarzı ve tabiat” anlamlarına gelen sünnet, geniş anlamda Allah’ın yolunu (evrende yaratıklar için koymuş olduğu hükmü, kanunları) veya insanın âdet haline getirdiği iyi veya kötü davranış ve hareketi ifade eder (bk. Muhammed Hamîdullah, “Sünnet”, İA, XI, 242). Kur’an’da, ikisi çoğul olmak üzere on altı defa geçen sünnet kelimesi, bu âyet dışındaki yerlerde bir tamlama içinde yer almıştır: “Allah’ın sünneti” (Ahzâb 33/38), “önceki peygamberlerin sünneti (onlar hakkındaki kanun)” (İsrâ 17/77) gibi. Fıkıh ve fıkıh usulünde sünnet ise, bir yandan Hz. Peygamber’in İslâm dininin Kurân-ı Kerîm’den sonraki ikinci kaynağını oluşturan söz, fiil ve onaylarını, diğer yandan da Resûlullah’ın yolunu izleyerek yapılan fakat farz ve vâcip kapsamında olmayan fiilleri ifade eden bir terim anlamına sahiptir.

Allah’ın evrende ve yarattıkları arasında geçerli genel bir kanunu olan sünnetullah değişmez ve bozulmaz. Tabiattaki olaylar, bu kanun gereği belli bir düzen içerisinde meydana gelir. Bilim dilinde “tabiat kanunları” denilen sünnetullah, ilâhî hikmet gereği önce sebebin sonra da sonucun yaratılması şeklinde ortaya çıkar. Allah’ın fiillerinde hikmet anlayışını benimseyen ve çoğunluğu oluşturan bilginler bu görüşü savunurlar. Allah tarafından konan bu değişmez genel kanun (sünnet-i âmme), ancak özel durumlarda yine Allah’ın özel bir sünnetiyle (sünnet-i hâssa) ve geçici olarak değişebilir. Olağan üstü haller (mûcize, keramet…) bu tarzda ortaya çıkar. Fakat bu, genel sünnetin rastgele bozulduğu anlamına gelmez. Özel durum dışında her şey normal şekilde devam eder. Sünnetullah ifadesinin tabiat kanunları olarak yorumlanamayacağını ileri süren bir görüş de vardır. Buna göre böyle bir anlayış geleneksel yanılgının bir yansımasıdır. Sünnetullaha Kur’an’da mutlaka bir karşılık bulmak gerekiyorsa bu tabiri “tarih yasaları”nı anlatan bir ifade olarak değerlendirmek daha uygun olur (bk. Ömer Özsoy, Sünnetullah, özellikle s. 135).

Sünnetullah aynı zamanda sosyal olaylar için de söz konusudur. Nitekim bu husus Fâtır sûresinin 43. âyetiyle bu âyetin öncesi ve sonrasından açıkça anlaşılmaktadır. Bu âyetlerde geçmiş ümmetlere uygulanan sosyal bir yasadan ve –yasanın gereği olarak– haddi aşanların bir belâya uğratılmalarından ve yokluğa mahkûm olmalarından söz edilmektedir. Buna göre Kur’an-ı Kerîm’de sünnetullah deyiminin, kısaca “Allah’ın, tabii veya sosyal bakımdan kâinatı yönetme yasası ve yöntemi” anlamında kullanıldığı söylenebilir.

Konumuz olan âyette de geçmişte peygamberlerini yalanlamış olan milletlere ve bunlara uygulanan ilâhî sünnete dikkat çekilmekte, onların düştükleri hatalara düşülmemesi istenmektedir. Bir başka anlatımla bu âyette ve devamında Allah’ın şöyle bir uyarıda bulunduğunu söylemek mümkündür: Sizden önce de nice milletler gelip geçti; onlar hakkında da Allah’ın birtakım uygulamaları oldu. Yeryüzünde dolaşarak o milletlerin kalıntılarını ve hayatlarını inceleyiniz, kendilerini doğru inanca ve güzel davranışlara çağıran peygamberlere karşı çıkıp onları yalanlayan milletlerin nasıl yok olup gittiklerini, ülkelerinin nasıl harap olduğunu görünüz; bunlardan çıkarılacak dersleri çıkarınız. Unutmayınız ki zafer için şart olan birliğinizi ve beraberliğinizi korur, peygamberin ve tayin ettiği kumandanların emirlerine uyarak sabır ve metanetle savaşırsanız zafer sizin olur.

Şüphe yok ki Allah’ın savaşlar için de koyduğu kanunları vardır. Bu kanunlara uygun davrananlar inkârcı, putperestler de olsalar, Allah’ın kanunu uyarınca galip gelirler. Tedbirsiz davrananlar da peygamber veya evliya dahi olsalar yine yenilgiye uğrarlar. Çünkü Allah’ın sünneti değişmez. O’nun sosyal hayat için koyduğu kanunlar savaşta da geçerlidir. Savaşın şart ve gereklerine uyanların galip, buna uymayanların mağlûp olması ilâhî bir kanundur (Ateş, II, 113).

Müfessirler bu ve benzeri âyetlerde, tarihî ve arkeolojik araştırmalar yapmayı teşvik anlamının bulunduğunu belirtirler (Elmalılı, II, 1180). Muhammed Abduh’a göre yüce Allah’ın, mahlûkatını yönetmek için kanunlar koyduğunu bize bildirmesi, bizim o kanunlardan en mükemmel bir şekilde faydalanmamız için o kanunları tedvin edilmiş bağımsız bir ilim haline getirmemizi gerekli kılar. Kur’an’ın özet olarak bahsettiği diğer ilimler için olduğu gibi kâinattaki sünnetullahı açıklayacak ilim adamlarını yetiştirmek de bu ümmetin tümü üzerine farz kılınmıştır (Reşîd Rızâ, IV, 139).

Al-i İmran Suresi 138. ayet

(138) هٰذَا بَيَانٌ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَمَوْعِظَةٌ لِلْمُتَّقٖينَ

Bu Kur’an insanlara bir açıklama, takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.

“Bu” anlamına gelen işaret zamiriyle Kur’an’ın kastedildiği yorumu esas alınarak meâlinde “bu Kur’an” denmiştir. Buna göre âyet, Kur’an’ın bütün insanlar için hak ile bâtılı, yanlışla doğruyu birbirinden ayırt eden, açıklayan ve doğru yola ileten bir kitap, özellikle takvâ sahipleri için bir ibret ve öğüt olduğunu ifade eder. Diğer bir yoruma göre ise burada, Allah’ın sünnetinin geçmiş milletlere de aynen uygulandığını haber veren bir önceki âyete işaret edilmekte yani 137. âyetteki ifadenin insanlara bir açıklama, takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüt olduğu belirtilmektedir. İbn Âşûr’a göre bu durumda âyet, zaferle güzel sonucun, yenilgi ile kötü sonucun ayrı ayrı şeyler olduğunu bilmeyenler için bir açıklama ve sebep-sonuç ilişkisini kurabilmeleri için yol gösterici bir kılavuzdur. Çünkü zaferin gerçek sebebi iyilik ve iyi haldir. Bu âyet aynı zamanda insanların fesattan sakınmaları ve “Bizden daha güçlü kim var?” (Fussılet 41/15) diyerek gücüne aldanan Âd kavmi gibi aldanmamaları için bir öğüttür (IV, 98).

Al-i İmran Suresi 139. ayet

(139) وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ

Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.

Müslümanları teselli etme amacı taşıdığı anlaşılan âyet, yenmenin de yenilmenin de Allah’ın değişmez kanunu olduğunu, dolayısıyla Uhud Savaşı’nda uğradıkları yenilgiden dolayı ümitsizliğe kapılmamaları gerektiğini onlara hatırlatmakta; güçlü bir imana sahip olmanın verdiği azim ve kararlılık sayesinde nice zaferlere ulaşmanın mümkün olacağını müjdelemektedir. Bu, yüce Allah’ın peygamberlerine ve samimiyetle onlara inanan müminlere bir vaadidir. Nitekim başka âyetlerde bunu açıkça bildirmiştir (bk. Sâffât 37/171-173; Mücâdele 58/21).

 

Al-i İmran Suresi 140-141. ayetler

(140) اِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُؕ وَتِلْكَ الْاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِۚ وَلِيَعْلَمَ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَٓاءَؕ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمٖينَۙ 

(141) وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَيَمْحَقَ الْكَافِرٖينَ 

﴾140﴿

 Eğer siz (Uhud’da) bir yara aldıysanız bilin ki o topluluk da benzeri bir yara almıştı. O günleri biz insanlar arasında döndürüp duruyoruz ki Allah gerçek müminleri ortaya çıkarsın ve uğrunda şehitleri olsun diye. Allah, zalimleri sevmez.


﴾141﴿

 Bir de Allah, iman edenleri günahlardan arındırmak, kâfirleri de yok etmek için böyle yapıyor.

Genel olarak müfessirler 140. âyette Uhud Savaşı ile Bedir Savaşı’nın mukayesesinin yapıldığı kanaatindedirler. Müşriklerin daha önce Bedir Savaşı’ndaki kayıpları müslümanların Uhud Savaşı’ndaki kayıplarından az değildi. Âyet buna işaret etmektedir. Bazı müfessirlere göre sözlükte “yara” anlamında kullanılan “karh” kelimesi, âyette mecaz olarak “yenilgi” anlamında kullanılmıştır. Buna göre yüce Allah Uhud Savaşı’nda yenilgiye uğramış olan müminleri teselli etmek ve cesaretlendirmek için onlara Bedir Savaşı’ndaki zaferlerini hatırlatarak buyuruyor ki: Eğer siz Uhud’da yenilgiye uğradıysanız hemen üzüntüye kapılıp cesaretinizi yitirmemeli ve zaaf göstermemelisiniz. Bilmelisiniz ki düşmanlarınız da Bedir’de benzeri bir yenilgiye uğramışlardı. Fakat onlar yenildikleri için zaaf göstermemişler, cesaretlerini yitirmemişler, bilâkis onlar sizinle savaşmak için azimli ve kararlı bir biçimde hazırlıklarını tamamlamış ve Uhud Savaşı’na gelmişler, sonuçta kararlılıklarının karşılığını da almışlardır. Bu, Allah’ın bir kanunudur. Allah onları sevdiği için değil, onlar sabırla ve kararlı bir şekilde savaştıkları için zafere ulaşmışlardır. Sabır ve kararlılık içerisinde çalışıp gayret gösterenler daima başarıya kavuşurlar. Bu ilâhî bir kanundur.

Ayrıca müslümanların Uhud’daki yenilgilerinin başka hikmetleri de vardır. Yüce Allah samimi müminleri ortaya çıkarmak ve onların bir kısmını şehitlik rütbesine erdirmek (şehitlik hakkında bk. Bakara 2/154), müminleri günahlarından ve kusurlarından arındırıp tertemiz hale getirmek ve kâfirleri helâk etmek için bu zafer ve yenilgileri insanlar arasında döndürüp durmuş, acı ve tatlı günleri her iki tarafa da tattırmıştır. Eğer bütün savaşlarda müminler yenen, kâfirler yenilen taraf olsalardı o zaman hayatın imtihan oluşunun bir değeri kalmadığı gibi serbest irade ile iman etme imkânı da ortadan kalkardı; kâfirler ister istemez imana zorlanmış olurlardı. İşte bu gibi hikmetlere binaen yüce Allah zaferi ve yenilgiyi kâfirlerle müminler arasında döndürmekte, her iki tarafa da acı ve tatlı günler yaşatmaktadır. Ancak müminlerin ölülerine şehitlik rütbesini vererek onları cennetine koyacağına işaret ederken, zalimleri sevmediğini bildirmek suretiyle de kâfirlerin ölülerini cehennemine sokacağını îma etmektedir. Demek ki yaralanmak, öldürülmek veya yenilmek bir tarafa değer kazandırıp günahlardan arınma imkânı sağlarken, diğer tarafa zillet ve kayıp getirmektedir. Nitekim Bedir’de müşriklerin yara alıp yenilmeleri onlara zillet ve kayıp getirdiği halde Uhud’da müminlerin şehit olmaları, yaralanmaları ve yenilmeleri onlara günahlardan arınma ve mânevî kirlerden temizlenme şerefini kazandırmıştır. Ayrıca sonraki savaşlar için bir ders olmuştur. Nitekim müminler bütün yaralarına ve acılarına rağmen Uhud Savaşı’nın ardından müşrikleri Hamrâülesed denilen yere kadar takip ederek imanlarının ne derecede kuvvetlendiğini ve Hz. Peygamber’e ne derecede bağlı olduklarını göstermişlerdir.

“Allah’ın… ortaya çıkarması için” şeklinde tercüme ettiğimiz 140. âyetteki “li-ya‘leme…” ifadesi, “Allah’ın ezelî ilminde var olan bilgiyi vâkıa ile ayan beyan ortaya koyması” veya “mümini münafıktan ayırt etme hükmünü vermesi” şeklinde tefsir edilmiştir. Bu sebeple meâlinde “ şehitler” anlamı verilen şühedâ kelimesi –Bakara sûresinin 143. âyetinde olduğu gibi– “şahitler” şeklinde de tercüme edilebilir. Bu durumda âyetin meâli şöyle olur: “Allah sizden (insanlar üzerine) şahitler edinsin diye (böyle yaptı).”

Al-i İmran Suresi 142. ayet

(142) اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذٖينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرٖينَ

 Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri ortaya çıkarmadan ve sabredenleri belirlemeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?

Bu soru ile yüce Allah müminlere hitap ederek onlara ilâhî bir yasasını yani nihaî başarının iyilikler uğrunda gösterilecek özverilere bağlı olduğunu hatırlatmakta, Allah yolunda cihad etmeden ve cihadın gerektirdiği yaralanma, acı, ağrı gibi sıkıntılara katlanmadan, hatta canını feda etmeyi göze almadan ve buna katlananlarla katlanmayanlar ayırt edilmeden cennete girmeyi düşünmemeleri gerektiğine işaret buyurmaktadır. Nitekim Bakara sûresinin 214. âyetinde de “Yoksa sizden öncekilerin çektikleriyle karşılaşmadan cennete girebileceğinizi mi sandınız?” buyurularak, önceki peygamberlerin ve ümmetlerinin yaptıkları gibi yüce değerler uğrunda özverilerde bulunmadan başarılı olunamayacağı ve cennete girilemeyeceği haber verilmiştir. Geçmişte bazı ümmetler yoksulluk, savaş ve benzeri çeşitli sıkıntılarla imtihan edilmişler, sarsıntılar geçirmişler, fakat yıkılmamışlar, sabretmişler ve sonuna kadar imanlarında sebat etmişlerdir; bir gün mutlaka Allah’ın yardımının kendilerine erişeceğine ve zafere kavuşacaklarına dair ümitlerini yitirmemişler; nihayet Allah’ın yardımına ve zafere kavuştukları gibi cennete girmeye de hak kazanmışlardır. Şimdi yüce Allah Hz. Muhammed’in ümmetinden de bu özveriyi istemekte, imanlarını ve kutsal değerlerini koruma uğrunda mal ve canlarını feda edebilenlerle mallarını ve canlarını kutsal değerlerin üstünde tutanlar birbirlerinden ayırt edilmedikçe cennete girmeyi düşünmemeleri gerektiğini bildirmektedir.

Al-i İmran Suresi 143. ayet

(143) وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَلْقَوْهُࣕ فَقَدْ رَاَيْتُمُوهُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَࣖ

Gerçek şu ki, ölümle karşılaşmadan önce onu istiyordunuz; işte şimdi onu apaçık görmektesiniz.

Başta Hz. Peygamber olmak üzere bazı tecrübeli sahâbîler Uhud Savaşı’na çıkmadan önce yapılan müzakerede, Medine’de kalıp savunma savaşı yapmayı tercih etmişlerdi. Ancak savaş tecrübesi olmayan, özellikle Bedir Savaşı’nda bulunmamış olan sahâbîler, Bedir’e katılanların Allah katındaki derecelerinin yüceliğini ve sevaplarının çokluğunu öğrenince böyle bir fırsatın kendileri için de doğmasını dilemişlerdi. İşte Uhud Savaşı öncesinde bu müslümanlar Hz. Peygamber’e düşmanla meydan savaşı yapmak istediklerini, gerekirse seve seve canlarını feda edeceklerini bildirdiler ve “Bizi düşman karşısına çıkar ki kendilerinden korktuğumuzu sanmasınlar” dediler. Gençlerin ısrarlı olduklarını gören Hz. Peygamber onların görüşüne uyarak meydan savaşı yapmak üzere Uhud’a geldi. Ancak düşmanın şiddetli saldırıları neticesinde müslümanlar yetmiş dolayında kayıp verdiler, birçoğu da yaralandı. Bu arada Hz. Peygamber’in öldürüldüğü haberi de yayılınca müminlerden büyük bir grup büsbütün ümitlerini yitirdiler ve düşmanın şiddetli saldırıları karşısında dayanamayıp geri çekilmek durumunda kaldılar. Bir kısmı paniğe kapıldı ve savaş alanını terketti. İşte bu âyette onların bu davranışları kınanmaktadır.

Bazı müfessirlere göre burada müslümanların ölümü istemelerinden maksat, Medine’de kalıp savunma savaşı yapmak yerine daha çok ölüme sebep olan meydan savaşını tercih etmeleridir (Elmalılı, II, 1189). Bu sahâbîler, savaşta büyük yararlılıklar göstereceklerini ve kendileri şehit oldukları takdirde geride kalanlar için önemli bir zafer hazırlayacaklarını düşünerek düşmanı meydanda karşılamayı tercih etmişlerdi. Bu sebeple onlar hakkında, “Ölümle karşılaşmadan önce onu istiyordunuz” buyurulmuştur. Yoksa herhangi bir müslümanın, gerek savaşta gerekse savaş dışında ölümü istemesi doğru değildir. Nitekim Hz. Peygamber “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah’tan âfiyet isteyiniz. Ama düşmanla karşılaştığınız zaman da sabırlı olunuz (direniniz). Bilin ki, cennet kılıçların gölgesi altındadır” buyurmuştur (Müslim, “Cihâd”, 20). Sonuçta hayat da ölüm de Allah’ın takdirine bağlı olaylardır. Takdir edilen zaman geldiğinde istense de istenmese de ölüm gerçekleşecektir. Savaş alanlarında asıl olan ölmek değil, müslümanların zaferi için gayret göstermek ve savaşmaktır. Ama bu esnada ölmeyi göze almadan savaşa girişen kimsenin göstereceği çaba, bu uğurda ölmenin kendisini yüksek bir pâyeye eriştireceği inancıyla savaşan kişinin çabasına denk olamaz. Kur’an’da ve hadislerde şehitliğin özendirilmesi de bundan dolayıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Ben isterim ki Allah yolunda savaşıp öldürüleyim, sonra diriltileyim, sonra öldürüleyim, sonra diriltileyim, sonra tekrar öldürüleyim (el-Muvatta’, “Cihâd”, 27, 40). Bu hadisteki mesaja yürekten inanan bir müslüman açısından, –diğer İslâmî ilkeler gereği hayatını korumak için her türlü önlemi alması gerekli olmakla beraber– Allah yolunda savaşırken, artık yaşama arzusu zaferin önünde bir engel olmaktan çıkar.

Al-i İmran Suresi 144. ayet

(144) وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُؕ اَفَا۬ئِنْ مَاتَ اَوْ قُتِلَ انْقَلَبْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْؕ وَمَنْ يَنْقَلِبْ عَلٰى عَقِبَيْهِ فَلَنْ يَضُرَّ اللّٰهَ شَيْـٔاًؕ وَسَيَجْزِي اللّٰهُ الشَّاكِرٖينَ

 Muhammed yalnızca bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geri dönecek misiniz? Kim geri dönerse bilsin ki Allah’a asla bir zarar vermiş olmayacaktır. Allah şükredenleri ödüllendirecektir.

Hz. Muhammed’in sadece bir beşer ve bir peygamber olduğu belirtilip önceki peygamberler gibi onun da ölümlü olduğu hatırlatılmaktadır. Ayrıca âyet münafıkların menfi propagandalarına bir cevap ve onlara kapılanlara yapılmış bir uyarı niteliğindedir. Şöyle ki Uhud Savaşı’nda Abdullah b. Kamia adında bir müşrik, Resûlullah’ı öldürmek için ona birkaç defa saldırmış, hatta yüzünü yaralamış ve attığı bir taşla dişinin kırılmasına yol açmıştı. Hz. Peygamber’i korumakta olan Mus‘ab b. Umeyr de bu müşrikin saldırılarına karşı koyarken şehit olmuştu. Mus‘ab, Hz. Peygamber’e benzediği için Abdullah b. Kamia Peygamber’i öldürdüğünü sanarak, “Muhammed’i öldürdüm” diye bağırmış, bu haber müslümanlar üzerinde şok etkisi yapmıştı. Bu haberin meydana getirdiği panik üzerine müslümanlar cesaretlerini yitirmişler, içlerinden bir grup dağa doğru çekilirken, bir grup Medine yolunu tutmuş, bazıları da oldukları yerde yığılıp kalmıştı. Hatta bir kısmı “Abdullah b. Übeyy’e gidelim de bizim için Ebû Süfyân’dan eman dilemesini rica edelim” deme gafletinde bulunmuş ve bu durumdan yararlanan bir grup münafık “Muhammed gerçek peygamber olsaydı öldürülmezdi. Atalarımızın dinine dönsek daha iyi olur” diyecek kadar ileri gitmişlerdi (Reşîd Rızâ, IV, 160).

Bu sırada Hz. Peygamber’in “Ey Allah’ın kulları bana gelin!” diye seslenmesi üzerine etrafında halkalanan yaklaşık otuz kişilik bir grup onu yiğitçe savunmuşlardı. Öte yandan bu habere aldanan Kureyş, aldığı netice ile yetinerek savaş alanını terketmiştir. Hz. Peygamber bu durumun farkına varmış ve bunu kendisi ve arkadaşları için Allah’ın lutfettiği bir fırsat olarak değerlendirmiştir. Nitekim onun sağ olduğunu müslümanlara duyurmak isteyen Kâ‘b b. Mâlik’e susması için işaret buyurmuşlardır (Hasan İbrâhim Hasan, İslâm Tarihi, I, 152).

Âyette Hz. Muhammed’in fâni, İslâm’ın ise bâki olduğunu, bu sebeple, o ölse dahi müslümanların bunu sükûnetle karşılayıp dinlerine bağlı kalmaları, düşmanlarıyla sürdürdükleri savaşta sebat etmeleri gerektiği hatırlatılmaktadır. Müteakip âyetin sonundaki “Allah şükredenleri ödüllendirecektir” cümlesi buna işaret eder. Müfessirler buradaki “şükredenler” ifadesini, “İslâm’da sebat edip görevlerini yerine getirenler” şeklinde tefsir etmişlerdir (Elmalılı, II, 1194). Nitekim yıllar sonra Hz. Peygamber vefat ettiğinde insanlar şaşırıp ne yapacaklarını bilemez olmuşlar, fakat soğukkanlılığını koruyan Hz. Ebû Bekir, “Kim Muhammed’e tapıyor idiyse bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim de Allah’a tapıyor idiyse bilsin ki Allah diridir, ölmez!” demiş ve bu âyeti okumuştur. İbn Abbas “Ebû Bekir bu âyeti okuyuncaya kadar insanlar sanki böyle bir âyetin daha önce inmiş olduğunu bilmiyorlardı, herkes âyeti (ilk defa) ondan öğrenmiş gibiydi. Ondan âyeti dinleyen herkes onu okumaya başladı” demiştir (İbn Kesîr, II, 109).

Al-i İmran Suresi 145. ayet

(145) وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تَمُوتَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِ كِتَاباً مُؤَجَّلاًؕ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهٖ مِنْهَاۚ وَمَنْ يُرِدْ ثَوَابَ الْاٰخِرَةِ نُؤْتِهٖ مِنْهَاؕ وَسَنَجْزِي الشَّاكِرٖينَ

Hiçbir kimse Allah’ın yazılıp bir süreye bağlanmış izni olmadan ölmez. Kim dünya nimetini isterse ondan kendisine veririz; kim âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz; ve şükredenleri ödüllendireceğiz.

Müslümanların, Hz. Peygamber’in öldürüldüğü haberinin yayılmasından sonraki psikolojik durumlarına işaret edilmekte ve ölüm korkusuyla savaştan kaçmanın anlamsız olduğu bildirilerek müslümanlar metanetli davranmaya çağırılmakta ve cihada teşvik edilmektedir. Çünkü Allah’ın belirlediği zaman gelmeden ve O’nun izni olmadan hiç kimse ne yatağında ne de düşman saldırısıyla ölmeyeceği gibi O’nun belirlediği süreden fazla bir an bile yaşayamaz. Kişinin ömrü, sınırları yüce Allah tarafından belirlenmiş ve takdir edilmiş bir zaman diliminden ibarettir. Âyetin “yazılıp bir süreye bağlanmış” anlamındaki bölümü bunu ifade eder. Bu süre ne bir saniye ileri ne de bir saniye geri alınır. Bu ilâhî kanun –peygamberler dahil– bütün insanlar için aynı derecede geçerli olduğu gibi toplumlar için de geçerlidir (krş. A‘râf 7/34; Hicr 15/5; Müminûn 23/43; Münâfikun 63/11). Bu sebeple savaş meydanından kaçarak ölümden kurtulmayı düşünmek yersiz bir davranıştır. Korkaklık ömrü uzatmadığı gibi cesaret de onu azaltmaz; o halde doğru olan, kişinin kendisi için belirlenmiş bu süreyi nasıl değerlendirmesi gerektiğini düşünmesi ve ona göre davranmasıdır.

Yüce Allah âyetin devamında “Kim dünya nimetini isterse ondan kendisine veririz; kim âhiret nimetini isterse ona da ondan veririz” buyurarak insanların emeklerinin ve dileklerinin zayi olmayacağını, yaptıklarının karşılığını dünyada ve âhirette alacaklarını bildirmektedir. Bununla birlikte İslâm’da niyet esastır, Hz. Peygamber’in ifade buyurduğu üzere “Ameller niyetlere göre değerlendirilir. Kişi yaptığı işi hangi niyetle yapmışsa karşılığında kendisine o şey verilir” (Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 1). Bir kimse yaptığı işlerin karşılığında sadece dünyalık isterse Allah kendi iradesine ve dilemesine bağlı olarak ona ne takdir etmişse onu verir, fakat âhirette bu amelin karşılığında bir şey alamaz. Kişi âhirette sevap kazanmak niyetiyle dünyada hayırlı bir iş yaparsa Allah ona âhirette sevabını vereceği gibi dünyada da takdir ettiği kısmetini verir. Nitekim “Biz şükredenleri ödüllendireceğiz” cümlesinden ve ilgili diğer âyetlerin ruhundan bu mâna anlaşılmaktadır (ayrıca bk. Bakara 2/200-201; İsrâ 17/18-19; Şûrâ 42/20).

Âyetin bu bölümünde ganimet elde etme arzusuna kapılarak savaş sırasında nöbet yerini terkeden ve müslümanların yenilmesine sebep olan sahâbîler kınanmakta; düşman karşısında sebat edip direnenler ise “şükredenler” olarak vasıflandırılmakta, bunların hem dünyada hem de âhirette mükâfatlarının verileceği bildirilmektedir. Bir önceki âyetin tefsirinde kısaca değinildiği gibi şükredenlerden maksat, İslâm’da sebat eden, Allah’ın kendisine verdiği kuvvet ve kudreti yaratılış gayesine uygun olarak Allah’a itaatte kullanan, hiçbir engel karşısında Allah’a itaatten vazgeçmeyen, ömrünü bu dünyanın geçici zevk ve çıkarları uğrunda değil, âhiretin sonsuz nimetlerini elde etme ve Allah’ın rızâsına kavuşma uğrunda harcayanlardır.

Al-i İmran Suresi 146. ayetler

(146) وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِيٍّ قَاتَلَۙ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثٖيرٌۚ فَمَا وَهَنُوا لِمَٓا اَصَابَهُمْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُواؕ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الصَّابِرٖينَ

Nice peygamber vardır ki onunla birlikte birçok Allah erleri savaştılar. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşemediler, yılmadılar, boyun eğmediler. Allah, sabredenleri sever.

“Allah erleri” diye çevirdiğimiz ribbiyyûn kelimesi “rabbe mensup” anlamına gelen “ribbî” kelimesinin çoğulu olup “Allah’a kulluk edenler, O’nun dinine uyanlar” demektir. Bu mânada rabbânî kelimesiyle eş anlamlı olup “peygamberlere uyanlar, peygamberlerin talebeleri” anlamında kullanılmıştır. Bundan başka “öncekiler” diye açıklandığı gibi, “ribbe” kelimesine nisbet edilerek “cemaat” anlamında da tefsir edilmiştir. Her iki kelimeyi de genişçe tahlil eden Elmalılı, ribbiyyûnu cemaat anlamına gelen “ribb”e nisbet ederek “eğitim görmüş cemaat”, rabbâniyyûnu ise “eğitici anlamına” gelen rab ismine nisbetle “bunları eğitip öğretecek yüksek seviyeye ulaşmış kimseler” olarak tefsir etmenin daha uygun olacağı kanaatindedir (II, 1197; rabbânî hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/79-80). Âyette yine Hz. Peygamber’in öldürüldüğü haberi üzerine paniğe kapılıp savaş alanını terkeden müslümanlara bir sitem vardır; bir bakıma müslümanlara şöyle denilmektedir: Geçmiş peygamberlerin ümmetleri sayıca düşmanlarından daha az, savaş araç ve gereçleri bakımından daha zayıf olmalarına rağmen peygamberleriyle birlikte düşmanlarına karşı şiddetle savaştılar, onlar da Allah yolunda yaralandı ve şehit oldular, ama düşman karşısında gevşeklik ve zaaf göstermediler, onlara boyun eğmediler, sabır ve metanetle mücadele ettiler. Bu sebeple Allah’ın rızâsını, sevgisini ve zaferi kazandılar. Siz ise yalan haberin yayılmasıyla perişan olup dağıldınız!

“Savaştı” anlamına gelen “kātele” fiili edilgen olarak “kūtile” şeklinde de okunmuştur. Bu kıraate göre cümlenin anlamı şöyle olur: “Beraberinde Allah erleri bulunduğu halde nice peygamber öldürülmüştür!” İbn Âşûr bu peygamberlerden altısının adını vermektedir. Bunlar İsrâiloğulları’nın öldürdükleri Ermiyâ, Hezekiel, İşâyâ, Zekeriyyâ ve Yahyâ ile Araplar’ın öldürdüğü Hanzale b. Safvân’dır (IV, 116). Ancak bu peygamberler savaş dışında çeşitli şekillerde öldürülmüşlerdir. Onlar öldürüldükleri halde beraberlerinde bulunan Allah erleri başlarına gelen musibetten dolayı ne gevşeklik ve zaaf göstermişler ne de düşmana boyun eğmişlerdir. O halde Uhud’daki müminlerin de onlar gibi metanet ve cesaret göstermeleri gerekiyordu. Rivayete göre Habbâb b. Eret Hz. Peygamber’e, “Müşriklerden büyük sıkıntı çektik. (Bunların zulmünden kurtuluşumuz için) Allah’a dua etmez misiniz?” demişti. Hz. Peygamber bu talepte mücadeleden yılma ve üzerine düşeni yapmaktan geri durma niyeti sezdiği için yüzü kıpkırmızı olduğu halde (yaslandığı yerden) doğrulup oturdu ve şöyle buyurdu: “Sizden önce demir taraklarla kişinin etleri ve sinirleri kemiklerine kadar taranırdı da bu işkence onu dininden döndüremezdi. Başının ortasına testere konarak başı ikiye bölünürdü, bu işkence dahi onu dininden döndüremezdi (Buhârî, “Menâkıbü’l-ensâr”, 29).

Al-i İmran Suresi 147-148. ayetler

(147) وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا فٖٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ 

(148) فَاٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ثَوَابَ الدُّنْيَا وَحُسْنَ ثَوَابِ الْاٰخِرَةِؕ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنٖينَࣖ

﴾147﴿

 Onların sözü şunu demekten ibaretti: “Rabbimiz! Günahlarımızdan ve işimizdeki aşırılıklardan ötürü bizi bağışla, sebatımızı arttır, kâfir topluluğa karşı bize yardım et!”


﴾148﴿

 Bu yüzden Allah onlara dünya nimetini ve âhiret nimetinin de güzelini verdi. Allah işini güzel yapanları sever.

Bu âyetlerde de yine Uhud Savaşı’nda “Abdullah b. Übey’e gidelim de müşriklerin başkanı Ebû Süfyân’dan bizim için eman dilesin” diyen müslüman veya münafıklara bir târiz ve bir sitem vardır. Çünkü bunlar bu sıkıntılı anda böyle söylerken geçmiş peygamberlerin yanında bulunan Allah erleri başlarına gelenlerin bir hikmeti bulunduğunu veya kendilerinde var olan bir kusurdan, bir hatadan yahut aldıkları emri ve görevi gerektiği gibi yerine getiremediklerinden dolayı cezalandırıldıklarını düşünerek, “Rabbimiz günahlarımızdan ve işimizdeki taşkınlığımızdan ötürü bizi bağışla!” diye dua etmişler, sonra da kâfirlere karşı yüce Allah’tan sabır ve zafer dilemişlerdi. 148. âyetten anlaşıldığına göre yüce Allah da onların bu samimi dileklerini kabul buyurmuş, onlara dünya mükâfatı olarak zafer ve ganimet nasip ederken, âhiret sevabının da güzelini vermiştir. “Allah işini güzel yapanları sever” cümlesi, o Allah erlerinin işlerini güzel yapan kimseler olduklarını, bu sebeple Allah’ın sevgi ve rızâsını kazandıklarını ifade eder.

Al-i İmran Suresi 149-150. ayetler

(149) يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُطٖيعُوا الَّذٖينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِرٖينَ 

(150) بَلِ اللّٰهُ مَوْلٰيكُمْۚ وَهُوَ خَيْرُ النَّاصِرٖينَ

﴾149﴿

 Ey iman edenler! Eğer inkâr edenlere uyarsanız, sizi gerisin geri döndürürler de sonra hüsrana uğramış olursunuz.


﴾150﴿

 Oysa sizin mevlânız (koruyup kollayanınız) Allah’tır ve O, yardımcıların en iyisidir.

Önceki âyetlerde müslümanlar düşman karşısında gevşeklik ve zaaf göstermeyen Allah erleri gibi olmaya teşvik edilirken burada da kâfirlere uymaktan sakındırılmaktadırlar. Âyetler Hz. Peygamber’in öldürüldüğüne dair yalan haberin yayılması üzerine yahudi ve münafıkların, “Muhammed, peygamber olsaydı öldürülmezdi; artık eski dininize ve dostlarınıza (kardeşlerinize) dönün!” şeklindeki sözleri sebebiyle inmiştir. İniş sebebi özel olmakla birlikte âyetler, her zaman ve her toplum içinde bulunabilecek münafıkların bu tür bozguncu sözlerine ve propagandalarına karşı müslümanları uyarmaktadır. Savaştan kaçmak yenilgiye, yenilgi de kâfirlere itaate sebep olur. Kâfirlere itaat ise sonuçta kişiyi hem dünyada hem de âhirette hüsrana uğratacak olan dinden dönmeye götürür.

150. âyetteki mevlâ kelimesi sözlükte “sahip, dost, yardımcı, arkadaş, köle, câriye, köle âzat eden ve âzat edilmiş köle” anlamlarına gelir. Burada “yardımcı, koruyucu, gözetici” anlamında kullanılmıştır (Ebû Hayyân, III, 77). Yani müminlerin yardımcısı sadece yüce Allah’tır ve en iyi yardımcı da O’dur. Mevlâ, dostlarını ve velâyeti altındakileri korur. Onlara yardım eder ve menfaatlerini gözetir. O’nun dostlarının, müşriklerden eman dilemek için münafıkların yardımına ihtiyaçları yoktur. Onların yardımcısı Allah’tır. Nitekim Uhud Savaşı’nda müslümanlar yenilmiş ve bir kısmı dağılmış olmalarına rağmen tamamen imha edilmekten Allah’ın yardımıyla kurtulmuşlardır. Allah’ın dostluğunu ve yardımcılığını kazanmış olan kimse başkalarının yardımına muhtaç olmaz. Çünkü en iyi yardımcı O’dur. O’nun yardımının tecelli ettiği yerde mağlûbiyet yoktur. Nitekim bir âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur: “Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur; eğer sizi yardımsız bırakırsa O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler” (Âl-i İmrân 3/160).

Al-i İmran Suresi 151. ayet

(151) سَنُلْقٖي فٖي قُلُوبِ الَّذٖينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَٓا اَشْرَكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهٖ سُلْطَاناًۚ وَمَأْوٰيهُمُ النَّارُؕ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمٖينَ

Kâfirlerin kalplerine korku salacağız. Çünkü onlar, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği şeyi O’na ortak koştular. Onların varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin durağı ne kötüdür!

Burada yüce Allah müminlere, düşmanlarına karşı zafer müjdesi vererek onları teselli etmekte, heyecanlarını yatıştırmakta ve Allah’a inanmanın verdiği moral gücünden yoksun olanların kalplerini kısa zamanda korku saracağını haber vermektedir. Çünkü müşrikler ne aklî ne de naklî hiçbir delile dayanmaksızın, atalarından intikal eden tamamen bâtıl bir inançla putları Allah’a ortak koşmakta, onlardan yardım istemekte ve onları Allah ile mahlûkatı arasında aracı kılmaktadır. Oysa putlar, başkalarına yardım etmek şöyle dursun kendilerine yapılan bir saldırıyı dahi savacak güce sahip değillerdir. Bu sebeple müslümanların Allah’ın yardımına güvendikleri derecede müşrikler putların yardımına güvenmemektedirler. Çünkü kendi tanrılarında var olduğuna inandıkları gücün başkalarının tanrılarında da var olduğuna, tanrılar arası mücadelenin devam ettiğine inanmaktadırlar. Bu da onların korkaklaşmasına sebep olmaktadır. Nitekim bu âyetlerde söz konusu edilen Uhud Savaşı’nda, bir ara müslümanların paniğe kapılıp dağılmalarına rağmen, müşrikler önemli bir sonuç elde edemeden çekilip gitmişlerdir. Hatta giderken bir ara geri dönüp müslümanların işini bitirmeyi düşünmüşler, ancak dönme cesaretini gösterememişler, büsbütün yenilmemiş olmayı yeğlemişlerdir. Şüphesiz bu durum Allah’ın onların kalbine soktuğu korkunun neticesinde meydana gelmiştir. Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Bir aylık yola kadar (düşmanlarımın kalbine) korku salma özelliği verilerek bana yardım edildi” (Buhârî, “Teyemmüm”, 1).

Al-i İmran Suresi 152. ayet

(152) وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّٰهُ وَعْدَهُٓ اِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِاِذْنِهٖۚ حَتّٰٓى اِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَعَصَيْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَرٰيكُمْ مَا تُحِبُّونَؕ مِنْكُمْ مَنْ يُرٖيدُ الدُّنْيَا وَمِنْكُمْ مَنْ يُرٖيدُ الْاٰخِرَةَۚ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْۚ وَلَقَدْ عَفَا عَنْكُمْؕ وَاللّٰهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ

Andolsun ki Allah size verdiği sözü yerine getirdi. Hatırlayın ki O’nun izniyle kâfirleri öldürüyordunuz, ama Allah size istediğiniz zaferi gösterdikten sonra gevşediniz, emre itaat hususunda birbirinizle tartıştınız ve emre aykırı hareket ettiniz; içinizden kimi dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti istiyordunuz; derken Allah denemek için onların karşısında sizi bozguna uğrattı. Sonunda yine de sizi bağışladı. Allah, müminlere karşı lütufkârdır.

Yüce Allah müminlere verdiği yardım sözünü yerine getirmiş, savaşın ilk döneminde müminler müşriklere epeyce zâyiat verdirerek onlara galip gelmişlerdi. Ancak okçulardan bir kısmı nöbet yerini terketme hususunda kumandanlarıyla tartışmışlar; bir grup savaş kazanıldığı için geçidi tutmaya gerek kalmadığı kanaatiyle nöbet yerini terketmek isterken, diğer grup aksine bir emir olmadıkça muhtemel tehlikeye karşı geçidi korumanın gereğini savunmuş, sonuçta okçuların büyük çoğunluğu Hz. Peygamber’in emrine muhalefet edip nöbet yerini terkedince galibiyet durumu tersine dönmüştür. Düşmanın süvari birliği geçitteki müslüman askerlerin büyük çoğunluğunun geçidi terkettiklerini görünce oradan hücuma geçip müslümanları arkadan vurmuş, bozguna uğramış olan düşman askerleri de toparlanıp saldırıya geçmişler; böylece müslümanlar iki düşman arasında sıkışıp kalmışlar, neticede zafer yenilgiye dönüşmüştür.

Nöbet yerinden ayrılanların davranışı âyette “isyan” olarak ifade edilmiştir. Burada isyanın mânası emre aykırı davranmaktır. Çünkü onlar müslümanların müşrikleri yendiğini görünce artık geçidin korunmasına gerek kalmadığı kanaatine varmış ve emre aykırı olarak nöbet yerini terketmişlerdi. Burada müslümanların yenilgiye uğramalarının yüce Allah tarafından yapılmış bir imtihan olduğu da bildirilmiştir. Çünkü bu yenilgi, gerçek müminlerle münafıkların birbirinden ayırt edilmesine imkân sağladığı gibi savaşta komutanın emrine itaat etmemenin nelere mal olduğunu göstererek ibret alma imkânı da sağlamıştır.

Al-i İmran Suresi 153. ayet

(153) اِذْ تُصْعِدُونَ وَلَا تَلْوُ۫نَ عَلٰٓى اَحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فٖٓي اُخْرٰيكُمْ فَاَثَابَكُمْ غَماًّ بِغَمٍّ لِكَيْلَا تَحْزَنُوا عَلٰى مَا فَاتَكُمْ وَلَا مَٓا اَصَابَكُمْؕ وَاللّٰهُ خَبٖيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

O zaman siz dönüp hiç kimseye bakmadan yukarı doğru çekiliyordunuz; peygamber ise arkanızdan sizi çağırıyordu, kaybettiklerinizin ve başınıza gelenlerin üzüntüsüne katlanabilmeniz için (söz tutmamanıza karşılık) Allah size tasa üstüne tasa verdi. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Bu âyet müslümanların savaşın ikinci aşamasındaki perişan durumunu tasvir etmektedir. Düşmanın süvari birliğinin arkadan vurması ve Hz. Peygamber’in öldürüldüğü haberinin yayılması neticesinde paniğe kapılıp perişan bir halde dağılan İslâm ordusunun bir kısmı tepeye doğru çıkarak kurtulmaya çalışırken bir kısmı da Medine yönünde kaçmıştır. Hz. Peygamber ise eşsiz bir metanet ve cesaret örneği göstererek yanındaki küçücük bir grup ile birlikte düşmana karşı var gücüyle savaşmış ve “Ey Allah’ın kulları bana gelin!” diye dağılanları etrafında toplanmaya çağırmıştır (Buhârî, “Megāzî, 20, “Tefsîr”, 3/10). Hz. Peygamber’in ve yanındakilerin düşmana karşı böyle kahramanca savaşmaları, bu durumun büyük bir felâkete dönüşmesini önlemiş ve müslümanlar tamamen imha edilmekten kurtulmuşlardır.

Bir önceki âyette de belirtildiği gibi zaferin yenilgiye dönüşmesi bir imtihandı. Büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalan müslümanlar neye uğradıklarını şaşırmışlar, bekledikleri zafer ve ganimeti elde edemedikleri gibi yetmiş dolayında şehit vermişler ve birçoğu da yaralanmıştı. Müslümanlar bir bozgun hali yaşarken Hz. Peygamber’in şehit olduğu söylentisi, vatanlarının tehlikede oluşu, Kureyş ordusunun Medine’ye saldırarak yağma ve talan edip halkı kılıçtan geçirme korkusu gibi sıkıntılar müslümanların üzüntülerini daha da arttırmıştı.

Müfessirler, Arap dilinin özelliklerini dikkate alarak “kaybettiklerinizin ve başınıza gelenlerin üzüntüsüne katlanabilmeniz için (söz tutmamanıza karşılık) Allah size tasa üstüne tasa verdi” diye çevrilen cümleyi üç şekilde yorumlamışlardır:

a) Allah size tasa üstüne tasa vererek sizi oyaladı ki kaçırdığınız zafer ve ganimete, başınıza gelen yaralanma ve öldürülme gibi musibetlere üzülmeyesiniz. Buna göre yüce Allah müslümanlara tasa üstüne tasa vererek başlarına gelen musibetleri onlara unutturmuş ve üzüntülerini hafifletmiştir.

b) Olumsuzluk edatı olan “lâ” harfi zaittir. Cümle şöyle yorumlanmıştır: Söz tutmamanızdan dolayı Allah size tasa üstüne tasa verdi ki kaybettiklerinize ve başınıza gelen sıkıntılara üzülesiniz.

c) Müminler bu sıkıntılara katlanmaya ve daha büyük musibetlere karşı sabırla direnmeye alışsınlar diye, daha büyüğünü vererek daha küçüğünü unutturmak için Allah onlara tasa üstüne tasa indirmiştir (İbn Âşûr, IV, 132-133).

Al-i İmran Suresi 154. ayet

(154) ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَٓائِفَةً مِنْكُمْۙ وَطَٓائِفَةٌ قَدْ اَهَمَّتْهُمْ اَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِؕ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ مِنْ شَيْءٍؕ قُلْ اِنَّ الْاَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِؕ يُخْفُونَ فٖٓي اَنْفُسِهِمْ مَا لَا يُبْدُونَ لَكَؕ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ الْاَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هٰهُنَاؕ قُلْ لَوْ كُنْتُمْ فٖي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذٖينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ اِلٰى مَضَاجِعِهِمْۚ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا فٖي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا فٖي قُلُوبِكُمْؕ وَاللّٰهُ عَلٖيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

Sonra o kederin ardından Allah size bir güven, bir grubunuzu kendinden geçiren uyuklama hali verdi; bir grup da kendi canlarının derdine düşmüşler, Allah hakkında haksız yere Cahiliye düşüncelerine kapılarak, “Bu işten bize ne?” diyorlardı. De ki: “İşin tamamı Allah’a aittir.” Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar: “Bu işte bizim görüşümüz alınsaydı burada öldürülmezdik” diyorlar. De ki: “Evlerinizde dahi olsaydınız, yine de haklarında ölüm yazılmış olanlar ölüp düşecekleri yere geleceklerdi. Bu, Allah’ın içinizde olanı ortaya çıkarması ve kalplerinizdeki şüpheyi gidermesi içindir. Allah kalplerde olanı bilir.”

Uhud Savaşı’ndaki bozgunun ardından yüce Allah müslümanları büyük kederlere uğrattıktan sonra, cesaret ve metanetini yitirmeden, eninde sonunda Hz. Peygamber’in zafere kavuşacağına inanan ve onunla birlikte düşmana karşı var gücüyle vuruşan bir gruba hafif bir uyuklama hali vererek dinlenmelerini ve heyecanlarının yatışmasını sağlamıştı. Almış oldukları yaralardan dolayı acılar içerisinde olmalarına rağmen kendilerini güvende hissetmişler, kılıçları ellerinden düşecek derecede uyuklamışlardı. Nitekim olayı bizzat yaşamış olan Ebû Talha, kendileri savaş alanında iken bu uyku sebebiyle kılıcının birkaç defa elinden düştüğünü ve tekrar aldığını ifade etmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 3/11; “Megāzî”, 20). Oysa şiddetli korku içindeki insanı uyku tutmaz, uykusuzluk devam ettikçe de perişanlık artar ve insanın mânevî gücü çöker. Uhud Savaşı’ndaki ortam böyle bir neticenin doğması için son derece müsait idi. Çünkü müşrikler savaş alanından ayrılırken yine geleceklerini söyleyerek müslümanları tehdit etmişlerdi; bu sebeple müslümanlar düşmanın dönüp tekrar saldırmasından ve kendilerini imha etmesinden veya Medine’ye saldırarak yağmalamasından endişe ediyorlardı. İşte böyle bir ortamda yüce Allah’ın bir lutfu olarak müslümanları tatlı bir uyku basıp, korkuyu unutturmuş, gergin olan sinirlerini dinlendirmiş, böylece huzur ve güvene kavuşarak yepyeni bir güç kazanmışlar, düşman çekildikten sonra da onları Hamrâülesed’e kadar takip etmişlerdir. Daha önce Bedir olayında da savaştan önce böyle bir güven uykusu gelmişti (bk. Enfâl 8/11). Uhud’da ise savaş esnasında veya savaştan hemen sonra daha savaş alanında iken müslümanlar böyle bir ilâhî lutfa mazhar oldular.

Savaşa katılanlardan bir grup ise canlarının derdine düşüp kendilerinden başka bir şey düşünmüyorlardı. Bunlar, her ne kadar mümin görünüyorlarsa da gerçekte inanmamış oldukları için dini ve Hz. Peygamber’i savunmak gibi bir kaygıları bulunmayan münafıklardı. Savaşa sırf ganimet almak veya fitne çıkarmak maksadıyla katılmışlar, ancak büyük bir kısmı daha savaş başlamadan Abdullah b. Übey ile birlikte geri dönüp gitmiş; gidemeyenler ise müminlerin içinde kalmışlardı. Ancak müminleri huzura kavuşturan uyku bunları sarmamış, dolayısıyla korkuları arttıkça artmıştı. Savaşın seyri müminlerin aleyhine döndüğü için onlardan intikam alırcasına duygularını ortaya koyuyor ve Câhiliye kafasıyla haksız yere Allah hakkında kötü şeyler düşünüyor ve Hz. Muhammed’in peygamberliği hakkında tereddüt uyandıracak sözler söylüyorlardı (Cahiliye kavramının anlamı için bk. Mâide 50 ve Furkan 25/63-66’nın tefsiri).

Münafıkların “Bu işten bize ne” sorusundan anlaşıldığına göre onlar, düşmanla meydan savaşı yapma hususunda alınan kararın hatalı olduğuna, bu kararda kendilerinin sorumluluğu bulunmadığına, savaşın planlanmasında görüşlerine uyulmadığına, dolayısıyla elde edilen bu sonuçtan sorumlu olmadıklarına, sorumluluğun meydan savaşını isteyen müminlere ve onların sözünü dinleyen Hz. Peygamber’e ait olduğuna işaret etmek istemişlerdir. Nitekim münafık Muattib b. Kuşeyr’in, Hz. Peygamber’in yanında açığa vurmayıp münafıkların arasında söylediği “Bu işte bizim görüşümüz alınsaydı burada öldürülmezdik” ifadesinden de bu anlaşılmaktadır (Taberî, IV, 142-143; Kurtubî, IV, 242). Oysa Hz. Peygamber, münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy’i istişareye çağırmış, kendisi de onun görüşü doğrultusunda görüş beyan etmişti. Ancak gençler, düşmanı Medine dışında karşılamayı uygun gördükleri için karar onların görüşü doğrultusunda alınmıştı. Bu sebeple münafıkların böyle bir bahane ile Hz. Peygamber’e karşı itiraz hakları olmadığı gibi onu istibdat ile de suçlayamazlardı.

Başka bir görüşe göre âyetin ilgili kısmı şöyle yorumlanmıştır: Münafıklar Hz. Peygamber’e, “Bu işten bize bir yarar var mı?” diyerek bu savaşta kendileri için herhangi bir çıkar bulunmadığını vurgulamak istemişler; kendi aralarında da “Bu işten bizim bir çıkarımız olsaydı burada öldürülmezdik” demişlerdir (Şevkânî, I, 436).

Süleyman Ateş’e göre “Bu işte bizim görüşümüz alınsaydı burada öldürülmezdik” diyenler münafıklar değil samimi müminlerden bir gruptur. Ona göre münafıklar savaşa katılmamışlardır, oysa bunlar savaş anında söylenmiş sözlerdir. Savaşın dehşetinden sarsılan bazı müminlerin içlerinde böyle düşünceler belirmiştir. Zira bu sözleri söyleyen kimselerin affedildiği bildirilmektedir. Halbuki münafık nifak içinde kaldığı sürece affedilmez (II, 122).

Kanaatimizce Ateş’in bu görüşü isabetli değildir. Çünkü bir grup münafık müminlerin içinde kalarak savaşa katılmıştı. Bu sözü onların söylemiş olma ihtimali daha kuvvetlidir. Bir sonraki âyette affedildikleri bildirilenler ise münafıklar değil şeytanın vesvesesine aldanıp savaş yerinden ayrılan müminlerdir. Ayrıca Allah ve Peygamber uğrunda canı dahil her şeyini feda edecek derecede samimi müminlerin böyle bir söz söylemeleri mümkün değildir.

Münafıkların bu tutumlarına karşılık yüce Allah, “De ki: İşin tamamı Allah’a aittir” buyurarak emir ve iradenin kendisine mahsus olduğunu, galibiyet veya mağlûbiyetin ezelde takdir ettiği ilâhî kanunlarına uygun olarak meydana geldiğini ve geleceğini vurgulamakta; ölenlerin de yine Allah tarafından takdir edilmiş ecelleriyle öldüklerini, eceli gelenlerin evlerinden çıkmasalar bile ölümden kurtulamayacaklarını, her insanın ölümü nerede takdir edilmişse gidip orada öleceğini bildirmektedir. Ayrıca âyette bu olayların bir hikmete binaen cereyan ettiği, bunlarla müminlerin denendiği ve kalplerinde olan kötü düşüncelerin temizlendiği ifade buyurulmuştur. Şüphe yok ki insanların gerçek şahsiyetleri güç olaylar karşısında ortaya çıkar. Nitekim Uhud Savaşı’nda da böyle olmuş, bu imtihan neticesinde insanların gerçek yüzleri ortaya çıkarılmıştır. Kalplerdeki sırları dahi bilen yüce Allah’ın insanları imtihan etmesi, onların iç yüzlerini bilmediğinden değildir. Savaşlarda alınan yenilgiler, yaşanan acılar insanların kendilerini sorgulamalarına, hatalarını görmelerine ve durumlarını düzeltmelerine yardımcı olur. Bu sebeple âyette Allah’ın Uhud’da olup bitenlerle müminleri deneyip kalplerindeki yanlış düşünce ve duyguları temizlemeyi murat ettiğine işaret edilmektedir.

Her şeyin yüce Allah’ın takdiriyle cereyan etmiş olması, bizim sebeplere sarılmayı ihmal etmemizi gerektirmez. Çünkü kazâ ve kaderin nasıl olduğunu, nerede, ne zaman ve ne şekilde tecelli edeceğini bilemeyiz; biz olayı ancak meydana geldikten sonra bilebiliriz. Biz çalışmakla ve sebeplere sarılmakla görevliyiz. Bütün gayretlerimize rağmen istediğimizi elde edemediysek o zaman Allah’ın takdirinin bizim isteğimize aykırı olduğuna inanır ve ona teslim oluruz. Bu durumda da sorumlu olmayız.

Al-i İmran Suresi 155. ayet

(155) اِنَّ الَّذٖينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۙ اِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُواۚ وَلَقَدْ عَفَا اللّٰهُ عَنْهُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَلٖيمٌࣖ

İki ordunun karşılaştığı gün sizden bozguna uğrayanlar var ya, sırf yaptıkları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmıştı. Şüphe yok ki Allah onları affetmiştir, Allah çok bağışlayıcıdır, pek halîmdir.

İki ordunun karşılaştığı gün bozguna uğrayanlardan maksat müslümanlardan bir gruptur. Bir önceki âyette Uhud’daki yenilginin kader açısından arka planına değinildikten sonra bu âyette de olay zâhirî sebepler açısından ele alınmakta ve bu savaştaki yenilgiye, münafıkların iddia ettikleri gibi Hz. Peygamber’in hatasının değil, müslüman okçuların verilen talimata uymamalarının ve Resûlullah’ın şehit edildiği haberinin yayılması üzerine müslümanların paniğe kapılıp savaş alanını terk etmelerinin yol açtığı hatırlatılmaktadır. Yüce Allah “Sırf yaptıkları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmıştı” buyurarak bu duruma işaret etmekte ve müslümanların uğradıkları bozgunu fırsat bilen şeytanın, onların kafalarına vesvese sokup yanlış davranışa sevkettiğine dikkat çekmektedir. Bununla birlikte onlar yaptıkları hatadan dolayı pişmanlık duyarak ve tövbe ettikleri için yüce Allah onları affettiğini bildirmiştir. Şüphesiz yüce Allah çok bağışlayandır, halîmdir. Müminlere gazabıyla değil hilmiyle muamele etmektedir. Nitekim savaş meydanını terkedenlerden biri olan Hz. Osman’ı bu davranışından dolayı daha sonra kınayanlar olmuş; o da “Evet, o bir hata idi, ancak Allah onu affetti” demiştir (Râzî, IX, 51).

Bir görüşe göre de sırf yaptıkları bazı şeyler yüzünden şeytanın, ayaklarını kaydırdığı kimseler, Hz. Peygamber’in Ayneyn Geçidi’ne yerleştirdiği askerlerdir (M. Reşîd Rızâ, IV, 191). Zira bunlar savaşın başlarında düşman askerlerinin bozguna uğradığını görünce artık geçidi beklemeye gerek kalmadığını ileri sürerek komutanlarının emrine muhalefet edip ganimet toplamak üzere nöbet mahallini terketmişler, böylece düşmanın arkadan saldırmasına fırsat vermişler, neticede müslümanların yenilmesine sebep olmuşlardı. Buna göre âyet, okçular nöbet mahallini terkettikleri için şeytanın bir kısım müminlere vesvese verip savaş alanından ayrılmalarını sağladığına dikkat çekmektedir.

Ayetlerin Nuzul Sebebi (Al-i İmran Suresi)

1. Elif, Lâm, Mim.
2. Allah, kendinden başka ilah olmayan, hep diri olan, her an yaratıklarını gözetip durandır.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Tefsirciler dediler ki:
“Altmış kişilik bir Necran süvari kafilesi, Rasulullah (s.a.v.)’a geldiler. İçlerinde, ileri
gelenlerinden on dört kişi vardı. On dört kişinin içinde de bu kafilenin işi kendilerine tevdî
olunan üç fert vardı. Bunların birincisine: el-Âkıb (son sözü konuşan) denirdi. Bu zatın ismi
Abdul-mesih’ti. Kavmin emiri ve meşveret yetkilisiydi. Onun görüşü alınmadan hiçbir şey
yapmağa yetkileri yoktu. İkincisine: es-Seyyid denirdi. İsmi Eyhem idi. Kavmin yardımcısı ve
seyru sefer yetkilisi idi. Üçüncü zatın ismi Ebû Harise b. Alkame idi. Onların en irisi ve
alimleriydi. Dîni liderleri ve kütüphane yetkilileriydi. İçlerinde yüceliği vardı, kitaplarını okur
ve okuturdu. Öyle ki kendi dinleri hususunda çok güzel bilgisi vardı. Rûm hükümdarları onu
mevki ve mal sahibi yapmışlardı. İlmi ve içtihadı için ona kiliseler inşa etmişlerdi. Nihayet
bunlar, Rasulullah (s.a.v.) ikindi Namazı’nı kıldığı bir sırada mescidine girip huzuruna
9
bk. İbn Kesîr, 2/46
10 2/65-68
11 Şevkânî, Fethu’l-Kadir, 1/391
12 Emin Işık, “Âl-i İmrân Sûresi”, DİA, 2/307
çıktılar. Üzerlerinde dîni kisveler, cübbeler ve ridalar vardı. Haris b. Ka’b Oğulları’nın en
güzel adamlarıydılar. Rasulullah (s.a.v.)’in ashabından onları gören bazıları:
“Onlar gibi hiçbir elçi kafilesi görmedik” demişti. Namaz vakitleri geldiğinde kalkıp,
Rasulullah (s.a.v.)’ın mescidinde namaz kıldılar. Rasulullah (s.a.v.):
“Onları kendi hallerine bırakın” buyurdu. Onlar da doğuya taraf kıldılar. Seyyid ve Akıb,
Rasulullah (s.a.v.)’la konuştular. Rasulullah (s.a.v.) onlara:
“Müslüman olun” buyurdu. Onlar da:
“Biz zaten senden önce müslüman olmuştuk” dediler. Rasulullah (s.a.v.) da buyurdu ki:
“Yalan söylediniz. Sizin, Allah’a çocuk nisbet etmeniz, haç’a tapmanız ve domuz eti yemeniz
sizi İslam’dan men etmiştir.” Onlar da:
“Peki, şayet İsa, Allah’ın oğlu değilse ya onun babası kim?” dediler ve İsa hakkında topyekün
Rasulullah (s.a.v.) ile tartışmağa başladılar. Peygamber (s.a.v.) onlara buyurdu ki:
“Bir çocuğun ancak babasına benzeyeceğini bilmiyor muydunuz?”
“Evet” biliyorduk” dediler. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Peki Rabbimizin hiç ölmeyen bir diri olduğunu halbuki İsa’ya fanilik geleceğini bilmemiş
miydiniz?” Onlar da:
“Evet biliyoruz” dediler. Peygamber (s.a.v.):
“Rabbimizin herşeye hakim olduğunu gözetip yönettiğini ve koruyup rızıklandırdiğını bilmiyor
muydunuz?” buyurdu.
“Evet biliyoruz” dediler. Peygamber (s.a.v.):
“Peki İsa bunlardan herhangi bir şeye malik midir?” buyurdu
“Hayır” dediler. Peygamber:
“Bizim Rabbimiz İsa’yı döl yatağında dilediği şekilde şekillendirdi, bizim Rabbimiz ne yer, ne
içer, ne de ondan hades vaki olur” buyurdu.
“Evet” dediler. Peygamber:
“İsa’yı annesinin, bir kadının taşıdığı gibi taşıdığını, sonra kadının kendi çocuğunu
doğurduğu gibi onu doğurduğunu, sonra da çocuğun beslendiği gibi, İsa’nın da beslendiğini
ve daha sonra yeyip içtiğini ve abdest bozduğunu bilmiyor muydunuz?” buyurdu. Onlar da:
“Evet” dediler. Rasulullah (s.a.v.):
“Öyleyse İsa nasıl sizin iddia ettiğiniz gibi Allah’ın oğlu olabilir?” buyurması üzerine sükût
ettiler.
Nihayet Allah Teala onlar hakkında Âl-i İmrân Sûresi’nin evvelinden itibaren seksen âyeti
indirdi.”13

2- Muhammed b. Cafer b. Zübeyr, Rasulullah’a gelen Hristiyan Necranlıların heyetini şöyle
anlatmaktadır:
“Necranlıların heyeti altmış binekli olarak Rasulullah’a geldi. İçlerinden on dördü ileri
gelenleriydi. Bu on dört kişiden üçü de onların reisleri durumunda idi. Bunlar, Abdülmesih,
Eyhem ve Ebu Harise b. Alkame isimli şahıslardı. Abdülmesih, toplumun emiri, fikri önderi,
danışmanı ve görüşünden ayrılınmayan kişisiydi. Bu kişi, “Âkıb” diye vasıflandırılıyordu.
Eyhem, toplumun kendisine sığındığı, kervan reisliği yapan, dini toplantıları yöneten kişiydi.
Bu de “Seyyid” diye vasıflandırılmıştı.
Ebu Harise b. Alkame ise toplumun Piskoposu, en bilgini, imamı ve okullarının yöneticisi idi.
Ebu Harise, bunların içinde yüksek mertebeler almış, kitaplarını okumuş ve dinlerinde iyi bir
bilgi edinmişti. Öyle ki Hristiyan olan Rum Kralları ona itibar etmişler, maddi destekte
bulunmuşlar, hizmetçiler tahsis etmişler, kiliseler yapmışlar ve ona bol bol ikramlarda
bulunmuşlardır. Zira bu Krallara, Ebu Harise’nin ilmi ve dinde ictihad derecesine vardığı
haberi ulaşmıştı.”
Muhammed b. Cafer diyor ki:

13 İbn Kesir bunu, Al-i İmrân Sûresi’nin tefsirinin evvelinde zikretti; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar
Yayıncılık: 77-78; Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l-Ğayb, 7/165.
“Bu heyet Medine’de Rasulullah’a geldi. Rasulullah ikindi namazını kılarken Mecscid-i
Nebevi’de onun yanına girdiler. Üzerlerinde Yemen elbiseleri bulunuyordu. Onlar, Ebu
Harise b. Kâ’b kabilesinin elbiselerini ve örtülerini giyinmişlerdi. Onları gören Rasulullah’ın
sahabilerinden bir kısmı
“Biz bunlar gibi bir heyet görmedik” demişlerdi. Onların namaz vakitleri gelince Rasulullah’ın Mescidinde namaz kılmaya başladılar. Rasulullah sahabilerine:
“Bırakın namazlarını kılsınlar.” dedi. Onlar doğuya yönelerek namazlarını kıldılar. Onların
yöneticileri durumunda olan on dört kişiydi ve isimeleri şöyleydi: Kendisine “Âkıb” ünvanı
verilen Abdulmesih, “Seyyid” ünvanı verilen Eyhem, Ebu Harise b. Alkame, Evs, Haris,
Zeyd, Kays, Yezid, Nebih, Huveylid b. Anır, Halid, Abdullah ve Yuhanna.” Bunlar altmış
kişiyle birlikte gelmişlerdi. Rasulullah bunlardan Ebu Harise b. Alkame, Abdullah el-Âkıb ve
Eyhem es-Seyyid ile konuştu. Eyhem, Kralın mezhebindeydi. Bazıları, Hz. İsa’nın Allah
olduğunu, bazıları, Allah’ın oğlu olduğunu, bazıları da onun, üç ilahtan üçüncüsü olduğunu
söylüyordu.
Bu heyette bulunan iki papaz Rasulullah ile konuşunca Rasulullah onlara:
“Müslüman olun.” dedi. Onlar da:
“Biz Müslüman olmuşuz” dediler. Rasulullah tekrara onlara;
“Sizler Müslüman olmadınız. O halde şimdi müslüman olun.” dedi. Onlar:
“Biz, sen Müslüman olmadan önce Müslüman olduk” dediler. Rasulullah da:
“Yalan söylüyorsunuz. Sizin Aziz ve Celil olan Allah’a çocuk isnad etmeniz, Haça ibadet
etmeniz ve domuz eti yemeniz, Müslüman olmanıza engel oluyor.” dedi. Onlar:
“O halde ey Muhammed, İsa’nın babası kim?” diye sordular. Rasulullah da onlara cevap
veımeyip bir müddet sustu, işte bu sırada Allah teala, Hristiyanların ihtilafa düştükleri bu
konu hakkında, Âl-i İmran suresinin başından seksen küsur âyeti indirdi ve buyurdu ki:
“Allah, kendisinden başka ilah olmayan, daima diri olan ve yarattıklarını koruyup idare
edendir.” Allah teala bu sureye, kendisini Hristiyanların iftiralarından arındırarak başladı. Bir
olduğunu, yarattıklarından herhangi bir ortağı olmadığını beyan etti. Böylece Hristiyalarm
uydurdukları inkarcılığı, ona denk ve emsaller isnad etmeyi reddetti ve onların, sapıklık içinde
bulunduklarını beyan etti.”14
3- Reb’i b. Enes de Necran heyetinin konuşmalarından şunları rivayet etmiştir.
“Bu Hristiyanlar Rasulullah’a geldiler. Meryemoğlu İsa hakkında onunla tartıştılar.
Rasulullah’a:
“İsa’nın babası kim?” diye sordular ve eşi ve çocuğa olmayan Allah tealaya karşı yalan sözler
söylediler. Ve iftiralarda bulundular. Bunun üzerine Rasulullah onlara:
“Sizler bilmiyor musunuz ki her çocuk babasına benzer?” diye sordu. Onlar da:
“Evet biliyoruz.” dediler. Rasulullah:
“Rabbimizin, ölmeyen, devamlı hayatta kalan olduğunu, İsa’nın ise sonunda ölüp gideceğini
bilmiyor musunuz?” dedi. Onlar da:
“Evet biliyoruz.” dediler. Rasulullah:
“Rabbimizin her şeyi sevk ve idare eden olduğunu, onları koruyup rızıklandırdığını bilmiyor
musunuz?” dedi. Onlar da:
“Evet biliyoruz.” dediler. Rasulullah da:
“Sizce İsa bunlardan herhangi birine malik midir?” diye sordu. Onlar da:
“Hayır” dediler. Rasulullah:
“Aziz ve Celil olan Allah’a, yerde ve gökte herhangi bir şeyin gizli kalmadığını bilmiyor
musunuz?” dedi. Onlar da
“Evet biliyoruz.” dediler. Rasulullah:
“İsa, Allah’ın bildirdiği dışında, yerde ve göklerde olanlar hakkında bir şey bilir mi?” dedi.
Onlar da:

14 İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
“Hayır” dediler. Rasulullah:
“Rabbimiz, İsa’yı ana rahminde dilediği gibi şekillendirdi siz bunu biliyor musunuz?” dedi.
Onlar da:
“Evet biliyoruz.” dediler. Rasulullah:
“Rabbimizin yemek yemediğini, su içmediğini, bizim gibi bir takım beşeri ihtiyaçlarının
olmadığını bilmiyor musunuz?” dedi. Onlar da:
“Evet” biliyoruz.” dediler. Rasulullah:
“Annesi İsa’ya, diğer kadınların hamile olması gibi hamile olmadı mı? Diğer kadınların
çocuk doğurmaları gibi onu doğurmadı mı? İsa da diğer çocukların beslendiği gibi
beslenmedi mi? İsa yemek yeyip su içmiyor muydu? Ve benzeri ihtiyaçlarını görmüyor
muydu?” diye sordu. Onlar da:
“Evet öyleydi.” dediler. Rasulullah da:
“Böyle olan bir insan nasıl olur da sizin dediğiniz gibi olabilir?” dedi. Onlar, bu
konuşmalardan sonra gerçeği anladılar. Fakat inkârlarında ısrar ettiler. İşte bunun üzerine
Allah teala, ÂI-i İmran suresinin baş tarafındaki âyetleri indirdi.”15
4- Muhammed b. İshak şöyle demiştir:
“Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, Necran’dan binitli yetmiş kişilik bir heyet geldi. İçlerinden ondördü
onların eşrafından idi. Bu ondört kişinin üçü de kavmin ileri gelenlerinden idi. Bunlardan
birisi başkanları idi ve adı da Abdu’l-Mesîh idi. İkincisi danışmanları ve en ileri görüşlü
olanları idi. Ona “Seyyid” (Efendi) diyorlardı ve adı el-Eyhem idi. Üçüncüsü de, âlimleri,
piskoposları ve müderrisleri idi ki adı Ebu Harise İbn Alkame idi. O, Benû Bekir İbn Vâil
kabilesinden idi. Hristiyanlıktaki eğitim ve öğretimi, hristiyantığa yaptığı hizmetleri,
çalışmaları sebebi ile ve ilmi ile meşhur olduğu için, ona Rum hükümdarları tarafından izzet
ve ikramlara mazhar kılınarak, kendisine birçok mallar verilmiş ve idaresine birçok kiliseler
bağlanmıştı. Necran’dan gelirken bir katıra binmiş, onun yularını da kardeşi Kürz b. Alkame
çekmiştir. Ebu Hârise’nin katırı yürürken birden tökezler. Kardeşi Kürz, Hz. Peygamber
(s.a.v.)’i kastederek,
“O uzaktaki helak olsun” deyince, Ebu Harise,
“Aksine senin anan helak olsun” dedi. Bunun üzerine Kürz,
“Niçin ey kardeşim?” deyince, o cevaben,
“Vallahi o bizim beklemekte olduğumuz Peygamberdir” der. Kürz de,
“Bunu bildiğin halde, ona inanmana mâni olan nedir?” der. Ebu Harise,
“Şu krallar bize çok mallar verip, izzet-ü ikramda bulundular. Eğer biz Muhammed’i tasdik
edecek olursak, onlar bütün verdiklerini geri alırlar” dedi. Bu cevap Kürz’ün kalbinde bir ukde
oldu. Müslüman oluncaya kadar bunu gönlünde sakladı. Müslüman olunca, bu hadiseyi
anlattı.
Sonra bu üç ileri gelen reisleri, piskoposları ve danışmanları Hz. Peygamber (s.a.v.) ile
dinlerindeki ihtilaflar üzerinde konuştular. Onlar bazan Hz. İsâ (a.s)’nın Tanrı olduğunu,
bazan “Allah’ın oğlu” olduğunu, bazan da üçün (Baba-Oğul-Ruhul-Kudüs) üçüncüsü
olduğunu söylüyorlardı.
“O, Allah’tır” demelerine, “Çünkü ölüleri diriltir, anadan doğma körleri, alaca hastalığına
musab olanları ve diğer hastaları iyileştirir, gaybları haber verir, çamurdan kuş şeklinde bir
şey yapar, ona üfler, o da uçardı” diye delil getiriyorlardı.
O’nun, “Allah’ın oğlu” olduğu iddiasına da, “Çünkü O’nun bilinen bir babası yoktu” diye
istidlal ediyorlardı.
Onun, “üçün üçüncüsü” olduğu görüşlerine de, “Çünkü Allah “Biz yaptık,” “Biz kıldık” diyor.
Eğer Allah bir olsaydı “Ben yaptım” derdi, diye istidlal etmişlerdir.
Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara
“İslam’a giriniz” deyince, onlar,

15 İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
“Biz senden daha önce İslâm’a girdik” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.),
“Yalan söylüyorsunuz. Allah’a bir oğul isnad edip duruyorken, haça taparken ve domuz eti
yiyip dururken, sizin müslümanlığınız nasıl doğru olur” dedi. Onlar da:
“Eğer O, Allah’ın oğlu değil ise, onun babası kimdir?” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) sustu
ve bunun üzerine Allah Teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin başından seksen kadar âyeti indirdi.
Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) onlarla münazaraya başlayarak, şöyle dedi:
“Bilmiyor musunuz, Allah ölümsüz olan bir Hayy’dır, diridir? Hz. İsa ise, ölümlüdür…”
“Evet biliyoruz.”
“Bilmiyor musunuz ki, babasına benzemeyen hiçbir çocuk yoktur?”
“Evet biliyoruz.”
“Bilmiyor musunuz ki, Rabb’imiz her şeye hâkim ve kayyûmdur? Onu korur, gözetir,
muhafaza eder ve rızıklandırır. Halbuki İsa, bunların herhangi birini yapabilir mi?”
“Hayır…”
“Bilmiyor musunuz, yerde ve gökte bulunan hiçbir şey Allah’a gizil kalmaz? İsa ise, Allah’ın
bildirdiğinden başka herhangi bir şeyi bilebilir mi?”
“Hayır…”
“Rabb’imiz, İsa’yı anasının rahminde dilediği gibi şekillendirdi.. Bunu bilmiyor musunuz?..
Rabb’imizin ise yemez-içmez ve abdest bozmaz olduğunu bilmiyor musunuz?”
“Evet biliyoruz.”
“İsa’yı anası, bir kadının çocuğunu taşıdığı gibi taşımış, yine bir kadının çocuğunu doğurduğu
gibi de doğurmuştur. O da, bir çocuğun beslenmesi gibi beslenmiş, gıdalanmıştı.”
“Evet.”
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.),
“O halde İsa, sizin iddia ettiğiniz gibi, nasıl bir ilâh olabilir?” dedi. Onlar da, bunu anladılar;
ama sonra küfrân-ı nimette bulunarak, inkârı sürdürdüler.
Yine onlar inadlarını sürdürerek:
“Sen, İsa’nın, Allah’ın kelimesi ve Ondan bir ruh olduğunu zannetmiyor musun?” dediler. Hz.
Peygamber de:
“Evet, öyle biliyorum” deyince, bunun üzerine onlar:
“Eh, bu da bize yeter” diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Allahu Teâlâ,
“İşte kalblerinde bir eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak, onun teviline yeltenmek için, onun
müteşabih olanına tâbi olurlar. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş
olanlar ise, “Biz ona inandık. Hepsi Rabb’imiz kahrıdandır” derler. Akıl sahiplerinden
başkası bunu iyi düşünemez” 16 âyetini indirdi.
Sonra onlar, bu âyeti kabul etmeyince Allahu Teâlâ Hz. Muhammed (s.a.v.)’e onlarla
“mübâhele”‘yi (karşılıklı lanetleşmeyi) emretti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), onları
“mübâhele” ye davet edince, onlar:
“Ey Ebâ’l-Kâsım, bizi bırak da bir düşünelim. Sonra, yapmamızı istediğin şeyi yapmak için
sana geliriz.” dediler ve, çekip gittiler.
Daha sonra bu üç kişi kendi aralarında birbirlerine,
“Bu konuda ne diyorsunuz.” deyince, içlerinden birisi,
“Ey, hristiyan topluluğu, Allah’a yemin ederim ki, sizler hiç şüphesiz Muhammed’in
Peygamber olduğunu biliyorsunuz. Andolsun ki o size, Peygamber’iniz hakkındaki meseleyi
çok güzel izah etti… Yine, yemin ederim ki, bir Peygamber ile lânetleşmeye girmiş olan her
kavmin, büyüğünün küçüğünün öldüğünü; eğer siz de bunu yaparsanız, bunun sizin kökünüzü
kurutacağını biliyor musunuz. Mademki bu dinde kalmak istiyorsunuz, o halde o adamla bir
anlaşma yapın, sonra da ülkenize dönün!” dedi. Bunun üzerine onlar, Allah’ın Rasûlü’ne
gelerek, şöyle dediler:

16 Al-i İmran: 3/7.
“Ey Ebâ’l-Kâsım, biz seninle lânetleşmemeye, seni kendi dininde bırakmaya, kendimiz de
kendi dinimiz üzre kalmaya karar verdik. O halde, malımız, mülkümüz hususunda
anlaşmazlığa düştüğümüzde aramızda hükmedecek ashabından birisini beraberimizde yolla.
Çünkü siz bizim nazarımızda kabule şayan kimselersiniz.”
Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara:
“Öğle sonu yanıma geliniz de, çok kuvvetli ve güvenilir bir hakemi sizinle beraber
yollayayım.” dedi. Hz. Ömer ise içinden şöyle diyormuş:
“Ben hiçbir zaman emirlikten hoşlanmadım. Fakat o gün, kendimin tayin edilmesini
umuyordum. Öğle namazını Allah’ın Rasulü ile kıldığımızda, O, selâmdan sonra, sağa ve sola
bakmıyordu. Ben de, beni görsün diye ileri atılıyordum. O ise, sürekli göz gezdiriyordu.
Nihayet Ebû Ubeyde İbnu’l-Cerrâh’ı gördü. Onu çağırdı ve:
“Onlarla git; ihtilâf ettikleri hususlarda aralarında hak ile hüküm ver” dedi. Hayatımda ilk
defa arzuladığım emirliği, idareciliği de Ebu Ubeyde alıp götürdü.”17
5- Rebî dedi ki:
“Hıristiyanlar Nebî Aleyhisselâm’a geldi ve İsa Aleyhisselâm hakkında tartıştılar. Allahü
Teâlâ, “Allah O’ndan başka ilah yoktur, Hayy’dır, Kayyum’dur.” kavlinden, seksen ikinci
âyete kadar indirdi.” 18
6- Mukâtil b. Süleyman’a göre, bu sürenin başındaki bazı âyetler yahudîler hakkında nazil
olmuştur. 19
7- Muhammed b. İshak’a göre, bu sûrenin başından, mübâhele âyetine 20 kadar olan kısım
hristiyanlar hakkındadır. 21

8- İbnu İshak dedi ki: Bana Muhammed İbni Sehl İbni Ebu Ümame anlattı:
“Ehli Necran Rasûlullah’a gelip, İsa İbni Meryem hakkında sordular. Necran ehli hakkında,
Ali İmran’ın başından sekseninci âyetin başına kadar olan âyetler indi.”22
9- Taberi der ki:
“Necran Hristiyanları tarafından gönderilen bir heyet Peygamber efendimizle tartışmış ve Hz.
İsa’nın Allah veya Allah’ın oğlu olduğunu yahut da üç ilahın üçüncüsü olduğunu iddia
etmişlerdir. Peygamber efendimiz onlara hak dini tebliğ etmiş, Hz. İsa’nın da kendileri gibi
insan ve Allah’ın Peygamberi olduğunu söylemiştir. İşte bu surenin bu âyeti de Hristiyanların
bu bâtıl iddialarını reddederek Allah’ın tek bir ilah olduğunu, ondan başka hiçbir ilahın
bulunmadığını beyan etmiştir.”23
7. Sana kitabı indiren O’dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar kitabın anasıdır.
Diğer bir kısmı da müteşâbihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne aramak ve
onun te’viline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar…
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Müsennâ kanalıyla Rebî’den rivayet edildiğine göre o şöyle anlatıyor:
“Necran hristiyanları hey’eti Hz. Peygamber (s.a.v.)’e geldiklerinde onunla tartıştılar ve
dediler ki:
“Sen zannetmiyor musun ki İsa Allah’ın kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur?” Hz. Peygamber
(s.a.v.):
“Evet öyledir.” buyurunca
“İşte bu bize yeter.” dediler de Allah Tealâ: “İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar sırf fitne
aramak ve onun te’viline yeltenmek için onun müteşâbih olanına tâbi olurlar.” âyetini, sonra

17 Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l-Ğayb, 7/165-167.
18 İbn Ebî Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/130.
19 Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l-Ğayb, 7/165.
20 Al-i İmran: 3/61.
21 Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l-Ğayb, 7/165.
22 İbnu İshak; Beyhakî, Delâil; İbn Ebi Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/130-131.
23 İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
da “Muhakkak İsa’nın misali Allah katında Adem’in misali gibidir…”24 âyetini indirdi.” 25
2- Bazı kimseler de bu âyetin Ebu Yâsir ibn Ahtab, kardeşi Huyey ibn Ahtab ve yahudilerden
bir grup hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Buna göre onlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
ve ümmetinin eceli konusunda tartışmışlar ve Elif Lâm Mîm, Elif Lâm Mîm Sâd, Elif Lâm Râ
gibi âyetlerden bunu öğrenmek ve çıkarmak istemişler de bunun üzerine nazil olmuş.
26

3- Suyûtî ed-Durru’1-Mensûr’unda bu rivayete biraz daha açıklık getirmiştir. Şöyle ki:
“Bir yahudi, Hz. Peygamber (s.a.v.) Bakara Sûresinin ilk âyetlerini “Elif lâm Mîm, Bu kitab,
işte bu kitabda hiç şüphe yoktur…” âyetlerini okurken gelir, daha sonra da bu duyduklarını
yahudi Ebu Yâsir ibn Ahtab’a söyler. Yâsir de kardeşi Huyey ibn Ahtab’ın yanına geldiğinde –
ki beraberinde yahudilerden bir topluluk da varmış-
“Biliyor musun? kendisine indirilenler içinde Muhammed’in “Elif lâm Mîm, Bu kitab, işte bu
kitabda hiç şüphe yoktur…” diye okuduğunu duydum.” der. Huyey:
“Gerçekten böyle okuduğunu işittin mı?” sorusuna “evet”, cevabı alınca kalkar ve yanındaki
yahudilerle birlikte Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelir.
“Sana indirilenler içinde “Elif lâm Mîm, Bu kitab, işte bu kitabda hiç şüphe yoktur…” şeklinde
bir şeyler okuduğun bize söylendi, gerçekten öyle mi?” diye sorarlar. Hz. Peygamber:
“Evet, doğru duymuşsunuz.” buyurur.
“Peygamberlerin bununla gönderildiği kesindir ama senin dışında hiçbir peygambere
hükümranlığının süresi nedir, ümmetinin ömrü ne kadardır açıklandığını bilmiyoruz. Elif
bir’dir, lâm otuzdur, mîm de kırktır; toplam 71 sene eder.” derler. Sonra Huyey Efendimiz
(s.a.v.)’e döner ve sorar:
“Ey Muhammed, yanında bu Elif Lâm Mîm’den başkası var mı?” Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Evet, Elif Lâm Mîm Sâd var.” buyurur. Huyey:
“Bu daha uzun ve ağır; Elif bir, Lâm otuz, Mîm kırk, Sâd doksan, toplam 131 (herhalde 161
demek istemiştir) eder. Peki yanında bundan başkası var mı?” der. Efendimiz (s.a.v.):
“Evet, Elif Lâm Râ var.” buyurur. Huyey:
“Bu daha uzun ve ağır; Elif bir, Lâm otuz, Râ ikiyüz’dür, toplam 231 sene eder. Bunun
yanında başkası da var mı?” der. Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Evet, Elif Lâm Mîm Râ var.” buyurur. Huyey:
“Bu daha uzun ve ağır, 271 sene eder.” der ve devam eder: “Senin durumun bize karışık
göründü; bilemedik ki sana az mı yoksa çok mu ömür verildi?” Sonra da arkadaşlarına:
“Kalkın bu adamın yanından.” der. Yâsir de kardeşine ve yanındakilere:
“Nereden bileceksiniz ki, belki Muhammed’e bunların hepsi de verilmiştir; 71, 131, 231, 271;
toplam 704 sene eder.” deyince
“Bu adamın durumu doğrusu bize karışık geldi.” derler. Onlar zannediyorlar ki “Sana kitabı
indiren O’dur. Ondan bir kısım âyetler muhkemdir ki bunlar kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı
da müteşâbihlerdir…” âyet-i kerimesi onlar hakkında nazil olmuştur.27
4- Genel değerlendirme:
Taberî bu iki nüzul sebebini de zikrettikten sonra ikincisinin, yani yahudiler hakkında nazil
olduğunu anlatan rivayetin daha çok tercihe şayan olduğunu; Hz. Îsa’nın durumunun Allah
Tealâ tarafından zaten peygamberine bildirilip beyan edildiği için aslında müteşâbih
olmadığını, halbuki bu ümmetin ve peygamberinin ecelinin hiç kimseye hiçbir şekilde
bildirilmediği için müteşâbih, Hurûf-ı mukattaa ile buna ulaşmaya çalışmanın da fitne
olmasının daha uygun olduğunu söylemektedir.
Taberi diyor ki:
“Ayetin zahiri gösteriyor ki bu âyet, Allah tealanın, Rasulullah’a indirdiği müteşabih âyetlere
dayanarak Rasulullah ile tartışmaya girişen kimseler hakkında inmiştir. Bu tartışma Hz. İsa
24 Alu İmrân: 3/59.
25 İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân; Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l-Ğayb.
26 İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/118.
27 Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr fi’t-Tefsîri ‘1-Me’sûr, 2/146-147.
hakkında veya Rasulullah’ın ve ümmetinin ömrü hakkındaki tartışmadır. Çünkü “Bunların
açıklamasını sadece Allah bilir.” ifadesi göstermektedir ki, Rasulullah ile tartışmaya girişen
kimseler, müteşabih âyetlere dayanarak bilmek istedikleri zamanı öğrenmeye çalışmışlardır.”
Taberi âyetin kimler hakkında indiği hususunda da özetle şunları söylemiştir:
“Her ne kadar bu âyet, yukarıda zikrettiğimiz müşrikler hakkında inmişse de, Kur’an’ın
müteşabih âyetlerini te’vil ederek hak ehline karşı tartışmaya girişen, muhkem âyetleri bırakıp
müteşabih âyetleri alarak müminlerin kafasını karıştıran, böylece Allah’ın dinine bid’at
sokmak isteyen her bid’atçı bu âyetin kapsamına girmektedir. Bu bid’at ister Hristiyanlığa tabi
olanlar tarafından ortaya atılmış olsun, isterse Yahudiliğe tabi olanlar tarafından, ister
Mecusiler tarafından ortaya atılmış olsun, isterse Sebeiler tarafından, ister Hariciler tarafından
ortaya atılmış olsun isterse kaderi inkâr eden Kaderiyeciler veya Cüheymiler tarafından.
Nitekim Rasulullah bu hususta:
“Ey Aişe sen, kitabın müteşabih âyetlerine uyanları gördüğün zaman bil ki işte Allah’ın
zikrettiği kimseler onlardır. Siz onlardan kaçının.” 28 buyurmuştur.”
Taberi sözlerine devamla diyor ki:
“Fitne kelimesinin izahında, bundan maksadın, şüphe sokmak ve insanların kafasını
karıştırmak olduğunu söyleyen görüşü tercih edip te bundan maksadın Allah’a ortak koşmak
olduğunu söyleyen görüşü tercih etmeyişimizin sebebi şudur: Zaten bu âyet-i kerime,
müşrikler hakkında inmiştir. Müşriklerin, tekrar müşrikliğe dönmek istemeleri söz konusu
değildir. Halbuki onların, müteşabih âyetleri yorumlayarak insanların kalbine bazı şüpheleri
sokmaları ve müminlerin kafalarını karıştırmaları, kendilerinden beklenen davranışlardır. Bu
itibarla fitneyi bu son anlamda yorumlamak daha evladır.”29
12. O küfredenlere de ki: “Yakında mağlûp olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. O, ne
kötü döşektir.”
13. Karşılaşan o iki topluluk hakkında sizin için muhakkak bir ibret vardır. Onlardan bir
topluluk Allah yolunda savaşıyor, diğeri ise kâfir idi. Onlar öbürlerini gözleriyle kendilerinin
iki katı olarak görüyorlardı. Allah kimi dilerse onu yardımıyla te’yid eder. Hiç şüphesiz bunda
basiret sahipleri için ibret vardır.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Kelbî, Ebû Salih ve İbn Abbas yoluyla rivayet ederek dedi ki:
“Medine’li Yahudiler, Bedir Günü’nde Allah müşrikleri bozguna uğrattığı zaman dediler ki:
“Vallahi Musa’nın kendisiyle bizi müjdelediği ümmî peygamber işte bu zattır. Biz O’nu,
vasfıyla, sıfatıyla Kitabımız Tevrat’ta tanıyoruz. O’na herhangi bir sancak da verilmeyecek.”
Böylece O’nu tasdik etmeyi ve O’na uymayı istediler. Sonra bir kısmı bir kısmına dedi ki:
“O’nun başka bir olayını gözleyeceğimiz vakte kadar acele etmeyin.” Nihâyet Uhud Günü
gelip Rasulullah (s.a.v.)’ın ashabı mağlub olunca bunlar şüpheye düştüler ve:
“Vallahi bu zat o peygamber değil” dediler ve azgınlıkları kendilerine galip gelip müslüman
olmadılar. Bunlarla Rasulullah (s.a.v.) arasında belli bir müddete kadar bir anlaşma oldu.
Nihayet onlar bu ahdi bozdular ve Ka’b b. Eşref altmış atlı içerisinde olduğu halde,
Mekkeliler’e, Ebû Süfyan ve adamlarına gitti. Onlar da kendilerine muvafakat edip işbirliği
yaptılar:
“Konuştuğumuz söz mutlaka bir olacak” dediler ve sonra Medine’ye döndüler. Bunun üzerine
Allah Teala bu âyeti onlar hakkında indirdi.”30
2- Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerimenin, Bedir savaşında müşrikler mağlup edildikten sonra,

28 Buhari, Tefsir el-Kur’an 3/1
29 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/120-121.
30 Kelbi zayıf bir kimsedir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 78; Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’lĞayb.
kendilerine Müslüman olmaları teklif edilen Yahudiler hakkında indiğini söylemiştir.31
3- Abdullah b. Abbas diyor ki:
“Rasulullah Bedir savaşında Kureyşlilere ağır kayıplar verdirdikten sonra Medine’ye gelmiş
bütün Yahudileri Beni Kaynuka çarşısında toplamış ve onlara şunu söylemişti:
“Ey Yahudi topluluğu, Kureyş’in başına gelenler sizin de başınıza gelmeden Müslüman olun.”
Bunun üzerine Yahudiler şu cevabı vermişlerdir:
“Ey Muhammed, savşmasını bilmeyen acemi Kureyşlilerden bir kaç kişiyi öldürmen seni
gururlandırmasın. Eğer sen, bizimle savaşacak olsan bizim ne olduğumuzu ve bizim
gibileriyle karşılaşmamış olduğunu anlarsın.” İşte bunun üzerine bu âyet nazil olmuştur.”32
4- Muhammed b. İshak b. Yesar dedi ki:
“Rasulullah (s.a.v.) Bedir’de Kureyş’in hakkından gelip, Medine’ye dönünce, Yahudiler’i
Kaynuka’ pazarında toplayıp buyurdu ki:
“Ey Yahudi topluluğu, Bedir Günü Kureyş’in başına gelen musibetin bir benzerinin de sizin
başınıza gelebileceğinden dolayı Allah’tan sakının ve onların başına gelen sizin başınıza
gelmeden önce gelin müslüman olun. Zaten siz benim, Kitabınız’da bulduğunuz ve Allah’ın
size geleceğini söz verdiği ve sizden de inanacağınıza dair söz aldığı gönderilmiş bir Nebî olduğumu öğrenmiş bulunmaktasınız.” Yahudiler dediler ki:
“Ya Muhammed, harbe dair hiçbir bilgileri olmayan acemi, gafil bir kavme rastlayıp da
haklarında büyük bir firsat ele geçirmen sakın seni aldatmasın. Vallahi eğer seninle savaşırsak
gerçek savaşçıların biz olduğunu öğrenmiş olacaksın.”
Bu sebeple Allah Teala: “Küfr edenlere de ki: “Yakında mağlub olacaksınız ve Cehennem’e
sürüleceksiniz.” âyetini indirdi.”33
Bu, İkrime ve Said b. Cübeyr’in, İbn Abbas’tan olan rivayetleridir.34
Hadisi Ebu Davud da Sünen’inde Musarrif ibn Amr kanalıyla İbn Abbâs’tan rivayetle tahric
etmiştir.35
5- İkrime dedi ki:
“Bedir günü Yahudi Finhas:
“Kureyş’e galip gelmek ve onları öldürmek, Muhammed’i aldatmasın. Çünkü Kureyş kabilesi,
savaşı iyi bilmezlerdi.” diye konuştu. Allahü Teâlâ bu âyeti indirdi.” 36
6- Ebu Salih’ten gelen başka bir rivayette ise bu âyet-i kerime, yahudilerin, müslümanların
Uhud’da mağlûp olmasına sevinmeleri üzerine nazil olmuştur.37
7- Bu âyet, Allah Teâlâ’nın küfür üzere öleceklerini bildiği bir gurup belli kâfir hakkında
gelmiştir. Âyette, onların kimler olduğunu belirten bir açıklama yoktur. 38
8- Âyette zikredilen iki topluluktan Allah yolunda savaşanlardan maksat, Abdullah b Abbas,
İkrime ve Mücahid’e göre Bedir savaşında, Kureyş müşriklerine karşı savaşan Rasulullah ve
sahabileridir. Kâfir topluluktan maksat ise bu savaşta Rasulullah’a karşı savaşan
müşriklerdir.39
9- Abdullah b. Mes’ud bu âyet-i kerimeyi okuduktan sonra şunları söylemiştir:
“Bu durum, Bedir savaşında olmuştur. Biz, müşriklere baktık. Onların bizim iki katımız
olduklarını gördük. Tekrar onlara baktık. Bu defa onların bizden tek bir kişi dahi fazla
olmadıklarını gördük. İşte bu son durum, Aziz ve Celil olan Allah’ın şu âyetinde
zikredilmektedir:

31 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/129.
32 Ebu Davud, el-İmara: 22 (3001); İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/129.
33 Musannif bu hadisi senedsiz zikretti. Ebu Davud: 3001, İbn Cerir: 3/128; Beyhakî, Delâil.
34 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 78; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi
Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/132; Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l-Ğayb.
35 Ebu Davud, el-Harâc ve’l-Fey’ ve’l-İmâra, 22, hadis no: 3001.
36 İbn Münzir; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/129; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi:
1/132.
37 el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’1-Kur’ân, 4/17.
38 Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l-Ğayb.
39 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
“O gün düşmanla karşılaştığınızda Allah, olması gereken emri yerine getirmek için onları
sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Bütün işler Allah’a
döndürülür.” 40
10- Mücahid diyor ki:
“İki topluluğun karşılaştığı gün, müslüman ve kâfir toplulukların karşı karşıya geldiği Bedir
savaşı günüdür.” 41
14. Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşlere, besili atlara, hayvanlara ve ekinlere
karşı duyulan aşırı istek, insanlara süslü gösterildi. Oysa bunlar, sadece dünya hayatının geçici
malıdır. Varılacak güzel yer ise Allah kalındadır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Taberi diyor ki:
“Bu âyet-i kerime, Rasulullah’ın, Allah’ın hak Peygamberi olduğunu bildikleri halde ona tabi
olmayan Yahudileri kınamaktadır.” 42
15. De ki; “Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvaya erenler için Rabları
katında altından ırmaklar akan cennetler, ki orada sonsuz olacaklardır, tertemiz temizlenmiş
eşler ve Allah’tan da bir hoşnutluk. Allah kullarına Basîr’dir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- “Kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma güzel atlara,
hayvanlara, ekinlere olan sevgi insanlar için bezenip süslenmiştir…”43 âyet-i kerimesi nazil
olunca Hz. Ömer:
“Ey Rabbım, şimdi, bunları bize neden süsledin!?” dedi de bu âyet-i kerime nazil oldu.”44

18. Allah, kendinden başka hiçbir ilâh olmadığına, adaleti ayakta tutarak şehadet eyledi.
Melekler ve ilim sahipleri de. O, yegâne ilâhtır. O, Azîz’dir, Hakim’dir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Kelbî dedi ki:
“Rasulullah (s.a.v.) Medine’de ortaya çıkınca, Şam’lı hahamlardan iki haham O’nun huzuruna
girdiler. Bunlar Medine’yi görünce, biri arkadaşına:
“Bu şehir âhir zamanda ortaya çıkacak olan Nebî’nin şehrine ne kadar da benziyor” dedi ve
müteakiben Peygamber (s.a.v.)’in yanına girdiklerinde O’nu malum olan sıfat ve güzellikle tanıdılar. Kendisine:
“Sen Muhammed misin?” dediler.
“Evet” buyurdu, Yine onlar:
“Sen Ahmed misin?” dediler.
“Evet” buyurdu, Dediler ki
“Sana bir şahidliği soracağız. Şayet o şahidliği sen bize haber verirsen, sana iman edeceğiz ve
seni tasdik edeceğiz.” Rasulullah (s.a.v.) onlara:
“Bana sorun” buyurdu. Onlar da dediler ki:
“Bize Allah’ın Kitabı’nda bulunan en büyük şahidliği haber ver.” Bunun üzerine Allah Teala
Peygamberine bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bu iki kişi de derhal müslüman oldular ve

40 Enfal: 8/44; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
41 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
42 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
43 Alu İmrân: 3/14.
44 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/I33; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’1-Kur’ân, 4/20.
Rasulullah (s.a.v.)’ı tasdik ettiler.”45
2- Saîd ibn Cubeyr’den rivayette o şöyle diyor:
“Ka’be’nin çevresinde Arap kabilelerinden her birinin bir veya iki putu olmak üzere 360 tane
put vardı. Bu âyet nazil olunca Allah’a secde ederek yerlere kapanmışlar.”46

3- Taberi der ki:
“Allah teala bu âyet-i kerime ile, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile tartışmaya girişen Hristiyan
Necran heyetinin, Hz. İsa’ya isnad etmiş oldukları “Allah’ın oğlu” şeklindeki iddialarını
reddetmiş, kendisinden başka hiçbir ilah olmadığını, eşi, benzeri ve emsali bulunmadığını
beyan etmiştir. Buna hem bizzat kendisini hem de Meleklerinin ve âlim kullarının şahitlik
ettiklerini beyan etmiştir. Böylece Rasulullah ile asılsız bir tartışmaya girişen Hristiyan
Necranlıların heyetine cevap vermiş ve onları susturmuştur.” 47
19. Hiç şüphesiz Allah katında din İslâm’dır…
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Ebu Süleyman ed-Dimaşkî der ki:
“Yahudiler yahudilikten daha üstün bir din olmadığını, hristiyanlar da hristiyanlıktan daha
üstün bir din olmadığını iddia edince bu âyet-i kerime nazil oldu.” 48
2- Ayette “Kendilerine kitap verildiği” zikredilen kimselerden maksat, Muhammed b. Cafer b.
Zübeyr’e göre, kendilerine İncil verilen Hristiyanlardır.
Rebi’ b. Enes’e göre ise bu âyette zikredilen “Kendilerine kitap verildiği halde ihtilafa
düşenler”den maksat, Yahudilerdir.49

21. “Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere Peygamberleri öldürenler ve insanlardan
adaleti emredenlerin canına kıyanlar yok mu? Onları çok acıklı bir azâb ile müjdele.
22. İşte onlar öyle kimselerdir ki, yaptıkları, dünyada da, âhirette de boşa gitmiştir. Onların
hiçbir yardımcısı da yoktur.”
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Bu âyet-i kerime, her ne kadar özel olarak Yahudi ve Hristiyanlardan bir gurup hakkında
nazil olmuşsa da hükmü geneldir. Yani, bu çeşit fiilleri işleyen herkes, sonunda can yakıcı bir
azaba uğrayacaktır. 50
2- Ebû Ubeyde İbn el-Cerrah (r.a.)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Ya Rasûlallah, Kıyamet günü en şiddetli azâb görecek olan kimdir?” diye sorulduğunda, Hz.
Peygamber (s.a.sv.):
“Bir Peygamberi veya ma’rufa emredip kötülükten nehyeden bir insanı öldüren kimsedir”
buyurdu, sonra da bu âyet-i kerimeyi okudu. Daha sonra ise şöyle dedi:
“Ya Eba Ubeyde, İsrâiloğulları günün evvelinde tek bir saatte kırk üç Peygamber öldürdüler.
Bunun üzerine İsrâiloğullarının zâhidlerinden yüz on iki kişi kalkıp, Peygamberleri
öldürenlere emr-i ma’ruf nehy-i münker yapmışlar, İsrâiloğulları da aynı günün sonunda
onların hepsini katletmişlerdir. İşte Allah Teâlâ’nın âyette bahsettiği kimseler bunlardır.” 51

Yine o yahudiler, Yahya İbn Zekeriyya (a.s.)’yi öldürmüş ve Hz. İsa’yı öldürdüklerini iddia
etmişlerdir. İşte onların bu sözüne göre, kendilerinin Peygamberleri öldürdükleri sabit

45 Kelbi yalancılıkla itham olunmuştur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 79; el-Kurtubî, 4/415
el- Bahru’l-Muhît, 2/401.
46 el-Kurtubî, 4/415.
47 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
48 İbni Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/362.
49 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
50 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
51 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
olmuştur.”52
23. Kendilerine kitabdan bir pay verilmiş olanları görmedin mi ki aralarında hüküm vermesi
için Allah’ın kitabına çağrılıyorlar da sonra onlardan bir zümre arkasını çevirip gidiyor. Onlar
böyle yüz çevirmeyi âdet edinmiş kimselerdir.

Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
Bu âyetin iniş sebebinde alimler ihtilafa düştüler.
1- Süddî dedi ki:
“Peygamber, Yahudiler’i İslâm’a davet etti. Bunun üzerine Numan b. Evfa, kendisine:
“Ya Muhammed, gel bu davayı hahamlara havale edelim” dedi, Rasulullah (s.a.v.) da:
“Hayır, Allah’ın Kitabı’na başvuralım” buyurdu. Adam da:
“Hayır, hahamlara başvuralım” dedi. Nihayet Allah Teala bu âyeti indirdi.”53
2- Said b. Cübeyr ve İkrime, İbn Abbas’ın şöyle dediğini rivayet ettiler:
“Rasulullah (s.a.v.), bir Yahudi cemaatinin bulunduğu, Tevrat Kitabı’nın okunup ders
yapıldığı bir Yahudi Kitabevi’ne girdi ve onları Allah’a davet etti. Bunun üzerine Nuaym
(veya Nu’mân)54 b. Amr ve Haris b. Zeyd, kendisine:
“Sen hangi din üzerine bulunuyorsun ey Muhammed?” dediler. Rasulullah (s.a.v.) da:
“İbrahim’in dini üzere” buyurdu. Onların:
“Şüphesiz İbrahim bir Yahudi idi” demeleri üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Öyleyse Tevrat’a gelin. O Bizimle sizin aranızda hakemdir” buyurdu. Onlar da buna
yanaşmadılar. Bu sebeple Allah Teala bu âyeti indirdi.”55
3- Kelbî dedi ki:
“Bu âyet, Hayber Yahudileri’nden zina eden iki kişi ile, Yahudiler’in, Peygamber (s.a.v.)’e bu
iki zinakâra uygulanacak cezadan sual etmeleri kıssası hakkında nazil oldu.”56
Bu mevzunun açıklanması inşallah Maide Sûresi’nde gelecektir. 57
4- Kelbi’nin bu kavli Râzi’de İbn Abbâs’tan daha geniş bîr şekilde rivayetle yer almaktadır.
Şöyle ki:
“Yahudilerden bir erkekle bir kadın zina etmişlerdi. İkisi de şerefli kimselerdi. Kitablarında
bu suçun cezası da taşlanarak öldürülmekti. Ancak bu sefer zina edenler şerefli kimseler
olunca recmetmek istemediler de belki recmi terketmek üzere dininde bir ruhsat vardır
umuduyla mes’eleyi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e getirdiler. Ama Hz. Peygamber (s.a.v.) de ikisi
hakkında recm ile hükmetti.
“Bu hükmünle bize zulmettin ey Muhammed, bizim üzerimize recm yoktur.” diyerek bu
hükmü inkâr ettiler de Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Aramızda Tevrat hakem olsun, onda recm var. İçinizde en bilgili kim?” diye sordu.
“Fedek’li Abdullah ibn Sûriyâ’dır.” dediler. İbn Sûriyâ’yı getirdiler, bir de Tevrat hazır ettiler.
İbn Sûriyâ Tevrat’ı okurken recm âyetine gelince oraya (üzerine) elini koyarak okumadan
atlamak istedi de Abdullah ibn Selâm:
“Recm âyetinin yerini geçti ey Allah’ın Rasûlü.” dedi ve İbn Sûriyâ’nın elini koyduğu yerden
kaldırdı ve recm âyetini buldular. Hz. Peygamber (s.a.v.) o iki zina eden yahudinin recm
edilmesini emretti de recm olundular. Yahudilerin bu hadiseye çok öfkelenmeleri üzerine
Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. 58

52 Fahreddin er-Râzî, Mefatihu’l-Ğayb.
53 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 79.
54 bak: Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 2/110.
55 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân,.3/145, Suyuti; ed-Dürr: 2/14. İbn Münzir, İbn Ebî Hatim; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed elVahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 79; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/133;
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 7/216.
56 Kelbî yalancılıkla itham olunmuştur.
57 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 79-80.
58 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/366; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 7/216-217.
5- Buhârî bu hadiseyi Alu İmrân: 3/93 âyetinin tefsirinde şöyle zikrediyor:
“Abdullah ibn Ömer’den rivayet ediliyor:
“Yahudiler, zina etmiş olan bir erkekle bir kadını (haklarında hüküm vermesi için) Hz.
Peygamber (s.a.v.)’e getirmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara:
“Sizden zina edenlere ne yaparsınız?” diye sordular. Onlar:
“İkisinin de yüzlerini siyaha boyarız ve döveriz.” dediler.
“Tevrat’ta recmi bulmuyor musunuz?” buyurdular, onların:
“Hayır, onda bir şey bulmuyoruz.” demeleri üzerine Abdullah ibn Selâm:
“Yalan söylediniz, eğer doğru sözlüler iseniz getirin Tevrat’ı da okuyun.” dedi. Tevrat’ı
getirdiler, açtılar, Tevrat’ı okuyan hahamlar, elini recm âyetinin üzerine koyarak öncesindeki
ve sonrasındaki âyeti okumaya başladı, recm âyetini ise okumadı. Abdullah ibn Selâm’ın
işaretiyle elini recm âyeti üzerinden kaldırınca Abdullah ibn Selâm:
“Bu nedir? Recm âyeti değil mi?” dedi. Bunu görünce:
“Bu recm âyetidir.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de o ikisinin recmedilmelerini emretti ve
Mescid-i Nebevi yanında cenazelerin konulup cenaze namazının kılındığı yerin yakınında
taşlanarak öldürüldüler. İbn Ömer der ki:
“O iki yahudinin taşlanarak öldürüldüklerini gördüm. Erkek, kadına doğru eğilmiş onu
taşlardan korumaya çalışıyordu.”59

6- Nakkaş’ın kaydettiğine göre ise yahudilerden bir cemaat hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki:
“Hz. Peygamber (s.a.v.) onları İslâm’a çağırmış, onlar:
“Biz, hidayete senden daha lâyıkız. Allah ancak İsrail oğullarından peygamber göndermiştir.”
diyerek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in peygamberliğini inkâr edince Efendimiz (s.a.v.):
“O halde Tevrat’ı çıkarın bakalım, benim vasıflarım onda var.” buyurmuş ta yahudiler bunu
kabul etmemişler ve âyet bunun hakkında nazil olmuş.”60

7- Hz. Peygamber’in Peygamberliğinin alâmetleri Tevrat’ta zikredilmiş, O’nun
Peygamberliğinin sıhhatine delâlet eden deliller de, aynı zamanda orada bulunmaktaydı. İşte
bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.), onları Tevrat’a ve Tevrat’ta kendisinin
Peygamberliğine delâlet eden sözlere davet etti. Ama onlar bundan kaçındılar. Bunun üzerine
de Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerimeyi indirdi.61
8- Bu hüküm, yahudi ve hristiyanlar hakkında umûmî bir hükümdür. Bu böyledir, çünkü Hz.
Muhammed’in nübüvvetine delâlet eden deliller, Tevrat ve İncil’de mevcut idi. Onlar da
Tevrat ve İncil’in hükmüne davet olunmuşlar, ama onlar bunu kabulden kaçınıp diretmişlerdi.
62
9- Katade diyor ki:
“Bu âyette davet edildikleri zikredilenler, Allah düşmanı Yahudilerdir. Onlar, aralarında
hükme varılmak için Allah’ın kitabı Kur’an’a ve aralarında hüküm vermesi için Hz.
Muhammed’e çağırılmışlardır. Fakat onlar, Hz. Muhammed’i kendi ellerinde bulunan Tevrat
ve İncil’de yazılı olarak buldukları halde onun davetinden yüzçevirmişler, kabul etmemişlerdir.” 63

26. De ki: “Ey hükümranlığın sahibi Allah’ım, sen hükümranlığı dilediğine verirsin,
hükümranlığı dilediğinden söküp alırsın. Kimi dilersen aziz kılar, kimi dilersen zelil kılarsın.
Hayır yalnız Senin elindedir. Hiç şüphesiz Sen her şeye Kadîr’sin.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbas ve Enes b. Malik dediler ki:

59 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 3/6.
60 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/367; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’1-Kur’ân, 4/33.
61 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 7/217.
62 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/367; Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’1-Kur’ân, 4/33.
63 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
“Rasulullah (s.a.v.) Mekke’yi fethedip, ümmetine Fars ve Rûm mülkünü vadedince,
münafıklar ve Yahudiler dediler ki:
“Heyhat, bu ne uzak birşey! Fars ve Rûm mülkü nerden Muhammed’in olacakmış? Onlar daha
güçlüdürler ve ele geçirilmeleri çok imkânsızdır. Muhammed’e Mekke ve Medine yetmemiş
mi de gözünü Fars ve Rûm diyarına dikmiş?” Bu yüzden Allah Teala bu âyeti indirdi.”64
2- Muhammed b. Abdulaziz Mervezî kitabında bana, Ebu’1-Fadl Muhammed b. Hüseyn elHaddadî’den, o Muhammed b. Yahya’dan, o İshak b. İbrahim’den, o Ravh b. Ubade’den, o
Said’den, o da Katade’den şöyle dediğini bize haber verdi;
“Bize söylendi ki: “Rasulullah (s.a.v.) Rabbi’nden, Fars ve Rûm mülkünü ümmetine nasib
buyurmasını istedi. Bunun üzerine Allah Teala da bu âyeti indirdi.”65
3- Katade diyor ki:
“Bu ayeti kerime, Rasulullah’ın, İran’ın ve Bizans’ın yönetiminin ümmetine verilmesini
istemesi üzerine nazil olmuştur. Ve mülkün asıl sahibinin Allah teala olduğunu, onu
kullarından dilediğine verip dilediğinden de çekip alacağını beyan etmiştir.” 66
4- Üstad Ebû İshak es-Sealibî, Abdullah b. Hamid el-Vezzan’dan, o Muhammed b. Cafer elMaytirî’den, o Hammad b. Hasan’den, o Muhammed b. Halid b. Asme’den, o Küseyr b.
Abdillah b. Amr b. Avf’tan, o babasından, o da kendi babasından şöyle dediğini bize haber
verdi:
Taberî’nin tefsirinde İbn Beşşâr kanalıyla Amr ibnu’1-Avf el-Muzenî’den rivayetinde o şöyle
anlatıyor:
“Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Ahzâb Gazvesi (Hendek Savaşı) senesi hendeği çizdi: Harise oğulları
tarafından Ecmu’ş-Şeyhayn’den Mezâz’a kadar hendek kazılacaktı. Sonra her on kişiye 40
kulaç olmak üzere kazma işini taksim etti. Selman el-Fârisî’nin hangi grupta olacağında
Muhacirin ve ensar ihtilâf ettiler. Selman güçlü kuvvetli birisiydi ve Muhacirin
“Selman bizdendir.” diyor, Ensar:
“Selman bizdendir.” diyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Selman bizden, ehl-i beyttendir.” buyurdu. Amr ibn Avf der ki:
“Ben, Selman, Huzeyfe ibnu’l-Yemân, Nu’mân ibn Mukrin el-Muzenî ve ensar’dan dört kişi
birlikte bir kırk kulacı kazıyorduk. Üç katın altında kazmaya devam ederken Allah hendeğin
içinden karşımıza beyaz, çakmaktaşından bir kaya çıkardı. Külünklerimizi kırdı, biz onu
kıramadık.
“Ey Selman, Allah’ın Rasûlü (s.a.v.)’ne çık, bu kayanın durumunu ona haber ver. Hendeğin
yolunu mu değitirelim, yoksa ne yapmamızı emreder? Biz, hendeğin çizgisini değiştirmek
istemiyoruz.” dedik. Selman, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e çıktı, Efendimiz üzerine bir gölgelik
kurmakla meşgul imiş.
“Ey Allah’ın elçisi, babamız anamız sana feda olsun, hendeğin içinden beyaz çakmaktaşından
bir kaya çıktı, külünklerimizi kırdı, biz onu kıramadık. Küçük veya büyük bir parça bile
koparamadık. Bize o konuda emrin nedir? Doğrusu biz hendek için çizmiş olduğun çizgiden
çıkmak istemedik.” dedi.
Allah’ın Rasûlü, Selman’la birlikte hendeğe indi, biz dokuz kişi hendeğin ucunda onlara
bakıyorduk. Efendimiz (s.a.v.) Selman’dan kazmayı aldılar ve kayaya öyle bir vurdular ki
ondan bir şimşek çaktı sanki karanlık bir evin ortasındaki bir lâmba gibi Medine vadisini
aydınlattı. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) bir fetih tekbiri getirdi, müslümanlar da peşinden tekbir
getirdiler. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) kayaya ikinci kere vurdu. Kazmanın kayaya çarpmasıyla
yine bir şimşek çaktı ki sanki karanlık bir evdeki lâmba gibi Medine vadisini aydınlattı.
Rasûlullah (s.a.v.) bir fetih tekbiri getirdi, müslümanlar da peşinden tekbir getirdiler. Sonra

64 Senedi yoktur; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 80; Kurtubî, 4/52; Fahreddin er-Râzî,
Mefâtîhu’l-Ğayb.
65 Senedi zayıftır, İbn Cerir: 3/148, Suyuti; Lübab: s. 54, ed-Dürr: 2/14; İbn Ebî Hatim; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı
Nüzul, İhtar Yayıncılık: 80.
66 İbn Cerir Cerir et-Taberi, Câmiu’l-Beyân, 3/148.
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) üçüncü kez kayaya vurdu ve onu kırdı, ondan yine bir şimşek çakıp
Medine vadisini aydınlattı, sanki karanlık bir evin ortasındaki bir lâmba gibi. Allah’ın Rasûlü
(s.a.v.) yine bir fetih tekbiri getirdi. Rasulullah (s.a.v.) sonra Selman’ın elinden tutarak
hendekten çıktı. Selman:
“Ey Allah’ın elçisi, anam babam sana feda olsun, şimdiye kadar hiç görmediğim bir şey gördüm.” dedi. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) kavme döndü ve:
“Selman’ın söylediğini sîz de gördünüz mü?” diye sordu,
“Anamız babamız sana feda olsun ey Allah’ın elçisi, gördük ki kayaya vurdun, ondan dalga
gibi bir şimşek çaktı, senin tekbir getirdiğini görünce biz de tekbir getirdik, bundan başka bir
şey de görmedik.” dediler. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
“Doğru söylediniz. İlk vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana Hîre saraylarını ve
Kisrâ’nın Medâin’ini aydınlattı. Onlar sanki köpek dişleri gibiydiler. Cibril bana haber verdi
ki ümmetim onlara galip gelecek. Sonra ikinci vuruşumda gördüğünüz şimşek çaktı ve bana
Rum ülkesindeki kırmızı sarayları aydınlattı. Köpek dişleri gibiydiler. Cibril bana haber verdi
ki ümmetim onlara galip gelecek ve onları ele geçirecek. Sonra üçüncü vuruşumda
gördüğünüz şimşek çaktı ve bana San’â saraylarını aydınlattı. Sanki köpek dişleri gibiydiler.
Cibrîl bana haber verdi ki ümmetim onları ele geçirecek. “Müjdeler olsun, Allah onları zafere
ulaştıracak, mükdeler olsun, Allah onları zafere ulaştıracak.” dedi,” buyurdu. Müslümanlar
bu müjdeye sevindiler ve:
“Dosdoğru, gerçek bir va’d ile bize va’dde bulunan, bu kuşatmadan sonra bize zaferi va’deden
Allah’a hamdolsun.” dediler.
Medine’yi kuşatan ahzâb bozulup gidince müslümanlar:
“Bu, Allah’ın ve Rasûlü’nün va’dettiğidir…” dediler. Münafıklar da:
“Hiç şaşmıyor musunuz? Size hikâye anlatıyor, sizi olmıyacak umutlara sevkediyor, size bâtıl
va’dlerde bulunuyor. Size Yesrib’den Hîre saraylarını, Kisrâ’nın şehirlerini gördüğünü ve siz
korkudan hendek kazar, yüzyüze savaşmaya güç yetiremezken sizin bunları fethedeceğinizi
haber veriyor.” dediler de “Hatırla o zamanı ki münafıklar ve kalblerinde hastalık olanlar:
Allah ve Rasûlü’nün va’dettikleri boş bir aldatmadan ibaretmiş, diyorlardı…”67 ve “De ki: Ey
hükümranlığın sahibi olan Allahim…” âyetleri nazil oldu.”68
5- Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.), Hendek Savaşı’nda, kazılacak hendeğin
sınırlarını çizip, her on kişilik gurubun “kırk zira’lık bir yer kazmalarını” söyledi.
Müslümanlar hendek kazarken, bir yerde kazmaların gücünün yetmediği tepe gibi bir kaya
karşılarına çıktı. Bunun üzerine Selmân (r.a.)’ı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gönderdiler, o da
durumu haber verdi. Hz. Peygamber (s.a.v.), Selmân’ın elinden levyeyi alıp, o taşa öyle bir
vuruş vurdu ki taş yarıldı ve taştan karanlık gecenin ortasında kandil gibi etrafı aydınlatan bir
şimşek çıktı. Bunun üzerine hem Hz. Peygamber, hem de müslümanlar tekbir getirdiler. Hz.
Peygamber (s.a.v.),
“Sanki köpeklerin azı dişi gibi (sıra sıra) Hîre’nin köşkleri bana göründü” dedi. İkinci
vuruşunda,
“Bana, Rum diyarının kırmızı sarayları göründü”; üçüncü vuruşta da,
“Bana, San’a’nın sarayları göründü” dedi.
“Ve Cebrail (a.s) bana, ümmetimin bütün bu milletlere gâlib geleceğini haber verdi, müjdeler
olsun” buyurdu.
Bunun üzerine münafıklar,
“Peygamber’inizin asılsız va’adlerde bulunuşuna, Yesrib (Medine)’den, Hîre’nin köşklerini ve
Kisra’nın saraylarını size haber verişine ve buraların elinize geçeceğine şaşmıyor musunuz?
Halbuki siz şu anda, savaşa çıkmaya bile kadir olamıyorsunuz ve korkunuzdan hendek
67 Ahzâb: 33/12.
68 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 21/85-86; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 4/303; el-Vâhıdî en-Neysâbûrî, Esbâbu’n-Nuzûl, s. 71-72.
kazıyorsunuz” dediler. Bunun üzerine işte bu âyet-i kerime nazil oldu.”69
6- Ebu Süleyman ed-Dimaşkî der ki:
“Yahudiler: “Vallahi biz peygamberliği İsrail oğullarından başkasına nakleden birine asla itaat
etmiyeceğiz.” dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.”70

28. Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri kendilerine çok yakın dost edinmesin. Kim
bunu yaparsa ona Allah’tan hiçbir şey (yardım) yoktur.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbas dedi ki:
‘Yahudiler’den Ka’b ibnu’l-Eşref’in antlaşmalısı Haccac b. Amr, Kehmes b. Ebi’I-Hukayk ve
Kays b. Zeyd, dinlerinden ötürü kendilerini fitneye düşürmek maksadıyla, Ensar’dan bir
grupla dostluk oluşturmuşlardı. Bunun üzerine Rıfae b. Münzir ibnu’z-Zübeyr (doğrusu Rifâa
ibn Abdulmünzir ibn Zenber71), Abdullah72 b. Cübeyr ve Said b. Hayseme, bu gruba dediler
ki:
“Şu Yahudiler’den uzak durun, onlarla devamlı buluşup dostluk kurmaktan sakının ki sizi
dininizde fitneye düşürmesinler.” Bu kimselerse o Yahudilerle dostluk kurup, meclislerine
devam etmekten kaçınmadılar. Nihayet Allah Teala bu âyeti indirdi.”73
2- Kelbî dedi ki:
“Bu âyet, münafıklar; Abdullah b. Ubeyy ve adamları hakkında nazil oldu. Bunlar Yahudi ve
müşriklere dost oluyor, onlara haberler getiriyor ve Rasulullah (s.a.v.)’a karşı, Yahudi ve
müşriklerin üstün gelmelerini ümit ediyorlardı. Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirip,
Mü’minleri, onlar gibi yapmaktan men etti.”74
3- Cüveybir, Dahhak ve İbn Abbas yoluyla şu rivayette bulundu:
“Bu âyet Ubade b. Samit el-Ensarî hakkında nazil oldu. Bu zat, Bedir Harbine iştirak etmiş
seçkin bir sahabi idi. Onun Yahudiler’den yeminli dostları vardı. Peygamber (s.a.v.) Ahzab
Günü harbe çıktığında, Ubade dedi ki:
“Ey Allah’ın Nebî’si, benim Yahudiler’den beşyüz adamım var. Onların benimle birlikte harbe
çıkacakları görüşündeyim. Haydi düşmana karşı onlardan yardım iste.” Bunun üzerine Allah
Teala bu âyeti indirdi.”75
4- Mukâtil ibn Süleyman ve Mukâtil ibn Hayyân’a göre ise bu âyet Mekke kâfirlerine dostluk
ve sevgi gösteren Hâtıb ibn Beltea ve başkaları hakkında nazil olmuştur. Allah Teâlâ, onları
bu sevgiden nehyetti.76

5- Bu âyet-i kerimenin “müşriklerin kendisinden söylemesini istediği bazı kelimeleri söylediği
zaman Ammâr ibn Yâsir hakkında” nazil olduğu da söylenmiştir.77

6- Bu âyet-i kerimenin hükmünün nüzul sebebi olarak zikredilen bütün grup ve şahısları altına
aldığında elbette hiç kuşku yoktur.78
28. … Meğer ki onlardan gelebilecek bir tehlikeden dolayı sakınmış olasınız. Asıl Allah size
kendisinden korkmanızı emrediyor. Nihayet Allah’adır varış.

69 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
70 İbnu’i-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 2/68..
71 İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, 2/230.
72 Fahreddin er-Râzî’nin rivayetinde Abdurrahman.
73 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/152, Sııyuti; Lübab: s. 54, ed-Dürr: 2/16; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı
Nüzul, İhtar Yayıncılık: 82; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
74 Kelbî yalancılıkla itham olunmuştur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 82; Fahreddin er-Râzî,
Mefâtîhu’l-Ğayb.
75 Senedi çok zayıftır; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 82; Revâiu’l-beyân, 1/399; Fahreddin
er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
76 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/371; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
77 el-Kurtubî, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 4/38.
78 Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/133.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Hasan el-Basri şöyle demiştir:
“Müseylemetü’l-Kezzab, Hz. Peygamber’in ashabından olan iki adam yakaladı Onlardan
birisine,
“Sen, Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehâdet ediyor musun?” deyince, adam
“Evet, evet, evet!” dedi. Bunun üzerine Müseyleme,
“Benim de Allah’ın Rasulü olduğuma şehadet eder misin?” deyince, adam
“Evet” dedi. Müseyleme, kendisinin Beni Hanife Kabilesi’nin Peygamberi, Hz. Muhammed’in
de Kureyş Kabilesi’nin Peygamberi olduğunu iddia ediyordu. Bunun üzerine o adamı bırakıp
diğerini çağırdı ve ona, “Muhammed’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehâdette bulunuyor
musun?” dedi. Adam,
“Evet” dedi. Daha sonra,
“Benim de Allah’ın Rasulü olduğuma şehâdette bulunuyor musun?” deyince, adam üç kere,
“Ben sağırım.” dedi. Müseyleme bunun üzerine yanına gelerek onu katletti. Bu olay Hz.
Peygamber’e intikal ettiği zaman O şöyle buyurdu:
“Şu öldürülen kimseye gelince, o yakînî imanı ve sıdki üzere gitti. Allah mübarek etsin. Diğeri
ise, Allah’ın tanımış olduğu ruhsatı kullandı. Bundan dolayı ona bir günah ve vebal yoktur.”
Bu âyetin bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk’ın, “Kalbi iman üzere mutmain olduğu halde,
zorlananlar müstesna” 79 âyetidir.80

31. De ki: Eğer Allah’ı seviyor idiyseniz bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Hasan el-Basri ve İbn Cüreyc dediler ki:
“Rasulullah (s.a.v.)’ın devrinde bazı kavimler, Allah’ı sevdiklerini iddia etmişler ve:
“Ey Muhammed, biz gerçekten Rabbimizi seviyoruz” demişlerdi. Allah Teala da bu âyeti
indirdi.”81
Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirmiş ve Hz. Muhammed’e emretmiştir ki “Biz rabbimizi
seviyoruz.” diyenlere de ki “Eğer sizler, gerçekten Allah’ı seviyorsanız onun Peygamberi olan
bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin.” Böylece Allah’u teala, Hz.
Muhammed’e uymayı, sevgisi için bir alâmet, ona karşı çıkmayı da azabı için bir nişane yapmıştır.
Taberî, bu rivayette adı geçen kavim’in Necran hey’eti olduğunu söyler.82
2- Cüveybir, Dahhak ve İbn Abbas yoluyla şu rivayette bulundu:
“Peygamber (s.a.v.), Mescid-i Haram’da bulundukları bir sırada Kureyş’in karşısına dikildi.
Bunlar putlarını dikmişler, üzerlerine deve kuşu yumurtaları bağlamış ve kulaklarına da
salkım salkım küpeler takmışlardı, onlara secde ediyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Ey Kureyş topluluğu, siz gerçekten babanız İbrahim ve İsmail’in dinine muhalefet ettiniz.
Zira onlar İslâm üzere idiler.” Kureyş dedi ki:
“Ey Muhammed, biz bu putlara ancak Allah sevgisi, bizi derece derece Allah’a yaklaştırsınlar
diye ibadet ediyoruz.” 83 İşte bu sebeple Allah Teala bu âyet-i kerimesini indirdi.”84
3- Kelbî, Ebû Salih ve İbn Abbas yoluyla şunu rivayet etti:
“Yahudiler:
79 Nahl: 16/106.
80 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
81 İbn Münzir; Suyuti; Lübab: s. 55, ed-Dürr: 2/17, İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/155; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi,
Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 82.
82 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/155.
83 Zümer: 39/3.
84 Cüveybir gerçekten çok zayıftır; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 82-83; Fahreddin er-Râzî,
Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/17.
“Biz Allah’ın çocukları ve sevgilileriyiz” 85 deyince, Allah Teala bu âyeti indirdi. Ayet nazil
olunca Rasulullah (s.a.v.) bu âyeti Yahudiler’e bildirdi. Onlarsa bu âyeti kabullenmekten
kaçındılar.”86
4- Muhammed b. İshak b. Yesar, Muhammed b. Cafer b.Zübeyr’in şöyle dediğini rivayet etti:
“Bu âyet, Rasulullah ile tartışan Necran Hıristiyanları hakkında nazil oldu. Onlar:
“Biz ancak Allah’a olan sevgi ve ta’zimimizden dolayı İsa’ya ta’zimde bulunuyor ve ona ibadet
ediyoruz” dediler de bu yüzden onları reddetmek için Allah Teala bu âyeti indirdi.”87
5- Genel değerlendirme:
a- Taberi diyor ki:
“Bu son görüş tercihe şayandır. Zira bu surenin başından buraya kadar, doğrudan veya dolaylı
olarak Necran heyeti zikredilmiştir. Surenin başından buraya kadar, Rasulullah döneminde
yaşayıp ta “Biz Allah’ı seviyoruz” diyen bir topluluktan bahsedilmemiş, ayrıca Hasan-ı
Basri’den rivayet edilen bu haberin sıhhatine dair herhangi bir delil de bulunmamıştır. Ancak
Hasan-ı Basri, bu toplulukla, Necran heyetini kastetmiş olursa o zaman da âyetin nüzul
sebebi, bizim tercih ettiğimiz sebep olur. Yani, Allah teala bu âyet-i kerimesiyle kendisini
sevdiklerini iddia eden Necran heyeti Hristiyanlarına, Hz. Muhammed’e tabi olmalarını ve
ancak ona tabi olduklarında kendisini sevmiş olabileceklerini bildirmiş, Allah rızası için Hz.
İsa’yı sevdikleri iddialarının da ancak Hz. Muhammed’e tabi olmalarıyla doğru olabileceğini
beyan etmiştir.” 88
b- Fahreddin er-Razi der ki:
“Hülâsa olarak, bu insan gruplarından herbiri Allah’ı sevdiğini ve Allah’ın rızası ile taatını
gözettiklerini iddia ederler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Peygamberi Hz. Muhammed
(s.a.s)’e, “Ey habibim, “Eğer Allah’ı sevdiğiniz iddianızda doğru iseniz, O’nun emirlerine
boyun eğip, O’na muhalefet etmekten kaçının” de” buyurmuştur.”89
32. De ki: “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse hiç şüphesiz Allah kâfirleri
sevmez.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbâs’tan rivayet ediliyor:
“De ki; eğer Allah’ı seviyor idiyseniz…”90 âyet-î kerimesi nazil olunca Abdullah ibn Ubeyy:
“Muhammed kendine itaati Allah’a itaat gibi kıldı. Bize, hristiyanların İsa’yı sevdiği gibi
kendisini sevmemizi emrediyor.” dedi de bu âyet-i kerime nazil oldu.91

2- Hz. Peygamber (s.a.v.) yahudileri İslâm’a çağırdığında onlar:
“Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz. Biz Allah’ı, senin çağırdığından daha çok severiz.”
demişler de “De ki: Eğer Allah’ı seviyor idiyseniz…” âyeti ve bu âyet-i- kerime nazil olmuş.
92
Bunun üzerine Hz. Peygamber yahudilere bu âyet-i kerimeyi arzetmiş de kabulden imtina
etmişler.93

33. Hiç şüphesiz Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim hanedanını ve İmran ailesini âlemler üzerine
seçip mümtaz kıldı.

85 Maide: 5/18.
86 Kelbî yalancılıkla itham olunmuştur; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 83; Fahreddin er-Râzî,
Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/17.
87 Mürsel hadistir. İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/155, Suyuti; ed-Dürr; 2/17; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı
Nüzul, İhtar Yayıncılık: 83; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/17.
88 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/156.
89 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/17.
90 Al-i İmran: 3/31.
91 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/374; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/19.
92 İbnu’i-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/374.
93 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 3/130.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbâs’tan rivayete göre yahudiler:
“Biz, İbrahim’in, İshak’ın, Yakub’un çocuklarıyız ve onların dini üzereyiz.” demişlerdi de bu
âyet-i kerime nazil oldu.”94

39. “O, mihrabda durup namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: “Gerçekten Allah
sana, kendisinden bir kelimeyi tasdik edici, efendi, hâkim ve sâlihlerden bir Peygamber olan
Yahya’yı müjdeler.”
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Süddî şöyle demiştir:
“Birisi Yahya (a.s.)’ya. diğeri de İsâ (a.s.)’ya hamile iken, Hz. Yahya’nın annesi Hz. İsa’nın
annesiyle karşılaşır ve ona,
“Meryem, biliyor musun ben hamileyim?” dedi. Meryem de,
“Ben de hamileyim” dedi. Zekeriyyâ (a.s.)’nın hanımı,
“Ben karnımdaki çocuğun, senin karnındaki çocuğa secde ettiğini hissediyorum” dedi.
İşte, “Allah’tan olan bir kelimeyi tasdik edici” âyeti ile ifâde edilen budur.”95
2- İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir:
“Yahya (a.s.). Hz. İsa’dan altı ay daha büyük idi ve Hz. İsa (a.s.)’nın Allah’ın kelimesi ve
ruhullah (yani Allah’ın üflediği bir ruh) olduğuna ilk iman eden ve tasdik eden Yahya (a.s.)
olmuştu. Sonra Yahya (a.s.), İsa (a.s.) göğe kaldırılmazdan önce öldürüldü.” 96
51. Şüphesiz ki Allah, benim de rabbim, sizin de rabbinizdir. O halde ona kullak edin. İşte
dosdoğru yol budur.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Taberi diyor ki:
“Her ne kadar bu ayet-i kerime, Hz. İsa’dan bir haber nakletmekte ise de aslında bu, Hz.
Muhammed’le tartışmaya girişen Hristiyan Necran heyetine karşı Rasulullah’a bir delildir.
Zira onlar, Hz. İsa hakkında, onu uluhiyet mertebesine ulaştıracak çeşitli iddialarda
bulunmuşlar, âyet-i kerime de onların bu iddialarını çürütmüş, Hz. İsa’nın, Allah’ı rab kabul
ettiğini bildirmiştir.” 97

55. Hani Allah İsa’ya şöyle demişti: “Ey İsa seni vefat ettirecek benim. Seni katıma
yükseltecek, kafirlerden seni tertemiz olarak ayıracak, sana tabi olanları kıyamet gününe
kadar kafirlerden üstün kılacak ta benim. Sonra dönüşünüz yine banadır. İhtilaf ettiğiniz
konularda aranızda hükmümü vereceğim.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Allah teala, âyet-i kerimede, Hz. İsa’ya tabi olanları, kıyamet gününe kadar, kâfirlerden
üstün kılacağını beyan etmiştir. “Hz. İsa’ya tabi olanlar”dan maksat, Katade, Rebi’ b. Enes,
İbn-i Cüreyc, Süddi ve Hasan-ı Basri’ye göre Müslümanlardır. Bu görüşe göre ayetin mânâsı
şöyledir. “Ey İsa, senin yolunda ve dinin olan İslamda sana uyan müslümanları, senin
Peygamberliğini yalanlayan ve senin getirdiklerini reddeden kâfirlerden kıyamet gününe
kadar üstün kılacağım.”
İbn-i Zeyd’e göre ise, Hz. İsa’ya tabi olanlardan maksat, Hristiyanlar, kâfirlerden maksat ise
Yahudilerdir. Buna göre âyetin mânâsı “Ey İsa, sana tabi olan Hristiyanları, kıyamet gününe

94 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 3/130.
95 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
96 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
97 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
kadar, seni inkâr eden Yahudilerden üstün kılacağım.” şeklindedir. 98
58. İşte bu sana okuduğumuz (kıssalar) âyetlerden ve hikmet dolu zikirdendir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Hasan (r.a.) dedi ki:
“Necrân rahibleri Rasûlullah’a geldi. Onlardan biri Rasûlullah’a:
“İsa’nın babası kim?” diye sordu. Rasûlullah, Rabbi kendisine emredinceye kadar acele
etmezdi. Bunun üzerine, Rasûlullah’a Al-i İmran: 3/58-60 ayetleri indi.” 99
59. Muhakkak İsa’nın misali Allah katında Adem’in misali gibidir. Onu topraktan yarattı,
sonra ona: ol! dedi o da oluverir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Müfessirler, bu âyetin, Necrân heyeti Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanında bulunuyorken nazil
olduğunda ittifak etmişlerdir.100
2- Âmir eş-Şa’bi, Abdullah b. Abbas, Katade, Süddi, İkrime, Muhammed b. Cafer ve İbn-i
Zeyd bu âyet-i kerimenin, Rasulullah ile, Hz. İsa hakkında tartışmaya giren Necran
Hristiyanları heyetine bir cevap olarak Rasulullah’a indirildiğini söylemişlerdir. 101
3- Müfessirler dediler ki;
“Necran elçileri gelip Rasulullah (s.a.v.)’a:
“Sana ne oluyor da İsa’ya sebbedi(sövü)yorsun?” dediler. Rasulullah (s.a.v.);
“Ne diyorum ki!?” buyurdu. Onlar da:
“Onun bir kul olduğunu söylüyorsun” dediler, Rasulullah (s.a.v.) da:
“Evet o Allah’ın kulu ve elçisi, erkeklere ihtiyaç hissetmeyen bakire Meryem’e bıraktığı kimsedir” buyurdu. Bunun üzerine elçiler çok kızdılar ve dediler ki:
“Sen hiç şimdiye kadar babasız bir insan gördün mü? Eğer doğru söylüyorsan onun bir
benzerini bize göster” İşte bu söz üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi.”102
4- Ebû Bekr Ahmed b. Muhammed el-Harisi, Abdullah b. Muhammed b. Cafer’den, o, Sehl
Ebû Yahya er-Razi’den, o, Sehl b. Osman’dan, o, Yahya ve Veki’den, onlar, Mübarek’ten, o da
Hasan’dan şöyle dediğini bize haber verdi:
“Necran’ın iki rahibi, Nebî’ye geldiler de onlara İslam’ı arzetti. Onların biri:
“Biz zaten senden önce gerçekten müslüman olmuştuk” dedi. Peygamber (s.a.v.) de:
“Yalan söylediniz, Zira üç husus sizi İslâm’dan men etmektedir. Haç’a tapmanız, domuz eti
yemeniz ve Allah’a çocuk nisbet etmeniz” buyurdu. Onlar da:
“İsa’nın babası kim?” dediler. Rasulullah (s.a.v.), Rabbi kendisine emredinceye kadar acele
etmezdi. Nihayet Allah Teala bu âyeti indirdi.”103
5- Erzak İbni Kays dedi ki:
“Nebî Aleyhisselâm’a Necrân’ın ileri geleni ve âkib’i104 geldi. Aleyhisselâm onlara İslam’ı arz
etti. Onlar:
“Biz senden önce Müslüman olduk.” dediler. Aleyhisselâm:
“Yalan söylediniz, çünkü üç şey İslâm’ı sizden men etti; Allah çocuk edindi sözünüz, domuz eti
yemeniz ve putlara tapmanız.” buyurdu. Onlar:
“İsa’nın babası kim?” dediler. Rasûlullah, Allahü Teâlâ, Al-i İmran: 3/59-62 ayetlerini
indirinceye kadar onlara cevap vermedi. Âyet inince onları Mülaaneye (lanet edişmeye)

98 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
99 İbn Ebî Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/136-137.
100 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
101 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
102 Senedsizdir; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 83; Kurtubî, 4/103.
103 Suyuti; Lübab: s. 55; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 83; Kurtubî, 4/103.
104 Derece bakımından ileri gelenden sonra gelen
çağırdı, onlar bundan kaçındılar, cizyeyi kabul ettiler ve döndüler.” 105
6- Avfî yoluyla İbn Abbas (r.a.)’tan rivayet edildi:
“Ehli Necrân’dan bir cemâat, Nebî Aleyhisselâm’a geldiler. Onların içinde seyyit ve âkip106
vardı:
“Bizim sahibimiz hakkında ne dersin?” dediler. Aleyhisselâm:
“O kim?” buyurdu. Onlar:
“İsa’dır. Sen, onu Allah’ın kulu zannediyorsun” dediler. Aleyhisselâm:
“Evet, o Allah’ın kuludur.” buyurdu. Onlar:
“Sen, onun benzerini gördün mü veya sana haber verildi mi?” dediler. Sonra Aleyhisselâm’m
yanından çıktılar. Aleyhisselâm’a Cibril geldi ve:
“Sana geldiklerinde onlara, Al-i İmran: 3/59-60 ayetlerini oku” dedi.” 107
7- Abdullah b. Abbas şöyle dedi:
“Necran halkından bir heyet, Muhammed (s.a.v.)’e geldi. İçlerinde “Seyyid” ve “Âkıb” diye
vasıflandırdıkları iki kişi de bulunuyordu. Onlar, Muhammed (s.a.v.)’e:
“Sen niçin bizim arkadaşımızı sana yakışmayacak şekilde anıyorun?” dediler. Rasulullah:
“Arkadaşınız kimdir?” diye sordu. Onlar da:
“O, İsa’dır, sen onun, Allah’ın kulu olduğunu iddia ediyorsun.” dediler. Rasulullah da:
“Evet, o Allah’ın kuludur.” diye cevap verdi. Onlar da:
“Sen, hiç babasız doğan İsa’nın bir benzerini gördün mü? Veya böyle birisi sana bildirildi
mi?” diye sorup sonra Rasulullah’ın yanından çıktılar. Bunun üzerine Cebrail Rasulullah’a,
her şeyi işiten ve bilen Allah’ın emrini getirdi ve Rasulullah’a dedi ki:
“Onlar sana geldikleri zaman onlara de ki: “Allah katında İsa’nın durumu da Âdem’in
durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yarattı. Sonra ona “Ol” dedi ve o da oluverdi.”
8- İbn Abbâs’tan rivayet olunuyor:
“Necran hritiyanlarından bir hey’et gelmişti. Seyyid ve Akıb da içlerindeydi. Hz. Peygamber
(s.a.v.)’e:
“Ey Muhammed, dostumuzu (Hz. İsa’yı kastediyorlar) zikrediyormuşsun” dediler. Hz.
Peygamber (s.a.v.):
“Nasıl zikrediyomuşum?” diye sordu.
“Onun Allah’ın kulu olduğunu iddia ediyormuşsun.” dediler. Efendimiz (s.a.v.):
“Evet, O Allah’ın kuludur.” buyurdu.
“Hiç İsa gibisini gördün veya haber aldın mı?” dediler, sonra yanından çıktılar. Onların
arkasından Cibril Allah’ın emrini getirdi: “Sana geldiklerinde onlara de ki: Allah katında
İsa’nın misali aynen Adem’in misali gibidir…”
9- Selem İbni Abdi Yeşu’ tarikından, o babasından, o babasından anlattı:
“Rasûlullah kendisine “Tâ, Sin, Süleyman (Neml Suresi)” inmeden önce Necrân ehline,
İbrahim, İshak ve Yakub’un ilâhının adıyla; Allah’ın Nebisi Muhammed’den…” diye hadisin
sonuna kadar yazdı. Orada şöyle anlatılır:
“Rasûlullah’a, Şerahbîl İbni Vedâatü’l Hemedânî, Abdullah îbni Şerahbîl el-İsbahânî ve
Cebbar el-Harsî gönderildi. Onlar Rasûlullah’a geldiler, Rasûlullah’a sorular sordular.
Rasûlullah onlara sordu. Rasûlullah ile onlar arsında soru sorma devam etti ve:
“İsa hakkında ne dersin?” sorusuna kadar geldiler. Aleyhisselâm:
“Bu gün benim yanımda bir şey yok, yarın gelin size haber vereyim.” dedi. Ertesi gün olunca
Allahü Teâlâ Al-i İmran: 3/59-61 ayetlerini indirdi.” 108

10- Şa’bî rivayetinde ise Necran heybetinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e:
“Bize Meryem oğlu İsa’dan bahset, ondan haber ver.” dedikleri, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
“O, Allah’ın Meryem’e ilka eylediği (bıraktığı) bir kelimesidir.” buyurduğu ve onların

105 İbn Sa’d, Tabakat; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/138.
106 Seyyitten sonra gelen
107 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/137.
108 Beyhakî, Delâil; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/137-138.
“İsa’nın bunun üstünde olması gerekir.” demeleri üzerine
“Hiç kuşkusuz İsa’nın misali Adem’in misali gibidir…” âyetinin;
“İsa’ya, Adem gibi olmak yaraşmaz.” demeleri üzerine de
“Artık sana bu ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında tartışırsa…” âyet-i
kerimesinin nazil olduğu kaydedilmiştir.109

11- Bu hadise ile ilgili Katâde rivayeti de şöyledir:
“Necran halkının iki efendisi ve papazları Seyyid ve Akıb Hz. Peygamber (s.a.v.)’e geldiler ve
Ona İsa’yı sordular:
“Her adem oğlunun bir babası var. İsa’nın durumu nedir ki babası yok?” dediler de Allah
Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.”
12- Bu konudaki Suddî rivayeti biraz daha farklı olup Necrân’dan gelenleri dört kişi olarak
vermektedir. Buna göre: Hz. Peygamber, kendisine peygamberlik verilip de risaletini etrafa
yaymaya başlayınca Necranhlar da duydular ve onların en hayırlılarından dört kişi Efendimiz
(s.a.v.)’e geldiler: Seyyid, Akıb, Masergis ve Marihar. Bunlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’e İsa
hakkında ne dediğini sordular. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
“O, Allah’ın kulu, ruhu ve kelimesidir.” buyurdu. Onlar,
“Hayır” dediler “Fakat o Allah’tır. Krallığından indi, Meryem’in içine girdi, sonra oradan çıktı,
bize kudretini ve emrini gösterdi. Sen hiç babasız olarak yaratılmış bir insan gördün mü?”
Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.”110

13- Aslında âyet-i kerime tamamen Necran hristiyanları hey’eti ve onların Hz. Peygamber
(s.a.v.) ile münakaşaları etrafındaki konuları ihtiva etmekle birlikte Suddî rivayeti sanki başka
bir sefer daha olmuş, Necranlılar hicretin dokuzuncu senesinde olan bu ziyaretleri dışında ve
daha önce bir kere daha gelmişler zehabını vermektedir. Seyyid ve Akıb’ın Medine-i
Münevvere’ye daha önce bir kere daha gelmiş olmaları caiz ise de aslında hadise tarihi
kayıtlara bir kere vukubulmuş olarak geçmiştir. Suddî rivayetini bu çerçevede değerlendirmek
ve zikredilen diğer iki Necran’lının da münakaşalara katılmamakla birlikte Seyyid ve Akıb’la
birlikte bu seferde bulunduklarını kabul etmek rivayetler arasını birleştirmek için yeterlidir.
Yani bu âyet-i kerime de diğer Necran hey’eti hakkında inen 80 küsur âyetten birisidir ve
münakaşa konularından birine açıklık getirmektedir ve aslında Hz. İsa konusunda bu
mealdeki iddia ve münakaşalar bitmediğine ve hattâ daha da alevlendiğine göre Hz. İsa’nın
ulûhiyyetini iddia eden bütün hristiyanlar bu âyet-i kerimenin hükmü altına girmektedir.111
61. Artık sana ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında çekişirse de ki: Gelin,
oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım,
sonra da dua ve niyazda bulunup Allah’ın lanetini yalancıların üzerine kılalım.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Hz. İsa ile ilgili bu âyetlerin, Hristiyan olan Necranlıların, Rasulullah’a gelen ve Hz. İsa
hakkında onunla tartışmak isteyen heyeti hakkında nazil oldukları rivayet edilmiştir. 112
2- Necranlılar Rasulullah’a gelip onunla İsa hakkında tartışarak, o zamanın âdetinden olan
“Lanetleşme”yi teklif ettiler. İşte bunun üzerine bu âyetler nazil oldu. 113

3- Ebû Said Abdurrahman b. Muhammed ez-Zimcarî, Ahmed b. Cafer b. Malik’ten, o
Abdullah b. Ahmed b. Hanbel’den, o babasından, o Hüseyn’den, o Hammad b. Seleme’den, o
Yunus’tan, o da Hasan’den şöyle dediğini bize haber verdi:
“Necran’ın iki rahibi Peygamber (s.a.v.)’e geldiler. Rasulullah (s.a.v.) da onlara:
“Müslüman olun, selamete erin” buyurdu. Onlar da:

109 Suyûtî, ed-Durru’1-Mensûr, 2/229.
110 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/207-208.
111 Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/135-136.
112 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
113 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
“Biz senden önce zaten müslüman olmuştuk” dediler. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Yalan söylediniz. Sizi İslâm’dan men eden üç şey var; Haç’a secde etmeniz, “Allah çocuk
edindi” demeniz ve şarap içmeniz.” Onların:
“İsa hakkında ne dersin?” demeleri üzerine Nebî birşey söylemeyip, sükût etti. Sonra
Kur’an’dan şu âyetler nazil oldu:
“İşte bunu, biz sana Kur’an’ın âyetlerinden ve hikmet dolu zikirden peyderpey okuyoruz.
Doğrusu Allah katında, İsa’nın misali, Adem’in misali gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra
ona “ol” dedi, o da oluverdi. Bu hak ve hakikat, Rabbin’den gelen bir gerçektir. Binaenaleyh
sen sakın şüphe edenlerden olma. Artık sana bu ilim geldikten sonra her kim seninle
münakaşaya kalkarsa şöyle de: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve
kadınlarınızı, kendilerimizi ve kendilerinizi çağıralım canı gönülden, hepimiz birarada olarak
dua ve niyaz edelim de, Allah’ın lanetini yalancıların üzerine okuyalım.”114

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) onları karşılıklı lanetleşmeğe davet etti ve kendisi Hasan’ı,
Hüseyn’i, Fatıma’yı, ehlini ve çocuğunu getirdi. Bunlar Rasulullah (s.a.v.)’ın huzurundan
çıkarlarken biri diğerine:
“Cizye vermeyi kararlaştır da O’nunla lanetleşme” dedi. O da cizyeyi kararlaştırdı. Sonra
dönüp:
“Cizyeyi kabul ediyor ve seninle lanetleşmiyoruz” dediler, böylece cizye vermeyi kabul
ettiler.”115
4- Hafız Abdurrahman b. Hasan, kendisinden rivayet etmem hususunda bazen izin vererek,
Ebû Hafs Ömer b. Ahmed el-Vaiz’den, o Abdullah b. Süleyman b. Eş’as’tan, o Yahya b. Hatim
el-Askerî’den, Bişr b, Mihran’dan, o Muhammed b. Dinar’dan, o Davud Ebû Hind’den, o
Şa’bi’den, o da Cabir b. Abdillah’tan şöyle dediğini bana haber verdi:
“Necran ahalisinin elçileri olan Âkıb ve Seyyid denilen kişiler, Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna
geldiler. O da kendilerini İslâm’a davet etti. Onlar da:
“Biz zaten senden önce müslüman olmuştuk” dediler. Rasulullah (s,a.v.) da buyurdu ki:
“Yalan söylediniz. Şayet istiyorsanız sizi İslâm’dan men eden şeyi, size haber veririm.” Onlar
da:
“Bize haber ver bakalım” dediler. Buyurdu ki:
“Haç sevgisi, şarap içme ve domuz eti yeme.” Sonra onları karşılıklı lanet okumaya çağırdı.
Onlar da sabahleyin kendisiyle buluşmak üzere Rasulullah (s.a.v.)’a söz verdiler. Rasulullah
(s.a.v.) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn’in ellerinden tutarak sabahleyin geldi, sonra o iki rahibe
haber yolladı. Onlar davete gelmekten kaçındılar ve Rasulullah (s.a.v.)’a haraç vermeyi
taahhüd ettiler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) de buyurdu ki:
“Beni hakla gönderen Allah’a yemin olsun ki eğer o iki rahib bu lanetleşmeyi yapsalardı,
elbette vadiye ateş yağacaktı.” Cabir dedi ki:
“İşte: “…De ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı,
kendilerimizi ve kendilerinizi çağıralım canı gönülden, hepimiz birarada olarak dua ve niyaz
edelim de, Allah’ın lanetini yalancıların üzerine okuyalım.” âyeti nazil oldu.” 116
5- Şa’bi dedi ki:
“Ayette geçen: “oğullarımız” dan maksad Hasan ve Hüseyn’dir, “kadınlarımız” dan maksad
Fatıma’dır, “kendimiz” den maksad da Ali b. Ebî Talib’dir.”117
6- Bu hadise İslâm tarihinde Yemen Necranı hristiyanları Hey’etinin Medine-i Münevvere’ye
gelmesi ve bu hey’et ile Hz. Peygamber arasında yapılan tartışmalarda kendilerine getirilen
bütün delillere karşı küfür ve inatlarında ısrar edip İslama gelmemeleri üzerine Hz.
Peygamber tarafından Allah’ın emriyle karşılıklı lânetleşmeye çağrılmaları (Mübâhele) ve
onların da bundan çekinerek cizye vermeyi kabul edip kabilelerine dönmeleri hadisesi olarak

114 Al-i İmran: 3/58-61.
115 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 84.
116 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 84-85.
117 Hakim; Müstedrek: 2/593, 594, Suyuti; ed-Dürr: 2/38; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 85.
meşhurdur ve hicretin dokuzuncu senesinde meydana gelmiştir.
Şimdi özellikle bu âyetin, genelde ise bu sûrenin başından itibaren bir rivayete göre otuz
küsur, bir rivayete göre de 83 âyetin nüzulüne sebep olan hadise ile ilgili rivayet ve ayrıntılara
bakalım:
İbn İshâk der ki:
“Necran hristiyanları hey’eti altmış binitli olarak Rasûlullâh (s.a.v.)’a geldiler. İleri
gelenlerinden ondördü içlerindeydi. Bunlar: Akıb olarak bilinen Abdulmesîh, Seyyid olarak
bilinen el-Eyhem, Bekr ibn Vâil oğullarından Ebu Harise ibn Alkame, Uveys (veya Evs),
Haris, Zeyd, Kays, Yezîd, Nebîh, Huveylid, Amr, Hâlid, Abdullah ve Yuhannes idiler.
Bunların esas söz sahibi olanları da şu üçüydü: l. Akıb: Hey’etin başkanı, görüşlerinin sahibi
ve her konuda kendisine danışılan kişiydi. Ancak onun görüşü ile hareket ederlerdi. 2.
Seyyid: Vezirleri ve toplantılarının sahibiydi. 3. Ebu Harise ibn Alkame: Piskoposları,
imamları ve medreselerinin sahibi idi.
Bekr ibn Vâil oğulları araplarından olup hristiyanlığı kabul etmiş, dininde salâbeti ve ilminin
derinliğini bildikleri için rumlardan ve krallarından çok ikram ve ihsanlara nail olmuş, kendisi
için kiliseler ve medreseler yapılmış, kendisine mal ve hizmetçiler verilmişti. Bu Ebu Harise,
okumuş olduğu eski kitablardan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vasıflarını ve durumunu çok iyi
bilmesine rağmen bulunduğu makam ve gördüğü muamele sebebiyle İslâm’a gelmiyor,
hristiyanlıkta kalmaya devam ediyordu. Bu hey’et içinde kardeşi Kürz ibn Alkame de
bulunuyordu.
Bunlar ikindi namazı kılınırken Medine-i Münevvere’ye geldiler, üzerlerinde yemenli süslü
elbiseleri, cübbeleri, ridâları vardı. Mescid-i Nebevî’de Rasûlullâh (s.a.v.)’ın yanına girdiler.
Onları gören sahabeden bazıları diyorlar ki:
“O kadar güzel ve gösterişli giyinmişlerdi ki ne onlardan önce, ne de onlardan sonra onlardan
daha gösterişli bir hey’et görmedik.”
Kendi namaz (ibadet) vakitleri gelince Mescid-i Nebevî’de namaz kılmak üzere kalktılar.
Efendimiz (s.a.v.):
“Bırakınız kılsınlar.” buyurdu. Mescid’de doğuya doğru yönelerek namazlarını kıldılar.
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) onlardan Ebu Harise ibn Alkame ve Akıb Abdulmesîh ile veya Seyyid
el-Eyhem ile konuştu. Onlar, hristiyanlıktan melik’in dini üzere (yani Melkânî) idiler. Dediler
ki:
“İsa Allah’tır, İsa Allah’ın oğludur, İsa üçün üçüncüsüdür.” Bu sözlerini şöyle delillendirdiler:
“O Allah’tır.” sözü hakkında: “O, ölüleri diriltir, hastaları iyileştirir, gâibden haber verir,
çamurdan kuş şekli yapar, ona üfürür, o da kuş olurdu.” dediler.
“O Allah’ın oğludur.” iddiaları hakkında şunları söylediler: “Onun, bilinen bir babası yoktur.
Kendisinden önce Adem oğlundan hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yapmış, beşikte
konuşmuştur.”
“O, üçün üçüncüsüdür.” iddiaları hakkında da: “Allah Tealâ’nın: “Yaptık, ettik, emrettik,
yarattık, hükmettik.” şeklindeki sözlerini delil getirerek “Şayet bir olsaydı yaptım, hükmettim,
emrettim, yarattım, derdi. Halbuki O, kendisi, İsa ve Meryem’den ibarettir.” dediler.
Hz. Peygamber bunlara:
“İslâm’a geliniz, müslüman olunuz.” buyurdu
“Biz zaten müslümanız.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Siz müslüman değilsiniz, İslâm’a giriniz.” buyurdular. Onlar yine:
“Hayır, biz senden önce müslümaı olduk.” dediler. Efendimiz (s.a.v.):
“Yalan söylediniz, Allah’a oğul isnad etmeniz, haça tapınmanız (veya secde etmeniz) ve
domuz eti yemeniz (Hasen’den gelen bir rivayette “domuz eti yemeniz” yerine “içki
içmeniz”),118 İslâmınızı engelliyor.” buyurdular.
Bütün bunlara rağmen dinlerinde kalmakta inat ve ısrarla sorularına devam ettiler:

118 bak: Ahmed ibn Muhammed ibn Hanbel, Fedâilu’s-Sahâbe, tahkik: Vasiyyullah ibn Muhammed Abbâs, Mekke, 1403/1983, 2/776.
“Ey Muhammed madem öyle İsa’nın babası kim?” dediler. Hz. Peygamber sustu, cevap
vermedi de Allah Tealâ onların her bir sözleri, iddiaları hakkında Alu İmrân sûresinin
başından itibaren seksen küsur âyeti inzal buyurdu.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ile aralarında tartışma şöyle devam etti:
Hz. Peygamber onlara sordu:
“Bilmiyor musunuz Allah asla ölmeyecek olan Diri’dir, İsa ise fânidir.” Onlar:
“Evet biliyoruz, öyledir.” dediler. Efendimiz:
“Bilmiyor musunuz, babasına benzerliği olmıyan hiçbir çocuk yoktur.” buyurdu,
“Evet biliyoruz, öyledir.” dediler. Efendimiz (s.a.v.):
“Bilmiyor musunuz Rabbımız herşeye Kayyûm’dur, onu korur, rızıklandırır. Halbuki İsa
bunlardan hiçbir şeye mâlik midir?” diye sordu, onlar:
“Hayır malik değildir.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Bilmiyor musunuz, Allah Tealâ’ya yerde ve gökte hiçbir şey gizli değildir. İsa ise Allah’ın
kendisine bildirdiğinden başka bunlardan bir şey bilir mi?” diye sordu, onlar:
“Hayır bilmez.” dediler. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
“Rabbımız İsa’yı ana rahminde dilediği gibi şekillendirdi, bunu biliyor musunuz?” diye sordu,
onlar yine:
“Evet biliyoruz.” dediler. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
“Rabbımız yemez, içmez, hadesten münezzehtir, bunu da biliyor musunuz?” buyurdu, onlar:
“Evet, biliyoruz.” dediler. Efendimiz (s.a.v.)’in:
“İsa’ya anası, bir kadının hâmile olduğu gibi hâmile olmuş, bir kadının çocuğunu doğurması
gibi onu doğurmuş, o da bir bebeğin gıda aldığı, beslendiği gibi beslenmişti ve hades te
yapardı. Bunları da biliyorsunuz değil mi?” sorusuna da
“Evet biliyoruz.” diye cevap verince Efendimiz (s.a.v.):
“O halde İsa, zannettiğiniz gibi nasıl (ilâh ve Allah’ın oğlu) olur?” buyurdu, sustular, cevap
veremediler. Ama sonra yine inat ettiler ve:
“Ey Muhammed, sen İsa’nın Allah’ın bir kelimesi ve O’ndan bir ruh olduğunu söylemiyor
musun?” dediler. Efendimiz (s.a.v.)’in:
“Evet.” cevabı üzerine:
“Eh, bu bize yeter.” deyip inkârda devam ettiler. (Bunun üzerine “Allah O Allah’tır ki yegâne
ilâh O’dur, Hayy’dır, Kayyûm’dur…” âyet-i kerimesi nazil oldu.119

Nihayet Allah Tealâ: “Artık sana ilim geldikten sonra kim seninle onun hakkında çekişirse de
ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi
çağıralım, sonra da dua ve niyazda bulunup Allah’ın lanetini yalancıların üzerine kılalım.”
âyet-i kelimesiyle Rasûlü’nü, onları mübâhele’ye, yani açıktan karşılıklı lânetleşmeye davet
etmesini emretti. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in onları müslüman olmaya, değilse lânetleşmeye
daveti üzerine:
“Ey Ebu’l-Kasım, bizi bırak, ne yapacağımız konusunda bir düşünelim, istişare edelim, sonra
gelir o dediğini yaparız.” dediler ve gittiler ve Akıb ile başbaşa kaldılar. Onların görüş sahibi
olanları Akıb idi. Akib’a:
“Ey Abdulmesîh, ne dersin?” dediler. Akıb (bir rivayette piskoposları olan Ebu Harise):
“Ey hristiyanlar topluluğu, muhakkak biliyorsunuz ki Muhammed Allah tarafından
gönderilmiş bir peygamberdir. İsa’nın haberi konusunda kesin hüküm ortaya koydu.
Biliyorsunuz hiçbir kavim yoktur ki peygamberi ile lânetleşmiş olsun da büyükleri kalsın,
küçükleri yetişsin. Eğer bunu yaparsanız kökünüz kazınır. Eğer bundan (lânetleşmeden)
vazgeçerseniz ancak dininizi sevdiğiniz ve sahibiniz (İsa) hakkında söylediğiniz sözlerde
devam etmek için böyle yapmış olacaksınız. Gidin onunla vedalaşın ve memleketinize

119 Bak: Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 3/75.
dönün.” dedi.120
Ertesi günü Hz. Peygamber damadı Hz. Ali’yi, kızı Hz. Fâtıma’yı, torunları Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin’i çağırdı ve:
“Ey Allahım, bunlar benim ehl-i beytim’dir.” buyurup121 Hüseyin’i kucağına almış, Hasan’ın
elinden tutmuş, arkasında Fâtıma, onun da arkasında Ali olduğu halde Necrânlılarla
mübâhelede bulunacakları yere geldiler ve Necranlıları mübahele için gelmeleri haberini
gönderdiler. Geldiler ve:
“Ey Ebu’l-Kasım, biz seninle lânetleşmemeye karar verdik.” dediler. Efendimiz:
“O halde müslüman olunuz. Müslüman olursanız müslümanların lehine olan sizin de lehinize,
aleyhine olan sizin de aleyhinize olacaktır.” buyurdular. Onlar bu teklifi kabul etmeyince
Efendimiz:
“O halde sizinle savaştan başka yol kalmadı.” buyurdular. Onlar (bir rivayette Akıb ve
Seyyid):
“Bizim araplarla savaşacak gücümüz yok. Bizimle savaşmaman, bizi dinimizde serbest
bırakman karşılığında sana her sene bini Safer’de, bini de Receb’de ödenmek üzere iki bin
hülle ve demirden 30 zırh (cizye) vermek üzere bizimle barış yapar mısın?” dediler.
Efendimiz de bunu kabul ederek onlarla barış yaptı. Bunun üzerine onlar:
“Ashabından senin hoşnut olduğun emîn birini bizimle gönder de mallarımızda herhangi bir
konuda ihtilâfımız olduğunda bizim aramızda hüküm versin. Biz sizlerden hoşnuduz.” dediler.
Hz. Peygamber:
“Size mutlaka gerçekten emîn olan birini göndereceğim. Öğleden sonra bana geliniz.”
buyurdular. Onlar ayrılınca Efendimiz:
“Beni hak ile gönderene yemin ederim ki helak Necran halkının üzerine sarkmıştı. Eğer
lânetleşselerdi maymun ve domuzlara çevrilecekler, vadi onlar için ateşle dolacak (ya da vadi
üzerlerine ateş yağdıracak), ağaçlar üzerindeki kuşlara (veya ağaçlar üzerindeki serçelere)
varıncaya kadar Necran ve halkının kökleri kurutulacaktı.” buyurdular.”122
Aslında lânetleşmemeleri konusunda başkanları Akıb tarafından uyarılmış olmalarına ilâve
olarak piskoposları da onları uyarmış. Hz. Peygamber (s.a.v.)’i, Hasan, Hüseyin, Fâtıma ve
Ali ile gelirken görünce:
“Ey hristiyanlar topluluğu, ben öyle yüzler görüyorum ki Allah’tan bir dağın yerinden izale
edilmesini isteseler Allah onların bu isteğiyle o dağı yerinden kaldırırdı. Bununla mübahele
etmeyin, sonra helak olursunuz.” demişti.”123
7- Hz. Peygamber (s.a.v.) öğle namazından sonra içlerinden emîn olan birini seçmek üzere
ashabına baktılar. Huzeyfe der ki:
“Ashabdan her biri kendisini seçmesi için Hz. Peygamber (s.a.v.)’e görünmeye çalışıyordu.
Efendimiz (s.a.v.) Ebu Ubeyde ibnu’l-Cerrâh’ı gördü ve:
“Ey Ebu Ubeyde kalk. Onlarla birlikte git ve ayrılığa düştükleri konularda onlar arasında hak
ile hüküm ver.” buyurdular. O kalkınca da:
“Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni Ebu Ubeyde’dir.” buyurup Necran hey’eti
ile onu gönderdiler.124

Hz. Ömer şöyle dermiş:
“O gün bu göreve gönderilmeyi istediğim kadar hiçbir görevi sevip istememiştim. O gün
erkenden Mescid-i Nebevî’ye gittim. Efendimiz namazı kılıp da kimi göndereceğini tesbit için
sağına soluna bakarken beni görsün diye uzanıyordum, ama O, Ebu Ubeyde’yi görünceye
kadar aranmaya devam etti ve onu görünce de çağırıp Necrânlılarla gitmek üzere onu

120 Abdulmelik ibn Hişâm el-Himyerî, es-Sîretı’n-Nebeviyye, tahkik: Mustafa es-Sakâ, İbrahim el-lbyârî, Abdulhafîz Şelebî, Kahire
1375/1955, 1/573-584; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/108-109; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’1-Azîm, 2/40-42 ve Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini
Kur’ân Dili Türkçe Tefsir, İstanbul 1960, 2/1011-10142’deki bilgiler birleştirilerek verilmiştir.
121 Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 3/7, hadis no: 2999.
122 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/211-213; Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/80.
123 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 3/188-189.
124 Buhâri, Meğâzî, 72.
görevlendirdi ve böylece çok istediğim bu vazifeyi Ebu Ubeyde aldı gitti.”125

8- Evet, Necranlılar bu davranışları ile aslında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in peygamberliğini ikrar
etmiş oldular ve üzerlerine konan cizyeyi kabul edip kabilelerine döndüler. Ancak onlarla
birlikte gelmiş olan piskoposları Ebu Harise’nin kardeşi Kürz müslüman olup Medine-i
Münevvere’de kalmış. Anlattığına göre daha yolda gelirken kardeşi Ebu Harise zaten Hz.
Muhammed’in hak peygamber olduğunu biliyormuş. O şöyle anlatmış:
“Yolda gelirken benim bindiğim katır bir hayvanlık etti de kızdım ve Muhammed’i kastederek
“Kahrolası o en uzak.” dedim. Kardeşim Ebu Harise:
“Hayır, aksine anan kahrolsun.” dedi. Ben:
“Neden kardeşim?” diye sordum. Cevaben:
“Vallahi o bizim beklemekte olduğumuz peygamber.” dedi. Ben:
“O halde bunu biliyorsun da ondan seni alakoyan nedir?” diye sordum,
“Çünkü şu krallar bize birçok servetler verdiler, ikramlarda bulundular. Şimdi buna iman
etsek hepsini elimizden alırlar.” dedi.”126

9- Rivayet edildiğine göre, “Hz. Peygamber (s.a.v.), Necrân hristiyanlarına deliller getirip,
sonra onlar da cehalet ve tanımamalarında ısrar edince, Hz. Peygamber (s.a.v.), onlara
“Eğer getirdiğim delilleri kabul etmezseniz, şunu biliniz ki Cenâb-ı Hak bana, sizinle
lânetleşmemi emretmiştir” dedi. Bunun üzerine onlar,
“Ey Ebu’l-Kâsım! Hele bir dur da, arkadaşlarımızın yanına varıp, bu hususu aramızda
konuştuktan sonra, tekrar sana gelelim.” dediler. Gidip arkadaşlarıyla görüştüklerinde kraldan
sonra gelen ve içlerinde söz sahibi olan kimseye:
“Ey Abdu’l-Mesih, söyle bakalım ne dersin?” dediler. Bunun üzerine o,
“Ey hristiyan topluluğu, Allah’a yemin ederim ki, siz Hz. Muhammed’in gönderilmiş bir
Peygamber olduğunu anladınız. Yine O’nun, sizin sahibiniz (Hz. İsa) hakkında hak olan sözü
ve görüşü getirdiğine de yemin ederim. Yine Allah’a yemin ederim ki, herhangi bir
Peygamberle lânetleşmeye giren topluluğun ne yaşlısı sağ kalır, ne çocukları büyür (hepsi
mahvolur). Yine yemin ederim ki, eğer siz bu işe girişirseniz, sizin soyunuz ve nesliniz kurur
ve tükenir: Ama, bundan kaçınır, dininiz üzre yaşamaya devam eder ve bulunduğunuz hali
sürdürmeye devam ederseniz, o adamla (Hz. Muhammed) anlaşın ve memleketlerinize geri
dönün!..” dedi.
Bu esnada, Hz. Peygamber (s.a.v.) de, üzerinde siyah kıldan bir örtü, futa olduğu halde
evinden dışarı çıkmıştı.. Hz. Hüseyn’i kucağına almış, Hz. Hasan’ı elinden tutmuş, Hz. Fatma
Hz. Peygamber’in, Hz. Ali de Hz. Fatıma’nın peşindeydi… Hz. Peygamber şöyle diyordu:
“Ben duâ ettiğim zaman, siz amin! Deyiniz.” Bunun üzerine Necrân’ın piskoposa,
“Ey hristiyanlar, ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar Allah’tan, bir dağı
yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah o dağı yerinden götürür.
Binâenaleyh, lanetleşmeyin, aksi halde helak olur, yok olursunuz.. Ve yeryüzünde, kıyamete
kadar tek bir hristiyan kalmaz.” dedi. Hristiyanlar sonra,
“Ey Ebu’l-Kasım, biz seninle lânetleşmemeye ve dinin hususunda sana müdahale etmemeye
karar verdik.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de,
“Lanetleşmediğinize göre müslüman olunuz… Böylece de, müslümanların lehine olan, sizin
lehinize, aleyhlerine olan da sizin aleyhinize olur.” deyince, onlar bunu kabul etmediler,
direttiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
“En kısa zamanda sizinle savaşıp, işinizi bitireceğim” deyince, onlar,
“Bizim, Araplarla savaşacak gücümüz yok. Fakat sana, bini safer bini de recep ayında olmak
üzere, iki bin takım elbise ile, demirden yapılmış normal otuz zırh vermek üzere bizimle
savaşmaman ve bizi dinimizde serbest bırakman konusunda seninle anlaşma yapmak
istiyoruz.” Bunun üzerine Hz. Peygamber onlarla, bu şartlar altında anlaşma yaptı ve şöyle

125 İbn Kesîr, Tefsîru’l- Kur’âni’l-Azîm, 2/42.
126 Abduimelik ibn Hişâm el-Himyerî, es-Sîretu’n-Nebeviyye, 1/573-574; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, 2/1014.
dedi:
“Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, helak o Necrânlılara öylesine
yaklaşmıştı ki… Eğer onlar lanetleşmeye girmiş olsalardı, maymunlar ve domuzlar haline
getirilecekler, bu vadi ateş olup onları yakacak ve Allah Necrân ve halkının kökünü
kurutacaktı.. Ağaçların tepelerinde kuşları bile… Bir yıla kalmayacak bütün hristiyanlar helak
olacaklardı…” Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’in siyah futa içinde evinden çıkıp, Hz. Hasan
geldiğinde onu, o futanın içine soktuğu; Hz, Hüseyin, Hz. Fatıma ve Hz. Ali (r.a.)
geldiklerinde de, aynı şekilde onları da futanın içine soktuğu; daha sonra da “Ey ehl-i beyt,
Allah sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak diler” 127 âyetini okuduğu rivayet
edilmiştir.
Razi der ki: Bu rivayet, gerek tefsir gerekse hadis âlimleri arasında, sıhhati konusunda âdeta
üzerinde ittifak edilmiş gibidir.128
10- Huzeyfe el-Yeman diyor ki:
“Necran’ın reislerinden, Âkıb ve Seyyid unvanı verilen kişiler Rasulullah’a geldiler. Onunla
mübahele yapmak istediler. Fakat bunlardan biri diğer arkadaşına:
“Bunu yapma, Allah’a yemin olsun ki eğer o gerçekten Peygamber ise ve biz de onunla
mübahele edersek bundan sonra ne biz kurtuluruz ne de soyumuz.” dedi. Bunun üzerine o iki
kişi Rasulullah’a dediler ki:
“Biz sana istediğini vereceğiz sen bizimle birlikte güvenilen bir kişi gönder. Bizimle
güvenilmeyen bir kişi gönderme.” Bunun üzerine Rasulullah:
“Ben sizinle beraber, gerçekten güvenilir olan bir kişi göndereceğim.” dedi. Sahabiler bu
şerefe nail olmaya hazırlandılar. Rasulullah buyurdu ki:
“Kalk ey Ebu Ubeyde b. el-Cerrah.” Ebu Ubeyde ayağa kalkınca:
“İşte ümmetin emin kişisi budur.” buyurdu.”129
11- Sa’d b. Ebi Vakkas diyor ki:
“Bu âyet-i kerime nazil olunca, Rasulullah Ali’yi, Fatıma’yı, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve
dedi ki:
“Ey Allah’ım, işte benim ehlim bunlardır.” 130
12- Abdullah b. Abbas diyor ki:
“Şayet Rasulullah’ı mübahaleye çağıran insanlar mübahaleye çıkmış olsalardı, geri
döndüklerinde ne ailelerini ne de mallarını bulabilirlerdi.” 131
64. De ki: Ey ehl-i kitab, hepiniz bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin: Allah’tan
başkasına tapmıyalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmıyalım, Allah’ı bırakıp da birbirimizi rabler
tanımıyalım. Eğer yine yüz çevirirlerse deyin ki: Şahid olun, biz muhakkak müslümanlarız.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbâs der ki:
“Bu âyet-i kerime rahipler ve papazlar hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber bu âyet-i
kerimeyi Habeşistan’daki Ca’fer ibn Ebî Tâlib’e göndermiş; o da Necâşî’nin de hazır
bulunduğu bir mecliste Habeşistan’ın ileri gelenlerine bu âyet-i kerimeyi okumuştur.”132

2- Katade, Rebi’ b. Enes ve İbn-i Cüreyc’e göre bu âyet-i kerime, Medine-i Münevverenin
çevresinde bulunan Yahudiler hakkında nazil olmuştur. 133 Yahudiler, Hz. İbrahim hakkında
Resulullah ile tartışmaya girişince Allah teala bu âyeti indirmiş ve Rasulullah’a, Yahudileri

127 Ahzâb: 33/33.
128 Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
129 Buhari, el-Mağazi: 72; Ahmed b. Hanhel, Müsned, 1/414; İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
130 Tirmizi, Tefsir el-Kur’an: 3 (2999); İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
131 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
132 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/400.
133 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân; Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
çağırarak onlara, âyette belirtilen hususları bildirmesini emretmiştir.134
3- Suddî, el-Hasenu’1-Basrî, İbn Zeyd ve Muhammed ibn Ca’fer ibnu’z-Zubeyr bu âyet-i
kerimenin de diğerleri gibi yine Necran hey’eti hakkında nazil olduğu görüşündedirler. 135

Rasulullah onları Mübahaleye davet ettiğinde “Lanetleşmekten” kaçınmaları üzerine bu defa
onları, daha kolay olan bu âyetin beyan ettiği şeyleri kabul etmeye davet etmiştir. Fakat onlar,
bunu da kabul etmemişlerdir.136
4- Fahreddin Râzî der ki:
“Bu ifâde, her iki topluluğu da içine almaktadır. Bunun her iki grup hakkında nazil olduğuna
şu husus da delâlet etmektedir:
a- Lafzın zahiri, iki topluluğa da şamildir.
b- Âyet-i kerimenin sebeb-i nüzulü hakkında rivayet edilen şu husustur:
Yahudiler Hz. Peygamber’e şöyle demişti:
“Hristiyanların Hz. İsa’yı Rab edinmeleri gibi, bizim de, sadece seni Rab edinmemizi
istiyorsun!…” Hristiyanlar da,
“Ey Muhammed! Sen, yahudilerin Uzeyr (a.s.) hakkında söylemiş oldukları şeyi senin
hakkında söylememizi istiyorsun” demişlerdi. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak da bu âyeti
indirdi.
Bana göre, doğruya en yakın olan, bu ifâdeyi Necrân hristiyanlarına hamletmektir. Çünkü biz,
Hz. Peygamber’in önce onlara deliller getirdiğini, sonra da onlarla “mübâhele” istediğini; ama
bu sırada insaflı olup mücadeleyi ve onları ilzam ederek susturmayı arzulamayı terke dayanan
söze geçtiğini açıklamıştık. Bunun böyle olduğuna, Hz. Peygamber’in burada onlara, Hak
Teâlâ’nın, “Ey kitap ehli!” sözüyle hitap etmesi de delâlet etmektedir.”137
5- Taberi’ye göre ise, bu âyette zikredilen ehl-i kitaptan maksat, hem Yahudiler hem de
Hristiyanlardır. Zira ehl-i kitap denince her ikisi de anlaşılmaktadır. Buradaki ehl-i kitabın,
sadece bir kısmına ait olduğuna dair sahih bir delil yoktur. O hakle, âyetin her iki ehl-i kitabı
da kastederek, onları tevhid inancına davet ettiğini söylemek daha isabetlidir. Çünkü Allah’ın
birliğini ve sadece kendisine ibadet edileceğini kabul etme, her yaratığın vazifesidir. Ve ona
gönderilen bir emirdir.138
65. Ey ehl-i kitab, İbrahim hakkında neden çekişip duruyorsunuz? Tevrat da İncil de ancak
ondan sonra indirilmiştir. Hiç akletmiyor musunuz?
66. İşte siz onlarsınız ki hakkında bilginiz olan şeyde çekiştiniz, peki hiç bilginiz olmıyanlar
hakkında neden halâ çekişip duruyorsunuz? Halbuki Allah bilir, siz bilmezsiniz.
67. İbrahim ne bir Yahudi, ne de bir hristiyandı. Fakat o, Allah ‘ı bir tanıyan bir hanif;
dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Abdullah b. Abbas ve Katade bu âyet-i kerimenin, Hz. İbrahim hakkında tartışan ve her
birinin, İbrahim’in kendi dininden olduğunu iddia eden Yahudi ve Hristiyanlar hakkında nazil
olduğunu zikretmişlerdir. 139

a- İbn Humeyd kanalıyla İbn Abbâs’tan rivayet ediliyor:
“Necran hristiyanları hey’eti ile yahudi hahamları Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda
tartışmışlar; hahamlar:
“İbrahim ancak bir yahudi idi.” demişler, hristiyanlar:
“İbrahim ancak bir hristiyandı.” demişlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i

134 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
135 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân; Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb; Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 3/193.
136 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
137 Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
138 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
139 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
kerimeleri indirdi.”140
Her iki guruba da, Hz. İbrahim’in, onların dininden olmadığını bildirdi.”141
2- Rebi’ b. Enes, Mücahid ve Katade’den nakledilen diğer bir görüşe göre bu ayet, İbrahim
hakkında tartışan Yahudiler hakkında inmiştir.
a- Katade diyor ki:
“Bize nakledildiğine göre Rasulullah, Medine’de yaşayan Yahudileri müminlerle Yahudiler
arasında müsavi bir söz olan kelime-i Tevhide ve yalnız Allah’a kulluk etmeye davet etti.
Onlar, Hz. İbrahim hakkında, Rasulullah ile tartıştılar ve onun Yahudi olarak öldüğünü iddia
ettiler. Bunun üzerine Allah teala onları yalanlayarak bu ayeti indirdi.” 142
68. Gerçekten İbrahim’e insanların en yakını herhalde ona tâbi olanlarla şu Peygamber ve
iman edenlerdir. Allah o mü’minlerin velîsi, dostudur.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbas dedi ki:
“Yahudi reislerinin: “Allah’a yemin olsun ki ey Muhammed, bizim, İbrahim’e senden ve
başkalarından yakın olduğumuzu ve İbrahim’in bir Yahudi olduğunu gerçekten bilmektesin,
sende kıskançlıktan başka birşey yok” demeleri üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi.”143
2- Kelbî, Ebû Salih ve İbn Abbas yoluyla, aynı şekilde Abdurrahman b. Ğunm, Rasulullah
(s.a.v.)’ın ashabından rivayet ettiler. Muhammed b, İshak b. Yesar da bunu zikretti. Böylece
onların bir kısmının hadisi, diğer bir kısmının rivayetine girmiştir. Bunlar dediler ki:
“Cafer b. Ebî Talib ve arkadaşları Habeşistan’a hicret edip orayı yurt edindikleri ve Rasulullah
(s.a.v.) da Medine’ye hicret edip, Bedr meselesinden olan olduğu zaman, Kureyş Daru’nNedve’de toplandılar ve dediler ki:
“Bedir’de sizden öldürülenlere bedel olarak Necaşî’nin yanında bulunan Muhammed’in
ashabında bizim için kısas hakkı vardır. Haydi şimdi büyük miktarda mal biriktirip onu
Necaşî’ye hediye verin. Belki kavminizden yanında bulunanları size geri verir. Bu iş için
içinizden isabetli görüş sahibi iki adam öngörülsün.” Böylece Amr b. As ve Umare b. Ebî
Muayt’ı azık ve daha başka hediyelerle gönderdiler. Bunlar deniz yolculuğuna çıktılar ve
Habeşe’ye geldiler. Necaşî’nin huzuruna çıkınca ona secde ettiler ve dediler ki:
“Kavmimiz senin hayrını ister ve işlerini takdirle karşılarlar, senin iyiliğini isterler. Kavmimiz
bizi, sana gelen şu topluluğa (Muhammed’in Ashabına) karşı seni uyarmamız, onlardan
sakındırmamız için sana gönderdiler. Zira onlar, aşırı bir yalancı kişinin kavmidir. Bu kişi
kendisinin Allah’ın Peygamberi olduğunu iddia ederek içimizde ortaya çıktı. Kendisine,
beyinsizlerden başka bizden hiçbir kimse uymamıştır. Biz bunlara her yönden ambargo
uygulamış ve onları bir bölgemizde yaşamağa zorlamıştık. Öyle ki ne yanlarına bir giren var,
ne de yanlarından bir çıkan var. Açlık ve susuzluk onları helak etti. Durumları iyice
zorlaşınca, senin dinini, mülkünü ve tebaanı bozmak için amcazadesini sana gönderdi.
Binaenaleyh onlardan sakın ve haklarından gelmemiz için onları bize geri ver. Bu
dediklerimizin delili de şu ki onlar senin yanına girince sana secde etmezler ve insanların seni
selamladıkları selamla seni selamlamazlar. Bunları, senin dininden ve yolundan yüz çevirmek
için yapıyorlar.”
Bunun üzerine Necaşî onları çağırdı. Hazır bulunduklarında Cafer:
“Allah’ın bölüğü huzuruna çıkmağa izin isterler” diye kapıda bağırdı. Necaşî de:
“Şu seslenene emredin de sözünü tekrar söylesin” dedi. Cafer de öyle yaptı. Necaşî:

140 İbn İshak; Beyhaki, Delâil; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/216; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul,
Fatih Yayınevi: 1/139; Mecmau’l-beyan, 2/456.
141 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
142 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
143 Senedsizdir; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 85; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’1-Kur’ân,
4/70.
“Peki öyleyse Allah’ın emânında ve zimmetinde içeri girsinler” dedi, Amr b. As Necaşî’ye
bakarak:
“Allah’ın grubu” diye nasıl bir yabancı dil kullandıklarını işitmiyor musun?” dedi. Necaşî ise
bu hususta onlara karşılık vermedi. Böylece bu onlara fena dokundu. Ashab, Necaşî’nin huzuruna çıktı, fakat ona ta’zim ederek eğilmediler. Bunu fırsat bilen Amr b. As ve Umare b. Ebî
Muayt dediler ki:
“Görmüyor musun, senin önünde eğilmeye kibrediyorlar?” Bunun üzerine Necaşî, Cafer ve
arkadaşlarına dedi ki:
“Bana secde etmenizden ve uzaklardan gelenlerin beni selamladıkları selamla beni
selamlamanızdan sizi men eden nedir?” Dediler ki:
“Biz, seni yaratıp hükümdar kılan, Allah’a secde ederiz, bu selam ancak bizim selamımızdır,
biz putlara tapardık. Derken, Allah, içimizde bize doğru sözlü Peygamber gönderdi. Bize,
Allah’ın hoşlandığı selamı emretti ki o da Cennet Ehli’nin sözü olan “Selâm”dır.”
Necaşî bildi ki bu zat Hak Peygamberdir ve Tevrat’la İncil’de zikrolunan Nebî’dir.
“Allah’ın grubu senden izin isterler” diye seslenen hanginizdi?” dedi. Cafer:
“Bendim” dedi. Necaşî:
“Öyleyse konuş” dedi. Cafer dedi ki:
“Sen yeryüzü ahalisinin krallarından bir kralsın ve Ehl-i Kitab’dansm. Senin yanında fazla söz
ve haksızlık yaraşmaz. Ben arkadaşlarım adına cevap vermeyi istiyorum. Sen de şu iki adama
emret de onların birisi konuşsun ve diğeri sussun. Böylece bizim münakaşamızı işitebilesin.”
Bunun üzerine Amr, Cafer’e:
“Konuş” dedi. Cafer de Necaşî’ye dedi ki:
“Şu adama sor. Bizler köleler miyiz, yoksa hür kimseler miyiz? Şayet bizler köle kimseler
isek, efendilerimizden kaçmışız demektir. O halde bizi onlara geri ver.” Necaşî:
“Bunlar köle mi, yoksa hür mü?” dedi, Amr:
“Bilakis, onlar değerli hür kimselerdir” dedi, Necaşî de:
“Kölelikten kurtuldular” dedi. Cafer:
“Onlara sor; haksız yere bir kan mı döktük de bizden kısas istiyor.” Amr:
“Hayır, bir damla bile” dedi. Cafer dedi ki:
“Onlara sor; haksız yere insanların mallarını mı ele geçirdik ki ödemesiyle yükümlü olalım.”
Necaşî dedi ki:
“Ey Amr eğer bir ton borçları varsa, onun ödemesi bana ait.” Amr:
“Hayır yoktur” dedi. Necaşi’nin:
“O halde banlardan ne istiyorsunuz?” demesi üzerine Amr dedi ki:
“Biz ve onlar aynı dinin mensupları idik, işimiz birdi, babalarımızın dini üzere
bulunuyorlardı. Onlar işte bu dini terkedip başka bir dine tabi oldular. Bizse dinimize sarıldık.
İşte bu yüzden onları bize geri vermen için, onların kavmi, bizi sana gönderdi.” Bunun
üzerine dedi ki:
“Sizin mensubu olduğunuz dinin mahiyeti nedir? Bana doğru söyle.” Cafer dedi ki:
“Daha önce mensubu olup sonra terkettiğimiz dine gelince, o şeytanın dini ve işidir. Biz,
güçlü ve yüce olan Allah’ı inkâr ediyor ve taşlara tapıyorduk. Kendisine dönüş yaptığımız
dine gelince o, Allah’ın dini olan İslam’dır. O dini bize, Allah tarafından bir Peygamber ve
Meryem’in oğlu İsa’nın kitabına uyum sağlayan, onun benzeri olan bir kitap getirdi.” Bunun
üzerine Necaşî şöyle dedi:
“Ey Cafer gerçekten büyük bir iş konuştun, artık müsterih ol.” Sonra Necaşi’nin emriyle çan
çalındı ve müteakiben her Hıristiyan ilim adamı ve dînî lider Necaşî’ye gelip toplandılar.
Onun yanında toplandıklannda Necaşî dedi ki:
“İncil’i İsa’ya indiren Allah aşkına, söyleyin, İsa ile Kıyametin kopması arasında gönderilecek
bir peygamber biliyor musunuz?” Onlar da:
“Allah için evet. İsa gerçekten o peygamberle bizi müjdelemişti ve demişti ki:
“Kim O’na iman etmişse bana iman etmiş, kim de O’nu inkâr etmişse beni inkâr etmiştir”
dediler. Bunun üzerine Necaşî, Cafer’e dedi ki:
“Bu zat, size neyi söylüyor ve neyi emredip neyi yasaklıyor?” Cafer dedi ki:
“O bize, Allah’ın Kitabı’nı okuyor, ma’ruru emrediyor, münkeri nehyediyor, komşulara iyilik
yapmayı, akrabayı ziyaret etmeyi ve yetime iyilik yapmayı emrediyor. Ayrıca bize, hiçbir
ortağı olmayarak tek başına Allah’a ibadet etmemezi emrediyor.” Bunun üzerine Necaşî:
“Onun size okumuş olduğu şeylerden bize birazcık oku” dedi. Cafer de onlara Ankebût ve
Rum Sûrelerini okudu. Bundan dolayı Necaşî ve adamlarının gözleri yaşla dolup taştı.
“Ey Cafer, bu hoş, güzel sözü bize artır” dediler. Cafer de onlara Kehf Sûresi’ni okudu. Bu
sefer de Amr, Necaşî’yi gazaba getirmek istedi ve dedi ki:
“Onlar İsa ile annesine sebbederler.” Necaşî de:
“İsa ve annesi hakkında ne diyorlar?” dedi. Bunun üzerine Cafer onlara Meryem Sûresini
okudu ve Meryem’le İsa’nın bahsine gelince, Necaşî göze düşen küçük çöp miktarı kadar
misvaktan ince ince bir kıymık koparıp kaldırdı ve dedi ki:
“Allah’a yemin olsun ki İsa, sizin bu dediklerinize şu kıymık kadar birşey ilave etmemiştir,”
Sonra Cafer ve arkadaşlarına dönerek:
“Gidiniz, artık sizler benim memleketimde emniyet içerisindesiniz. Size kim sebbeder veya
eziyet verirse ona ödettirilir” dedi. Sonra da dedi ki:
“Sevinin, korkmayın, bugün İbrahim’in grubuna hiçbir meşakkat, bir aleyhtarlık yoktur.”
Amr:
“Ey Necaşî, İbrahim’in grubu da kim oluyor?” dedi. O da:
“İşte bakınız şu cemaat ve onların, yanından geldikleri arkadaşları ile O zata (Muhammed’e)
tabi olanlardır” dedi. Bunun üzerine müşrikler bundan hoşlanmadılar ve İbrahim’in dini
hususunda iddiada bulundular. Daha sonra Necaşî taşıdıkları malı Amr ve arkadaşlarına geri
vererek dedi ki:
“Sizin bana hediye ettiğiniz şey ancak bir rüşvettir, haydi onu alın. Zira Allah, bana mülk
verip beni melik yaptı da benden hiçbir rüşvet almadı.”
Cafer dedi ki:
“Biz en hayırlı bir diyarda ve komşuların en kerimi olan bir zatın emânında olduğumuz halde
geri döndük. Allah Teala işte o gün, Medine’de bulunan Peygamberi’ne karşı İbrahim
hakkındaki çekişmelerine dair: “Şüphesiz İbrahim’e insanların en yakını elbette ona tabi
olanlarla, şu Nebî ve iman edenlerdir. Allah mü’minlerin yar ve yardimcısıdır.” âyet-i
kerimesini indirdi.”144
3- Ebû Hamid Ahmed b, Hasan el-Varrak, Ebû Ahmed Muhammed b. Ahmed el-Cezerî’den,
o Abdurrahman b. Ebî Hatim’den, o Ebû Said el-Eşecc’den, o Vükey’den, o Süfyan b.
Said’den, o babasından, o Ebu’d-Duha’dan, o da Abdullah’tan şöyle dediğini bize haber verdi:
“Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Hiç şüphesiz bir peygamber için, Peygamberler’den bir veli vardır, bana gelince benim
onların içinden velim de (soyundan gelmem hasebiyle) babam (sayılan) ve Rabbimin dostu
olan İbrahim’dir.” Sonra da Rasulullah (s.a.v.) bu âyeti okudu.”145
69. Ehl-i kitabdan bir zümre arzu etti ki sizi dalâlete (sapıklığa) düşürseler. Halbuki onlar
kendilerinden başkasını saptıramazlar da farkına bile varmazlar.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Daha önce Bakara: 2/109 âyetinin nüzul sebebinde de geçtiği üzere Nadîr, Kurayza ve
Kaynukâ oğulları yahudileri Muâz ibn Cebel, Huzeyfe ibnu’l-Yemân ve Ammâr ibn Yâsir’i

144 Kelbî zayıftır. Suyuti; ed-Dürr: 2/41; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 85-87.
145 Tirnıizi: 2995, Hakim; Müstedrek: 2/295, 553, İbn Cerir: 3/218; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar
Yayıncılık: 88.
kendi dinlerine çağırmışlar, bir rivayete göre de “kendi dininizi bırakıp Muhammed’in dinine
tâbi oldunuz.” diye kınamışlardı.. İşte bu âyet-i kerime de bu hadise üzerine nazil olan
âyetlerdendir. Bu, İbn Abbâs kavlidir.146
71. Ey kitap ehli, niçin hakkı batıl ile karıştırıyor ve bile bile hakkı gizliyorsunuz?
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Âyette zikredilen “Hak”tan maksat, Abdullah b. Abbas, Katade, Rebi’ b. Enes ve İbn-i
Cüreyc’e göre İslam’dır. “Batıl”dan maksat ise, Yahudilik ve Hristiyanlıktır. Yahudi ve
Hristiyanların batıl olan kendi dinlerini, hak olan İslam dinine karıştırmak istemeleri,
Abdullah b. Abbas’ın naklettiği gibi şu şekilde olmuştur. Abdullah b. Abbas diyor ki:
“Yahudilerden Abdullah b. Sayf, Adiy b. Zeyd, Haris b. Avf, birbirlerine şöyle dediler:
“Gelin Muhammed ve arkadaşlarına indirilene sabahleyin iman edelim. Akşamleyin de onu
inkâr edelim. Böylece onların dinlerini karıştırır ve onları, dinleri hakkında şüpheye
düşürürüz. Umulur ki bu sayede onlar da bizim yaptığımız şeyi yaparlar ve dinlerinden dönerler.” İşte bunun üzerine Allah teala bu âyeti indirdi.” 147
2- İbn-i Zeyde göre ise âyette zikredilen “Hak”tan maksat, Allah tealanın Hz. Musa’ya
indirdiği Tevrat’tır. “Batıl”dan maksat ise, Yahudilerin bizzat kendi elleriyle yazıp ona
sokuşturdukları şeylerdir. 148
72. Kitab ehlinden bir güruh şöyle dedi: Mü’minlere indirilmiş olana günün evvelinde iman
edin, sonunda da küfredin. Belki onlar da dönerler.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Hasan ve Süddî dediler ki:
“Hayber ve Ureyne Beldeleri’nin Yahudileri’nden on iki din adamı (haham) kendi aralarında
anlaşarak, bir kısmı bir kısmına şöyle dedi:
“Gündüzün başlangıcında kalpten inanarak değil, sadece dil ile Muhammed’in dinine girin,
gündüzün sonunda da o dini inkâr edin ve deyin ki:
“Biz kitaplanmıza baktık, alimlerimize danıştık, böylece Muhammed’in Peygamber
olmadığını öğrendik. Böylece onun yalan söylediği ve dininin bâtıl olduğu bize ayan oldu.”
İşte siz bunu yaptığınız vakit O’nun ashabı, dinleri hususunda şüpheye düşerler ve:
“Onlar Ehl-i Kitap’tırlar, dolayısıyla onlar O Muhammed’i bizden daha iyi bilirler” diyerek
kendi dinlerinden sizin dininize dönerler.” Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi ve bu
haince tuzaktan Nebisi Muhammed (s.a.v.)’i ve Mü’minler’i haberdar etti.”149
Ebu Mâlik el-Gıfârî’den gelen rivayette bu tuzak yahudilere nisbet edilirken kabilelerine işaret
edilmemektedir. Kurtubî’de ise bunu söyleyenlerin Ka’b ibnu’l-Eşref ve Mâlik ibnu’s-Sayf ve
benzerleri olduğu ayrıntısı verilmektedir.150

2- Mücahid, Mukatil ve Kelbî dediler ki:
“Bu âyet, kıble meselesi hakkındadır: Kıble, Ka’be’ye çevrilince, bu kendilerine muhalefet
edilmesi sebebiyle Yahudiler’in çok ağırına gitti. Bu yüzden Ka’b b. Eşref ve arkadaşları
dediler ki:
“Ka’be meselesinden yana Muhammed’e indirilene lisanen inanın ve gündüzün başlangıcında
Ka’be’ye doğru namaz kılın, sonra da gündüzün sonunda Ka’be’yi inkâr edin ve kendi kıbleniz
olan (Beytu’l-Makdis’teki) Mualla Taşı’na doğru dönün. Olur ki Mü’minler:

146 Senedsizdir. el-Vâhıdî, Esbâbu’n-Nuzûl, s. 78; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1,404; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’1-Kur’ân, 4/71;
Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
147 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
148 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
149 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 88.
150 Taberî, Câmiu’i-Beyân, 3/221; el-Kurtubî, el-Camiu li-Ahkâmi’1-Kur’ân, 4/71.
“Şu kimseler var ya onlar Kitap Ehli’dir. Dolayısıyla onlar bizden daha iyi bilirler” derler ve
böylece zaman zaman bizim kıblemize dönerler.” İşte bu sebeple Allah Teala, Peygamber’ini
Yahudiler’in şu hilesinden sakındırdı ve onların sırrına kendisini muttali kılarak bu âyeti
indirdi.”151
3- İbn Abbas, âyet-i kerimedeki “gündüzün evvelinde”n maksadın, sabah namazı; “sonunda”n
maksadın da öğlen namazı olduğunu söylemiştir ki, bunun izahı şudur: Hz. Peygamber
(s.a.v.), Medine’ye geldikten sonra Beyt-i Makdis’e doğru namaz kılmaya başladı. Yahudiler
bu durumdan son derece memnun olarak, bunun devam etmesini arzu ettiler. Allah Teâlâ’nın,
Hz. Peygamberi, kıble olarak Ka’be’ye çevirmesi, bir öğle namazı esnasında oldu. Bunun
üzerine Ka’b İbn Eşref ve başkaları şöyle dedi:
“Mü’minlere indirilene gündüzün evvelinde inanın, gündüzün sonunda ise inkâr edin.” Yani,
Muhammed’in yönetip sabah namazını kıldığı kıbleye inanın. Çünkü bu, haktır. Yönelip öğle
namazını kıldığı kıbleyi ise inkâr edin” demişlerdir ki âyette bahsedilen inkâr ettikleri
“gündüzün sonu” işte budur.” 152
4- İbn Abbas (r.a.) dedi ki:
“Abdullah İbni Sayf, Adiy İbni Zeyd ve Haris İbni Avf, birbirlerine:
“Gelin Muhammed’e indirilene akşam inanalım, sabah inkar edelim. Böylece onların dinleri
hakkında karışıklık yaparız, onlar da bizim yaptığımız gibi yaparlar ve dinlerinden dönerler.”
dediler. Allahü Teâlâ onlar hakkında Al-i İmran: 3/71-73 âyetlerini indirdi.” 153

5- Ebu Mâlik’ten Süddî, ondan İbnu Ebî Hatim anlattı:
“Yahudilerin din adamları onlardan olmayanlara, “Dininize tabi olandan başkasına
inanmayın” derlerdi. Allahu Teâlâ bu âyeti indirdi.”
154
6- Esamm şöyle der:
“Yahudiler birbirlerine, “Eğer Muhammed’i her getirdiği şeyde yalanlarsanız, sizin
câhilleriniz yalancı olduğunuzu anlarlar. Çünkü O’nun getirdiği şeylerin pek çoğu haktır.
Fakat O’nun getirdiği şeylerin bir kısmını kabul edip, bir kısmını inkâr ederseniz, câhil halk
sizin onu yalanlamanızın, inadınızdan dolayı değil, adaletinizden dolayı olduğunu zanneder,
böylece de sözlerinizi kabul ederler” demişlerdir.” 155
7- Fahreddin er-Razi der ki:
“Kıble Ka’be’ye çevrilince, bu yahidilere zor ve ağır geldi. Bundan dolayı birbirlerine,
“Gündüzün evvelinde Ka’be’ye doğru namaz kılın, gündüzün sonunda da bu kıbleyi inkâr
ederek, Beyt-i Makdis’e doğru namaz kılın. Böylece o müslümanlar:
“Ehl-i Kitap ilim sahibi insanlardır. Eğer onlar bu kıblenin bâtıl olduğunu anlamasalardı,
bunu bırakıp Beyt-i Makdis’e dönmezlerdi” derler ve o kıblelerini bırakıp Beyt-i Makdis’e
dönerler” diyorlardı.” 156
8- Yahudilerin, gündüzün başlangıcında iman ettiklerini, sonunda da inkâr ettiklerini ortaya
koymaları, Katade, Ebu Mâlik ve Süddi’ye göre, bizzat dilleriyle söylemeleri şeklinde
oluyordu. Bu hususta Süddi diyor ki:
“Anne bölgesinde bulunan köylerin on iki hahamı vardı. Onlar birbirlerine şöyle demişlerdi:
“Siz, gündüzün başında Muhammed’in dinine girin ve “Şahadet ederim ki Muhammed haktır
ve doğru söyleyendir.” deyin. Gündüzün sonu olunca da inkâr edin ve deyin ki:
“Biz, âlimlerimize ve hahamlarımıza başvurarak bunu onlardan sorduk. Onlar da bize dediler
ki:
“Muhammed yalancıdır ve siz müslümanların dayandığı herhangi bir şey yoktur.” Bunun
üzerine tekrar dinimize döndük. Bizim dinimiz bize, sizin dininizden daha sevimlidir.”

151 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 88-89.
152 Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
153 İbn İshak; İbn Münzir; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/140.
154 İbnu Ebî Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/140.
155 Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
156 Fahreddin Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
Hahamlar, telkinlerine devam ederek dediler ki:
“Böyle yaptığınız takdirde belki onlar, şüpheye düşerler ve kendi kendilerine derler ki:
“Bunlar gündüzün başlangıcında bizimle beraberdiler. Acaba bunlar dinlerinden niçin
döndüler?”
Süddi diyor ki:
“İşte Allah teala Peygamberine bu âyetle, Yahudilerin bu gibi davranışlarını bildirdi.” 157
9- Mücahid ve Abdullah b. Abbas’a göre ise, Yahudilerin, gündüzün başlangıcında iman
ettiklerini, gündüzün sonunda da inkâr ettiklerini ortaya koymaları, Rasulullah ile birlikte
sabah namazını kılıp akşamleyin dinden çıktıklarını belirtmek şeklinde oluyordu. Veya,
sabahleyin dilleriyle iman ettiklerini söylüyor akşamleyin, Yahudilere ait olan ibadeti
yapıyorlar ve bu şekilde iman edip tekrar döndüklerini belirtiyorlardı. 158
75. Ehl-i kitabdan öylesi vardır ki kendisine bir kantar emanet etsen onu sana eksiksiz öder.
Öylesi de vardır ki ona emaneten tek bir altın versen onu, sen, üzerinde ayak direyip
durmadıkça sana ödemez. Bunun sebebi şudur: Onlar: “Ümmîler hakkında bizim aleyhimize
bir yol ve sorumluluk yoktur.” demişlerdir. Onlar, kendileri de bilip dururken Allah’a karşı
yalan söylerler.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Fahreddin er-Razi der ki:
“Onların ehl-î emânet olanları, müslüman olanlarıdır. Yahudilik üzere devam edenleri ise,
hıyanette ısrarlı olanlarıdır. Çünkü onların inançlarına göre, kendi dinlerinde olmayan
kimseleri öldürüp onların mallarını almaları helâldir. Bu âyetin bir benzeri de,
“Hepsi bir değildirler. Ehl-i kitap içinde, (hakkı) ayakta tutan bir cemaat vardır. Onlar gece
saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar” 159 âyeti ile,
“İçlerinde iman edenler vardır. (Fakat) onların pek çoğu fasıktırlar” 160
âyetidir.” 161
2- Fahreddin er-Razi der ki:
“Ehl-i kitaptan emânet ehli olanlar hristiyanlar, hıyanet ehli olanlar ise yahudilerdir. Bunun
delili ise, bizim de söylemiş olduğumuz gibi yahudilerin kendi dinlerinden olmayanların
öldürülmesini ve hangi yolla olursa olsun, onların mallarını ele geçirmelerini helâl
saymalarıdır.” 162
3- İbn Abbâs der ki:
“Kureyş’ten bir adam Abdullah ibn Selâm’a bin iki yüz ûkıyye altını emanet bırakmıştı da
dönüşünde Abdullah tam olarak kendisine teslim etti. Bir diğer Kureyşli de Finhâs ibn
Azûrâ’ya bir dinar emanet bıraktı da o bu emanete hıyanette bulundu, işte bunun üzerine bu
âyet-i kerime nazil oldu.”163
4- Yahudiler, dinleri konusunda çok mutaassıb idiler; işte bundan dolayıdır ki, “bizim
dinimizde olmayanların öldürülmesi ve ne şekilde olursa olsun, mallarının alınması helâldir”
diyorlardı.
Bir hadis-i şerifte, bu âyet nazil olduğu zaman, Hz. Peygamber’in şöyle dediği rivayet
edilmiştir:
“Allah’ın düşmanları (yahudiler) yalan söylüyor. Cahiliyyedeki her şey, benim iki ayağım
altındadır (hükümsüzdür). Ancak, emânet müstesna. Emânet, ister itaatkâr olsun, ister
günahkâr olsun, sahibine verilmelidir.” 164


157 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
158 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
159 Al-i İmran: 3/113.
160 Al-i İmran: 3/110.
161 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/100.
162 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/100.
163 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/100.
164 Benzeri bir hadis için bkz Tirmizi, Sünen, Büyü, 39 (3/565); Vesâya, S (4/433).
5- Yahudiler, “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” 165; bizim dışımızda kalan insanlar ise,
bizim kölelerimizdir. Biz kölelerimizin mallarını yediğimiz zaman hiç kimse bundan dolayı
bizi sorgulayamaz” diyorlardı. 166

6- Yahudiler bu sözü, mutlak mânâda olmak üzere, kendi dinlerine tâbi olmayan herkes
hakkında söylemiyor, aksine Hz. Muhammed (s.a.s)’e iman etmiş olan Araplar hakkında
söylüyorlardı. Yahudilerin câhiliyyede bir takım insanlarla alış-veriş ettikleri, bu insanlar
müslüman olunca, yahudilere vermiş oldukları malları istediklerinde, yahudilerin “Sizin bizde
herhangi bir hakkınız yoktur. Çünkü sizler dininizi terkettiniz” dedikleri rivayet edilmiştir. 167
7- Fahreddin er-Razi der ki:
“Yahudilerin inançlarına göre, bir bâtıl dinden bâtıl diğer dine giren kimselerin mürted
hükmünde olması muhtemel ve caizdir. Binâenaleyh onlar, Arapların kâfir olduklarına
inansalar bile, ancak ne var ki yahudiler İslâm’ın bir küfür olduğuna inandıkları için,
müslüman olan o Arapların mürted olduklarına hükmetmişlerdir.” 168
8- Taberi diyor ki:
“Allah teala bu âyet-i kerime ile, ehli-i kitap olan Yahudilerden bir kısmının, verilen emanete
ihanet etmeyen güvenilir kimseler olduklarını, diğer bir kısmının ise verdikleri sözleri bozan
ve emanete ihanet eden kimseler olduklarını bildirmiştir. Ta ki müminler mallarını onlara
teslim etmesinler ve onlara aldanmasınlar. Çünkü onlardan çoğu, müminlerin mallarını
kendilerine helal görürler.” 169
9- Katade, Süddi, Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir görüşe göre bu
ifadeden maksat şudur
“Yahudiler dediler ki: “Okur yazarlığı olmayan ve müşrik olan Arapların mallarını almanızda
bir sakınca yoktur. Zira Allah, onların mallarını bize helal kılmıştır.” 170
a- Said b. Cübeyr diyor ki:
“Bu âyet-i kerime inince Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allah düşmanları yalan söylediler. Cahiliye döneminde olan her şey ayaklarımın altındadır.
Ancak verilen emanetler müstesnadır. Zira emanet, sahibine verilmelidir. Sahibi ister takva
sahibi olsun ister facir.” 171
10- İbn-i Cüreyc ve Abdullah b. Abbas’tan nakledilen başka bir görüşe göre Yahudilerin,
Müslümanların kendilerine emanet ettikleri mallara ihanet etmeyi caiz görmelerinin sebebi,
Yahudilerin, Müslümanları dinlerini değiştiren kişiler saymaları ve Tevrat’ın, kendilerine
dinini değiştirenlerin mallarına el koymalarının caiz olduğunu bildirmesidir. 172
a- İbn-i Cüreyc diyor ki:
“Müslümanlardan bir kısım adamlar, cahiliye döneminde Yahudilerle alış veriş yapmışlardı.
Müslüman olduktan sonra Yahudilere satıp ta parasını almadıkları eşyanın parasını istediler.
Bunun üzerine Yahudiler:
“Sizin bizde ne bir emanetiniz vardır ne de bizim aleyhimize dâvada bulunabilirsiniz. Çünkü
siz, üzerinde bulunduğunuz dini terkettiniz. Biz, kitabımız olan Tevrat’ta bunun böyle olduğunu görüyoruz.” 173

b- Sa’saa diyor kî:
“Bir adam, Abdullah b. Abbas’tan şunu sorarak dedi ki:
“Biz, Zımmilerin mallarından tavuk, koyun gibi bir kısım hayvanları alıyoruz.” (Bunun
hükmü nedir?) Abdullah b. Abbas ta dedi ki:

165 Maide: 5/18.
166 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/100.
167 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/100.
168 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/100.
169 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
170 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
171 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
172 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
173 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
“Onları alırken ne diyorsunuz?” O da dedi ki:
“Bunda bizim için bir mahzur yoktur.” diyoruz. Abdullah b. Abbas dedi ki:
“Bu ehl-i kitabın “Ümmilere karşı hiçbir mes’uliyetimiz yoktur.” demelerine benzemektedir.
Ehl-i kitap, cizyeyi verdikleri müddetçe onların malları size helal değildir. Ancak gönül
hoşluğu ile verdikleri helaldir.” 174

77. Allah’a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir bahayı satın alanlar yok mu, işte
onlar; onlar için âhirette hiçbir nasib yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara
(rahmet nazarıyla) bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlar için elim bir azâb vardır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
Âyetin sebeb-i nüzulü ile ilgili rivayetler değişiktir. Bazı rivayetler, bunu, Allah’ın daha
önceki âyetlerde hallerini ortaya koyduğu yahudilere has kılarken, bazıları da başka kimselere
âit saymıştır. 175

1- İkrime ve Hasan-ı Basri’ye göre yahudi alimleri hakkında inmiştir.
a- İkrime dedi ki:
“Bu âyet, Yahudi reislerinden Ebû Rafı’, Kinane b. Ebu’l-Hukayk, Huyey b. Ahtab, Ka’b
ibnu’l-Eşref ve diğerleri hakkında nazil oldu. Bunlar önceden, Muhammed (s.a.v.)’in
vasıflarıyla alakalı Allah’ın onlara Tevrat’ta sözünü verdiği şeyi, nübüvvet alametlerini
yazmışlardı. Sonra onu değiştirip, kendi elleriyle başka vasıflar yazdılar ve kendilerine
uyanların sırtına vurdukları rüşvetleri ve yiyilecek şeyleri kaçırmak için, o kitabın Allah katından geldiğine yemin ettiler.”176
b- İkrime dedi ki:
“Bu âyet, yahudilerin âlimleri hakkında nazil olmuştur. Onlar, Allahu Teâlâ’nın Hz.
Muhammed’in Peygamberliğiyle ilgili olarak Tevrat’ta emretmek suretiyle kendilerinden
almış olduğu ahdi gizlemişler, elleriyle Tevrat’ta olmayan şeyleri oraya yazmışlar ve rüşveti
elden kaçırmamak için de, onun Allah katından olduğuna yemin etmişlerdi. Bu görüşte
olanlar, Cenâb-ı Hakk’ın Bakara süresindeki, “Emirlerimi yerine getirin, ben de size karşı
olan ahdimi yapayım” 177 âyetiyle istidlal etmişlerdir.”178
c- İkrime dedi ki:
“Âyet, Huyey İbni Ahtab, Ka’b İbni Eşref ve Yahudilerden bu kişilerden başka, Allahü
Teâlâ’nın Tevrat’ta indirdiği şeyi gizleyen, onu değiştiren ve değiştirdikleri şeylerin, sanki
Allah tarafındannıış gibi olduğuna dâir yemin edenler hakkında indi.” 179
d- Bu, Hasen-i Basrî’nin de kavlidir. Bu âyet-i kerimenin yahudiler hakkında nazil olduğunu
bunu takip eden âyet-i kerimede: “(Kitab ehlinden) öyle bir güruh var ki dillerini kitaba
doğru eğip bükerler. Siz onu kitabdan sanasınız diye. Halbuki o kitabdan değildir…” ifadelerinin açık bir şekilde yahudileri anlatmasından da anlıyabiliriz.180
e- Hasan el-Basri’ye göre, “Bu âyet, yahudi âlimlerinin, “Ümmîler hakkında bize mes’uliyet
yoktur” şeklindeki iddiaları hakkında nazil olmuştur. Onlar, bu konuda elleriyle bir kitap
yazmışlar ve onun, Allah katından olduğuna dair yemin etmişlerdir.”181

f- İkrime’den rivayete göre bu âyet ile “Allah’ın indirdiği kitabdan bir şeyi gizleyip de onunla
az bir bahayı satın alanlar yok mu? Onlar, karınlarına ateşten başka bir şey yemiş olmazlar.
Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Onlaradır azâb-ı elîm.”182

174 İbn Cerir, Taberî, Câmiu’l-Beyân.
175 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
176 Suyuti; Lübab: s. 58; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 91; Ali ibn Muhammed el-Hâzin,
Lubâbu’t-Te’vîl fî Maani’t-Tenzîl, Beyrut, tarihsiz, 1/249.
177 Bakara: 2/40.
178 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
179 İbn Cerîr; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/142.
180 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/104, 106.
181 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
182 Bakara: 2/174.
âyetinin nüzul sebebi aynıdır ve ikisi de yahudiler hakkında nazil olmuştur.183

g- Kelbî dedi ki:
“Yahudi ulemasından fakir bir topluluğa bir kıtlık senesi gelip çatması üzerine, Medine’de
bulunan Yahudi liderlerinden Ka’b b. Eşref’e can attılar. Ka’b da bunlara:
“Siz şu adamı -yani Rasulullah’ı- kitabınız olan Tevrat’ta bilip tanıyor musunuz?” diye sordu.
Bunlar da:
“Evet, ya sen, O’nu bilmiyor musun?” dediler. O da:
“Hayır” dedi. Yahudiler ise:
“Biz O’nun, Allah’ın kulu ve Rasulü olduğuna tanıklık ederiz” dediler. Ka’b dedi ki:
“Demek ki Allah sizi birçok hayırdan mahrum kılmış. Siz bana geldiniz ve ben size iyilikte,
ihsanda bulunmak ve çoluk çocuğunuzu giydirmek istiyorum. Ama Allah sizi ve ailenizi
mahrum kılmış.” Bunlar:
“O Muhammed bize peygambermiş gibi gösterildi. Hele yavaş olalım, O’na rastlayacağımız
ana kadar ihtiyatlı davranalım” dediler. Nihayet gidip Peygamber (s.a.v.)’in vasfından başka
bir vasıf ihtiva eden (bir kitap) yazdılar. Sonra Allah’ın Nebîsi’ne varıp kendisiyle konuştular
ve O’na bazı sorular sordular. Daha sonra Ka’b’a gelip dediler ki:
“Biz gerçekten O’nu Allah’ın peygamberi görüyorduk. Oysa ki O’na gittiğimizde bir de baktık
ki, O bize vasfı bildirilen şahsın nübüvvet vasfını taşımıyor. Dolayısıyla O’nun vasfını,
yanımızda bulunan Tevrat’taki zatın vasfına muhalif bulduk.” Sonra yazdıkları kitabı
çıkardılar. Ka’b o kitaba bakıp, oradaki uydurma vasfin Hz. Peygambere benzemediğine
sevindi. Onlara yemek verdi ve yardımda bulundu. Allah Teala da bu âyeti indirdi.”184
2- Abdullah b. Mes’ud, Vâil b. Hucr ve Adiy b. Umeyr’e göre bu âyet-i kerime, Eş’as b. Kays
ile onun hasmı olan bir Yahudi hakkında nazil olmuştur.
a- Ebû Bekr Ahmed b. Hasan et-Kâdî, Hacib b. Ahmed’den, o Muhammed b. Hammad’dan, o
Ebû Muaviye’den, o A’meş’ten, o Şefık’ten, o da Abdullah’tan şöyle dediğini bize haber verdi:
“Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Her kim müslüman bir kişinin malını gasbetmek için yalan yere yemin ederse, o, kendisine
gazaplı olduğu halde Allah’a kavuşacaktır.” Eş’as b. Kays dedi ki:
“Vallahi bu âyet benim hakkımda nazil oldu. Benimle, Yahudi bir adam arasında bir arazi
vardı da o, arazinin benim olduğunu inkâr etti. Ben de onu Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna
getirdim. Rasulullah (s.a.v.) bana:
“Her hangi bir delilin var mı?” buyurdu.
“Hayır” dedim. Bu sefer Yahudi’ye dönüp:
“Yemin eder misin?” buyurdu. Bunun üzerine dedim ki:
“Ey Allah’ın Râsulü, bu durumda o, yemin ederek malımı götürecek.” Nihayet Aziz ve Celil
olan Allah bu âyeti indirdi.”185
b- Ebu Bekr ibn Ebî Şeybe kanalıyla Abdullah ibn Ömer’den rivayete göre Allah’ın Rasûlü
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Her kim bir müslüman kardeşinin malını kendine geçirmek için yalan yere yemin ederse
Allah’a, Allah ona gazablı olduğu halde kavuşur.”
İbn Ömer bu hadis-i şerifi rivayet ederken içeri Eş’as ibn Kays girmiş ve:
“Ebu Abdurrahman (yani İbn Ömer) size ne rivayet etti?” diye sormuş. Oradakiler de:
“Şöyle şöyle rivayet etti.” demişler. Eş’as:
“Ebu Abdurrahman doğru söylemiş. Benim hakkımda nazil oldu. Bir adamla aramda
Yemen’deki bir arazi yüzünden anlaşmazlık vardı. Onu da alıp Hz. Peygamber’e gittim ve
onun hükmüne müracaat ettim. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
183 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 2/53.
184 Kelbî zayıf bir kişidir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 90-91.
185 Buharî; Şürb ve’1-Musakât: 2358, Eşhas: 2417, Rehn: 2516, Şehadat: 266, 2677, Tefsir: 4550; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed elVahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 89; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/229; Kurtubî, 4/120; İmam Celaleddin es-Suyuti,
Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/141.
“Bu arazinin sana ait olduğuna dair elinde beyyine (delil) var mı?” diye sordu. Ben:
“Hayır, yok.” dedim.
“O halde onun yemini” buyurdular. Ben:
“O halde yemin eder.” dedim de Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
“Her kim bir müslüman kardeşinin malını kendine geçirmek için yalan yere yemin ederse
Allah’a, Allah ona gazablı olduğu halde kavuşur.” buyurdu ve hemen akabinde “Allah’a olan
ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir bahayı satın alanlar yok mu…” âyet-i kerimesi
nazil oldu.”186

Başka bir rivayette tartışmalı olan yer bir arazi değil kuyu olarak geçmektedir.187

c- Ebu Davud et-Tayâlisî’nin kendi isnadıyla Ebu Vâil’den rivayetinde o şöyle anlatıyor:
“Abdullah ibn Mes’ûd:
“Kardeşinin malından kendine bir pay edinmek (kardeşinin malını haksız yere kendine
geçirmek) için her kim yalan yere yemin ederse Allah’a, Allah ona öfkeli olduğu halde
kavuşur.” demişti. Sonra da el-Eş’as ibn Kays bizim yanımıza geldi ve:
“Ebu Abdurrahman size ne dedi?” diye sordu; İbn Mes’ûd’un sözlerini ona aktardık. O:
“Doğru söylemiş, “Allah’a olan ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir bahayı satın
alanlar yok mu, işte onlar; onlar için âhirette hiçbir nasib yoktur.” âyeti benim hakkımda
nazil oldu. Bir kuyu hakkında bir adamla anlaşmazlığa düştüm de Rasûlullâh (s.a.v.)’a gittik.
Efendimiz bana:
“Ya kuyunun sana olduğuna dair bir beyyine (delil) getirirsin ya da hasmına yemin teklif
edeceğim.” buyurdu. Ben:
“Ey Allah’ın Rasûlü, (ne olacak, onun için zor değil ki yalan yere) yemin ediverir (de benim
malıma sahip olur)” dedim. İşte bu âyet bunun üzerine nazil oldu.188

Buhârî’deki rivayette el-Eş’as’ın hak iddia ettiği kuyunun amca oğullarından birinin arazisinde
olduğu kaydı vardır.189

Buhari’de, Tirmizi’de ve Taberî’nin tefsirinde Abdullah ibn Mes’ûd’dan rivayetle tahric olunan
haberde ise el-Eş’as ibn Kays’ın hasmı bir yahudi olarak geçmektedir.
190
d- Bu konudaki İbn Cureyc hadisi biraz daha ayrıntılı, şöyle ki:
“Eş’as ibn Kays bir adamla, aslında o adama ait olup da cahiliye devrinde o adamı destekleme
şartıyla aldığı ve elinde tutmaya devam ettiği bir arazi konusunda anlaşmazlığa düşerek Hz.
Peygamber (s.a.v.)’e geldiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) adama:
“Bu arazinin sana ait olduğuna dair elinde bir delilin var mı?” diye sordu. Adam:
“Bu arazinin benim olduğuna dair Eş’as aleyhinde bana şahitlik edecek kimse yok.” dedi.
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
“O halde Eş’as’ın yemini.” buyurdu. Eş’as yemin etmek üzere kalkınca Allah Tealâ bu âyet-i
kerimeyi indirdi de Eş’as yeminden geri durdu ve:
“Allah’ı ve sizi şahid tutuyorum ki hasmım doğru söylüyor.” dedi, araziyi sahibine iade etti,
hattâ onun hakkından üzerinde bir şey kalır korkusuyla kendi arazisinden de bir miktarını ona
verdi ve bu arazi ondan sonra da mirasçılarının oldu.”191

e- Ahmed b. Muhammed b, İbrahim Mihricanî, Abdullah b. Muhammed b. Muhammed
Zahid’den, o Ebu’l-Kasım el-Beğavî’den, o Muhammed b. Süleyman’dan, o Salih b. Ömer’den,
o A’meş’ten, o Şefik’ten, o da Abdullah’tan, Rasulullah (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu bize
rivayet etti:
“Her kim, bir malı kapmak için yalan yere yemin ederse, kendisine gazaplı olduğu halde
Allah’a kavuşur.” Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti tam olarak indirdi. Bunu müteakib Eş’as

186 Müslim, İman, 220.
187 Müslim, İman, 221.
188 Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, Minhatu’l-Ma’bûd fî Tertibi Musnedi’t-Tayâlisî Ebî Dâvûd, 2/16.
189 Bak; Buhârî, el-Müsâkât, 4; Tefsîru’l-Kur’ân, 3/3; Eymân, 17.
190 Buhârî, Şehâdât, 19; Husûmât, 4; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, hadis no: 2996; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/229.
191 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/230; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
b. Kays gelip dedi ki:
“Ebû Abdirrahman (Abdullah b. Mesud) size ne anlatıyor?” Biz de:
“Şunu şunu anlatıyor” dedik. Eş’as da dedi ki:
“Bu âyet, elbette benim hakkımda indi. Bir adamla çekişip Rasulullah (s.a.v.)’a başvurdum.
“Bir delilin var mı?” buyurdu.
“Hayır” dedim.
“O halde o da yemin eder” buyurdu. Ben de dedim ki:
“O, yemin ederse…” Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Kim ki bir mal koparmak için yalan yere yemin ederse, o kendisine gazaplı olduğu halde
Allah’a kavuşur.” Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi.”192
Bu hadisi Buhari, Haccac b. Minhal ve Ebû Avane yoluyla rivayet etti. Müslim de Ebû Bekr
b. Ebî Şeybe, Veki ve İbn Numeyr, Ebû Muaviye yoluyla, hepsi de A’meş’ten rivayet
etmişlerdir.193
f- Daha önce Bakara, 2/188 âyetinin nüzul sebebi olarak verilen Mukatil ibn Hayyân rivayeti
bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak verilen hadise ile aynı olup sadece şahıs isimleri
değişiktir Mukatil ibn Hayyân şöyle anlatıyor:
“Bu âyet İmruu’1-Kays ibn Abis el-Kindî (Kinde’den Efendimize gelen hey’et içinde imiş,
Kinde’den olup da irtidad etmiyenlerden imiş) ve Abdan ibnu’1-Eşva’ el-Hadramî hakkında
nazil oldu. Bir arazi konusunda anlaşmazlığa düşüp Abdan şikâyetçi, İmruu’1-Kays davalı
olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hakemliğine başvurdular Hadramî:
“Ey Allah’ın elçisi, bu adam babamdan bana intikal eden bir arazime el koydu.” dedi. Kindî:
“Orası benim elimdeki arazimdir, ben orayı ekip biçiyorum ve onun hiçbir hakkı yoktur.”
dedi. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Hadramî’ye:
“Bu arazinin sana ait olduğuna dair ya bir delil getirirsin ya da hasmına yemin teklif
edeceğim.” buyurur. Hadramî:
“Ey Allah’ın elçisi, yalan yere yemin eder ve arazimi alır gider.” deyince Efendimiz önce:
“Madem delilin yok, senin için onun yemininden başka yol yok.” buyurdu, sonra da: “Her kim
mü’min kardeşinin malından bir kısmının üzerine oturmak için yalan yere yemin ederse
Allah’a, Allah ona öfkeli halde kavuşur.” buyurdu. İmruu’1-Kays:
“Ey Allah’ın elçisi, hak kendinin olduğunu bile bile hakkını karşısındakine bırakana ne var?”
diye sordu, Efendimiz:
“Cennet.” buyurdular da İmruu’l-Kays:
“Seni şâhid tutuyorum ki ben o araziyi ona bıraktım.” diyerek davadan vazgeçti. Allah Tealâ
da bu âyeti indirdi.”194

Müslim’in tahric ettiği hadiste bu âyetin nüzulü zikredilmeksizin hadise anlatılır ve Abdan’ın
ismi Rabîa ibn İbdân veya İydân olarak verilir.195

g- Müslim rivayetinde bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olduğu kaydı olmaması yanında bu
eksikliği Taberî rivayeti tamamlamaktadır. Şöyle ki:
Taberî’de Raca ibn Hayve ve Urs ibn Adiyy’in birlikte Urs’un babası Adiyy ibn Umeyr’den
rivayet ettikleri bir hadis şöyledir:
“İmruu’1-Kays ile Hadramevtli bir adam arasında bir anlaşmazlık olmuş da Hz. Peygamber
(s.a.v.)’e gelmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hadramevtliye:
“Ya delil getirirsin ya da hasmının yemini.” buyurunca Hadramevtli:
“Ey Allah’ın elçisi, yemin ederse arazimi alır götürür.” dedi. Efendimiz:
“Her kim kardeşinin bir malını kendine geçirmek için yalan yere yemin ederse Allah’a, Allah
ona öfkeli olduğu halde kavuşur.” buyurdu. İmruu’1-Kays:
192 Buharî; Şürb ve’1-Musakât: 2358, Eşhas: 2417, Rehn: 2516, Şehadat: 266,, 2677, Tefsir: 4550.
193 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 89-90.
194 el-Vâhidî, Esbâbu’n-Nüzûl, s. 39. Vahidî rivayetindeki eksikler Müslim’den ve Îbnu’l-Esîr’in Usdu’l-Ğâbe’sinden tamamlanmıştır. Bak:
Usdu’l-Ğâbe, 1/137; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
195 Müslim, İman, 223-224.
“Ey Allah’ın elçisi, hak kendisinin olduğunu bile bile hakkından vazgeçene ne var?” diye
sordu, Efendimiz (s.a.v.):
“Cennet var.” deyince İmruu’1-Kays:
“Seni şâhid tutuyorum ki ben hakkımdan vazgeçiyorum.” dedi. İbn Cerîr der ki:
“Bu hadisi Adiyy’den işittiğimizde Eyyûb es-Sahtiyânî ile beraberdim. Eyyûb:
“Adiyy, Urs ibn Umeyre hadisinde dedi ki: Bunun üzerine sonuna kadar olmak üzere “Allah’a
olan ahidlerine ve yeminlerine bedel olarak az bir bahayı satın alanlar yok mu…” âyet-i
kerimesi nazil oldu.”196

Burada iki ihtimal var: Herhalde bu âyet-i kerimenin nüzulünden mukaddem bu iki hadise de
meydana geldi ve herbiri için ayrı âyetler nazil oldu, ya da isimlerdeki ihtilâfa rağmen el-Eş’as
ibn Kays hadisesi ile Hadramî hadisesi aynıdır ve iki âyet de bu hadise üzerine nazil olmuştur.
h- Bu âyetin nüzul sebebinin bir alış-verişte yalan yere yemin etme hadisesi olduğu da rivayet
edilmektedir. Şöyle ki:
Muhammed İbnu’l-Musennâ kanalıyla Amir’den rivayete göre “Bir adam günün başlangıcında
bir malı satmak üzere pazara çıkarmış, akşama kadar malı satamamış. Akşama doğru bir
müşteri gelmiş ve malı almak üzere pazarlığa girişmiş. Satıcı:
“Sabahleyin bu malı filân filân fiyata satmadığına, akşam olmasaymış o fiyata asla
satmıyacağına” dair yemin etmiş de Allah Tealâ bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi
indirmiş.”197
i- Ebû Abdirrahman eş-Şaziyahî, Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. Zekeriyya’dan, o
Fakih Muhammed b. Abdirrahman’dan, o Muhammed b. Yahya’dan, o Abdurrezzak’tan, o
Süfyan’dan, o Mansur ve A’meş’ten, onlar Ebû Vaik’ten, o da Abdullah b. Mesud’dan şöyle
dediğini bize haber verdi:
“Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Bir kişi, birazcık mal koparabilmek için yalan yere Allah adına yemin ederse, o kendisine
gazaplı olduğu halde Allah’a kavuşur.” Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi. Bunu
müteakib, İbn Mesud, insanlara anlatırken Eş’as gelip dedi ki:
“Bu âyet benim ve bir kuyu hakkında kendisiyle davalaştığım bir adam hakkında nazil oldu.
Peygamber (s.a.v:) bana:
“Herhangi bir delilin var mı?” buyurdu.
“Hayır” dedim.
“Öyleyse yemin etsin” buyurdu. Bu yüzden bu âyet nazil oldu.”198
3- Mücahid, Katade, İmran b. Husayn, Said b. el-Müseyyeb ve Âmir’e göre bu âyet, yalan
yere yemin eden kişiler hakkında inmiştir.
a- Amr b, Ebî Amr el-Müzekkî, Muhammed b. Mekkî’den, o Muhammed b. Yusuf’tan, o
Muhammed b. İsmail el-Buharî’den, o Ali b. Abdillah’tan, o Hüseyin’den, o Avvan b.
Havşeb’den, o İbrahim b. Abdirrahman’dan, o da Abdullah b. Ebû Evfa’dan şunu dediğini bize
haber verdi:
“Adamın biri bir miktar kumaşı pazarda satlığa çıkarmış da, müslümanlardan bir kişi o mala
üşüştürmek (ve onu satmak için): “Vallahi benim vermediğim fiyat insanlar tarafından bu
mala verilmiştir” diye yemin etmişti. Bu yüzden bu âyet nazil oldu.”199

b- Âmir diyor ki:
“Bir adam malını satmak için sabahleyin pazara götürdü. Akşam olunca bir kişi gelip onunla
pazarlık etmeye başladı. Adam da:
“Sabahleyin şöyle şöyle fıyat verilmesine rağmen satmadığına, akşam olmasaydı, söylediği

196 Taberî, Câmiui-Beyân, 3/229.
197 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/230. Buhârî de bunu Abdullah ibn Ebî Evfâ’dan rivayetle tahric etmiştir. Bak: Buhârî, Şehâdât, 25.
198 Buharî; Şürb ve’1-Musakât: 2358, Eşhas: 2417, Rehn: 2516, Şehadat: 266, 267, Tefsir: 4550.
199 Buharı; Tefsir: 4551, Şehadat: 2675, Suyuti; Lübab: s. 58, ed-Dürr: 2/44; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul,
İhtar Yayıncılık: 90; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/141-142.
fiyata satmayacağına dair yemin etti. İşte bunun üzerine Allah teala bu âyeti indirdi.”200

c- Mücahid dedi ki:
“Bu âyet-i kerime, malına rağbeti artırmak için yalan yere yemin etmiş olan bir adam
hakkında nazil olmuştur.”
4- Genel değerlendirme:
a- Buharî’nin şerhinde Hafız İbni Hacer dedi ki:
“Bu iki hadis arasında zıtlık yoktur. Belki âyetin nüzulü iki sebebe haml olunur. Âyet
Muhtemildir (söylenenleri içine alıcıdır). Ancak âyette asıl olan, Sahih’te sabit olandır.”201
b- Fahreddin er-Razi der ki:
“Doğruya en yakın olanı, âyetin mânasını hepsine hamletmektir.”202
78. Ehl-i kitabdan öyle bir grup var ki dillerini kitaba eğip bükerler, siz onu kitabdan sanasınız
diye, halbuki o kitabdan değildir. “Bu Allah’ın katındandır.” derler, halbuki o Allah katından
değildir. Allah’a karşı bile bile yalan söylerler.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbâs der ki:
“Bu âyet-i kerime hem yahudiler ve hem de hristiyanlar hakkında nazil olmuştur, Çünkü her
ikisi de kitablarını, Tevrat ve İncil’i tahrif etmişler ve onlarda olmıyanları ilhak etmişlerdir.”203
2- Yahudi ve hristiyanlar hakkında olduğu şeklindeki bu genelleme yanında özellikle
Tevrat’ta, müslümanlar karşısında aleyhlerine olabilecek yerleri değiştirip tahrif ettikleri için
Ka’b ibnu’I-Eşref, Mâlik, Huyey ibn Ahtab, Ebu Yâsir ve şair Şu’be ibn Amr gibi yahudiler
hakkında nazil olduğu rivayeti de yaygındır.204

3- Fahreddin er-Razi der ki:
“Bu âyet, bir önceki âyetin, kesinlikle yahudiler hakkında nazil olduğunu gösterir. Çünkü bu
âyet, yahudiler hakkında nazil olmuş olup bir önceki âyete atfedilmisştir. İşte bu atıf, önceki
âyetin de yahudiler hakkında nazil olmuş olmasını gerektirir.”205
79. Beşerden hiç kimseye yakışmaz ki Allah ona kitabı, hükmü ve peygamberliği versin de
sonra o, insanlara: “Allah’ı bırakıp da gelin bana kullar olun.” desin. Fakat o: “Öğretmekte ve
okuyup okutmakta olduğunuz kitab sayesinde rabbaniler olun.” der.
80. Sizin, melekleri ve peygamberleri ilâhlar edinmenizi de emretmez. Ya size, siz
müslümanlar olduktan sonra hiç küfrü emreder mi?
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
Bu iki âyet-i kerimenin nüzul sebebine dair gelen rivayetler muhteliftir.
1- Dahhak ve Mukatil dediler ki:
“Bu âyet Îsa (a.s.)’ya ibadet ettikleri zaman, Necran Hıristiyanları hakkında indi.
Bu âyet-i kerimedeki “Libeşerin: İnsanoğlu” kısmında kasdolunan ilahi murad İsa (a.s.)’dır.
“Allah kendisne kitap versin de” kısmındaki kitaptan maksad ise İncil’dir.”206
2- Kelbî va Ata’nın rivayetlerinde İbn Abbas dedi ki:
“Yahudi Ebû Rafı’ el-Kurazi ile Necran Hıristiyanları’ndan Rıbbîs dediler ki:
“Ey Muhammed, sana ibadet etmemizi ve seni rab edinmemizi mi istiyorsun?” Rasulullah
(s.a.v.) buyurdu ki:
“Allah’tan başkasına ibadet edilmesinden veya Allah’tan başkasına ibadetle
200 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
201 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/142.
202 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
203 el-Hâzin, Lubabu’t-Te’vîl, 1/250.
204 Alusî, Rûhu’l-Maânî, 3/205-206.
205 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
206 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 91.
emrolunmamızdan Allah’a sığınırız. O, ne beni bununla göndermiş, ne de bana bunu
emretmiştir.” İşte bu sebeple Allah Teala bu âyeti indirdi.”207
3- İbn Abbas (r.a.) dedi ki:
“Rasûlullah’ın yanında Necrân ehlinden olan Hıristiyanlarla Yahudilerin ruhbanı toplandıkları
ve Rasûlullah’ın onları İslam’a davet ettiği zaman, Ebu Rafı’ Kurazî:
“Ey Muhammed, sen bizim Hıristiyanların İsa’ya ibâdet ettikleri gibi sana ibâdet etmemizi mi
istiyorsun?” dedi Aleyhisselâm:
“Allah’a sığınırım.” buyurdu. Allahü Teâlâ bu âyetleri indirdi.”208
4- İbn İshak kanalıyla İbn Abbâs’tan rivayet edilen bir haber şöyledir:
“Yahudi hahamları ve Necran hey’eti Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda bir araya gelip de
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) onları İslâm’a davet ettiğinde Kurayza oğulları yahudilerinden Ebu
Râfi’:
“Ey Muhammed, hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya ibadet ettikleri gibi sen de bizim sana
ibadet etmemizi mi istiyorsun?” dedi. Necranlılardan, Reis dedikleri bir hristiyan da:
“Ey Muhammed, bizden bunu istiyor ve bizi buna mı davet ediyorsun?” dedi. Allah’ın Rasûlü
(s.a.v.):
“Allah korusun, Allah’tan bir başkasına ibadet etmemizden, ya da Allah’tan bir başkasına
ibadeti emretmemizden Allah bizi korusun. Allah beni bunun için göndermedi, bana bunu da
emretmedi.” buyurdu da Allah Tealâ bunun üzerine bu iki âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.”209
5- İbn Abbâs der ki:
“Yahudiler “Uzeyr Allah’ın oğludur.”, hristiyanlar da “Mesîh, Allah’ın oğludur.” deyince bu
iki âyet-i kerime nazil oldu.”210
6- Hasan el-Basrî dedi ki:
“Bana gelen habere göre, bir kişi:
“Ey Allah’ın Rasulü, biz bazımız bazımıza selam verdiğimiz gibi sana selam veriyoruz. Peki
sana secde etmeyelim mi?” dedi. Rasulullah (s.a.v.) da buyurdu ki:
“Allah’tan başka hiçbir kimseye secde olunması münasib düşmez. Fakat siz peygamberinize
ikramda bulunun ve hakkı ehline tanıyın.” Allah Teala da bu âyeti indirdi.”211
7- İbn-i Cüreyc’e göre ise bu âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur:
“Yahudilerden bir kısım insanlar, Allah’ın, kendilerine gönderdiği Tevrat’ı tahrif ederek Allah’ı bırakıp insanlara tapıyorlardı. İşte bu âyet-i celile onlara işaret etmektedir.”
8- Fahreddin er-Razi der ki:
“Yahudiler, kendilerinin elde ettiği fazilet ve makamlara hiç kimsenin ulaşamayacağını iddia
edince, Allah Teâlâ onlara şöyle demiştir:
“Eğer durum sizin dediğiniz gibi olsaydı, sizlerin, insanları köle ve hizmetçi yapmaya
uğraşmamanız, aksine insanlara Allah’a itaat edip, O’nun tekliflerine boyun eğmelerini
emretmeniz gerekirdi. Bu durumda da, insanları Hz. Muhammed (s.a.s)’in nübüvvetini tasdik
etmeye teşvik etmeniz gerekirdi. Çünkü Hz. Muhammed’in elinde mu’cizelerin zuhur etmesi,
böyle yapmanızı gerektirir.”
Bu, âyetin lafzının ihtimal tanıdığı bir izahtır. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın, “Sonra diğer insanlara
“Allah’ı bırakıp da bana kul olun” demesi…” ifâdesi, tıpkı “Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini
ve rahiblerini tanrı edindiler” 212 âyeti gibidir.213
207 İbn Cerir 3/232, Suyuti; Lübab: s. 58, ed-Dürr: 2/46, Beyhaki; Delail: 5/384; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul,
İhtar Yayıncılık: 91; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 109.
208 Beyhakî; İbn İshak; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/ 142.
209 İbn İshak; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/232.
210 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 109.
211 Mürsel hadistir. Abdürrezzak; Suyuti; Lübab: s. 58, ed-Dürr: 2/46; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar
Yayıncılık: 91; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/109-110.
212 Tevbe: 9/31.
213 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/110.
83. Şimdi onlar Allah’ın dininden bir başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde ne
varsa hepsi ister istemez O’na boyun eğmiştir. Sonunda O’na döndürülüp götürüleceksiniz.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbas dedi ki:
“Her iki kitab ehli (Yahudi ve Hıristiyanlar), İbrahim (a.s.)’in mensub olduğu Hanif Dini’nden
ötürü aralarında anlaşmazlığa düştüler ve Rasulullah (s.a.v.)’a başvurdular. Her iki grup da,
İbrahim (a.s.)’ın dinine kendilerinin daha layık olduğunu iddia etmişlerdi. Hz. Peygamber de:
“Her iki grup da İbrahim’in Dini’nden uzaktır” buyurdu. Bunun üzerine bunlar kızdılar ve
dediler ki:
“Biz Senin hükmüne razı olmayız, dinini de din edinmeyiz.” İşte bu yüzden Allah Teala bu
âyeti indirdi.”214
2- Fahreddin er-Râzî der ki:
“Bence, bu âyeti bu sebebe hamletmek uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu durumda âyetin,
mâkabliyle (öncesiyle) ilgisi kalmaz. Halbuki, istifhâm-ı inkarî, bu cümlenin kendisinden
öncesiyle irtibatlı olmasını gerektirir.”215
85. Kim İslâm’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o âhirette hüsrana
uğrayanlardandır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İkrime’den rivayete göre “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz…”
âyet-i kerimesi nazil olunca yahudiler:
“Müslümanlar bizleriz.” dediler de Allah Tealâ “Allah’ın insanlar üzerinde hakkıdır ki
Beytullah’a yol bulabilenler onu haccetsinler. Her kim de küfrederse Allah âlemlerden
müstağnîdir.” âyetini indirdi de müslümanlar haccetti, kâfirler de oturup hacca gitmediler.”
2- İkrime, bu âyetin izahında şunları söylemiştir:
“İslam’ın dışındaki bir dini, din kabul eden kimsenin bu dininin kabul edilemeyeceği beyan
edilince bütün din sahipleri “Müslüman biziz” demişlerdir. Bunun üzerine Allah teala, Müslümanların Hac yapmalarını emrederek “Allah için Kâbe’yi haccetmek farzdır. Kim inkâr ederse
şüphesiz ki Allah, âlemlere muhtaç değildir.” 216 âyetini indirmiş, böylece Müslümanlığın
dışındaki dinlere mensup olanlar Hac yapmamışlar ve Müslüman olmadıkları ortaya çıkmış ve
böylece iddiaları çürümüştür.”217
3- Mücâhid ve Suddî “bu âyet-i kerimenin ensar’dan el-Culâs ibn Suveyd’in kardeşi el-Hâris
ibn Suveyd’in on iki arkadaşı ile birlikte irtidad ederek Mekke’de kâfirlere iltihak etmeleri
üzerine nazil olduğunu” söylemişlerdir.218 Biraz sonra geleceği üzere 86-89 âyetlerinin de bu
kişinin ve arkadaşlarının irtidadı ve sonra da tevbe yolları aramaları üzerine nazil olduğu
rivayetleri de vardır.
4- İbn Abbâs’tan gelen bir rivayette ise “Bakara, 2/62 âyeti ile ilgi kurularak önce “Hiç
şüphesiz iman edenler, yahudi olanlar, hristiyanlar ve sabiilerden Allah’a ve âhirete iman
etmiş olanlar… onlar mahzun olacak da değillerdir.” âyet-i kerimesi, sonra da “Kim İslâm’dan
başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz,..” âyet-i kerimesi nazil olmuştur. Böylece,
İslam’dan başka herhangi bir dinin hak din sayılmayacağı beyan edilmiştir.”219
86. Kendilerine apaçık deliller gelmiş, o peygamberin şüphesiz bir hak olduğuna şahitlik te
214 Senedi yoktur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 92.
215 el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 4/82; Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/122.
216 Âl-i İınran: 3/97
217 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
218 el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 4/83.
219 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/241.
etmişlerken imanlarının arkasından küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete eriştirir? Allah
zâlimler güruhuna hidayet etmez.
87. Muhakkak Allah’ın, meleklerin, bütün insanların laneti onların tepesine. İşte onlar; onların
cezası budur.
88. Onlar bunun içinde temellidirler. Onlardan azâb ne hafifletilir, ne de onlara bakılır.
89. Bundan sonra tevbe ve ıslah edenler müstesna. Hiç şüphesiz Allah Gafur’dur; Rahim’dir.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
Bu âyet-i kerimelerin nüzul sebebinde ve bunlarla kimin kastedildiğine dair rivayetler
muhtelif olduğu için müfessirler de ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1- Abdullah b. Abbas İkrime, Mücahid ve Süddi’den nakledilen bir görüşe göre, bu âyet-i
kerime, Haris b. Süveyd el-Ensari isimli kişi hakkında nazil olmuştur. 220
a- Ebû Bekr el-Harisi, Ebû Muhammed b. Hayyan’dan, o Ebû Yahya Abdurrahman b.
Muhammed’den, o Sehl b. Osman’dan, o Ali b. Asım’dan, o Halid ve Davud’dan, onlar
İkrime’den, o da İbn Abbas’tan şöyle dediğini bize haber verdi;
“Ensar’dan bir kişi irtidad edip (dinden dönüp) müşriklere katıldı. Bunun üzerine Allah Teala
bu âyetleri indirdi. O zatın kavmi de bu âyetleri kendisine gönderdi. Ayetler ona okununca
dedi ki:
“Vallahi kavmim Rasulullah (s.a.v.) aleyhine bana yalan söylemedi. Rasulullah (s.a.v.) da
Allah aleyhine yalan söylememiştir. Güçlü ve yüce olan Allah ise bu üç zatın en doğru sözlü
olanıdır.” Bunu müteakib tevbe ederek şirkten İslâm’a döndü. Rasulullah (s.a.v.) da onun bu
halini kabul buyurup, onu kendi haline bıraktı.221
b- Ebû Bekr, Ebû Muhammed’den, o Ebû Yahya’dan, o Sehl’den, o Yahya b. Ebî Zaide’den, o
Davud b. Ebî Hind’den, o İkrime’den, o da İbn Abbas’ın şöyle dediğini bize haber verdi:
“Ensar’dan biri İslam’dan dönüp, müşrik oldu ve derhal pişman olup: “tevbe etsem olur mu?
Zira ben cidden pişman oldum” diye Rasulullah (s.a.v.)’a sormaları için kavmine haber
gönderdi. İşte bu âyetler bu yüzden nazil oldu. Kavmi de bu âyetleri yazıp kendisine gönderdi,
o da derhal dönüp yeniden müslüman oldu.” 222
c- Fahreddin er-Razi der ki:
“Bu âyet, Haris İbn Süveyd hakkında nazil olmuştur. Haris, ensârdan bir kimse idi. Mürted
olduğuna pişman olunca, kavmine, “Benim tevbem kabul olunur mu?” diye Hz. Peygamber’e
sormaları için haber yollar. Kardeşi ona, hakkında âyet nazil olduğunu bildirince, bunun
üzerine o da kalkıp Medine’ye gelerek, Hz. Peygamber’in huzurunda tevbe eder. Hz.
Peygamber de onun tevbesini kabul eder.”
d- Ebû Abdirrahman b. Ebî Hamid, Ebû Bekr b. Zekeriyya’dan, o Fakih Muhammed b.
Abdirrahman’dan, o Ahmed b. Seyyar’dan, o Müsedded b. Müserhed’den, o Cafer b.
Süleyman’dan, o Hamid el-A’rec’den, o da Mücahid’in şöyle dediğini bize haber verdi:
“Haris b. Süveyd et-Teymî müslüman olmuştu. O Rasulullah (s.a.v.) ile beraber bulunuyordu.
Sonra kendi kavmine katılıp kafir oldu. Bu yüzden Allah Teala bu âyetleri indirdi. Bunu
müteakib onun kavminden bir adam bu âyetleri götürüp kendisine okudu. Haris bunun üzerine
dedi ki:
“Vallahi sen bildiğim kadarıyla gerçekten çok doğru sözlüsün. Şüphesiz Rasulullah (s.a.v.) da
senden daha doğru sözlüdür. Gerçekten Allah (c.c.) ise bu üç kişinin en doğru sözlüsüdür.
Sonra şirkten dönüp çok güzel bir müslüman oldu.”223
e- Yine Mücâhid bu irtidad edip kavmine geri dönen, bu âyet-i kerimelerin nüzulü üzerine

220 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
221 Sahih hadistir. Nesai; Sünen-i Suğra, Tahrimi’d-Dem: 7/108, Tefsir: 85, İbn Cerir: 3/240, Hakim; Müstedrek: 2/142, Suyuti; Lübab: s. 58.
ed-Dürr; 2/49; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 92; Kurtubî, 4/129.
222 Sahih hadistir. İbn Hibban; Nesai; Sünen-i Suğra, Tahrimi’d-Dem: 7/108, Tefsir: 85, İbn Cerir: 3/240, Hakim; Müstedrek: 2/142, Suyuti;
Lübab: s. 58. ed-Dürr; 2/49; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 92-93.
223 Suyuti; Lübab: s. 59, İbn Cerir; 3/341; Müsedded-Müsned; Abdürrezzak; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul,
İhtar Yayıncılık: 93.
tekrar İslâm’a dönen kişinin Amr ibn Avf oğullarından biri olduğunu söylemektedir ki o da elCulâs ibn Suveyd’in kardeşi olan el-Hâris ibn Suveyd ibnu’s-Sâmit’tir. Bu görüşü nakledenler
yukardaki el-Hâris ibn Suveyd et-Teymî’nin sahabi değil tabiî olduğunu söylemişlerdir.224

f- Haris ibn Suveyd’in irtidadına sebebin ne olduğu bu rivayetlerde görünmezken İbn
Abbâs’tan rivayetle İbn İshak ve İbnu’l-Münzir’in tahriclerine göre Haris ibn Suveyd Uhud
savaşında el-Mecder ibn Ziyâd’ı ve Dubey’a oğullarından Kays ibn Zeyd’i öldürüp Kureyş’e
katılmış ve Mekke’ye gitmiştir. Hadisenin bundan sonrası yukardaki rivayette olduğu gibidir.
Ancak Ümmü Hâni’nin kölesi Ebu Salih’ten gelen bir rivayette Haris ibn Suveyd’in bu iki
müslümanı Uhud’da öldürmesi irtidadından sonradır. Daha önceden irtidad edip Mekke’ye
gitmiş, Kureyş’e katılmış; onlar Uhud’a gelirken müşrik ordusunda yer almış ve
müslümanlarla müşrikler safında savaşmıştır. Uhud’dan tekrar Mekke’ye döndükten bir süre
sonra elleri yanına düşmüş, yani irtidadından pişman olarak tekrar İslâm’a dönme yollarını
aramıya başlamış, kardeşi Culâs ibn Suveyd’e:
“Ey kardeşim, ben yaptıklarıma pişman oldum, Allah’a tevbe edip İslâm’a dönmek istiyorum.
Bunu Rasûlullâh’a bir zikrediver. Eğer benim tevbemin kabulü umudu doğarsa bana yaz.”
diye mektup göndermiştir.225

Buna göre irtidad suçuna bir de müslümanlarla savaşma ve onlardan bazılarını müşriklerle
savaşta yani haksız yere öldürme suçu da eklenmiştir.
g- Yine Mücâhid’den gelen bir rivayet bu Amr ibn Avf oğullarından olup da irtidad eden
kişinin daha sonra Şam’a giderek hristiyan olduğu, oradan kavmine:
“Benim için tevbe imkânı var mı bana bildirin.!?” diye yazdığı ve bunun üzerine bu âyet-i
kerimenin inmesiyle Medine-i Münevvere’ye dönerek yeniden müslüman olduğu
şeklindedir.226

2- İkrime’den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime, Ebu Âmir er-Rahib, Haris b.
Süveyd ve bunlar gibi on iki kişi hakkında nazil olmuştur.227
a- İkrime’den rivayete göre Ebu Amir er-Râhib, el-Hâris ibn Suveyd ibnu’s-Sâmit, Vahvah
ibnu’l-Eslet’in de içlerinde bulunduğu on iki kişi irtidad edip Kureyş’e katılmışlar. Ancak daha
sonra pişman olup Medine-i Münevvere’de kalan ailelerine:
“Bizim için tevbe var mı?” diye yazmışlar. Bunun üzerine “Bundan sonra tevbe ve ıslah
edenler müstesna. Hiç şüphesiz Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.” âyetleri nazil olmuş.
228

b- İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir:
“Bu âyet, önce inanıp da sonra irtidâd ederek kaçıp Mekkelilere sığınarak, Hz. Peygamber’in
başına zamanın belâlarının gelmesini beklemeye başlayan on kişilik bir topluluk hakkında
nazil olmuştur. Cenâb-ı Hak onlar hakkında, işte bu âyeti indirmiştir. Onların içinde tevbe
edenler bulunduğu için, bu tevbe etmiş olan kimseleri “Bundan sonra tevbe edenler
müstesna…” ifadesiyle istisna etmiştir.”229
3- Abdullah b Abbas ve Hasan-ı Basri’den nakledilen başka bir görüşe göre buradaki İslama
girip tekrar çıkanlardan maksat, ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyanlardır. Çünkü bunlar,
kendilerine gelen Tevrat ve İncil’de, Hz. Muhammed’in sıfatlarını bularak, gelmeden önce
ona iman etmişler fakat Hz. Muhammed’e Peygamberlik geldikten sonra da onu inkâr
etmişlerdir.
a- İbn Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Bu âyet, Kurayza, Nadîr ve onların dininde olan yahudiler hakkında nazil olmuştur ki, onlar,
Hz. Muhammed (s.a.v.) Peygamber olarak gönderilmeden önce, ona inanıp, nübüvvetine
şehadette bulunduktan sonra O’nu inkâr etmişlerdir. O, bizzat Peygamber olarak gönderilip,

224 İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, 1/396-397.
225 Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 2/257-258.
226 Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 2/257.
227 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
228 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
229 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/126.
onlara apaçık delil ve mu’cizeler getirince, sırf haset ve kıskançlıklarından dolayı, O’nu inkâr
etmişlerdir.”230
4- Genel değerlendirme:
a- Taberî bu rivayetlerin arasını bulma sadedinde aslında Hz. Peygamber zamanında
ashabından irtidad eden ve sonra pişman olup tekrar İslâm’a dönenler hakkında nazil olduğu
rivayetlerinin daha çok ve daha meşhur olması yanında âyetlerin irtidad edip de sonra tekrar
İslâm’a dönmek isteyen herkese ve bu arada kitab ehline de şâmil olduğunu söyler.231

b- Kaffâl (r.h) şöyle demiştir:
“Bu âyetler hakkında âlimler, şu iki görüşü beyân etmişlerdir: Bazıları, Hak Teâlâ’nın Âl-i
İmran: 3/85-90. âyetlerinin aynı olay hakkında nazil olduğunu; bazıları da, kıssanın
başlangıcının Âl-i İmran: 3/91. âyeti olduğunu söylemişlerdir.” 232
c- Fahreddin er-Razi der ki:
“Bu iki izaha göre de, burada şu iki görüş söz konusudur:
a) Bu âyetler, Ehl-i kitap hakkındadır.
b) Bu âyet, daha önce de açıkladığımız gibi, iman edip de, sonra İslam’dan dönen bir topluluk
hakkındadır.” 233

90. Gerçek şu ki imanlarının arkasından küfretmiş, sonra da küfrünü artırmış olanların tevbesi
asla kabul olunmaz. Onlar, işte onlar dalâlette olanların ta kendileridir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Hasan, Katade, Ata-i Horasani ve Ebu’l-Aliye’ye göre ehl-i kitap hakkında inmiştir.
a- Hasan, Katade, Ata-i Horasani dediler ki:
“Bu âyet, İsa ve İncil’e küfredip sonra da Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğine ve Kur”an’a
küfürlerini artıran Yahudiler hakkında indi.”234

Bunlar önce Hz. Musa’ya iman etmişler sonra Hz. İsa’yı inkâr ederek kafir olmuşlar, daha
sonra da Hz. Muhammed’i inkâr ederek inkârlarında iyice ileri gitmişlerdir. Bunlar, ölüm sarhoşluğundan önce hakka boyun eğip tevbe etmeyeceklerinden, ölüm anındaki tevbelerinin de
kendilerine fayda vermeyeceğindendir ki âyet-i kerime, tevbelerinin kabul edilmeyeceğini
beyan etmiştir. Nitekim diğer bir âyet-i kerimede “Günah işleyip te kendisine ölüm gelince
“Şimdi tevbe ettim” diyenler ile kâfir olarak ölenlerin tevbesi kabul olunmaz. İşte bunlar için
can yakıcı bir azap hazırladık.” 235 buyurulmaktadır.236
b- Yahudiler, Hz. Musa (a.s)’yı tasdik etmişler, sonra da Hz. İsa’yı ve İncil’i kabul etmeyerek
kâfir olmuşlar, daha sonra Hz. Muhammed (s.a.s) ile Kur’ân-ı Kerim’i de inkâr ederek
küfürlerini artırmışlardır. 237
c- Ebu’l-Aliye dedi ki;
“Bu âyet Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında nazil oldu. Onlar, meth edilmesine ve vasıflarına
iman etmelerinin ardından, Muhammed (s.a.v.)’e küfretmiş, sonra da küfürlerinde ısrar
etmeleri sebebiyle, küfürlerini artırmışlardı.”238
d- Ehl-i Kitap, Hz. Muhammed (s.a.v.) Peygamber olarak gönderilmeden önce, O’na
inanıyorlardı. O, Peygamber olarak gönderilince, O’nu inkâr etmeye başlamışlar; daha sonra
da her an O’nu ta’n etmeleri, sözlerinde durmamaları, Mü’minleri fitne ve fesatla yoldan
çıkartmaya çalışmaları ve gördükleri her mu’cizeyi inkâr etmeleri sebepleriyle küfürlerini

230 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/126-127.
231 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 3/241-242.
232 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/127.
233 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/127.
234 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 93; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
235 Nisa: 4/18.
236 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
237 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
238 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 93; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’1-
Kur’ân, IV,84; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/130.
artırmışlardır.239
2- Bazı alimlere göre mürtedler hakkında inmiştir.
a- Haris ibn Suveyd ile birlikte irtidad edip Mekke’ye giden; Haris’in pişman olup tekrar
müslüman olarak Medine’ye dönüşünden sonra da Mekke’de kâfir olarak kalıp “Şimdilik
uygun gördüğümüz kadar Mekke’de kalalım, sonra Medine’ye dönmek istediğimiz zaman
döneriz.” diyenler hakkında nazil olduğu da söylenir.240

b- Bir rivayette de isim verilmeksizin irtidad edip Mekke’ye giden ve Hz. Muhammed ve
daveti hakkında: “Burada duralım, oturalım da zamanın gidişatını kollayalım.” diyenler
hakkında nazil olmuştur, denilmektedir.241
c- Hafız Ebu Bekr el-Bezzar, Muhammed b. Abdillah b. Bezi’den, o Yezid b. Zürey’den, o
Davud b. Ebi Hind’den, o İkrime’den, o da İbn Abbas’tan rivayet ettiğine göre: “Bir kavim
müslüman oldu, sonra mürted oldular, sonra tekrar müslüman oldular, daha sonra yine mürted
oldular ve bu durumlarını Rasulullah (s.a.v.)’a sormak için kavimlerine haber gönderdiler.
Onlar da vaziyeti Rasulullah (s.a.v.)’a zikrettiler de bu ayet onun için nazil oldu.”242
d- “İmanlarının arkasından küfretmiş, sonra da küfrünü artırmış olanlar”dan maksad. irtidâd
edip, daha sonra da -münafıklık yaparak- İslama döndüklerini söyleyen bir topluluktur. Allah
Teâlâ, onların bu nifakını “küfür” olarak ifâde etmiştir. 243

3- Bazı alimlere göre ise kafirler hakkında inmiştir.
a- Mücâhid ise şöyle der:
“Bu âyet-i kerime, Allah’a şirk koşan, Allah’ın yaratıcıları olduğuna iman ettikten sonra küfre
sapan bütün kâfirler hakkında nazil olmuştur. Bunlar küfürlerinde son derece aşırı gitmişlerdi.
Öyle ki, uğrunda ölecek dereceye varmışlardı. Ya da ne zaman bir âyet nazil olmuşsa onu
inkâr etmişlerdi ve bu yüzden küfürleri artmıştı. Tevbelerinin kabul edilmemesi ise yüce
Allah’tan şu ayette buyuruduğu gibi “Tevbe; ne kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine
ölüm çatınca: “Ben şimdi gerçekten tevbe ettim” diyenler, ne de kafir olarak ölenler için
değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır.”244
b- Rebi’ ve Ebu Âliye’den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilenler, daha
önceki Peygamberlere iman ettikleri halde Hz. Muhammed’i inkâr eden, sonra da günahlarını
artıran kimselerdir. Bunlar inkârlarına devam ettikleri müddetçe günahlarından tevbe etmeleri
kabul edilmeyecektir. 245
c- İkrime ve İbn-i Cüreyc’den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilenlerden
maksat, Peygamberlerine önce iman ettikten sonra kâfir olan ve kâfirliklerine devam ederek te
inkârlarım arttıran kimselerdir. Bunların, kâfir olarak ölmeleri halinde daha önceki iman
etmeleri ve o hallerindeyken yapmış oldukları tevbeleri kabul edilmeyecektir. Çünkü onlar,
sonunda kâfir olmuşlar ve inkâr üzere ölmüşlerdir. 246
d- Süddi’ye göre ise âyette zikredilenlerden maksat, iman ettikten sonra kâfir olan, daha sonra
da inkârlarına devam edip o inkâr üzere ölerek inkârlarını artıran kimselerdir. İşte bunların
ölüm anındaki tevbeleri kabul edilmeyecektir. 247

4- Genel değerlendirme:
a- Taberi bu âyetin izahında, tercih edilen görüşün şöyle olduğunu söylemiştir.
“Âyet-i kerime, Hz. Muhammed (s.a.v.) in sıfatlarını Tevrat’ta buldukları için o
gönderilmeden önce ona iman eden, gönderildikten sonra da onu inkâr eden ve bu
inkârlarında devam ederlerken bir kısım günahlar işleyen Yahudileri beyan etmektedir.

239 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
240 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 3/218; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’1-Kur’ân, 4/84; Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 8/130.
241 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
242 İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim.
243 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
244 Nisâ: 4/18; Abdulfettah El- Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 90.
245 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
246 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
247 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
Bunların, inkârları halinde işledikleri günahlarından dolayı yaptıkları tevbeler kabul
edilmeyecektir. Ta ki Hz. Muhammed’i inkârlarından vaz geçip tevbe etsinler.”
Taberi devamla diyor ki:
“Bizim, bu âyette zikredilen insanlardan maksadın, Yahudiler olduğunu söylememizin nedeni,
bundan önceki ve sonraki âyetlerin Yahudileri zikretmesindendir. Âyetleri, kendisinden
önceki ve sonraki âyetlerin kapsadığı mânâlarla yorumlamak daha evladır. Bizim burada
zikredilen “İnkârlarını artırırlar” ifadesini “İnkâr halindeyken günah işlerler” şeklinde izah
etmemizin sebebi de kâfirlerin, kâfirlik halinde yaptıkları tevbelerinin kabul edilmemesidir.
Zira, iman etmedikçe kâfirin tevbesinin kabul edilmeyeceği beyan edilmiş, buna mukabil
iman ettiği takdirde, herkesin tevbesinin kabul edileceği, Allah teala tarafından vaad edilmiş
ve buyurulmuştur ki: “Kullarının tevbesini kabul eden, günahlarını affeden ve yaptıklarını
bilen O’dur.” 248
91. Şüphesiz, küfredenler ve kâfir olarak ölenler var ya; işte onlardan hiç birinin yer yüzünü
dolduracak kadar altını olsa da onu feda etse dahi ondan kesinlikle kabul olunmaz. İşte onlar;
onlaradır azâb-ı elim. Kendilerinin hiçbir yardımcıları da yoktur.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Ebu Salih’in İbn Abbâs’tan rivayetine göre “Mekke fetholunup daha önce irtidad edip
Mekkelilere iltihak eden ve halâ orada yaşamakta olanlar yeniden İslâm’a girince onlardan
kâfir olarak ölenler hakkında bu âyet-i kerime nazil olmuştur.” 249
92. “Siz, sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla iyiliğe ulaşmış olamazsınız… Her ne infâk
ederseniz de, Allah onu hakkıyla bilicidir.”
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Rivayet edildiğine göre bu âyet-i kerime nazil olduğu zaman, Ebu Talha:
“Ya Rasûlallah, Medine’de benim duvarla çevrili (bir hurmalığım) var. Mallarım içinde en çok
hoşuma giden odur. Onu Allah yolunda tasadduk edeyim mi?” deyince, Allah’ın Rasulü,
“Çok güzel, çok güzel! Bu, gelir getiren bir maldır; sen onu akraban arasında taksim edersen
bence daha iyi olur.” buyurdular. Bunun üzerine Ebu Talha:
“Ya Rasûlallah böyle yapacağım” dedi ve onu akrabaları arasında taksim etti.
2- Rivayet olunduğuna göre Ebû Talha bu bahçesini Hassan İbn Sabit ile Ubey İbn Ka’b
arasında taksim etmiştir.
3- Rivayete göre Zeyd İbn Harise (r.a.), bu âyet inince, çok sevdiği bir atı Hz. Muhammed
(s.a.v.)’e getirmiş ve onu Allah yoluna vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), bu atın üzerine
(onun oğlu) Usame (r.a.)’yi bindirdi. Zeyd İbn Harise, içinde birşeyler hissedip üzülünce, Hz.
Peygamber (s.a.v.)
“Şüphesiz Allah onu kabul etti” buyurdu.
4- İbn Ömer (r.a.) hoşuna giden bir câriye satın alıp azâd etmişti. Kendisine:
“Ona dokunmadan niçin onu azâd ettin?” denildiğinde O,
“Siz, sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla iyiliğe ulaşmış olmazsınız…” âyetini
okumuştur.”250
5- Enes b. Malik diyor ki:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğe erişemezsiniz.” âyeti inince yahut
da: “O kimdir ki Allah için güzel bir ödünç takdim etsin de Allah da ona karşılığını kat kat
versin.” 251 âyeti inince, bir bahçesi bulunan Ebu Talha dedi ki:
248 Şura: 42/25; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
249 Îbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1,419.
250 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
251 Bakara: 2/245
“Ey Allah’ın Rasulü, benim bahçem Allah içindir. Şayet ben bunu gizli olarak tasadduk
edebilseydim açıkça söylemezdim.” Rasulullah da buyurdu ki:
“Sen o bahçeyi akrabalarına ver.” 252
6- Enes b. Mâlik şöyle demiştir:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğe erişemezsiniz.” âyeti inince Ebu
Talha dedi ki:
“Ey Allah’ın Rasulü, Allah buyuruyor ki: “Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla
iyiliğe erişemezsiniz.” Benim en sevgili malım Beyruha bahçesidir. Bunu Allah için tasadduk
ettim. Ben bu bahçeden, Allah katında iyiliğe erişmeyi ve sevabının birikmesini ümit
ediyorum. Ey Allah’ın Rasulü, sen bu bahçeyi, Allah’ın sana gösterdiği yere tahsis et.” Bunun
üzerine Rasulullah buyurdu ki:
“Ne güzel, bu gelip geçici bir maldır. Ne söylediğini işittim. Benim kanaatim şu ki sen bu
bahçeyi akrabalarına ver.” Enes diyor ki: Ebu Talha dedi ki:
“Ey Allahın Rasulü, söylediğini yapayım.” Sonra Ebu Talha o bahçeyi akrabaları ve amca
oğulları arasında taksim etti.” 253

7- Amr b. Dinar diyor ki:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça asla iyiliğe erişemezsiniz.” âyeti inince Zeyd
b. Harise “Sel” diye adlandırılan atını alıp Rasulullah’a getirdi ve:
“Ey Allah’ın Rasulü, sen bunu sadaka olarak ver.” dedi. Rasulullah, atı alıp Zeyd’in kendi
oğlu Üsame’ye verdi. Bunun üzerine Zeyd:
“Ey Allah’ın Rasulü, ben bunu sadaka vermenizi istemiştim.” dedi. Rasulullah da:
“Sadakan kabul edilmiştir.” buyurdu.” 254
93. Tevrat indirilmeden önce İsrail’in (Ya’kub) nefsine haram kıldığı yiyecekten başka
yiyeceklerin hepsi İsrailoğulları’na haram kılınmıştı. De ki: “Haydi Tevrat’ı getirin de onu
güzelce okuyun eğer sadıklardan iseniz.”
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Ebû Ravk ve Kelbî dediler ki:
“Bu âyet şu zaman nazil olmuştu: Peygamber (s.a.v.):
“Biz İbrahim’in dini üzereyiz” buyurmuş, Yahudiler de:
“Nasıl olur, halbuki sen hem develerin etlerini yer, hem de sütlerini içersin” demişlerdi.
Peygamber (s.a.v.):
“Bunlar İbrahim’e helal idi. Dolayısıyla biz de onları helal buluyoruz” buyurdu. Bunun
üzerine Yahudiler dediler ki:
“Bugün bizim haram kılmakta olduğumuz herşey, bize varıncaya dek, Nûh ve İbrahim’e de
haram kılınmıştı.” Nihayet Aziz ve Celil olan Allah onları yalanlamak için bu âyeti
indirdi.”255
2- Yahudiler:
“Biz kendimize deve etini haram kılıyoruz, çünkü onu Ya’kûb haram kılmış, Allah da onun
haramlığını Tevrat’ta indirmişti.” dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.”256

3- Bu rivayet İbnu’l-Cevzî’de biraz farklı olarak şöyle zikredilmiştir:
“Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün:
“Ben, İbrahim’in dini üzereyim.” demişti. Yahudiler:
“Sen nasıl İbrahim’in dini üzere olabilirsin ki, sen deve eti yiyor, sütünü içiyorsun?” dediler.

252 Tirmizi, Tefsir el-Kur’an: 3/5 (2997); İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
253 Buharı Tefsir el-Kur’an: 3/5; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
254 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
255 Senedsizdir. Hakim; Müstedrek: 2/292; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 93-94; Keşşaf,
1/301; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/409.
256 el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 4/87.
Efendimiz (s.a.v.):
“Bunlar İbrahim’e helâl idi.” dediler. Onlar:
“Bizim haram kıldığımız herşey bize ulaşıncaya kadar Nuh’a, İbrahim’e… haram idi.” dediler
de onları yalanlamak üzere bu âyet-i kerime nazil oldu.”257

4- Daha önce bu sûrenin 23. âyetinin nüzul sebebi olarak verilen bir hadiseyi Buhârî bu âyet
hakkında şöyle zikrediyor:
Abdullah ibn Ömer’den rivayet ediliyor:
“Yahudiler, zina etmiş olan bir erkekle bir kadını (haklarında hüküm vermesi için) Hz.
Peygamber (s.a.v.)’e getirmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara:
“Sizden zina edenlere ne yaparsınız?” diye sordular. Onlar:
“İkisinin de yüzlerini siyaha boyarız ve döveriz.” dediler.
“Tevrat’ta recmi bulmuyor musunuz?” buyurdular, onların:
“Hayır, onda bir şey bulmuyoruz.” demeleri üzerine Abdullah ibn Selâm:
“Yalan söylediniz, eğer doğru sözlüler iseniz getirin Tevrat’ı da okuyun.” dedi. Tevrat’ı
getirdiler, açtılar, Tevrat’ı okuyan hahamları elini recm âyetinin üzerine koyarak öncesindeki
ve sonrasındaki âyeti okumaya başladı, recm âyetini ise okumadı. Abdullah ibn Selâm’ın
işaretiyle elini recm âyeti üzerinden kaldırınca Abdullah ibn Selâm:
“Bu nedir, recm âyeti değil mi!?” dedi. Bunu görünce:
“Bu recm âyetidir.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de o ikisinin recmedilmelerini emretti ve
Mescid-i Nebevî yanında cenazelerin konulup cenaze namazının kılındığı yerin yakınında
taşlanarak öldürüldüler.” İbn Ömer der ki:
“O iki yahudinin taşlanarak öldürüldüklerini gördüm. Erkek, kadına doğru eğilmiş onu
taşlardan korumaya çalışıyordu.”258
5- Yahudiler “Dinler, birbirlerinin getirdiği hükümleri neshetmez” iddiası ile Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in getirdiği İslam dinini kabul etmiyorlardı. Çünkü İslam dini, Yahudiliğe ve
Hristiyanlığa ait bir takım hükümleri neshediyordu.
Bu âyet-i celile onlara cevap vererek, kendilerinde de nesih hadisesinin bulunduğunu beyan
etmektedir. Çünkü daha önce bütün İsrailoğullarına helal olan yemeklerin bir kısmını, Hz.
Yakub’un, kendisine haram kıldığını ve ondan sonra gelenlerin de ona uyduklarını beyan
etmektedir. 259
6- Yahudiler: “İlahi dinlerin hükümlerinin birbirine uygun olması gerektiği” iddiasıyla da
İslamı kabul etmiyorlardı. Bunlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e “Sen, İbrahim’in dininde
olduğunu iddia ediyorsun. Nasıl oluyor da İbrahim’in yemediği deve etini yiyor ve içmediği
deve sütünü içiyorsun?” diyorlardı. Bu âyet-i kerime nazil oldu ve onlara deve eti ve sütünün,
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a ve Yakub’a helal olduğunu, fakat Yakub’un belli bir sebepten
dolayı bu eti kendisine haram kıldığını, böylece bu âdetin, torunlarında da devam ettiğini
beyan etti ve Yahudilere “Aksini iddia ediyorsanız Tevrat’ı getirip okuyun.” dedi. 260
7- “Yahudilerin, zulmetmeleri ve bir çok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları,
yasakladıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle,
daha önce kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık.” 261 âyeti ve benzerleri
nazil olunca Yahudiler bunlara kızmışlar ve kendilerine haram kılınan şeylerin, eskiden beri
haram olan şeyler olduğunu ve ilk defa kendilerine haram kılınmadığını iddia etmişlerdir. İşte
bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş ve iddialarında yalancı olduklarını ortaya koymuş
ve kendi kitapları olan Tevrat’a başvurularak gerçeğin ortaya çıkarılacağını beyan etmiştir. 262
257 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/422.
258 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 3/6.
259 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
260 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
261 Nisa suresi, 4 / 160, 161
262 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
94. Artık kim bundan sonra Allah’a karşı yalan uydurursa işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Şa’bî’den rivayet edildiğine göre bu âyet-i kerime yahudiler hakkında nazil olmuştur.263
96. Şüphesiz âlemler için çok bereketli ve hidayetin ta kendisi olmak üzere insanlar için
konulan ilk ev elbette Mekke’de olandır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Mücahid dedi ki:
“Müslümanlarla Yahudiler karşılıklı övünmüşlerdi de Yahudiler demişlerdi ki:
“Beytu’l-Makdis, Ka’be’den daha faziletli ve daha büyüktür. Zira o, peygamberlerin hicret
ettikleri yerdir ve mukaddes bir yerde bulunmaktadır.” Müslümanlar da:
“Bilakis, Ka’be daha üstündür” demişlerdi. İşte bu sebebe binaen Allah Teala bu âyeti
indirdi.”264
97. Orada apaçık alâmetler, İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya girerse emin olur. Ona bir
yol bulabilenlerin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim de küfrederse
şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnidir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İkrime’den rivayet ediliyor:
“Her kim İslâm’dan başka bir din isterse bu ondan asla kabul olunmıyacaktır.”265 âyet-i
kerimesi nazil olunca hangi dinden olurlarsa olsunlar herkes:
“Biz müslümanlarız.” dediler bu âyet nazil oldu. (Hz. Muhammed (s.a.v.)’e iman etmiş olan)
müslümanlar haccetti, müşrikler terketti, yahudiler de:
“Bize farz kılınmadı ve biz asla haccetmiyeceğiz.” dediler. Böylece müsîüman olanla olmıyan
birbirinden ayırdedildî.”266
2- İkrime dedi ki:
“Her kim İslâm’dan başka bir din isterse bu ondan asla kabul olunmıyacaktır.”267 âyet-i
kerimesi nazil olunca yahudiler:
“Biz Müslümanız.” dediler. Nebî Aleyhisselâm onlara:
“Allahü Teâlâ, Müslümanlara beyti hac etmelerini farz kıldı.” buyurdu. Onlar:
“Bize farz kılınmadı.” dediler ve hac etmekten kaçındılar. Allahü Teâlâ bu âyetini indirdi.” 268
3- Taberî’de Dahhâk’tan rivayetle tahric edilen bir habere göre ise: Hacc âyeti nazil olduğunda
Hz. Peygamber (s.a.v.) çevresindeki bütün din mensuplarını; Arap müşriklerini, hristiyanları,
yahudileri, mecusileri ve sabiileri toplayıp:
“Ey insanlar, Allah Tealâ size haccı farz kıldı, haccedin.” buyurdu. Bir tek millet; Hz.
Peygamber (s.a.v.)’i tasdik edip iman etti, kalan beş dinin mensupları ise küfrettiler ve:
“Ona iman da etmiyeceğiz, ona doğru yönelerek namaz da kılmayacağız.” dediler Allah
Tealâ: “Kim de küfrederse şüphesiz ki Allah âlemlerden müstağnidir.” âyet-i kerimesini
indirdi.”269
4- Rivayet edildiğine göre, bu âyet nazil olunca,
“Ya Rasûlallah, hacc bize her sene mi farzdır?” diye soruldu ve bu soru üç defa tekrar edildi.
263 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/5.
264 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 94; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’lKur’ân, 4/88.
265 Al-i İmran: 3/85.
266 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/15; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/427-428.
267 Al-i İmran: 3/85.
268 Saîd İbni Mansur; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/145.
269 Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/14; Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 4/13.
Hz. Peygamber (s.a.v.) her üçünde de sükût etti ve dördüncüsünde:
“Eğer “evet” deseydim, (hacc size her sene) vacib olurdu. Eğer böyle vacib olsaydı, yerine
getiremezdiniz. Yerine getirmeyince de kâfir olurdunuz. Dikkat edin, ben sizi bıraktığım
sürece, siz de beni bırakın (Bana birşey sormayın). Size birşey emrettiğimde ise, onu elinizden
geldiği kadar yapın. Size birşeyi nehyettiğimde de ondan vazgeçin. Çünkü sizden önceki
ümmetler, Peygamberlerine çok karşı geldikleri ve ona muhalefet ettikleri için helak
olmuşlardır”270 diye cevap vermiştir.”271
5- Hz. Ali diyor ki:
“Bu âyet nazil olunca:
“Ey Allah’ın Rasulü! Hac yapmak her yıl mı gereklidir?” diye sordular. Rasulullah cevap
vermedi. Tekrar:
“Her yıl mı gereklidir?” diye sordular. Rasulullah cevap vermedi. Tekrar:
“Her yıl mı gereklidir?” diye sordular. Rasulullah:
“Hayır. Şayet “Evet” diyecek olsaydım her yıl farz olurdu.” cevabını verdi. 272

Bu hadis-i şerifin benzerini, Nesai, Ebu Hureyre ve İbn-i Abbas’tan 273 İbn-i Mace İbn-i
Abbas, Hz. Ali ve Enes b. Mâlik’ten274 rivayet etmişlerdir.275
98. De ki: “Ey ehl-i kitab, Allah ne yaparsanız hakkıyla şâhid iken niçin Allah’ın âyetlerini
inkâr ediyorsunuz?”
99. De ki: “Ey ehl-i kitab, kendiniz şâhidler iken neden iman edenleri Allah yolundan,
kendiniz onda bir eğrilik aramıya yeltenerek döndürmeye çalışıyorsunuz? Allah yapmakta
olduklarınızdan gafil değildir.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Muhammed ibn İshak kanalıyla Zeyd ibn Eslem’den rivayete göre Şâs276 ibn Kays, Rasûl-i
Ekrem (s.a.v.)’in ashabından Evs ve Hazrec’e mensup birlikte bir mecliste oturup sohbet eden
bir grubun yanma uğradı. Şâs, câhiliye devrinde de fitneci, büyük bir kâfir olup müslümanlara
karşı şiddetli kini olan bir ihtiyardı. Daha önce câhiliye devrinde aralarındaki düşmanlıktan
sonra İslâm’ın onlarda yarattığı bu birbirine ülfet ve muhabbet, birlik ve beraberlik manzarası
onu daha da bir kin ve öfkeyle doldurdu. Kendi kendine:
“Kayle oğulları (Evs ve Hazrec) topluluğu bu ülkede toplanmışlar. Onlar böyle birlik halinde
olurlarsa bize bu ülkede karar yok.” dedi ve yanında bulunan genç bir yahudiye:
“Git şunların yanına, yanlarına otur, onlara Buâs gününü ve ondan önce vukubulmuş savaş ve
ayrılık günlerini hatırlat, o günler hakkında söylemiş oldukları şiirlerden onlara oku.” dedi.
Buâs günü, Evs ve Hazrec arasında savaş olmuş ve Evs galip gelmişti.
O yahudi genç, o müslüman grubun yanına gidip Şâs’in istediğini yaptı. İki kabileden birinin
şâirlerinden o savaştıkları günlerden biri hakkında söylemiş olduğu bir şiiri okudu. Karşı taraf
ta kendi şâirlerinin o günler hakkında söylediği şiirlerinden okumaya başladılar, hatıralar
canlandı, tartışma çıktı, birbirlerine karşı övünmeye başladılar, iş ilerledi ve iki kabileden iki
kişi; Evs ibn Kayzî ibn Amr (Evs’den) ve Cebbar ibn Sahr ibn Umeyye (Hazrec’den) önce
birbirlerine sövmeye, sonra kavgaya başladılar da birbirlerine hücum ettiler.
“İsterseniz o günü tekrarlarız!” dediler. İş daha da büyüdü ve ikisi de kabilelerini “Ey Evs
oğulları, ey Hazrec oğulları!” diye imdada çağırdılar ve kavgayı dışarıda devam ettirmek
üzere iki grup da taraftarlarına “silâha, silâha.” diye çağırdılar; Evsliler ve Hazrecliler
toplanarak Medine dışında taşlık bir yere (Zâhira) çıktılar. İşi duyan Hz. Peygamber
270 İbn Mâce, Menâsik, 2 (2/963).
271 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
272 Tirmizi, Tefsir el-Kur’an: 5/15 (3055)
273 Bkz. Ncsaî, el-Menasik: 1
274 Bkz. Ncsaî, el-Menasik: 2 (2884, 2885, 2886)
275 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
276 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 4/16 ve Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1960, 2/1149’da Şemmâs ise de doğrusu Şâs’dır.
beraberinde muhacirlerden bazıları olduğu halde hemen oraya gitti;
“Ey müslümanlar Allah adına Allah adına sakin olun, bu ne câhiliyet davası! Ben
aranızdayken, Allah sizi İslâm’a hidayet etmişken, size İslâm ile ikramda bulunmuşken, sizi
câhiliye işlerinden ayırıp küfürden kurtarmış ve aranıza bir ülfet vermişken Halâ câhiliyet
davası mı güdecek ve eskiden üzerinde olduğunuz küfre mi döneceksiniz?” buyurdu. Topluluk
o anda anladı ki bu şeytanın bir dürtmesi, vesvesesidir, düşmanlarının bir hilesidir; silâhlarını
atıp Evs ve Hazrecliler ağlaşarak birbirlerine sarıldılar ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’le birlikte
ona itaatle, onu dinleyerek Medine’ye döndüler. Allah, Şâs ibn Kays’ın uyandırmış olduğu
içlerindeki o fitne ateşini söndürmüştü. İşte bunun üzerine Allah Tealâ Şâs ibn Kays ve
yaktığı bu fitne ateşi hakkında bu âyet-i kerimeleri; Şâs ibn Kays’m tahrikine aldanıp
kabilelerini savaşın eşiğine getirmiş olan Evs ve Cebbar hakkında da bu âyet-i kerimeleri
indirdi.”277
2- İbn Abbâs’tan gelen rivayetlerden birinde Evs ile Hazrec arasında câhiliye devrinde her ay
bir kavga ve akabinde adeta bir savaş olduğu ilâvesi vardır.278

3- Vahidî de hadiseyi İkrime ve Zeyd ibn Eslem’den rivayetle tahric etmiştir. Rivayetlerin
sonunda şöyle bir ilâve var:
Câbir ibn Abdillah demiş ki:
“Başlangıcı o günden daha çirkin ve korkunç, sonu da ondan daha güzel başka bir gün
görmedim.”279

100. Ey iman edenler, eğer kendilerine kitab verilenlerden herhangi bir zümreye itaat edecek
olursanız sizi imanınızdan sonra döndürüp kâfirler yaparlar.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Ebû Amr el-Kantarî, kendisinden rivayet etme hususunda bana izin vererek, o Muhammed
b. Hüseyn el-Haddadî’den, o Muhammed b. Yahya b. Halid’den, o İshak b. İbrahim’den, o
Müemmil b. İsmail’den, o Hammad b. Zeyd’den, o Eyyub’dan, o da İkrime’den şöyle dediğini
bize haber verdi:
“Şu iki kabile; Evs ve Hazrec Oğulları arasında cahiliyye devrinden kalma bir savaş vardı.
İslâm.gelince sulh oldular, Allah da kalplerini birbirlerine sevdirdi. Bir gün yahudinin biri,
içerisinde Evs ve Hazrec’den bir grubun bulunduğu bir toplantı yerinde, bu iki kabileden
birisinin, harp ettikleri esnada söylediği bir şiiri oturup inşâd etti. Güyaki onlar bu şiirden
ötürü öbürlerinin içerisine girmişlerdi. Bunun üzerine diğer kabile dedi ki:
“Bizim şairimiz şu gün, şu şu şiirleri söylemişti.” Öbürleri de dediler ki:
“Bizim şairimiz de şu gün şöyle şöyle şiir söylemişti.” Bunu müteakib hepsi birden:
“Gelin, daha önce olduğu gibi feryad edip, harbe başlayalım” dediler ve şu kabile:
“Ey Evs Kabilesi” diye, şunlar da:
“Ey Hazrec Sülalesi” diye bağırdılar ve bunun ardından birikip ellerine silah aldılar ve savaş
için saf oldular. Bu sebeple bu âyet nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) derhal gelip iki saf arasında
durdu ve bu âyeti okudu, sesini yükseltti. O’nun sesini duyunca sustular ve kendisini
dinlemeye başladılar. Peygamber (s.a.v.) nasihatini bitirince silahları attılar ve birbirleriyle
kucaklaştılar, sonra da ağlayarak diz çöktüler.”280
2- Zeyd b. Eslem dedi ki:
“Cahiliyye Davası’nda bulunan, büyük bir kâfir, müslümanlara karşı son derece kinli ve hased
bir ihtiyar olan Yahudi Şâ’s b. Kays, bir mecliste topluca sohbet eden, öteden beri konuşan

277 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/16-18. Evs ibn Kayzî ve Cebbar ibn Sahr hakkında bilgi için ayrıca bak: İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe,
1/175-176, 316.
278 Taberî, Camiu’l-Beyân, 4/19.
279 Esbâbun-Nuzûl, s.82-83.
280 Mürsel hadistir, Suyuti, bu hadisi ed-Dürr’de, İbnu’l-Münzir’e nisbet etmiştir. (2/58), Lübab: s. 59; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed elVahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 94-95.
Evs ve Hazrec kabileleri’nden oluşan, Rasulullah (s.a.v.)’ın bir grup ashabına uğramış, onların
toplu bir halde ülfet ve muhabbetlerini Cahiliyye Dönemi’nde aralarında mevcud olan
düşmanlığın ardından, İslâm Devri’nde aralarının iyi olduğunu görmesi, onu öfkelendirmişti.
Dedi ki:
“Benî Kayle (Hımyerî Arabları) Kabilesi’nin birbiriyle iki küs topluluğu şu beldelerde şimdi
barışık olarak topluca oturmuşlar. Hayır, vallahi onlar buralarda topluca bulundukları zaman
biz onlarla beraber karar kılamayız,” Bunu müteakip kendisiyle beraber bulunan Yahudi bir
gence emredip dedi ki:
“Onlara doğru yönel, git de meclislerine katıl. Sonra Buas Günü’nü281 ve öncesini onlara
hatırlat, evvelden karşılıklı olarak söylemiş oldukları bazı şiirleri onlara oku.” O genç de öyle
yaptı. Bunun üzerine topluluk bu şiirlerin okunması esnasında ileri geri konuşmağa başladılar,
karşılıklı çekişip övündüler, hatta iki kabileden iki kişi: Evs’ten, Harise Oğulları’nın birisi olan
Evs b. Kayzî ile, Hazrec’den, Seleme Oğulları’nın birisi olan Cebbar b. Sahr yerlerinden
sıçrayıp karşı karşıya geldiler de karşılıklı olarak konuşmağa başladılar. Onların birisi,
arkadaşına dedi ki:
“Vallahi eğer istesem, feryad edip, imdada çağırarak o günleri şimdi geri getiririm.” Sonra iki
grup topyekün gazaba gelip dediler ki:
“Gerçekten böyle yapmıştık. Haydi silah başına, silah başına. Buluşacağınız yer Zahire (Harre
mevkii)dir.” Bunu müteakib o yere çıktılar ve Evs ile Hazrec, daha önce cahiliyye devrindeki
adetleri üzere davalaştıkları gibi bir kısmı, bir kısmına katılıp karşı karşıya geldiler. Bu haber
Rasulullah (s.a.v.)’a ulaştı, o da derhal beraberindeki Mücahidler’le yola çıkıp onların yanına
geldi. Buyurdu ki:
“Ey müslümanlar topluluğu, ben sizin aranızda iken, Allah’ın sizi İslâm’la aziz kılmasından, o
İslâm sayesinde Cahiliyyet adetini sizden bertaraf etmesinden ve aranızı sevgiyle
birleştirmesinden sonra Cahiliyye davası güdüp, kâfirler olarak eski halinize mi
dönüyorsunuz? Bu nasıl iştir?”
Artık topluluk anladı ki bu durum, düşmanları olan şeytanın bir fitnesi ve hilesidir. Derhal
ellerinden silahı bıraktılar, birbirlerinin boynuna sarılıp ağladılar, sonra da söz tutup itaat
ederek Rasulullah (s.a.v.) ile beraber döndüler. Allah Teala da bu âyeti indirdi.282
3- Cabir b. Abdillah dedi ki:
“Gelip halimize muttali olan hiçbir kimse bize Rasulullah (s.a.v.)’tan daha çok dediğini
yaptırıcı olamamıştır. Zira O, bize eliyle işarette bulundu da biz derhal geri durduk, Allah
Teala aramızı düzeltti. Dolayısıyla hiçbir şahıs, bize Rasulullah (s.a.v.)’tan daha sevgili
olmamıştır. Şimdiye kadar bu günden başlangıcı daha çirkin ve daha kötü, sonu ise daha hoş
olan bir gün görmedim.”283
4- Zeyd îbni Eslem’den Ebu Şeyh ve Îbn Îshak anlattı:
“Yahûdî Şas İbni Evs, Evs ve Hazrec’ten bir cemâate uğradı. Onlar konuşuyorlardı.
Adavetten ve düşmanlıktan sonra onlarda gördüğü şeye öfkelendi. Kendisi ile birlikte olan bir
gence, onların arasında oturup Buas gününü onlara hatırlatmasını emretti. Genç bunu yaptı.
Kabileler, ağız kavgası yapmaya ve birbirlerine böbürlenmeye başladılar. Evs’den Evs İbni
Kayzî ile Hazrec’ten Cebbar İbni Sahr, birbirlerine sövdüler. İki taraf öfkelendi ve vuruşmaya
başladılar. Durum Rasülullah’a ulaştı. Aleyhisselâm geldi vaaz etti ve aralarını sulh etti. Onlar
Rasûlullah’ı dinledi ve ona itaat ettiler. Allahü Teâlâ, Evs, Cebbar ve onlarla birlikte olanlar
hakkında, Al-i İmran: 3/100 âyetini indirdi. Şâs İbni Kays hakkında, Al-i İmran: 3/99 âyetini
indirdi .”284

281 Evs ve Hazrec Oğullarının cahiliyye devrinde yapmış oldukları üçyüz yıllık harptir ve o gün Evsliler’in, Hazrecliler’e karşı zaferleri
olmuştu.
282 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 95-96; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
283 Mürsel hadistir. İbn Cerir: 4/16; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 96.
284 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/147.
101. Halbuki karşınızda Allah’ın âyetleri okunup durur ve Rasûlü de aranızda iken siz nasıl
kâfirler olursunuz? Her kim Allah’a sımsıkı sarılırsa muhakkak ki o dosdoğru yola iletilmiştir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Ahmed b. Hasan el-Hıyerî, Muhammed b. Yakub’dan, o Abbas Dûrî’den, o Ebû Nuaym
Fadl b. Dükeyn’den, o Kays b. Rabi’den, o Eğarr’dan, o Halife b. Hüseyn’den, o Ebû Nasr’dan,
o da İbn Abbas’m şöyle dediğini bize haber verdi:
“Cahiliyye Devri’nde Evs ve Hazrec arasında büyük bir şer vardı. Onlar, aralarında bulunan
bir şerri dile getirdiler. Bunu müteakib onların bazısı bazısının üzerine kılıçlarla firladılar.
Nihayet Rasulullah (s.a.v.)’a gelinip bu husus O’na zikrolundu. O da derhal onların yanına
gitti. İşte bu sebeple Al-i İmran: 3/101-103 âyeti kerimeleri nazil oldu.”285
2- Şerif İsmail b. Hasan b. Muhammed b. Hüseyn en-Nakıb, dedesi Muhammed b.
Hüseyn’den, o Ahmed b. Muhammed b. Hasan el-Hafız’dan, o Hatim b. Yunus elCürcanî’den, o İbrahim b. Ebu’l-Leys’ten, o Eşcaî’den, o Süfyan’dan, o Halife b. Hüseyn’den, o
Ebû Nasr’dan, o da İbn Abbas’tan şöyle dediğini bize haber verdi:
“Evs ve Hazrec eski haberlerden konuşuyorlardı. Derken kızgınlaştılar. Öyle ki neredeyse
aralarında harb olacaktı. Derhal silaha sarıldılar ve bazısı, bazısının üstüne yürüdü, İşte bu
sebepten dolayı Al-i İmran: 3/101-103 âyeti kerimeleri nazil oldu.”286
3- İbnu Abbas’tan (r.a.) rivayet edildi:
“Hazrec ile Evs arasında cahiliyye döneminde şer vardı. Otururlarken aralarında olanı
hatırladılar ve öfkelenip birbirlerine silahla kalktılar. İşte bu sebeple Al-i İmran: 3/101-103
âyetleri indi.” 287
4- Abdullah b. Abbas bu âyetin de, İslama girdikten sonra tekrar birbirleriyle dövüşmeye ve
savaşmaya girişmek isteyen Evs ve Hazreç kabileleri hakkında nazil olduğunu söylemiştir. 288
5- Bu âyet-i kerimelerin de yukarda anılan Şâs ibn Kays’ın tahriklerine kapılan Evs ibnu’lKayzî ve Cebbar ibn Sahr hakkında nazil olduğu rivayeti yanında Taberî ikinci bir rivayet
daha zikreder: Suddî’den rivayete göre “Sa’lebe ibn Ğaneme el-ensârî hakkında nazil
olmuştur.
Sa’lebe ile ensardan bir grup arasında bir anlaşmazlık vardı. Kaynukâ oğullarından bir yahudi
aralarında nemmâmlıkla söz getirip götürmeye başladı da iş çığırından çıkıp genişledi, Evs ve
Hazrec arasında bir kavgaya dönüşerek silâhlarına sarıldılar. Az daha birbirlerini
öldüreceklerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.”289

102. Ey iman edenler, Allah’tan nasıl takva üzere olmak gerekiyorsa öyle müttakiler olun ve
ancak müslümanlar olarak ölün.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Saîd ibn Cubeyr’den rivayet edildiğine göre “Allah’tan nasıl takva üzere olmak gerekiyorsa
öyle müttakiler olun.” âyeti nazil olunca bu müslümanlara çok ağır geldi; geceleri hep kıyamla
geçirmeye başladılar. O kadar çok namaz kıldılar ki bacakları uyuştu, neredeyse alınları
delindi (yara oldu). Bunun üzerine onlara hafifletmek üzere Allah Tealâ “Allah’tan, gücünüz
yettiği kadar takva üzere olun.” 290 âyetini indirdi.”291
2- İbn Abbas (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
“Bu âyet nazil olduğu zaman, müslümanlara zor geldi. Çünkü “Allah’tan nasıl takva üzere
olmak gerekiyorsa öyle müttakiler olun.” âyeti, “Allah’a mutlak manada itaat edip, bir an bile
285 Bu hadisin senedinde kopukluk var. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 96.
286 Bu hadisin senedinde kopukluk var. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 96.
287 İbni Ebî Hatim; Firyabî; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/146-147.
288 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/17.
289 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/17.
290 Teğâbun: 64/16
291 İbn Ebî Hatim.
olsa, isyan etmemeyi; daima şükredip nankörlük etmemeyi ve dâima O’nu anıp, hiç
unutmamayı” ifâde eder. İnsanların ise buna gücü yetmez. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, bu
âyetten sonra “Allah’tan, gücünüz yettiği kadar takva üzere olun.” 292 âyetini indirmiştir.
Böylece o âyet, bu âyetin başını neshetmiş fakat, “Siz, ancak müslüman olarak can veriniz”
kısmını nesh etmemiştir.”293

3- İkrime’den rivayet edildiğine göre ise “bu âyet-i kerime Evs ve Hazrec kabileleri hakkında
nazil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine-i Münevere’yi şereflendirmeden kısa bir süre
önce aralarında Buâs günü savaşı olmuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine-i Münevvere’ye
gelişlerinde aralarını düzeltmiş, Allah Tealâ da bunun üzerine bu âyet-i kerimeyi
indirmiştir.”294

Aslında nüzul sebebini beyanda âyetin siyakına uygun olan da budur.295

4- Katade, Rebi’ b. Enes, Süddi ve İbn-i Zeyd’e göre ise önce bu âyet-i kerime gelmiş, kullar,
Allah’tan hakkıyla korkmakla yükümlü kılınmışlar ve bu onlara pek ağır gelmiştir. Daha
sonra yaratıklarının acizliğini bilen Allah teala, lütfu ve rahmetiyle bu emri hafifletmiş ve
“Allah’tan gücünüzün yettiği kadar korkun” âyetini indirmiştir.296
103. Hepiniz toptan sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki
nimetini düşünün. Hani siz düşmanlar idiniz de O, kalblerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu
nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken
oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böylece apaçık bildiriyor ki hidayete
eresiniz.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Mukatil ibn Hayyân’dan rivayet edildiğine göre bu âyet-i kerime ensar’dan iki kabile,
onlardan da birisi Evs’den, diğeri Hazrecden olmak üzere iki kişi hakkında nazil olmuştur.
Câhiliye devrinde uzun zaman birbirleriyle savaşmışlar, Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye
gelince aralarını düzeltmiş. Ama daha sonra bir mecliste aralarında konuşurken birbirlerine
karşı övünmeye, daha sonra da birbirlerine sövmeye başlamışlar. İş, birbirlerine karşı
mızraklarını doğrultmaya kadar varmış ve işte bunlar hakkında bu âyet-i kerime nazil
olmuştur.297
2- Bazı tefsirlerde, biraz önce anlatılan Evs ve Hazrec’den bir grubun, Şâs ibn Kays tarafından
görevlendirilen bir yahudi genç tarafından eski düşmanlıkları ve aralarında câhiliye devrinde
vukubulan savaşları hatırlatılarak tahrik edilmeleri üzerine bu tuzağa düşerek savaşın eşiğine
gelmeleri hadisesi bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak da zikredilmektedir298 ki anılan
âyetlerle birlikte bu hadise hakkında bir değil bir kaç âyet-i kerime nazil olmuş olmalıdır.
Yani bu sûrenin 98. âyetinden buraya kadar altı âyet-i kerime bu hadise akabinde inananlar
arasına fitne tohumları ekmeye çalışan yahudileri azarlamak ve onların kurduğu tuzağa düşen
safdil mü’minleri kınamak ve bu tuzaktan kurtularak yeniden hakka tabî olmaya davet etmek
üzere inmiştir.299
3- Fahreddin er-Razi der ki:
“Denildiğine göre, bu yahudi Evs ve Hazreçliler arasına fitne atıp bu iki kabileye mensup
olanlardan her biri arkadaşıyla savaşmayı düşününce, Hz. Peygamber onların yanına gelir ve,
aralarındaki fitne sükûnete kavuşuncaya kadar onları yumuşatmaya çalışır. Evs ve Hazreç
aynı ana-babadan olan iki kardeş idiler. Ama aralarına bir düşmanlık girdi. Cenâb-ı Hak onu
292 Teğâbun: 64/16
293 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
294 İbn Humeyd, İbnu’l-Munzir; İbn Ebî Hatim; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 2/283.
295 Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/160.
296 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
297 İbnu’l-Munzir; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 2/287.
298 İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/74.
299 Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/160.
İslam ile söndürünceye kadar, aralarındaki savaşlar yüzyirmi sene sürdü. İşte bu âyet-i kerime
onlara ve onların hallerine işaret etmektedir. Çünkü onlar, İslam’dan önce birbirleriyle
savaşıyorlar ve birbirlerine buğzediyorlardı. Cenâb-ı Hak onlara İslam ile ikramda bulununca,
birbirlerine merhamet eden, birbirleri hakkında iyi düşünen kardeşler haline çektiler, Allah
rızası için kardeş oldular. Bunun bir benzeri de Cenâb-ı Hakk’ın, “Sen yeryüzünde olan her
şeyi toptan harcamış olsan, yine de onların kalblerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların
aralarını bulup kaynaştırdı” 300 âyetidir.”301
4- Evs ve Hazreç kabilelerinin nasıl müslüman oldukları hakkında, özetle şunlar
zikredilmektedir:
İbn-i İshak bu hususta şunları rivayet etmiştir:
“Evs kabilesinden olan Süveyd b. Samit, Hac veya umre yapmak için Mekke’ye gelmişti.
Süveyd sabırlı ve metanetli, şair, şerefli ve soylu bir kimse olduğu için kavmi ona
“Mükemmel” mânâsına gelen “Kâmil” adını vermişti. Onun Mekke’ye geldiğini duyan
Rasulullah onun önüne çıktı, onu Allah’a ve İslama davet etti. Bunun üzerine Süveyd:
“Ey Muhammed, belki de sende bulunan şey bende bulunan gibidir.” dedi. Rasulullah ona:
“Sende ne var?” diye sordu. O da:
“Bende Lokman’ın sahifeleri (Yani ona verilen hikmetler) mevcuttur.” dedi. Rasulullah:
“Onu bana gösterir misin?” dedi. Süveyd, sahifeleri Rasulullah’a gösterdi. Rasulullah:
“Bu, güzel bir sözdür. Fakat bende bulunan bandan daha üstündür. O, Allah’ın bana
gönderdiği Kur’an’dır. O, bir hidayet ve bir nurdur.” dedi. Rasulullah ona, Kur’an’dan âyetler
okudu ve onu İslama davet etti. Süveyd İslama soğuk bakmadı ve:
“Şüphesiz bu güzel bir söz.” dedi. Sonra ayrılıp gitti. Medine’de kavminin yanına varınca çok
zaman geçmeden, Hazreç kabilesinden olanlar onu öldürdüler. Süveyd’in kavminden olan bir
kısım insanlar, onun hakkında şöyle diyorlardı:
“Bize göre Süveyd, müslüman olarak öldürüldü.” Süveyd’in öldürülüşü, Evs ile Hazreç
arasında geçen Buas harbinden önce idi. 302
5- İbn-i İshak, Hazreçlilerin, Mekke’ye gelip Rasulullah ile görüşmelerini ise şöyle izah
etmiştir:
Enes b. Rafı’, Abdül Eşhel oğullarından, içlerinde İlyas b. Muaz’ın da bulunduğu bazı
gençlerle birlikte Mekke’ye gelmişlerdi. Bunlar, kavimleri Hazreç’in aleyhine, Kureyş
kabilesiyle anlaşma yapmak istiyorlardı. Rasulullah bunların geldiğini duyunca yanlarına
varıp oturdu ve onlara:
“Siz, elde etmek için geldiğiniz şeyden daha hayırlısını ister misiniz?” dedi. Onlar da:
“O nedir?” diye sordular. Rasulullah:
“Ben, Allah’ın peygamberiyim. O beni, kullarına gönderdi. Ben, kulları, yalnızca Allah’a
kulluk etmeye, her hangi bir şeyi ona ortak koşmamaya davet ediyorum. Allah bana kitap
indirdi.” dedi. Rasulullah, sözlerine devam ederek onlara İslamı anlattı ve Kur’an’dan âyetler
okudu. Bunun üzerine yeni yetişen gençlerden, İlyas b. Muaz şunları söyledi.
“Ey kavim, vallahi davet edildiğiniz bu şeyler, elde etmek için geldiğiniz şeyden daha hayırlıdır.” Bunun üzerine Enes b. Rafi’, Batha’nın topraklarından bir avuç alarak İlyas’ın yüzüne
serpti ve ona:
“Sen bu işlere karışma. Yemin olsun ki biz, bundan başka bir şey için geldik.” dedi. Bunun
üzerine İlyas sustu. Rasulullah kalkıp gitti. Medineliler de oradan ayrılarak Medine’ye
döndüler. İşte bundan sonra Evs ile Hazreç kabileleri arasında Buas savaşı meydana geldi.
Aradan çok zaman geçmeden İlyas b. Muaz öldü. Ölürken tehlil ve tekbir getirdiği, Allah’a
hamdedip tesbih ettiği nakledilmektedir. Onun Müslüman olarak ölmesinde kavmi şüphe
etmemektedir. Evet, böylece İlyas, bulunduğu mecliste Rasulullah’tan duyduğu sözler

300 Enfal: 8/63.
301 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
302 Bkz. İbn-i Hişam, Siret, 1/425-427; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
sayesinde İslamı hissetmişti.303
6- İbn-i İshak diyor ki:
“Aziz ve Celil olan Allah, dinini açığa çıkarmayı, Peygamberini Aziz kılmayı ve vaadini
yerine getirmeyi dileyince Rasulullah Ensarla karşılaştığı dönemde Mekke’de, dışardan gelen
insanlara dini tebliğ etmeye başladı. Her mevsimde yaptığı gibi, Ensar ile görüştüğü
mevsimde de Arap kabilelerini dine davet etti. O, Akabe mevkiinde bulunurken Hazreç kabilesinden, Allah’ın kendileri için hayır dilediği bir toplulukla karşılaştı. Rasulullah onlara:
“Sizler kimlersiniz?” diye sordu. Onlar da:
“Bizler Hazreç kabilesinden bir topluluğuz” dediler. Rasulullah:
“Sizler, Yahudilerle anlaşması bulunan kimselerden misiniz?” diye sordu. Onlar da:
“Evet” dediler. Rasulullah:
“Oturmaz mısınız?, sizinle biraz konuşalım.” dedi.” Onlar da:
“Evet olur.” dediler. Rasulullah ile birlikte oturdular. Rasulullah onları, Aziz ve Celil olan
Allah’a davet etti. Onlara İslamı teklif etti ve Kur’an okudu. Allah tealanın, onların İslama
girmeleri için sebep kıldığı meselelerden biri de şuydu: Hazreçliler memleketlerinde
Yahudilerle birlikte yaşıyorlardı. Yahudiler, kitap ehli ve bilgi sahibiydiler. Hazreçliler ise
Allah’a ortak koşan ve putlara tapan kimselerdi. Bunlar memleketlerinde, Yahudilere galip
durumdaydılar. Aralarında bir olay çıktığında Yahudiler onları tehdit ederek şöyle diyorlardı:
“Şüphesiz ki pek yakında bir Peygamber gönderilecek, onun zamanı gelmiştir. Biz ona tabi
olacağız. Onunla birlikte sizleri Âd ve İrem gibi öldüreceğiz.” Rasulullah bu topluluğa
konuşup onları Allah’a davet edince onlar birbirlerine şöyle demişlerdi:
“Ey kavim, vallahi sizler biliyorsunuz ki işte bu Yahudilerin sizi kendisiyle tehdit ettikleri
Peygamberdir. Buna sizden önce Yahudiler iman etmiş olmasınlar.” Bunun üzerine Rasulullah’ın davetini kabul ettiler. Onu tasdik ettiler ve Rasulullah’ın kendilerine teklif ettiği İslamı
kabullendiler. Ve şöyle dediler:
“Biz, geride öyle bir kavim bıraktık ki onların arasındaki düşmanlık ve kötülük hiçbir kavmin
arasında yoktur. Umulur ki senin sayende Allah onları birleştirir. Şimdi biz, onların yanına
döneceğiz. Onları senin emrine çağıracağız ve senin davetinle kabul ettiğimiz bu dini onlara
da arzedeceğiz. Şayet onlar da bu din üzerinde birleşecek olurlarsa artık senden daha güçlü bir
kimse olamaz.” Bundan sonra Hazreçliler, mümin olarak Rasulullah’ın yanından ayrılıp
gittiler. Onlar altı kişiydiler. Bunlar Medine’ye gidip kavimlerinin yanına varınca onlara
Rasulullah’ı anlattılar ve kendilerini İslama davet ettiler. Böylece aralarında İslam yayılmaya
başladı. Öyle ki, Ensarın evlerinden hiçbir ev kalmadı ki orada Rasulullah anılmış olmasın.
Ertesi yıl olunca aynı mevsimde Ensardan on iki kişi geldi. Rasulullah ile “Akabe” denen
yerde buluştular. Burada birinci Akabe biatını yaptılar. Medineli Ensar, Rasulullah ile
“Kadınların biati” diye adlandırılan bir biatta bulundular. Bu da Müslümanlara henüz savaşın
farz kılınmadığı bir zamanda idi.” 304

110. Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü
yasaklarsınız, Allah’a iman edersiniz. Ehl-i kitab da iman etmiş olsalardı elbette kendileri için
hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır ama pek çoğu fâsıklardır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İkrime ve Mukatil’in dediğine göre, bu âyet İbn Mesud, Ubeyy İbn Ka’b, Muaz b. Cebel ve
Ebû Huzeyfe’nin azadlısı Salim hakkında nazil olmuştur. (Bu zatlar, aynı zamanda Kur’an
tilavetini bizzat Peygamberimiz (s.a.v.)’den alan Kur’an üstadlarıdır.) İki Yahudi olan Malik b.
Dayf ve Vehb b. Yehuza, bu Sahabîler’e dediler ki:
“Bizim dinimiz, bizi kendisine çağırdığınız dinden daha hayırlıdır. Dolayısıyla da biz sizden

303 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
304 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
daha hayırlıyız ve daha üstünüz.” Bu sebeple Allah Teala bu âyeti indirdi.”305
2- İbn Cureyc’den gelen rivayette ise müslüman olan bu yahudilerin isimleri Abdullah ibn
Selâm, kardeşi Sa’lebe İbn Selâm, Şa’ye, Mubeşşir ve Ka’b’in oğulları Esed ve Useyd olarak
verilmektedir.306
111. Onlar size eza vermekten başka hiçbir zarar yapamazlar. Eğer sizinle savaşırlarsa size
arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım da olunmaz.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Mukatil dedi ki:
“Yahudi reisleri olan Ka’b b. Eşref, Bahri, Numan, Ebû Rafı’, Ebû Yasir, Adiyy, Yahrâ,
Kinâne ve İbn Sûriya, içlerinden mü’min olan Abdullah b. Selam ve onun arkadaşlarına
kasdedip, müslümanlıkları sebebiyle onlara eziyet vermişlerdi. Allah Teala da bu âyeti indirdi.”307
113. Hepsi bir değildirler. Ehl-i kitabdan, secdeye vararak geceleri Allah’ın âyetlerini okuyup
duran bir topluluk vardır.
114. Onlar Allah’a ve âhiret gününe iman ederler, iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, hayır
işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar sâlihlerdendir.
115. Onlar ne hayır işlerlerse elbette ondan mahrum bırakılmıyacaklardır. Allah muttakileri
çok iyi bilendir.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Abdullah b. Abbas, Katade ve İbn-i Cüreyc’e göre bu âyet-i kerime, bundan önce, iki sınıfa
ayrıldıkları belirtilen ehl-i kitabı beyan etmekte, onlardan, mümin olanların sıfatlarını
zikretmektedir. Zira, yüz onuncu âyette ehl-i kitabın bir kısmının mümin olduğu,
çoğunluğunun ise İslamı kabul etmeyerek kendi dinlerinden dahi çıktıkları beyan edilmiş, bu
âyet-i kerimede de ehl-i kitabın müminlerinin sıfatları zikredilmiş ve övülmüşlerdir.308
a- İbn Abbas ve Mukatil dediler ki;
“Abdullah b. Selam, Salebe b. Sa’ye, Üseyd b. Sa’ye, Esad b. Ubeyd ve Yahudiler’den
müslüman olanlar İslâm’a girince, Yahudi hahamları demişlerdi ki:
“Muhammed’e ancak bizim şerlilerimiz iman etmiştir. Eğer onlar, bizim hayırlılarımızdan
olsaydılar, elbette atalarının dinini terk etmezlerdi.” Sonra onlara dediler ki:
“Dininizi başka bir dinle değiştirdiğiniz zaman gerçekten zarar ettiniz.” Allah Teala da bu
âyeti indirdi.”
İbn Mesud da bu âyetin, müslümanların geç vakitlerde kılıp, kendilerinden başka Ehl-i
Kitab’dan hiç kimsenin kılmadığı Yatsı Namazı hakkında nazil olduğunu, söylemiştir.309
b- İbn Cureyc’den rivayete göre ise müslüman olan bu yahudiler: Abdullah ibn Selâm ve
kardeşi Sa’lebe ibn Selâm, Sa’ye, Mubeşşir, Ka’b’ın oğulları Esed ve Useyd’dir.310
c- Rivayet olunduğuna göre, Abdullah İbn Selâm (r.a) ile arkadaşları müslüman olunca,
yahudilerin bazı ileri gelenleri onlara,
“Siz kâfir oldunuz ve hüsrana uğradınız” dediler. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, onların
faziletini beyân etmek için bu âyeti indirmiştir. 311


305 Mürsel hadistir. ed-Dürr: 2/63; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 96-97;
306 Taberi, Câmiul-Beyân, 4/35.
307 Mürsel hadistir; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 97; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’lKur’ân, 4/112.
308 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
309 Suyuti; Lübab: s. 60, İbn Cerir: 4/35, ed-Dürr: 2/64; İbn Mendeh-Sahabe; Taberânî; İbn Ebî Hatim; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed elVahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 97.
310 Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 2/296.
311 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/187.
2- Abdullah b. Mes’ud ve Süddi’ye göre ise bu âyet-i kerime, İslamı kabul etmeyen ehl-i kitap
ile Muhammed ümmetini anlatmaktadır. Ehl-i kitabın, Muhammed ümmetine eşit
olmayacağını ve Muhammed ümmetinin, âyette zikredilen sıfatları taşıdıklarını beyan
etmektedir.
a- Ebû Said Muhammed b. Abdirrahman el-Gazî, Ebû Amr Muhammed b. Ahmed elHıyerî’den, o Ahmed b. Ali b. el-Müsenna’dan, o Ebû Hayseme’den, o Haşim b. Kasım’dan, o
Şeyhan’dan, o Asım’dan, o Zirr’den, o da İbn Abbas’tan şöyle dediğini bize haber verdi:
“Rasulullah (s.a.v.) bir gece Yatsı Namazı’nı geciktirdi. Sonra mescide çıktı, Bir de baktı ki
insanlar oturmuş namazı bekliyorlar. Bunun üzerine buyurdu ki:
“Şu saatte sizden başka din ehli olanlardan hiçbir kimse Allah Teala’yı zikretmemektedir.”
İşte bu sebeple: bu âyet-i kerimeler indirildi.”312
b- Said b. Muhammed b. Ahmed b. Nuh, Ebû Âli b. Ahmed el-Fakih’ten, o Muhammed b. elMüseyyeb’den, o Yunus b. Abdu’l-A’la’dan, o Abdullah b. Vehb’den, o Yahya b. Eyyub’dan, o
İbn Zahr’dan, o Süleyman’dan, o Zirr b. Hubeyş’ten, o da Abdullah b. Mesud’dan şöyle
dediğini bize haber verdi:
“Bir gece Rasulullah (s.a.v.) bizim yanımıza çıkmamış, Ehl-i Beytinden yahut hanımlarından
birisinin yanında kalarak, gecenin üçte biri geçinceye kadar bize namaz kıldırmağa
gelmemişti. Nihayet geldi. Bu esnada bizden namaz kılanlar ve yatanlar vardı. Bu hal üzere
bizi müjdeleyip buyurdu ki:
“Dikkat edin, şu bir gerçek ki şu Yatsı Namazı’nı Kitab Ehli’nden hiçbir kimse kılamaz” Sonra
bu âyet nazil oldu.313
Hz. Aişe’den gelen bir rivayette de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, Hz. Ömer’in “Namaz!” diye
seslenmesi üzerine Mescid-i Nebevî’ye indiği ayrıntısına yer verilmektedir.314
c- Sevrî şöyle demiştir:
“Bu âyetin, akşam ile yatsı arasında namaz kılan bir topluluk hakkında indiği haberi bana
ulaşmıştı.” 315
d- Şöyle de denilmiştir:
Allah Teâlâ önceki âyette, ehl-i kitabı mezmûm (kötü) birtakım sıfatlarla tavsif edince, bütün
ehl-i kitabın aynı olmayıp, içlerinde iyi sıfatlarla ve beğenilen hasletlerle mevsûf kimseler
bulunduğunu beyân etmek için, bu âyeti zikretmiştir. 316

e- Atâ’dan rivayete göre Hz. İsa’nın dini üzere iken Hz. Muhammed (s.a.v.)’i tasdik eden 40
Necranlı, 32 Habeşli ve 3 (bir rivayette 8) Rum hakkında nazil olmuştur Bu kimselerin aynı
sûrenin 199. âyetinin de nüzul sebebi olduğu söylenir.317

f- Rasûlullâh (s.a.v.)’ın Medine-i Münevvere’ye gelmesinden önce ensar arasında Es’ad ibn
Zürâre, Berâ ibn Ma’rûr, Muhammed ibn Mesleme ve Ebu Kays ibn Sırme ibn Enes gibi
muvahhidler vardı. Bunlar cünüblükten gusleder ve bildikleri kadar hanîflikle amel ederlerdi.
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Medine’ye gelince hemen iman ettiler.318
g- Kaffâ (r.h.) şöyle dedi:
“Şöyle denilmesi uzak bir ihtimal değildir: Orada bulunanlar, ehl-i kitap’tan imân etmiş olan
bir kısım idi. İşte bundan dolayı “Ehl-i kitap’tan, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e imân eden, bu
kimselere denk hiç kimse yoktur” denilmiş ve onlar da, ehl-i kitap’tan imân etmeyenlerin
uykuda olduğu bir saatte yatsı namazını kılmışlardır.” 319

h- Şöyle de denilebilir: “Bu tabirden murad, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e inanan herkestir. Allah

312 Senedi hasendir. Nesai; Tefsir: 93, Ahmed; Müsned: 1/396, İbn Cerir; 3/36; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul,
İhtar Yayıncılık: 97-98.
313 Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1/396; Nesâî; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 98; İmam
Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/148; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/187..
314 Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 6/199.
315 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/187..
316 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/187.
317 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/187.
318 Elmalıh Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1960, 2/1160.
319 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/187.
Teâlâ onları “ehl-i kitap” diye adlandırmıştır. Sanki şöyle dedi:
“Kendilerini ehl-i kitap diye adlandıran o kimselerin halleri, o kötü hallerdir. Fakat Allah’ın
“Ehl-i kitap” dediği müslümanların durumları ve halleri şöyle şöyledir: Bu ikisi hiç denk olur
mu?” Buna göre, bu âyetten maksad, “Sizler… en hayırlı bir ümmetsiniz” âyetini te’kid etmek
için ehl-i İslâm’ın faziletini beyan etmektir. Bu tıpkı, “Mümin olan kimse, imandan çıkmış
olan kimse gibi midir? Onlar (hiçbir zaman) denk olamazlar” 320 âyetine benzer.” 321

3- Genel değerlendirme:
Taberi, daha önceki âyetlerle irtibatlı olması bakımından birinci görüşün tercihe şayan
olduğunu söylemiştir. Çünkü yüz onuncu âyette ehl-i kitabın, mümin ve dinden ayrılan
fasıklar olarak iki sınıfa ayrıldıkları zikredildikten sonra bu âyette de ehl-i kitabın hepsinin
eşit olmadığı, mümin olanlarının, zikredilen sıfatlarla kâfirlerden üstün oldukları beyan
edilmiştir. 322
116. Hiç şüphesiz o küfredenlerin ne malları, ne evlâtları Allah’a karşı kendilerine hiçbir
fayda sağlamıyacaktır. Onlar cehennemliktirler, onlar orada temelli kalıcıdırlar.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbas şöyle demiştir:
“Cenâb-ı Hak bu tabirle Kurayza ve Nadîr kabilelerini kastetmiştir. Çünkü Hz. Peygamber’e
karşı gelme hususunda yahudilerin liderlerinin maksatları, sadece maldır. Bunun delili Cenâbı Hakk’ın Bakara süresindeki, “Âyetlerimi az bir paha ile değişmeyin…” 323 âyetidir.” 324

2- Bu ayet, Kureyş müşrikleri hakkında nazil olmuştur. Çünkü Ebu Cehil, malı ile çok iftihar
ediyordu. İşte bundan dolayı hakkında şu ayetler nazil olmuştur:
“Biz, onlardan önce nice nesilleri helak ettik ki onlar mal ve gösterişçe daha güzeldiler” 325

“Öyleyse (durmasın) meclisini davet edip (toplasın). Biz de zebanileri çağırırız.
326″ 327
3- Bu âyet-i kerime gerek Bedr ve gerekse Uhud Gazvelerinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e
düşmanlık yolunda çok mal harcayan Ebu Süfyân hakkında nazil olmuştur.328

4- Ayet, bütün kâfirler hakkında umûmîdir. Çünkü onların hepsi, mallarının çokluğu ile
üstünlük taslıyor, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabını fakir oldukları için ayıplıyorlardı.
Onların ortaya attıkları şüphelerden birisi de şöyle demeleridir:
“Eğer Muhammed hak üzere olsaydı, Rabbi onu böyle fakirlik ve sıkıntı içinde bırakmazdı.”
329
5- Ayetin lâfzı umûmîdir ve onu tahsis edip (sınırlayacak) herhangibir delil yoktur. Lâfzı
umûmî manası üzere bırakmak gerekir. Birinci görüşte olanlar şöyle diyebilirler:
“Allah Teâlâ bu âyetten sonra, “Onların infâklarının misali” 330 buyurmuştur. Ayetteki “infâk
ederler” ifâdesindeki Cemî zamiri, “İnkâr edenler…” tabirinden anlaşılan kimselere râcîdir.
Âyetteki “Keferu” kelimesi, kâfirlerin bir kısmına hastır. Binâenaleyh bu ifâdenin de, “hâs”
olması gerekir. 331
117. “Onların bu dünya hayatında infak ettikleri şeyin misali, kendilerine zulmeden kavmin
ekinlerini vurup mahveden kavurucu ve soğuk bir rüzgarın hâli gibidir. Onlara Allah

320 Secde: 32/18.
321 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/187.
322 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
323 Bakara: 2/41
324 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/193.
325 Meryem: 19/75.
326 Alak: 96/17-18.
327 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/193.
328 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/193.
329 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/193.
330 Al-i İmran: 3/117.
331 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/193.
zulmetmedi. Fakat kendileri kendilerine zulmediyorlar.”
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- “İnfâk edenlerden” murad, bütün kâfirlerdir. Çünkü hepsinin intakı da ya dünya ya da
âhiret menfaatından dolayı olur. 332
2- Münafıklar mallarını Allah yolunda harcıyorlar, ama bu “takiyye” yoluyla ve m ûslü mani
ardan korktukları için oluyordu.. Böylece müslümanlara “müdârâ” yapıyorlardı. İşte âyet,
onlar hakkında nazil olmuştur. 333
3- Âyet-i kerime, Bedir gününde, Allah’ın Resulü (s.a.v.) aleyhine dayanışma içine girdikleri
zaman Ebu Süfyân ve yandaşları hakkında nazil olmuştur. 334
4- Âyet-i kerime, yahudilerin en adi ve sefil tabakasının, tahrifte bulunmaları için kendi
âlimlerine harcamada, intakta bulunmaları hakkında nazil olmuştur. 335
118. Ey iman edenler, kendilerinizden başkasını yakın dost ve sırdaş edinmeyin. Onlar, size
şer ve fesad yapmakta hiç kusur etmezler, size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Gerçek şu
ki onların kin ve düşmanlıkları ağızlarından dışarı vurmuştur, İçlerinde gizlemekte oldukları
ise daha büyüktür. Eğer aklederseniz size âyetlerimizi böylece beyan etmişizdir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, Rebi’ b. Enes, Süddi, İbn-i Cüreyc ve İbn-i Zeyd’e
göre bu âyet-i kerime, müminlere, münafıkları yakın dost edinmemelerini emretmektedir. Zira
müslümanlardan bazıları, İslam gelmeden önce Yahudi ve münafıklarla olan dostluklarını
sürdürmek istemişler ve onlarla içli dışlı olmaya devam etmişlerdir. Allah teala, bu âyeti
indirerek müminlerin, Yahudi ve münafıkları yakın dost edinmelerini yasaklamıştır.336

2- İbn Abbas ve Mücahid dediler ki:
“Bu âyet aralarında olan yakınlık, dostluk, yemine dayanan yardım, komşuluk ve süt yakınlığı
münasebetiyle mü’minlerden münafıklara samimi bir sevgi besleyen ve Yahudiler’den bazı
kişilerle buluşup alaka kuran bir grup insan hakkında indi.” İşte Allah Teala bu âyeti, münafık
ve Yahudiler’den, Mü’minlere fitne isabet edeceği endişesiyle onları sevip, sırdaş edinmeden
men etmek üzere inzal buyurdu.”337
3- İbn Abbas (r.a.) dedi ki:
“Cahiliyye döneminde aralarında kardeşlik ve komşuluk bulunduğu için Yahudilerle
münâsebeti olan Müslümanlar vardı. Allahü Teâlâ onlar hakkında bu âyetini indirdi. Onları
gizli buluşmalarından nehyetti ve fitnelemelerinden korkuttu.” 338
4- Bunlar, münafıklardır. Mü’minler, münafıkların sözlerinin zahirine aldanıyor ve onların
doğru söylediklerini zannederek, onlara kendi sırlarını ifşa ediyor ve onları, kendi gizli
hallerine muttali kılıyorlardı. İşte bundan dolayı Allahu Teâlâ onları, bundan men etmiştir. Bu
görüş sahiplerinin delili ise, Hak Teâlâ’nın, bu âyetten sonra gelen, “Sizinle buluştukları
zaman, “inandık” derler. Aralarında başbaşa kaldıkları zaman da, size olan kinlerinden
dolayı parmaklarının ucunu ısırırlar”339 âyetidir. Malumdur ki bu hal, yahudilere uygun
düşmez. Bilakis bu, münafıkların sıfatıdır. Bunun bir benzeri de, Bakara süresindeki, “Onlar
iman edenlerle karşılaştıkları zaman, “inandık” derler. Şeytanlarıyla başbaşa
kaldıklarındaysa, “iyi biliniz ki biz sizinle beraberiz. Biz ancak alay ediyoruz” derler.” 340


332 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/198.
333 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/198.
334 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/198.
335 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/198.
336 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
337 İbn Cerir: 4/40, Sııyuti; ed-Dürr: 2/66; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 98.
338 İbn Îshak; İbn Cerîr; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/149.
339 Al-i İmran: 3/119.
340 Bakara: 2/14.
âyetidir.”341

5- Bunlar, yahudilerdir. Çünkü (Medine’li) müslümanlar, yahudilerle kendileri arasında süt
kardeşliği ve çeşitli andlaşmalar bulunduğu için her ne kadar din konusunda kendilerine
muhalefet etseler bile, geçim meselelerinde kendilerinin iyiliklerini isterler zannıyle, onlarla
müşaverede bulunuyorlar ve onlara yakınlık duyuyorlardı. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hak, bu
âyetle onları bundan nehyetmiştir. Bu görüşü benimseyenlerin delili şudur: “Bütün bu âyetler,
baştan sona kadar yahudilere hitap etmektedir. İşte bunun gibi, bu âyet de böyledir.” 342
6- Bundan murad, kâfirlerin bütün nevileridir. Bunun delili de, Cenâb-ı Hakk’ın, “Kendinizden
başkasını” buyurmasıdır. Böylece Cenâb-ı Hak, mü’minleri, mü’minlerden başkasını sırdaş
edinmekten men etmiştir. Buna göre bu, bütün kâfirlerden nehyetmek olmuş ve Cenâb-ı Hak,
“Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin” 343
buyurmuştur. Bu hususu şu rivayet de tekid etmektedir:
Ömer İbnu’l-Hattab (r.a.)’a şöyle denilmiştir:
“Burada, hıfz bakımından kendisinden daha kuvvetli ve daha güzel yazı yazan bir kimse,
bilinmeyen Hîre’li bir hristiyan bulunmaktadır. Eğer münâsib bulursan, biz onu kendimize
kâtib edineceğiz..” Hz. Ömer bunu kabul etmeyerek,
“Bu durumda sen, mü’minlerden başkasını sırdaş edinmiş olursun” dedi ve bu âyeti,
müslümanlardan başkalarını dost edinmekten nehyetmeye bir delil kabul etti.
Bazı âlimlerin bu âyetten sonraki kısmın münafıklardan bahsettiğini delil getirerek bu görüşü
reddetmeleri, âyetin baş tarafının umum ifâde etmesine mâni değildir. Çünkü Usûl-ü fıkıhta
şu kaide bulunmaktadır: Âyetin evveli umum, sonu da hususî olursa, âyetin sonunun hususî
olması, başının umûmî olmasına mani değildir. “
344
7- Ezher b. Raşid diyor ki.
“Enes b. Malik, Resulullahın şu hadisini rivayet etti.
“Siz, müşriklerin ateşiyle aydınlanmayın ve yüzüklerinize Arapça yazı işletmeyin.” 345 Ezher
b. Raşit diyor ki: “Biz, bunun ne demek olduğunu anlamadık. Nihayet Hasan-ı Basri yanımıza
geldi. İnsanlar bunun mânâsını ondan sordular. O da şu cevabı verdi:
“Yüzükleriniz Arapça işletmeyin” ifadesinin manisi “Yüzüklerinize “Muhammed” ismini
kazdırmayın.” demektir. Şirk ehlinin ateşiyle aydınlanmayın.” demek ise “İşlerinizde onlarla
istişare etmeyin.” demektir. Sonra Hasan-ı Basri “Allanın kitabında bu izahın doğruluğunu
beyan eten âyet şudur.” dedi ve “Ey iman edenler, sizden olmayanları yakın dost edinmeyin.”
âyetini okudu.
8- Taberi diyor ki:
Bu âyette zikredilenlerden maksat, sadece münafıklar değil, müsl umanların Medinede,
çevrelerinde bulunan ve İslama karşı kinleriyle tanınan Yahudilerdir. Zira, müminlere karşı
açıkça savaşan müşrikler, müminler tarafından dost edinilmiyorlar, sadece müminlerle
anlaşma yapıp onlara dost görünmeye çalışan Yahudileri dost ediniyorlardı. Bu nedenle âyet,
müminleri, onları yakın dost edinmekten men etti. 346
121. Hatırla o zamanı ki sen, mü’minleri savaşa elverişli yerlere yerleştirmek üzere ailenden
erkenden ayrılıp çıkmıştın. Allah Semî’dir, Alim’dir.

Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Mücahid, Katade, Reb’i b. Enes, Abdullah b. Abbas, Süddi, İbn İshâk, Esamm, Ebu
Müslim ve siyer âlimlerinin çoğuna göre bu âyet Uhud savaşı hakkında indirilmiştir. 347

341 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
342 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
343 Mümtehine: 60/1.
344 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
345 Nesa, ez-Ziynet: 51; Ahmed b. Hanbel, Müsııed, 3/99
346 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
347 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
a- Said b. Muhammed Zahid, Fakih Ebû Ali’den, o Ebu’l-Kasım el-Bağavî’den, o Yahya b.
Abdu’l-Hamid el-Hamanî’den, o Abdullah b. Cafer el-Mahremî’den, o İbn Avn’dan, o Misver
b. Mahreme’den şöyle dediğini bize haber verdi:
“Abdurrahman b. Avf’a dedim ki:
“Ey benim dayım, Uhud Günü hikâyenizden bana haber ver.” O da dedi ki:
“Âl-i İmrân Sûresi’nden yüz yirmi dört âyet oku bulursun. O da Al-i İmran: 3/121 âyetinden,
“Sonra o kederin ardından Allah üzerinize öyle bir emınlik indirdi ki…” Al-i İmran: 3/154
âyetine kadar devam eder.”348
b- Misver b. Mahrame dedi ki:
“Abdurrahman b. Avf’a dedim ki:
“Uhud Günü hikâyenizden bana haber ver.” Abdurrahman bana:
“Al-i İmran: 3/120’den sonrasını oku. Bizim kıssamızı bulursun.
Al-i İmran: 3/121-122. Bunlar müşriklerden eman isteyenlerdir.
Al-i İmran: 3/143. Bu Müminlerin düşmana likayı temennisidir.
Al-i İmran: 3/144. Bu şeytanın Uhud günü “Muhammed öldürüldü” diye bağırmasıdır.
Al-i İmran: 3/154. “Emeneten nuâsen” üzerlerine uyku atıldı.” 349
c- Rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) sabah erkenden Hz. Aişe’nin hanesinden
ayrılmış ve yaya olarak Uhud’a kadar gitmiştir. Ashabından bazıları O’na, “Medine’de kal!”
bazıları da, “Medine dışına çık” demişlerdi. 350
2- Hasan el-Basrî’ye göre bu ayet Bedir savaşı hakkında indirilmiştir. 351
3- Mücahid ve Mukatil’e göre bu ayet Ahzâb (Hendek) günü hakkında indirilmiştir.352

Hasan-ı Basri’den gelen bir başka görüşe göre de bu savaş Hendek savaşıdır.353
4- Genel değerlendirme:
Taberi, birinci görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Zira bundan sonra gelen âyetteki
“Nerdeyse bozguna uğrayacak” olan iki topluluktan maksat, bütün müfessirlere göre
Ensardan, Beni Seleme ve Beni Harise kabileleridir. Bunların, neredeyse bozguna uğrama
halleri, Abdullah b. Übey b. Selul’ün, Uhud savaşında, Rasulullah’ın ordusundan ayrılıp
gitmesi üzerine ortaya çıkmıştır. Bu da göstermektedir ki bu âyet-i kerime, Uhud savaşına
işaret etmektedir.
Taberi sözlerine devamla diyor ki:
“Eğer denecek olursa ki bu âyette, işaret edilen savaştan maksadın, Uhud savaşı olduğunu
nasıl söyleyebilirsin? Çünkü bu ayette, Rasulullah’ın sabahleyin erkenden ailesinden ayrılıp
gittiği ve müminleri savaşacakları yerlere yerleştirdiği zikredilmektedir. Halbuki Rasulullah
Uhudda Cuma namazı kıldırdıktan sonra müminleri, savaşmak için alıp götürmüştür. Nitekim
bu hususta İbn-i İshak, Muhammed b. Mesleme, Muhammed b. Yahya, Asım b. Ömer ve
Husayn b. Abdurrahman’ın, Rasulullahın Cuma günü namazı kıldırdıktan sonra, Ensardan
vefat eden bir kişinin de cenaze namazını kıldırıp zırhını giyerek Uhud savaşına gittiğini
rivayet ettiklerini zikretmiştir. O halde nasıl olur da Rasulullah sabahleyin erkenden Uhuda
gitmiş olabilir? Cevaben denilir ki “Rasulullah’ın, müminleri, savaşacakları yerlere yerleştirmesinden maksat, sahabileriyle, nasıl savaşacağını istişare etmesidir. Zira, Kureyşliler,
çarşamba günü gelip Uhud dağının eteğinde karargâh kurmuşlar, perşembe ve cuma günlerini
orada geçirmişler, Rasulullah da cuma günü öğleden sonra çıkıp cumartesi günü Uhud dağının
eteğine varmıştır. Rasulullah, Kureyşlilerin Uhuda geldiklerini duyunca sahabeleriyle
Medine’nin içinde kalarak, kendilerini savunarak mı yoksa Uhuda gidip düşmanla sahada
çarpışarak mı savaş yapılması hususunda sahabileriyle istişare etmiştir. İşte âyet-i kerime

348 Senedinde kopukluk var. Zira İbn Avn, onuncu tabakadan olup Misver b. Mahreme’den işitmemiştir. Bu hadisi Suyuti, Lübab’da, İbn Ebi
Hatim’e Ebu Ya’la’ya nisbet etmiştir, s. 6; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 98-99.
349 Ebu Ya’lâ; İbn Ebî Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/150-151.
350 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
351 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
352 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
353 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
Rasulullah’ın, sabahleyin erkenden yaptığı bir istişareye işaret etmektedir. 354
122. O zaman içinizden iki grup az kaldı bozuluyorlardı. Halbuki onların yardımcısı Allah’tı.
Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etmelidirler.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Cabir ibn Abdullah’tan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
“Bu âyet bizim hakkımızda; Hazrec’den Seleme oğulları ile Evs’den başkanları Abdullah ibn
Ubeyy ibn Selûl olan Harise Oğulları hakkında nazil olmuştur. Bu âyetin bizler hakkında
nazil olmayışı beni sevindirmezdi. Çünkü âyetin devamında “Halbuki Allah her ikisinin de
yardımcısıdır” buyurulmaktadır.” 355

2- Mucâhid’den rivayete göre savaş için yerleştirilmede bunlardan Harise oğulları
Uhud, Seleme oğulları da Sel tarafında idiler.356

3- Âyette bahsedilen iki taifeden maksat, Ensâr’dan olan iki kabiledir ki bunlar da, Hazreç’ten
Benû Seleme ve Evs’ten Benû Harise’dir. Abdullah İbn Ubey münafığı ordudan ayrılınca, bu
iki grup da İbn Ubeyy’e tabi olmayı gönüllerinden geçirmişlerdi. Ama Cenâb-ı Hak onları
korudu da, böylece onlar Rasulullah’ın yanında kaldılar. Alimlerden bazıları şöyle
demişlerdir: Allahu Teâlâ bu iki cemaatın kim olduğunu açıkça söylemeyip müphem bırakmış
ve bunu gizli tutmuştur. Binaenaleyh bizim, Allah’ın saklı ve gizli tuttuğu şeyin perdesini
kaldırmamız caiz olmaz. 357

4- Bu âyet nazil olduğunda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Allah’a yemin olsun ki, Allah bize o iki grubun dostu ve yardımcısı olduğunu haber
vermişken, o iki gurubun kasdetmiş olduğu şeye bizim kastetmemiş olmamız bizi
sevindirmedi?” 358

123. Andolsun ki, siz daha zayıf olduğunuz halde Allah size “Bedir”de kati bir zafer verdi.
Binâenaleyh Allah’tan ittikâ edin, tâ ki şükretmiş olasınız.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Müslümanlar Bedir günü, alabildiğine fakir ve güçsüz idiler. Kâfirler ise, bunun aksine son
derece güçlü ve kuvvetli idiler. Daha sonra Allah Teâlâ bu müslümanları, müşriklere galip
kıldı ve bu, insanın maksad ve gayesine ancak Allah’a tevekkül ve O’nun yardımını
dilemesiyle ulaşabileceğine delâlet eden en kuvvetli delillerden biri oldu. 359
124. Hatırla o zamanı ki sen mü’minlere: “İndirilen üç bin melekle Rabbınızın size imdad
etmesi yetişmez mi size?” diyordun.
125. Evet, siz sabreder, müttakiler olursanız, onlar da ansızın üzerinize gelecek olurlarsa
Rabbınız size beş bin nişanlanmış melekle imdad edecektir.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Amir eş-Şa’bî’den rivayet ediliyor:
“Bedr’de müslümanlar arasında Kürz ibn Câbir el-Muhâribî’nin müşriklerin yardımına
geleceği söylentisi çıktı ve bu müslümanlara ağır geldi de Allah Tealâ bu âyetleri indirdi.
Ancak Kürz, kendisine müşriklerin bozguna uğradıkları haberi geldiği için onların imdadına
gelmedi, müslümanlara da beşbin melekle imdada gerek kalmadı.”360


354 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, Hisar Yayınevi: 2/348-349.
355 Buhârî, Megâzî, 18; Tefsîru’l-Kur’ân, 3/8; Suyûtî, Lubâbu’n-Nukûl, 1/81; İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
356 Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 2/306.
357 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
358 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
359 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
360 İbn Cerîr et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/50; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/151.
2- İbn Abbâs’tan rivayet ediliyor ki “Bedr Gazvesi günü Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) kalktı ve:
“Ey Allahım, ey Rabbımız! Bana kitabı indirdin ve bana savaşı emredip bana zafer va’dettin.
Elbette sen va’dinden dönmezsin.” diye dua etmeye başladı da Cibril ona geldi ve Allah Tealâ
bu âyetleri indirdi.”361

3- Müfessirler, bu va’adin Bedir gününde mi, yoksa Uhud gününde mi meydana geldiği
hususunda ihtilâf etmişlerdir.
a- Müfessirlerin çoğuna göre bu va’adin tahakkuk ettiği gün, Bedir günüdür.
Allah Teâlâ, şöyle buyurmuştur:
“Andolsun ki siz daha zayıf olduğunuz halde, Allah size Bedir’de kati bir zafer verdi.”362
“O vakit sen mü’minlere, .., diyordun” 363

Bu ifâdelerin zahiri, Allahu Teâlâ’nın onlara, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mü’minlere bu sözü
söylediğinde yardım etmiş olmasını gerektirir ki bu da, Hz. Peygamber’in bu sözü Bedir
gününde söylemiş olmasını gerektirir.
b- İbn Abbas, Kelbî, Vahidî, Mukâtil ve Muhammed İbn İshâk’a göre bu va’adin tahakkuk
ettiği gün, Uhud günüdür.
Vakıdî’nin Mücâhid’den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir:
“Uhud günü melekler geldiler, ama savaşmadılar. Hz. Peygamber (s.a.v.) sancağı Mus’ab İbn
Umeyr’e verdi, Mus’ab şehid edilince onu, Mus’ab’ın suretinde olan bir melek aldı, bunun
üzerine Hz. Peygamber:
“İleri geç, ya Mus’ab” dedi, bunun üzerine melek:
“Ben Mus’ab değilim!” cevabını verdi, böylece Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun, kendisine
yardım eden bir melek olduğunu anladı.
Sa’d İbn Ebî Vakkas (r a.)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“O gün ben ok atıyordum; attığım oku bana, beyaz ve güzel yüzlü bir adam geri getiriyordu.
Ben, onun kim olduğunu bilmiyordum. Bunun üzerine ben onun bir melek olduğunu
zannettim, (anladım)” 364
4- Genel değerlendirme:
Taberi diyor ki:
“Bu konuda şöyle denilmesi daha isabetlidir: “Allah teala bu âyetlerde, Peygamberine
emretmiştir ki, o, müminlere desin ki: “Rabbinizin sizi üç bin melekle desteklemesi size
yetmez mi? Şayet sabreder ve Allah’tan korkarsanız, Allah sizi beş bin melekle desteklemiş
olacaktır.”
Taberi devamla diyor ki:
“Âyetlerin bu ifadelerinde müminlerin üç bin veya beş bin melekle desteklenip
desteklenmediklerini ortaya koyan bir delil yoktur. İhtimaldir ki bir kısım ravilerin izah
ettikleri gibi, Allah, müminleri, meleklerle fiilen desteklemiştir. Yine muhtemeldir ki başka
bir kısım ravilerin zikrettikleri gibi Allah müminleri meleklerle fiilen desteklememiştir.
Müminlerin üç veya beş bin melekle desteklendiğini beyan eden sahih bir haber sabit değildir.
Bu bakımdan bu konuda delilsiz konuşmak caiz olmadığından iki görüşten birini kabul etmek
mümkün değildir. Buna mukabil, Allah tealanın müminleri Bedir savaşında bin melekle
desteklendiği şu âyet-i kerimede sabittir. “Hani bir zaman rabbinizden yardım dilemiştiniz de,
o, “Ben size peşpeşe bin melekle yadım edeceğim.” diye dileğinizi kabul etmişti.” 365
Uhud savaşma gelince onda müminlerin, melekler tarafından desteklendiğini söylemektense
desteklenmediğini söylemek daha evladır. Zira melekler tarafından desteklenmiş olsalardı
kesin bir galibiyet elde ederlerdi.366

361 İbn Cerîr et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 9/127.
362 Âl-i İmran: 3/123.
363 Âl-i İmran: 3/124.
364 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
365 Enfal: 8/9
366 İbn Cerîr et-Taberî, Camiu’l-Beyan.
127. Böylece Allah, kâfirlerden bir bölümünün kökünü kessin veya onları rüsvay etsin de
ümitsiz olarak geri dönsünler.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Süddi, bu âyeti Bedir savaşına değil Uhud savaşına yorumlamış ve âyetin, orada öldürülen
on sekiz müşrik’e işaret ettiğini söylemiştir. 367
128. İşden hiç bir şey sana ait değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları,
kendileri zâlimler oldukları için azâblandırır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Enes b. Malik, Hasan-ı Basri, Katade, Rebi’ b. Enes, Miksem ve Abdullah b. Abbas’tan
nakledilen bir görüşe göre bu âyet-i kerime, Rasulullah’ın Uhud savaşında yüzünün
yaralanması ve dişinin kırılması sebebiyle, müşriklerin iman edeceklerinden ümit keserek
söylediği sözler üzerine nazil olmuştur.368
a- Ebû Bekr Ahmed b. Muhammed et-Temimî, Abdullah b. Muhammed b. Cafer’den, o
Abdurrahman b. Muhammed er-Razi’den, o Sehl b. Osman el-Askerî’den, o Abide b.
Humeyd’den, o Humeyd-i Tavil’den, o da Enes b. Malik’ten şöyle dediğini bize haber verdi:
“Uhud Günü Rasulullah (s.a.v.)’ın rabaiyye (sağ alt ön kısmın az yanına düşen) dişi kırılmış,
yüzü de kanamıştı. Kan, yüzünden aşağı akmağa başlamıştı. O ise şöyle diyordu:
“Kendilerini Rablerine davet edip dururken Peygamberleri’nin yüzünü kana boyayan bir
kavim nasıl felah bulur?” Bu sebeple Allah Teala bu âyeti indirdi.”369
b- Ebû Bekr Muhammed b, İbrahim el-Farisi, Muhammed b. İsa b. Amraveyh’ten, o İbrahim
b. Muhammed’den, o Müslim b. Haccac’dan, o el-Ka’nebî’den, o Hammad b. Seleme’den, o
Sabit’ten, o da Enes’ten bize şu rivayette bulundu:
“Rasulullah (s.a.v.)’ın ön yan dişi Uhud Günü kırılmış, başı yarılmış ve başından kan akmağa
başlamıştı, O ise diyordu ki:
“Kendilerini Rableri’ne davet edip dururken, Peygamberleri’nin başını yaran, dişini kıran, bir
kavim nasıl felah bulur?” Bunun üzerine güçlü ve yüce olan Allah bu âyeti indirdi.”370
c- Utbe İbn Ebî Vakkas, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in başını yardı ve dişini kırdı. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.)’in yüzünden kanlar akmaya başladı. Ebu Huzeyfe’nin kölesi Salim (r.a.)
ise, bir taraftan Hz. Peygamber’in yüzündeki kanları yıkarken, bir taraftan da,
“Kendilerini yaratıcılarına inanmaya çağıran Peygamberlerinin yüzünü kanlara boyayan bir
kavim nasıl iflah olur!” diyordu. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) o kâfirlere beddua etmek
isteyince, bu âyet nazil oldu.371
d- Katâde’den gelen rivayette Ebu Huzeyfe’nin kölesi Salim (bir rivayette de Hz. Ali),
Efendimiz (s.a.v.)’in yüzündeki kanları silerken O’nun böyle söylediği; yine ondan gelen bir
rivayette Efendimiz (s.a.v.)’in kaşının açıldığı ve yüzüne kan aktığı, aldığı darbenin
şiddetinden üzerinde iki zırh olduğu halde yere düştüğü; Rebi ibn Enes’ten gelen bir rivayette
de bu âyetin orada (Uhud’da) nazil olduğu ve kendisine bu muameleyi reva görenlere beddua
etmek istediğini ve fakat bu âyetin nüzulü ile beddua etmediği; Miksem rivayetinde
Efendimiz (s.a.v.)’e vurarak ön yan dişinin kırılmasına sebep olanın Utbe ibn Ebî Vakkâs
olduğu ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ona “Allahım üzerinden bir yıl geçmesin, kâfir olarak
ölsün.” bedduası üzerine bir yıl bile yaşamadan kâfir olarak öldüğü ayrıntılarına yer

367 İbn Cerîr et-Taberî, Camiu’l-Beyan.
368 İbn Cerîr et-Taberî, Camiu’l-Beyan.
369 Sahih hadistir. Müslim; Ahmed; Tirmizi, Tefsîru’l-Kur’ân: 3002, 3003, İbn Cerir et-Taberî: 4/57; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed elVahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 99; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/152.
370 Müslim: K. Cihad ve’s-Siyer 104/1791 s. 1417; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 99;
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 1/427.
371 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/217.
verilmektedir.372
e- Bir rivayete göre Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Uhud Gazvesi günü şehid olan amcası Hamza ibn
Abdulmuttalib’in ölüsünün bazı organları kesilmiş ve işkence yapılmış olduğunu görünce:
“Onlardan otuzuna ben de mutlaka işkence yapacağım.” demiş de bu âyet-i kerime nazil
olmuştur.373

2- Abdullah b. Ömer, Ebu Hureyre ve Ebubekir b. Abdurrahman’a göre ise bu âyetin nüzul
sebebi, Rasulullah’ın bir kısım insanlar aleyhine bedduada bulunmasıdır.
a- Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak Uhud’daki bu yaralanması hadisesi dışında bir de
Efendimiz (s.a.v.)’in bazı müşriklere bedduası ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bu âyet-i kerime
ile bedduadan men’edildiği de rivayet edilmektedir. Şöyle ki: Salim’in babasından rivayetine
göre O Allah’ın Rasûlü (s.a.v.)’nü sabah namazının son rek’atinin rükûundan doğrulduğunda
“Semiallahu limen hamideh Rabbena ve lekelhamd” dedikten sonra “Allah’ım filâna, filâna ve
filâna lanet et.” derken işitmiş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyetini indirmiştir.374

Salim ibn Abdullah rivayetinde ise Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Safvân ibn Umeyye, Süheyl ibn
Amr ve el-Hâris ibn Hişâm’a beddua etmesi üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu
belirtilmektedir.375

b- Salim İbn Abdullah’ın babası İbn Ömer (r.a.)’den rivayet ettiğine göre, Hz. Muhammed
(s.a.v.), müşrik topluluklara lanet ederek şöyle demiştir:
“Allah’ım Ebu Süfyan’a lanet et; Haris İbn Hişam’a lanet et; Safvan İbn Ümeyye’ye lanet et!”
İşte bunun üzerine, o âyet nazil olmuştur.
Âyetteki “(Allah) ister onların tevbesini kabul eder” buyruğunun de gösterdiği gibi, Cenâb-ı
Hak bu kimselerin tevbesini kabul etmiş ve bunlar çok güzel müslümanlar olmuşlardır. 376
c- Muhammed b. Abdirrahman el-Gazi, Ebû Amr b. Hamdan’dan, o Ahmed b. Ali b. elMüsenna’dan, o İshak b. Ebî İsrail’den, o Abdu’1-Aziz b. Muhammed’den, o Ma’mer’den, o
Zührî’den, o Salim’den, o da babasından şunu dediğini bize haber verdi:
“Rasulullah (s.a.v.) sabah namazında, münafıklardan falan falan bir gruba lanet okumuştu da
Allah Teala bu âyeti indirdi.”377
Buharî bu hadisi Hayyan, İbn Mübarek, Ma’mer yoluyla Müslim de Sabit ve Enes yoluyla
rivayet etmiştir.378
d- Ebû İshak es-Sealibi, Abdullah b. Hamid el-Vezzan’dan, o Ebû Hamid b. eş-Şarkî’den, o
Muhammed b. Yahya’dan, o Abdurrezzak’tan, o Ma’mer’den, o Zührî’den, o Salim’den, o da
babasından Rasulullah’ın sabah namazında başını rukûdan kaldırdığı vakit şu duada
bulunduğunu işitmiş olduğunu bize haber verdi:
“Rabbimiz, bütün övgüler sana mahsustur. Falan ve falan kimselere lanet et.” Rasulullah
(s.a.v.) münafıklardan bir gruba bu şekilde beddua etti de nihayet Aziz ve Celil olan Allah bu
âyeti indirdi.”379
Bu hadisi Buharî, Zührî, Said b. el-Müseyyeb yoluyla rivayet etmiştir. Onun oradaki hadisi
sevk edişi şundan daha güzeldir:380
e- Kadı Ebû Bekr Ahmed b. Hasan, Ebu’l-Abbas Yunus b. Yezid’den, o İbn Şihab(Zührî)’dan,
o Said b. el-Müseyyeb ve Ebû Seleme b. Abdirrahman’dan, bu ikisi de Ebû Hureyre’den şöyle
dediğini bize haber verdi:
“Rasulullah (s.a.v.) sabah namazında okumayı bitirdikten sonra tekbir alarak başını
kaldırınca;

372 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/57-58.
373 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/217.
374 Buhân, Megâzî, 21; Tefsîru’i-Kur’ân, 3/9.
375 Buhari, Meğâzî, 21.
376 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/217.
377 Buhari; Meğazi: 21 (4069), Tefsir 4559, İ’tisam: 7346, Nesai; Salat: 2/203.
378 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 99.
379 Müslim; Mescidler ile Namaz: 294/675 s. 466.
380 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 99-100.
“Semiallahu Iimen hamideh. Rabbena velekelhamd” der, sonra da ayakta iken şöyle dua
ederdi:
“Allah’ım Velid b. Velid’i, Selem b. Hişam’ı, Ayyaş b. Ebî Rebia’yı ve arkası olmayan zayıf
mü’minleri kurtar. Allah’ım, Mudar soyunun ekinlerini kurut, onlara Yusuf’un kıtlık seneleri
gibi seneleri musallat et. Allah’ım, Lihyan, Ri’l, Zekvan ve Allah’la, Rasulü’ne asi olan Useyye
Kabileleri’ne lanet et?” Sonra bize gelen habere göre bu âyet inince Rasulullah (s.a.v.) bu
bedduayı terk etti.”381
Buharî bu hadisi, Musa b. İsmail, İbrahim b. Sa’d, Zührî yoluyla rivayet etmiştir.382
Müslim’de Ebu Hureyre’den gelen ikinci bir rivayet’te Hz. Peygamber’in bedduası Mudar üzerine tahsis edilmiş olup diğer kabilelerden bahsedilmemektedir.383

f- Aslında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Bi’ru Maûne vak’ası üzerine Lihyân, Ri’l, Zekvân ve
Usayye’ye laneti bahs-i diğerdir ve Mudar’a Allah’ın baskınını dileyen, zayıf mü’minlerin
kurtarılmasını isteyen duası bundan ayrıdır. Zaten Razi de bu âyet-i kerimenin Bi’ru Maûne
vak’ası üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.)’in 30 veya 40 gün süren lanetini yasaklamak üzere
inmiş olduğunu belirten Mukatil kavlini değil Uhud Gazvesinde kavmi Kureyş hakkındaki
bedduası üzerine nazil olduğunu ifade eden rivayetleri tercih etmiştir.384

g- Müslim’deki bir rivayet bu hususa biraz daha açıklık getirmektedir. Enes ibn Mâlik’ten
gelen bu rivayet sırf Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Bi’ru Maûne’de şehid edilen 40 (bir rivayette
70) kurrânın katillerine 30 gün sabah namazında kunût’unda lanet ettiğine tahsis edilmiş olup
bu hususta “Kavmimize bizden iletin ki biz Rabbımıza kavuştuk; O bizden razı oldu, biz de
O’ndan razı olduk…” şeklinde Kur’ân’dan âyetler nazil olduğu, bu âyetlerin bir süre okunduktan sonra nesholunduğu da belirtilmektedir.385
h- İbn Ömer (r.a.) dedi ki:
“Ben Rasûlullah’ı dinledim. Rasûlullah buyurdu ki:
“Allah’ım falana lanet et. Allah’ım Haris İbni Hişâm’a lanet et. Allah’ım, Sehl İbni Amr’a lanet
et. Allah’ım, Saffan İbni Ümeyye’ye lanet et.” Bu âyet indi. Onların hepsi üzerine tövbe
edildi.”
Buhârî, bunun benzerini Ebu Hureyre’den rivayet etti. 386
i- İbn Ömer’den rivayete göre Efendimiz (s.a.v.)’in Uhud günü beddua ettikleri “Ebu Süfyân,
el-Hâris ibn Hişâm ve Safvân ibn Umeyye”dir ve daha sonra üçünün de tevbesini Allah Tealâ
kabul buyurmuş, İslâm’a girmişler, hem de iyi müslümanlar olmuşlardır.387

j- İbn Ömer’den gelen bir rivayette de (Uhud günü) Efendimiz (s.a.v.)’in dört kişiye beddua
ettiği söylenirken isimleri zikredilmemekte, dördüne de daha sonra Allah’ın hidayet nasib
ettiği kaydedilmektedir.388

k- İbn Ömer’den rivayetle zikredilen bir haberde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beddua ettiği dört
isim: “Ebu Sufyân, el-Hâris ibn Hişâm, Süheyl ibn Amr ve Safvân ibn Umeyye” olarak
sayılmaktadır ki herhalde Suyûtî, rivayetleri birleştirerek tek rivayet olarak vermiş
olmalıdır.389
l- Kaffâl (r.h.) şöyle demiştir:
“Bütün bunlar Uhud savaşında olmuştur. Binaenaleyh âyet, hepsi hakkında birden nazil olmuş

381 Buhari; Tefsir: 4560, Müslim, Mesâcid, 294; Taberî, 4/58; Beyhaki; Sünen: 2/197, Humeydi: 939. Bunlarınn hepsi Zührî yoluyla rivayet
etmişlerdir. Hafız (İbn Hacer) bu haber hakkında: “Bu haber sahih olamaz, zira Ri’l ve Zekvan Kabileleri kıssası, Uhud’dan sonra olmuştur.
Bu ayetin nüzulü ise Uhud kıssası hakkındadır. O halde sebebi nüzul, nüzûldan sonraya nasıl kalır?” diyerek endişe ediyor.
Bu ve benzeri beddualar, Rasulullah (s.a.v.)’in sabah namazında ikinci rekatta, rukudan kalkınca okumuş oldukları kunut duası
cümlesindendir. Bu kunut, Hanefîler’e göre mensûh, Şafîiler’e göre ise mesnûndur.
382 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 100.
383 Muslîm, Mesâcid, 295.
384 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/220.
385 Müslim, Mesâcid, 297. Müslim’de Kitâbu’l-Mesâcid’in 294-308 arasındaki hadis-i şerifleri Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, kavmi Kureyş
(Mudar) ve Bi’ru Maûne vak’asına katılan katiller hakkındaki bedduasını anlatan farklı rivayetlerden ibarettir
386 Buhari, Ahmed; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/152-153.
387 Tirmizî, Tefsîru’I-Kur’ân, 3/12, hadis no: 3004; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/58.
388 Tirmizî, Tefsînrı-Kur’ân, 3/13, hadis no: 3005.
389 Buhârî; Tirmizî; Neseî; İbn Cerîr; Beyhakî, Delâilu’n-Nubuvve; Suyûtî, ed-Durru’1-Mensûr, 2/312.
olup, bütün ihtimallere hamletmek imkansız değildir.” 390

3- Mukatil’e göre Bi’r-i Maune hakkında inmiştir.
Mukâtil’e göre “Âyet-i kerime başka bir hâdise hakkında nazil olmuştur, o da şudur: Hz.
Peygamber (s.a.v.), ashabının seçkinlerinden bir topluluğu, Kur’an öğretmeleri için Bi’r-i
Ma’ûne halkına göndermişti. Âmir İbn Tufeyl, askerleriyle birlikte onların üzerine gitti ve
onları yakalayıp öldürdü. Hz. Peygamber (s.a.v.) buna çok üzüldü ve kâfirlere kırk gün
beddua etti. İşte âyet, bunun üzerine nazil olmuştur.”
Bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü ekseri âlimler, bu âyet-i kerimenin Uhud kıssası hakkında
olduğunda ittifak etmişlerdir. Sözün gelişi de buna delâlet eder. Burada sözün başı ve sonuyla
ilgisi olmayan bir kıssa anlatmak uygun değildir. 391
4- İbn Abbas’a göre okçular hakkında inmiştir.
a- İbn Abbas (r.a)’a göre bu âyet, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emrine muhaletet eden ve
mevzilerini terkeden müslüman okçulara lanet etmek istemesi sebebiyle nazil olmuştur.
Böylece Hak Teâlâ, onu bundan menetmiştir.392
b- Hz. Peygamber (s.a.v.), emrine muhalefet eden, bozguna sebep olan ve kendilerine beddua
ettiği müslümanlar için istiğfar dilemek istedi de bu âyet nazil oldu. 393
5- Kureyş’ten biri hakkında inmiştir.
a- Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebindeki rivayetlerin en garibi Suyûtî tarafından zikrediliyor.
Abdullah ibn Ömer’den:
“Kureyş’den bir adam Allah’ın Rasûlü (s.a.v.)’ne geldi ve:
“Sen sövmeyi yasaklıyorsun, değil mi?” dedi, sonra döndü, ensesini Hz. Peygamber (s.a.v.)’e
çevirdi, kıçını açtı, ona lanet etti ve beddua etti. Bunun üzerine Allah Tealâ bu âyeti indirdi.
Bu adam daha sonra İslâm’a geldi ve iyi bir müslüman oldu.” 394
6- Genel değerlendirme:
a- Hafız İbni Hacer der ki:
“Bu iki hadis arasını birleştirmenin yolu: Aleyhisselâm, Uhud günü kendisine olan mezkûr
şeyden sonra namazında, mezkûr kişiler aleyhinde dua etti. Ayet bu iki emir hakkında
kendisine olan şey ile duada kendisinden neşet eden şey hakkında beraberce indi.”
b- Suyuti der ki:
Müslim’de geçen Ebu Hureyre hadisi müşkildir. Çünkü Hadisi şerifte anlatıldığına göre
Aleyhisselâm, Sabah namazında:
“Allah’ım Ri’l, Zekvân ve Asıyye’ye lanet et,” buyurdu. Allahü Teâlâ, Aleyhisselâm’a Al-i
İmran: 3/128 ayetini indirdi.
Zorluğun vechi: Âyet Uhut kıssası hakkında indi. Ri’l ve Zekvân kıssası bundan sonradır.
Sonra benim için zahir oldu ki burada idrac (birinin diğerinden üstün olması) var, Çünkü
‘hatta enzelellahü’ sözü Zühri’nin rivayetinden ona ulaştıran üzerine munkatîdir. Bunu Müslim
açıkladı. Bu ulaşma benim zikrettiğim şey için sahih olmaz, dedi.
Şöyle söylemek te ihtimal dahilindedir. Onların kıssaları Uhud’un akabinde idi. Âyetin
nüzulü, sebebinden biraz teahhür etti, sonra bunların hepsi için indi. 395
c- Bu âyet-i kerime, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Uhud savaşında başına gelenlerden ve yukarıda
adı geçen şahıslara beddua etmesinden sonra nazil olmuştur. Böylece her iki olay da âyetin
nüzulüne sebeb teşkil etmiş olmaktadır.396
130. Ey iman edenler, faizi kat kat artırılmış olarak yemeyin. Allah’tan takva üzere olun ki

390 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/220.
391 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/220.
392 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/220.
393 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/220.
394 Buhârî, Tarih; İbn İshak; Suyûtî, Lubâbu’n-Nukûl, 1/83.
Suyûtî, bu haberin mürsel ve ğarîb olduğunu kaydediyor.
395 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/153.
396 Abdulfettah el-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 96.
felaha eresiniz.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Mücâhid’den (r.a.) rivayet ediliyor:
“İnsanlar veresiye satarlar, zamanı gelince onlar paraya, alacaklılar da zamana ziyâde
ederlerdi, “Yoksa insanlar Allah’ın onlara fadlından verdiklerine hased ediyorlar. Muhakkak
ki Allah İbrahim ailesine Kitap, hikmet verdi. Ve onlara büyük bir mülk verdi” âyeti indi.” 397
2- Atâ’dan rivayet ediliyor:
“Sakîf kabilesi, câhiliye devrinde Muğîra oğullarına borç verir, borcun ödenme zamanı
gelince de “eğer ödeyemiyorsanız zararı yok, isterseniz ödeyeceğinizi artırarak gelecek sene
ödeyin.” derlerdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.”398

3- Ata’dan rivayet olunmuştur. O der ki:
“Arablar veresiye alışveriş yapıyorlardı. Borcun vakti geldiğinde, -ödenmediği takdirdealacaklılar borcun miktarını artırır, müddeti de uzatırlardı. Cahiliyye devrinde Sakif oğulları
kabilesi, Nadir oğulları kabilesine borç verirdi. Borcun vakti gelince, Nadir oğulları:
“Biz size faiz vereceğiz, siz de borcumuzu erteleyceksiniz.” derledi. Bunun üzerine bu âyet-i
kerime nazil oldu.”399
4- Câhiliyye döneminde bir kimsenin bir başkası üzerinde, belirli bir zamana kadar yüz
dirhem alacağı olduğunda, borcun ödenme zamanı gelip de, borçlu kimse o borcu
ödeyemediğinde alacaklı olan kimse, “Benim için, sen malı artır; ben de sana ödeme
mühletini uzatayım” derdi. Çoğu kez, bu yüz dirhemi ikiye katlayarak, iki yüz dirhem
yapardı. Daha sonra, bu ikinci ödeme zamanı gelince, aynı şeyi yapardı. Bu iş, pekçok kereler
yapılırdı. Böylece alacaklı olan kimse, o yüz dirheme mukabil, onun kat kat fazlasını alırdı.
İşte, “Kat kat” tabirinden murat budur. 400

132. Allah’a ve Peygamber’e itâat edin. Umulurki, merhamet edilirsiniz.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Muhammed İbn İshâk İbn Yesâr, bu âyetin, Hz. Peygamber (s.a.v.) Uhud günü
müslümanlara emirlerini verdiği zaman, ona isyan eden kimselere bir itâb olarak indiğini
söylemiştir.401
133. Rabbınızın mağfiretine ve müttakîler için hazırlanmış, eni göklerle yer kadar olan
cennete koşuşun.
134. O müttakîler ki bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yutarlar, insanlardan af ile
geçerler. Allah muhsinleri sever.
135. Ve çirkin bir günah işledikleri yahut kendilerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlıyarak
hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlar. Bir
de onlar işledikleri üzerinde bile bile ısrar etmezler.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Ata’nın rivayetinde İbn Abbas dedi ki:
“Bu âyet hurma satıcısı olan Nebhân hakkında nazil oldu. Ona, kendisinden hurma satın
almak üzere güzel bir kadın geldi. Kadını kendisine doğru çekip onu öptü, sonra da bu
yaptığına pişman oldu. Derhal Peygamber (s.a.v.)’e gelip durumu kendisine arzetti, İşte bu

397 Firyâbî; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/154.
398 İbn Cerir et-Taberî: 4/59; Firyâbî; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/154.
399 İbn Cerir et-Taberî: 4/59; Abdulfettah El- Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 97.
400 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
401 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
sebeple bu âyet nazil oldu.”402
2- Mukâtil’in Dahhâk’ten, onun da İbn Abbâs’tan rivayetine göre o şöyle anlatmış:
“Bir hurma tüccarı olan Ebu Mukbil Nebhân et-Temmâr’a, hurma satın almak üzere güzel bir
kadın gelmişti. Kadının kalçasına vurdu (şimdiki ifadeyle kadına cinsel tacizde bulundu).
Meğer kadın gazvede olan bir müslüman kardeşinin hanımı imiş. Kadın:
“Kardeşinin gazveye çıkarken arkasında bıraktığı emanetini muhafaza etmedin, muradına da
ermedin.” deyince elleri yanına düşüverdi, pişman oldu ve Allah’ın Rasûlü (s.a.v.)’ne gelerek
yaptığını O’na bildirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Bir gazinin hanımına dokunmaktan sakın!” buyurdu. Nebhân ağlıyarak oradan ayrıldı; üç
gün gündüzleri oruçlu, geceleri ibadet ve tevbe ile geçirdi. Dördüncü gün Allah Tealâ: “Ve
çirkin bir günah işledikleri, yahut kendilerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlıyarak hemen
günahlarının bağışlanmasını isterler…” âyet-i kerimesini indirdi. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) ona
haber göndererek hakkında nazil olan âyet-i kerimeyi kendisine bildirdi. Allah’a hamdedip
şükrettikten sonra:
“Ey Allah’ın elçisi, bu, tevbemin kabulü, peki şükrümün kabulü için ne yapmalıyım?” diye
sordu. Bunun üzerine de “Günün iki ucunda namaz kıl…”403 âyet-i kerimesi nazil oldu.”404

Bu Hûd: 11/114 âyetinin başka bir sahâbînin benzer bir davranışı sebebiyle nazil olduğu da
nakledilir ki yerinde anlatılacaktır.
3- İbn Abbas, Kelbî’nin rivayetinde dedi ki:
“Ensar ve Sakafî Kabilesi’nden iki kişi arasında Rasulullah (s.a.v.) kardeşlik kurmuştu. Bunlar
artık birbirlerinden ayrılmaz olmuşlardı. Derken, Rasulullah (s.a.v.) gazalarından birine
çıkmıştı. Sakafî Kabilesine mensub olan zat da kendisiyle beraber bu sefere çıkmış, Ensarî
olan ise ailesi ve haceti sebebiyle geride kalıp yola çıkmamıştı. O, Sakafî arkadaşının ailesini
görüp gözetiyordu. Derken bir gün Ensarî olan zat geldi de, arkadaşının karısını yıkanmış ve
saçları dağınık bir vaziyette gördü. Kadın, anında Ensarî’nin gönlüne düştü. Ensarî, derhal
içeri girdi ve izin talebinde bulunmayarak tâ kadının yanına kadar vardı. Onu öpmek için gitti.
Kadın da korunmak için avucunu yüzüne koydu. Adam da kadının elinin arka yüzünü öptü.
Sonra pişman olup utandı ve derhal geriye döndü. Kadın da dedi ki:
“Subhanallah, şaşılacak şey. Sen, emanete hainlik ettin. Rabbine asi oldun, üstelik ihtiyacına
da nail olamadın.” Adam da yaptığına o an pişman oldu ve çıkıp dağlarda dolaşmağa,
günahından dolayı Allah Teala’ya tevbe etmeye başladı.
Nihayet Sakafî zat çıkıp geldi. Ailesi de Ensarî’nin yaptığını kendisine haber verdi. O da
hemen onu aramak için çıktı. Nihayet onun izini buldu. Ona, secde halinde:
“Ey Rabbim, günahım var, günahım var, bağışla beni. Din kardeşime hainlik ettim” derken
rastladı. Sakafî ona:
“Ey falan kişi, kalk da Rasulullah (s.a.v.)’a git ve O’na günahından sual et. Belki Allah senin
için bir çıkış kapısı ve tevbe kılar” dedi ve o da müteakiben kendisiyle beraber gelip, nihayet
Medine’ye döndü. Bir gün ikindi namazı esnasında idi ki Cebrail (a.s.) Ensarî’nin tevbesini
ihtiva eden âyeti indirdi. Rasulullah (s.a.v.) da bu âyeti: “Amel edenlerin ücreti ne güzeldir.”
kısmına kadar okudu. Bunun üzerine Ömer (r.a.):
“Ey Allah’ın Rasulü, bu âyet bu adama mı mahsus yoksa bütün insanlara mı?” diye sordu.
Rasulullah (s.a.v.) da:
“Hayır, tevbe etme hususunda bütün insanlara mahsustur” buyurdu.”405
4- İbn Abbas (r.a.) şunu rivayet etmiştir:
“Bu âyet, birisi ensardan, birisi de Sakif kabilesinden olan iki adam hakkında nazil olmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.), bu iki müslümanı birbirlerine kardeş kılmıştı ve bunlar hiç birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Sakîf’li olan, kur’a neticesinde Hz. Peygamber (s.a.v.) ile bir

402 Senedsizdir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 100.
403 Hûd: 11/114.
404 İbnu’l-Esîr, Usdu’l-Gâbe, 5/301.
405 Kelbi zayıftır. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 100-101; Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 4/59-60.
sefere gitti. Aralarında anlaşma olduğu için ensardan olan, onun ailesine bakmayı üzerine aldı
ve bunu yerine getirdi. Sonra onu, hanımını öpmeye yeltendi. Kadıncağız ellerini yüzüne
kapadı. Bunun üzerine adam pişman oldu. Sakîf’li olan Hz. Peygamber (s.a.s) ile seferden
dönünce, ensarlı olanı göremedi. Ensarlı, tevbe etmek için başını alıp dağlara gitmişti. Hz.
Peygamber (s.a.v.) durumu öğrenince, bu âyet nazil oluncaya kadar bekledi, hiç birşey
söylemedi.”406
5- Bana icazet yoluyla Ebû Amr Muhammed b. Abdu’1-Aziz el-Mervezî, Muhammed b.
Hüseyn el-Haddadî’den, o Muhammed b. Yahya’dan, o İshak b. İbrahim’den, o Ravh’tan. o
Muhammed’den, o babasından, o da Ata’dan şu rivayette bulundu:
“Müslümanlar, Peygamber’e dediler ki:
“İsrail Oğulları Allah katında bizden daha mı değerlidirler ki onlardan biri günah işlediği
zaman: “Kulağını kes, burnunu kes, şöyle şöyle yap” diye günahının keffareti, kapısının
eşiğinde sabahleyin yazılı bulunurdu?” Peygamber (s.a.v.) sükût buyurdu da bu âyet nazil
oldu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
“Bana bakın, size bundan daha hayırlısını haber vereyim mi?” buyurdu ve müteakiben bu
âyetleri okudu.”407
6- İbn Mes’ûd (r.a.) da şöyle demiştir:
“Mü’minler Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, “İsrâiloğulları Allah katında bizden daha kıymetli.
Çünkü onlardan biri bir günah işlediğinde, günahının keffâreti, evinin eşiğine, (mesela),
“Burnunu kes, şöyle şöyle yap…” diye yazılması idi.” dediler. İşte bunun üzerine Hak Teâlâ,
bu âyeti indirip, böylece ümmet-i Muhammedin günahlarının keffâretinin tevbe olduğunu
bildirerek, onların İsrâiloğullarından daha şerefli olduğunu beyân buyurmuştur.”408

7- Ata b. Ebi Rebah ve Abdullah b. Mes’ud’a göre bu âyet-i kerime müslümanlara, günahların
affedilmesi hususunda İsrailoğullarına tanınan imkândan daha büyük bir imkânın tanındığını
beyan etmek için indirilmiştir. Zira İsrailoğulları günah işledikleri zaman, sabahleyin
kapılarına, işledikleri günah ve keffareti yazılırdı. İsrailoğulları, kendilerinden istenen
keffareti yerine getirerek günahlarını affettirme imkânına sahib oluyorlardı. Halbuki,
müslümanların, günahlarını affettirmeleri, sadece dilleriyle, rablerinden af dilemeleri şeklinde
olmaktadır. İşte âyet-i kerime, müslümanlara verilen bu özelliği beyan etmektedir.409
137. Sizden önce de Allah’ın nice kanunları gelip geçmiştir. Yeryüzünde dolaşın da
yalanlayanların hali nice olmuş bir görün.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Bu âyet-i kerime, Uhud savaşında müşriklere galip gelemeyen müslümanları teselli etmekte ve müşriklerin akibetlerinin kötü olacağını bildirmektedir.410
138. Bu Kur’ân insanlar için bir beyandır, müttakîler için de bir hidayet, bir öğüttür.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Saîd ibn Cübeyr’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Alu İmrân Sûresinden ilk nazil olan bu âyet-i kerimedir. Sonra geri kalanı Uhud günü nazil
olmuştur.”411

2- Saîd ibn Cübeyr’in “Geri kalanı Uhud’da nazil olmuştur.” demesi herhalde sûrenin bu âyet
dışında kalan tamamı olarak değil de Uhud ile ilgili olanları hakkında olmalıdır. Değilse

406 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 9/9.
407 Mürsel hadistir. İbn Cerir: 4/62, İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 101.
408 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 9/9.
409 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
410 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
411 İbn Ebî Şeybe, Kitâbu’l-Mesâhif; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 2/329.
meselâ Mübâhele âyeti ile buna konu olan âyetlerin Necrân Hey’etinin Medine’ye gelişi
üzerine nazil olduğu hakkındaki rivayetler açık ve meşhurdur.412

139. Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbas dedi ki:
“Uhud Günü’nde Rasulullah (s.a.v.)’ın Ashabı bozguna uğradı. Onlar bu haldeyken, Halid b.
Velid, müslümanların üzerine dağdan inerek, müşrik atlılarla geldi. Peygamber (s.a.v.)
buyurdu ki:
“Allah’ım, bize üstün gelmeyecekler, Allah’ım, senin sayende olması hariç bizim hiçbir
kuvvetimiz yoktur. Allah’ım, şu beldede, şu birkaç kişilik müslüman cemaattan başka sana
kimse ibadet etmeyecektir.” Bunun üzerine Allah Teala bu âyetleri indirdi.” Müslümanlardan
bir grup, ok atmak üzere tekrar toparlanıp geri döndüler ve dağa çıkıp, müşriklerin atlılarını
ok yağmuruna tuttular da nihayet onları bozguna uğrattılar. İşte Allah Teala’mn: “Siz daha
üstünsünüz” buyurduğu hal budur.”413
2- İbn-i Cüreyc diyor ki:
“Rasulullah’ın sahâbileri Uhud vadisinde yenilgiye uğradılar. Onlar birbirlerine:
“Filan ne yaptı, falan ne yaptı?” dediler. Birbirlerine ölenleri bildirdiler. Ve Rasulullah’ın
öldürüldüğünü de birbirlerine anlattılar. Bu sebeple büyük bir üzüntü içine düştüler. Onlar bu
haldeyken Halid b. Veîid, müşriklerin süvarileriyle birlikte Uhud dağının üstüne çıktı. Müslümanlar ise dağın eteğinde idiler. O sırada müslümanlar, Rasulullah’ın sağ olduğunu gördüler
ve çok sevindiler. Rasulullah, Allah’a dua ederek:
“Ey Allah’ım bizim senden başka hiçbir gücümüz yoktur. Bu beldede şu topluluk dışında sana
kulluk edecek hiçbir kimse de yoktur.” dedi. Bunun üzerine müslümanların okçularından bir
topluluk harekete geçip dağa çıktılar. Müşriklerin süvarilerine ok attılar. Böylece Allah onları
mağlup etti ve dağın üstüne müslümanlar çıkmış oldular. İşte ayet-i kerimenin “Eğer
inanıyorsanız en üstünsünüz” bölümü bu olaya işaret etmektedir.414
140. Eğer size (Uhud’da) bir yara isabet etti ise Bedir savaşında da kâfirler kavmine o kadar
bir yara isabet etmişti. O sevinçli ve kederli günleri, insanlar arasında evirip çeviririz. Bunu
Allah, iman edenler bilsin ve sizden şahitler edinsin diye yapar. Allah zalimleri sevmez.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Raşid b. Sa’d dedi ki:
“Uhud Günü, Rasulullah (s.a.v.) gönlü kırık ve mahzun olarak geri döndüğünde, bir kadın
dövünüp ağlayarak, öldürülmüş olan kocasını ve oğlunu yad etmeğe başladı. Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.): “Peygamberine böyle mi yapılır?” buyurdu da Allah Teala bu âyeti
indirdi.”415
2- İkrime’den, o şöyle anlatıyor:
“Uhud Gazvesi günü Medine-i Münevvere’ye savaşın gidişatı hakkında haber gecikince bazı
kadınlar belki bir haber alırız diye Medine dışına çıkmışlardı. Bir hayvan veya bir deve
üzerinde iki öldürülmüş adam gördüler. Ensar’dan bir kadın:
“Kim bunlar?” diye sordu,
“Filân, filândır” dediler ki ya kocası ile kardeşi, ya da kocasıyla oğlu imiş.
“Allah’ın Rasûlü ne yaptı?” diye sordu,

412 Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/169.
413 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan: 4/67, Suyuti; ed-Dürr: 2/78; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/466; el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’1-
Kur’ân, 4/140; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 101-102.
414 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan: 4/67.
415 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 102.
“O hayatta.” dediler,
“O hayatta olduktan sonra Allah’ın kullarından şehidler edinmesine aldırmam,” dedi de bunun
üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.”416

3- İbn Abbâs’tan rivayet ediliyor:
“Uhud günü müslümanlar yaralanmış olarak, yaralarıyla (Allah’ın onlara lûtfundan olarak
verdiği bir uyku ile) uyudular. İşte onlar hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.”417

4- İbn Abbâs’tan rivayet ediliyor:
“Uhud günü olanlar olup müslümanların başına gelenlerden sonra Rasûl-i Ekrem kalan ashabı
ile dağa sığınmışlardı. Aşağıdan Ebu Süfyân gelip
“Ey Muhammed, ey Muhammed, çıkmaz mısın, çıkmaz mısın? Savaş böyle sırayladır; bir gün
bize, bir gün size.” diye seslendi. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) ashabına:
“Ona cevap verin.” buyurdu
“Ama eşit değilsiniz; bizim ölülerimiz cennette diridirler, rızıklanıyorlar, sizinkiler
cehennemde azâb olunuyorlar.” dediler. Ebu Süfyân:
“Bizim Uzzâ’mız var, sizin ise Uzzâ’nız yok.” dedi. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
“Bizim Mevlâ’mız var, sizin ise Mevlâ’nız yok.” deyiniz.” buyurdu. Ebu Süfyân:
“Yücel ey Hübel!” dedi. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
“Allah en yücedir.” deyiniz.” buyurdu. Ebu Süfyân:
“Gelecek buluşma yerimiz Bedr es-Suğrâ olsun.” dedi ve işte bu âyet onlar hakkında nazil
oldu.”418
5- Rivayet edildiğine göre “Ebû Süfyan Uhud gününde hem dağa tırmanıyor, hem de
“Nerede İbn Ebî Kebşe (Hz. Peygamber); nerede İbn Ebî Kuhâfe (Hz. Ebu Bekir) ve nerede
İbnul-Hattâb (Hz. Ömer)?” diyordu. Bunun üzerine Hz. Ömer,
“Şu, Allah’ın Rasulü, şu Ebü Bekir; ben Ömer de işte!” dedi. Buna karşılık Ebû Süfyan,
“Gün, güne mukabildir. Günler, insanlar arasında dönüp dolaşır. Harb (de muzafferiyet),
nöbetleşedir” dedi. Buna mukabil, Hz. Ömer,
“Hayır, bunlar birbirine denk değildir. Bizim ölülerimiz cennette, sizinkiler ise
cehennemdedir” dedi. Ebû Süfyan da,
“Eğer durum sizin iddia ettiğiniz gibiyse, biz muhakkak ki umduğumuzu bulamadık ve
hüsrana uğradık demektir.” dedi.”419
143. Andolsun ki siz ölümle karşılaşmadan önce onu arzulamıştınız. İşte onu gerçekten
gördünüz de siz bakıyordunuz.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Mücahid, Katade, Rebi’ b. Enes. Hasan-ı Basri, Süddi ve İbn-i İshak’a göre bu âyet-i
kerime. Bedir savaşında bulunmayıp ta kâfirlerle savaşmak isteyen ve Uhud savaşına
katıldıklarında da istedikleri gibi savaşmayan müslümanlara işaret etmekte ve savaşta
bozguna uğrayanlara sitem etmektedir.420
2- Avfî yoluyla İbn Abbas’tan (r.a.) rivayet edildi:
“Sahabeden bazı erkekler:
“Keşke biz de Bedir ashabı gibi öldürülseydik. Bizim için de Bedir günü gibi bir gün olsaydı.
O gün müşriklerle savaşır, hayra ulaşır veya şehid olur Cenneti kazanır hayat ve rızka
ulaşırdık.” derlerdi. Allahü Teâlâ onlara Uhud’u nasib etti. Onlardan sâdece Allah’ın
diledikleri sözlerinde durabildiler. Allahü Teâlâ onlar hakkında bu âyeti indirdi.” 421


416 Alûsî, Rûhu’i-Maânî, 4/69; İbn Ebî Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/155.
417 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan: 4/68.
418 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan: 4/69; Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, 2/345.
419 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
420 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
421 İbn Ebî Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/156.
3- Rebî’den rivayet ediliyor:
“Mü’minlerden Bedr’de bulunmamış ve Bedr ehline Allah tarafından verilen üstünlükten
nasibini almamış olan bazıları bir savaş olsa da savaşsak (ve Bedr ehlinin kazandıklarını biz
de kazansak) diye temennide bulunuyorlardı. Uhud’a çıkılırken işte o temenni ettikleri savaş
onların önüne sürülüverdi de yola çıktılar. Daha onlar Uhud günü Medine’den ayrılmamışlar,
Medine’nin bir köşesindelerken Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.” 422

4- Hasen’den rivayete göre “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashabından bazıları “Hz. Peygamber’le
birlikte düşmanla karşılaşırsak şöyle yaparız, şöyle yaparız.” diyorlardı. Bu temenni
ettikleriyle imtihan edildiler. Vallahi onların hepsi bu imtihanda Allah’a verdikleri sözde sâdık
olamadılar da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.”423

5- Katade diyor ki:
“Müminler, müşriklerle karşı karşıya gelip savaşmayı istiyorlardı. Uhud savaşında düşmanla
karşılaşınca bozguna uğradılar. Bu sebeple kaçanlara sitem edildi ve sabredip direnenler
övüldü.”424
144. Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmişti. Ölür veya
öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah’a hiçbir zarar vermez. Allah
şükredenlerin mükâfatını verecektir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Müfessirler diyorlar ki:
“Müşrikler, Uhud savaşında Rasulullah’ın öldürüldüğüne dair yalan haberi yayınca
müminlerin kalbine bir gevşeme ve zafiyet inmişti. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu
ve gevşekliklerinden dolayı müminlere sitem etti.” 425
2- Atiyye el-Avfî dedi ki:
“Uhud Günü vuku bulunca müslümanlar hezimete uğramıştı. Bunun üzerine insanların bir
kısmı şöyle dediler:
“Muhammed gerçekten musibete düçâr oldu, o halde Kureyş müşrikleriyle anlaşın. Zira onlar,
ancak sizin aynı soydan gelen kardeşlerinizdir.” Bir kısmı da dedi ki:
“Şayet Muhammmed (s.a.v.) musibete uğradıysa, sizler kendisine kavuşacağınız âna kadar
Peygamberinizin yürüyüp gittiği yolda gitmeyecek misiniz?” Bunun üzerine Allah Teala Al-i
İmran: 3/144, 146, 148 âyetlerini indirdi.”426
3- Hz. Ömer’den rivayet olunmuştur. O der ki:
“Uhud günü Hz. Peygamber (s.a.v.)’den ayrı düşmüştük, dağa çıktım, yahudilerin
“Muhammed öldürüldü” dediklerini duydum. Kendi kendime
“Kimi, ‘Muhammed öldü’ derken duyacak olursam boynunu vuracağım!” dedim. Etrafıma bir
göz attım. Hz. Peygamber (s.a.v.)’i gördüm. İnsanlar yavaş yavaş yanına dönüyorlardı. Biri:
“Bilin ki Muhammed öldürüldü. Öyleyse tekrar eski dininize dönün.” diye bağırdı. Bunun
üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.”427
4- Rebi’ b. Enes’den (r.a.) rivayet edildi:
“Uhud günü, müslümanlardan birçok kişi yaralandı. Birçok kişi de Rasûlullah’ı yalnız bıraktı,
kaçtı. Bir kısmı:
“Muhammed öldürüldü.” dedi. Bir kısmı da:
“Eğer Nebî olsaydı öldürülmezdi.” dedi. Bir kısmı da:

422 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan: 4/71-72.
423 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan: 4/71-72.
424 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
425 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
426 Senedde ismi geçen Atiyye, hadisiyle hüccet getirilemeyeceğini İbn Hibban el-Mecruhun isimli eserinde zikretmiştir. (2/176). İnsanlar,
Ebu Said el-Hudri olduğu vehmine kapılsın diye Kelbi’ye Ebu Said künyesini taktığı da zikrolunmaktadır.
İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 102.
427 İbni Münzir; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/157.
“Nebinizin savaştığı şey üzerine savaş yapın. Allah size fetih nasip eder veya ona ulaşırsınız.”
dedi. Allahü Teâlâ, bu âyeti indirdi.” 428

5- Rebi’ b. Enes der ki: Bize anlatıldığına göre -en doğrusunu Allah bilir-
“Muhacirlerden birisi ensardan kana bulanmış halde olan birisine uğradı ve:
“Ey filân, Muhammed’in öldürüldüğünü hissettin mi?” diye sordu. Ensardan olan adam:
“Eğer Muhammed ölmüşse Allah’ın dinini tebliğ etmiştir. Siz de dininiz için savaşın.” dedi ve
Allah Tealâ da bu âyet-i kerimeyi indirdi.”429

6- Zührî’den (r.a.) rivayet edildi:
“Uhud günü Şeytan, “Muhammed öldürüldü”, diye bağırdı. Kâ’b İbni Mâlik:
“Ben, Rasûlullah’ı tanıyanların birincisiyim. Gözlerini miğferinin altından gördüm ve en
yüksek sesimle, ‘bu Allah’ın rasülüdür’ diye nida ettim.” dedi. Allahü Teâlâ, bu âyetini
indirdi.” 430
7- Müslümanlar bozulup açıldıklarında, “Muhammed öldürüldü.” nidası ile O’nun yanında
kalan çok az sayıda ashabı dışında bütün müslümanlâr dağıldıklarında Hz. Peygamber
(s.a.v.)’i görüp de ilk tanıyan Ka’b ibn Mâlik olmuş. O şöyle anlatıyor:
“Toz toprak içinde (veya miğferinin altından) parıldıyan gözlerinden tanıdım ve en yüksek
sesimle:
“Ey müslümanlâr topluluğu, müjdeler olsun bu Allah’ın Rasûlü.” diye bağırdım. Bana “sus”
diye işaret etti ve ashabından bazıları hemen O’nun çevresinde toplandılar, yerlerini aldılar.
Açılıp dağıldıkları için onları ayıplayınca:
“Ey Allah’ın Elçisi, babalarımız, çocuklarımız sana feda olsun. Bize senin öldürüldüğün
haberi geldi de kalblerimize bir korku girdi, arkamızı dönüp kaçtık.” dediler de Allah Tealâ bu
âyet-i kerimeyi indirdi.”431

8- Katade diyor ki:
“Bu âyet, Uhud savaşında yaralanan ve arkadaşları öldürülen müminlere işaret etmektedir.
Zira bunlar Rasulullah hakkında tartışmaya girişmişlerdir. Bir kısım insanlar,
“Eğer bu hak Peygamber olmuş olsaydı öldürülmezdi.” dediler. Sahabilerin ileri gelenleri ise,
“Sizler, Peygamberiniz Muhammed’in savaştığı gibi savaşın. Ta ki, Allah size fethi ihsan
etsin veya siz de Peygamberinize kavuşmuş olasınız.” dediler. İşte bunun üzerine bu âyet-i
celile nazil oldu.”432
9- İbn Cerir’in Suddî’den rivayetinde o şöyle anlatıyor:
“Rasulullah, Uhud gününde müşrikleri görünce, okçulara, müşriklerin süvarilerinin
karşısında, Uhud dağının altında mevzilenmelerini emretti ve onlara:
“Bizim onlara galip geldiğimizi görseniz dahi yerinizden ayrılmayın. Zira sizler, yerinizde
kaldığınız müddetçe bizim onlara galip gelmemiz devam eder.” dedi. Okçuların başına da,
Havvat b. Cübeyr’in kardeşi Abdullah b. Cübeyr’i emir tayin etti. Zübeyr b. el-Avvam ve
Mikdat b. el-Esved müşriklerin üzerine hamle yaparak onları hezimete uğrattılar. Rasulullah
ve diğer sahabileri de hamle yaparak Ebu Süfyan’ı mağlup ettiler. Müşriklerin süvarilerinin
başında bulunan Halid b. Velid, müşriklerin mağlubiyetini görünce ilerlemeye çalıştı. Fakat
müslümanların okçularının ok atmaları üzerine ilerleyemedi. Fakat müslüman okçular,
Rasulullah’ın ve sahabilerinin, müşriklerin ordusunun içinden ganimet topladıklarını görünce
bazıları,
“Biz buradan ayrılmayalım, Rasulullah’ın emrine karşı gelmeyelim.” dedilerse de çoğunluk
yerlerini terkedip ordunun içine gittiler. Halid b. Velid, okçuların ayrıldığını görünce atlılara
seslendi, hücuma geçtiler. Okçuları öldürdüler ve Rasulullah’ın diğer sahabilerine karşı hücuma geçtiler. Müşrikler de süvarilerinin savaştıklarını görünce onlar da savaşa giriştiler.

428 İbn Ebî Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/157-158.
429 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan, 4/73.
430 İbnu Rahuyeh-Müsned; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/158.
431 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 4/73.
432 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
Müslümanlara karşı yoğun bir saldırı başlattılar. Onların bir kısmını öldürerek mağlup ettiler.
Haris oğullarından “İbn-i Kamie” diye adlandırılan Abdullah gelip Rasulullah’a bir taş attı.
Onun ön dişlerinden birini ve burnunu kırdı. Yüzünü yaraladı. O anda Rasulullah’ın sahabileri
dağılıp çeşitli yerlere gitmişlerdi. Bazıları Medine’ye dönmüş bazıları da dağın yamacındaki
kayanın üzerine çıkmış bakıyorlardı. Rasulullah da müminleri kendisine çağırıyor ve:
“Ey Allah’ın kulları bana yönelin, ey Allah’ın kulları bana yönelin.” diyordu. Bunun üzerine
Rasulullah’ın etrafında otuz kadar insan toplandı. Onlar Rasulullah’ın önünde gidiyorlardı.
Fakat Rasulullah’ın önünde ancak Talha ve Sehl b. Huneyf durabilmişlerdi. Talha,
Rasulullah’ı atılan oklara karşı koruyordu. Koluna isabet eden bir ok’tan dolayı daha sonra
kolu çolak kalmıştı. Bir ara müşriklerden Übey b. Halef el-Cumahi çıkıp geldi. Bu kişi,
Rasulullah’ı öldüreceğine dair yemin etmişti. Rasulullah da ona:
“Bilakis ben seni öldüreceğim.” dedi. O da:
“Ey yalancı nereye kaçıyorsun?” dedi. Bunun üzerine Rasulullah ona hamle yaptı. Zırhının
kenarından onu hafifçe yaraladı. Übey yere düştü ve öküz gibi böğürmeye başladı. Onu alıp
götürdüler ve ona:
“Sende yara yok.” dediler. O da:
“O demedi mi ki “Ben seni öldüreceğim.” Vallahi bu yara, bütün Rabia ve Mudar
kabilelerinde bulunacak olsa onların hepsini öldürür.” dedi. Ve bir gün veya daha az bir
zaman sonra, müşrikler Mekke’ye dönerken “Serif” denen yerde bu yaradan öldü.
Savaş sırasında Rasulullah’ın öldüğü haberi yayılmıştı. Uhud’daki kayaya sığınan insanlardan
bazıları:
“Bizim, Abdullah b. Übey’e göndereceğimiz bir elçimiz olsa da gelip bizim için Ebu
Süfyan’dan eman alsa. Ey kavim şüphesiz ki Muhammed öldürüldü. Gelip sizi de
öldürmelerinden önce geri dönüp kavminize gidin.” dediler. Enes b. Nadr ise:
“Ey kavim, şayet Muhammed öldürüldüyse onun rabbi de öldürülmedi ya. Muhammed (s.a.v.)
niçin savaştıysa siz de onun için savaşın. Ey Allah’ım, ben şunların söylediklerinden beriyim.
Ve şu müşriklerin de yaptıklarından beriyim.” dedi. Sonra da kılıcıyla savaşa girişti ve
öldürülünceye kadar savaştı Rasulullah, insanları çağırmaya devam etti. Nihayet kayanın
üzerinde bulunan insanların yanına vardı. Onlar Rasulullah’ı görünce tanıyamadılar.
İçlerinden biri yayına ok yerleştirerek Rasulullah’a atmak istedi. Rasulullah da:
“Ben Allah’ın Rasulüyüm.” dedi. Bunun üzerine kayanın üstünde bulunan müslümanlar
Rasulullah’ın sağ olduğunu görünce çok sevindiler. Rasulullah da sahabilerinden, düşmana
teslim olmayanları görünce o da buna sevindi. Onlar, Rasulullah’ın etrafında toplanınca
üzüntüleri gitti. Ve onlar, zaferden, ona ulaşmaktan ve sahabilerin öldürülmelerinden
konuşmaya başladılar. Allah teala da: “Muhammed öldürüldü, artık kavminize dönün.”
diyenlere karşı “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip
geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse ökçelerinizin üzerine geri mi döneceksiniz?” âyetini
indirdi.” 433
10- İbn Abbas, Mücâhid ve Dahhâk şöyle demişlerdir:
“Hz. Peygamber (s.a.v.) Uhud’a varınca, okçulara dağın eteğinde kalmalarını, durum
(müslümanların) ister lehine isterse aleyhine olsun, oradan ayrılmamalarını emretti. Okçular
orada kalıp, müslümanlar kâfirlere hücum edip, onları hezimete uğratıp Hz. Ali kâfirlerin
sancaktarı olan Talha İbn Ebi Talha’yı öldürüp; Zübeyr ve Mikdâd da müşrikler üzerine iyice
yüklenip, daha sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabıyla beraber hücuma geçip, Ebu Süfyan’ı
yenince, sonra okçulardan bazıları kâfirlerin hezimete uğradıklarını görünce hepsi birden
ganimet elde etmek için yerlerini terk ederek savaş meydanına koştular. Halid İbn Velid,
kâfirlerin ordusunun sağ kanadını teşkil ediyordu. Okçuların yerlerini terk ettiklerini görünce
müslümanların üzerine hücum ederek onları hezimete uğrattı, birliklerini dağıttı ve
müslümanlara ağır zayiatlar verdirdi.

433 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan; Suyûtî, ed-Durru’1-Mensûr, 2/335-336.
Abdullah İbn Kumey’e el-Harisî, Allah’ın Rasulüne taş atarak, onun mübarek dişini kırıp
yüzünü yaraladı. Onu öldürmeye yeltendi. Gerek Bedir’de gerekse Uhud’da sancaktar olan
Mus’ab İbn Umeyr (r.a.) Hz. Peygamber’i savundu. Derken İbn Kumey’e, Mus’ab’ı öldürdü.
Allah’ın Rasulünü öldürdüğünü sanarak,
“Muhammed’i öldürdüm!” dedi. O esnada bir kimse,
“İyi bilin ki Muhammed öldürüldü” diye bağırıyordu. Bu, şeytan idi. Bunun üzerine, insanlar
arasında Hz. Muhammed’in öldürüldüğü haberi yayıldı. O zaman orada, müslümanlardan
birisi,
“Keşke Abdullah İbn Ubey, Ebu Süfyan’dan bizim için bir emân alsa.” dedi. Münafıklardan
bir kısmı da,
“Şayet o Peygamber olsaydı, öldürülmezdi. O halde, kardeşlerinize, dininize dönünüz” dedi.
Bunun üzerine Enes İbn Mâlik’in amcası, Enes İbn Nadr (r.a.), şöyle dedi:
“Ey müslüman topluluğu! Eğer Hz. Muhammed öldürüldü ise, şüphesiz Muhammed’in Rabbi
ölmeyen bir Hayy (diri)dir. Allah’ın Rasulünden sonra, yaşayıp da ne yapacaksınız? O halde,
O’nun savaştığı dava uğrunda savaşınız ve O’nun öldüğü dava uğrunda ölünüz!” Daha sonra
da:
“Allah’ım, onların söylediği şeylerden dolayı, sana özür beyân ederim.” dedi, sonra kılıcını
çekti, şehid edilinceye kadar savaştı. Derken muhacirlerden birisi, kanlar içinde kıvranıp
duran bir ensâriye rastlayarak,
“Ey falanca, Hz. Muhammed’in öldürüldüğünü duydun mu?” deyince, o kimse
“Eğer o öldürüldüyse, muhakkak ki tebliğini yaptı. O halde siz, dininiz uğrunda savaşın” dedi.
İbn Kumey’e Hz. Peygamber’in yüzünü yaralayıp, dişini kırınca, O’nu Talha İbn Ubeydullah
sırtına aldı. Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali ve onlarla beraber olan bir topluluk ise onu müdâfa ettiler.
Sonra Hz. Peygamber nida etmeye başlayarak,
“Ey Allah’ın kulları, bana geliniz, bana.” dedi. Bunun üzerine ashabından bir grup, derhal
O’nun etrafında toplandı. O da onları, bu kaçışlarından dolayı kınadı. Bunun üzerine onlar da,
“Ya Rasûlallah! Babamız annemiz sana feda olsun. Bize, senin öldürüldüğün haberi geldi.
Bunun için korku kalblerimizi istila etti de, biz de korkup gerisin geriye kaçtık” dediler.
Buna göre âyetin manası şöyledir:
“Muhammed sadece bir Peygamberdir. Ondan önce daha nice Peygamberler gelip geçmiştir.”
Binaenaleyh, o gelip geçen Peygamberler gibi, Muhammed de gelip geçecektir. O
Peygamberlerden sonra onlara tâbi olanlar, nasıl onların dinlerine sarılıp kalmışlarsa, sizin de
Hz. Muhammed’in gelip geçmesinden sonra, O’nun dinine sımsıkı sarılmanız gerekir. Çünkü
Peygamber göndermenin maksadı, risâleti tebliğ ve gerekli olan hücceti getirmektir; yoksa o
Peygamberlerin, kavimleri arasında ebedî olarak bulunmaları değil.
Allah Teâlâ Hz. Peygamber’in öldürülmesinin, iki delilden dolayı, O’nun dininde bir
zayıflığı gerektirmediğini beyan etmiştir: Birincisi, diğer Peygamberlerin ölümleri ve
öldürülmelerine kıyas ile ikincisi ise şudur: Peygamber’e, dini tebliğ için ihtiyaç vardır.
Bunun dışında O’na ihtiyaç yoktur. Bundan dolayı Peygamber’in öldürülmesinden, dinin
bozulup değişmesi gerekmez.”434

9- Muhammed İbn Cerîr et-Taberî’nin Hz. Ali (r.a)’den rivayet ettiğine göre, o,
“Allah’ın bu âyetinde bahsedilen şükrederlerden murad, Hz. Ebû Bekir ve onun
arkadaşlarıdır” demiştir.
Hz. Ali’nin,
“Ebû Bekir, şükredenlerdendir. O, Allah dostlarındandır” dediği de rivayet edilmiştir.”435

147. Onların sözü sadece: “Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizde aşırı davranışımızı
bağışla. Ayaklarımızı yerinde sabit tut. Kâfir kavme karşı bize yardım et.” demektir.

434 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
435 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Bu âyet-i kerime, geçmiş ümmetlerin sabır ve metanetlerini anlatarak Uhud savaşında
düşmanın önünden kaçan müminleri kınamakta ve sabredenleri ise övmektedir. 436
149. Ey iman edenler, eğer küfredenlere itaat ederseniz sizi ökçeleriniz üzerine gerisin geri
küfre döndürürler de büyük zarara uğrayanların haline dönersiniz.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Hz. Ali’den rivayete göre “Uhud bozgunu üzerine mü’minlere: “Kardeşlerinize dönün ve
dinlerine girin.” diyen münafıklar hakkında nazil olmuştur.” 437
2- İbn Cüreyc ise bu âyet-i kerimenin yahudiler hakkında nazil olduğu görüşündedir. Uhud
yenilgisi üzerine müslümanların kafalarını karıştırıp onları dinerinde şüpheye düşürmek
üzere: “Şayet Muhammed iddia ettiği gibi gerçekten peygamber olsaydı yenilmez, onun ve
ashabının bu başına gelenler başlarına gelmezdi. Onun durumu aynen diğer insanların durumu
gibidir ki bir gün lehine olursa bir gün de aleyhinedir.” demişlerdi.438
3- Bu ifâdede kastedilen kâfirlerin “Ebû Süfyan” olduğu söylenmiştir. Çünkü Ebû Süfyan
(r.a.), o gün kâfirlerin büyüğü ve reisi idi. Süddî de, bu ifâdeden maksadın, Ebû Süfyan
olduğunu, çünkü onun, o zamanda fitne ağacı olduğunu söylemiştir. 439

4- Başka âlimler ise, buradaki “inkâr edenler” tabirinden maksadın, Abdullah İbn Übey ve
onun münafık arkadaşları olduğunu, bunların zayıf inançlı kimselerin kalplerine şüphe sokan
ve “şayet Muhammed, Allah’ın Peygamber’i olsaydı, başına böyle birşey gelmezdi. O, diğer
insanlar gibi bir insandır. Bazı günler lehine, bazı günler aleyhine olur. Binâenaleyh daha
önceki dininize dönün” diyenler olduğunu söylemişlerdir. 440

5- Bir ktsım âlimler de bundan muradın yahudiler olduğunu, çünkü Medine’de bir grup
yahudinin mevcut olduğunu ve bunların, özellikle Uhud hâdisesinden sonra müslümanların
kalplerine şüphe attıklarını söylemişlerdir. 441

6- Doğruya en yakın olan, bu ifâdenin bütün kâfirlere şamil olmasıdır. Çünkü âyetin lâfzı
umûmidir, sebebin (sebeb-i nüzulün) hususî olması, âyetin umûmî manaya gelmesine mâni
değildir. 442

151. Hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koştuklarından dolayı
küfredenlerin kalblerine korku salacağız. Onların yurtları cehennemdir. Zâlimlerin dönüp
varacağı yer ne kötüdür.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Süddî dedi ki:
“Uhud Günü Ebû Süfyan ve müşrikler Mekke’ye doğru yolculuk ederlerken, yolun bir
kısmına varıncaya kadar gittiler. Sonra pişman oldular ve dediler ki:
“Ne kötü bir iş yaptık. Onların tamamına yakınını katlettik. Nihayet onlardan geriye ancak
dağılmış bir grup kalınca da onları bıraktık. Geri dönün de onların kökünü kesin.” İşte onlar
bu işe azmedince, Allah onların kalplerine korku saldı da, azmettikleri şeyden döndüler. Allah
Teala da bu âyeti indirdi.”443
2- Suddî’den rivayet ediliyor:

436 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
437 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 4/87.
438 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 4/87.
439 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
440 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
441 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
442 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
443 Mürsel hadistir. ed-Dürr: 2/83; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 103.
“Ebu Süfyân ve müşrikler Uhud günü savaş sahasından ayrılıp Mekke’ye doğru yola
çıkmışlardı. Bir miktar yol almışlardı ki müslümanların işini tam bitirmeden oradan
ayrıldıklarına pişman oldular ve dediler ki:
“Ne kötü yaptınız; onları öldürdünüz, öldürdünüz, sonunda azıcık kalmıştılar ki onları
haklamayıp bıraktınız. Dönün ve onların da kökünü kazıyın.” İşte o anda Allah onların
kalblerine bir korku saldı da Uhud’a dönme yerine bozgun halde yollarına devam ettiler.
Yolda bir bedeviye rastladılar.
“Yolda Muhammed’e rastlarsan ona bizim kendisi için yeniden kuvvet topladığımızı haber
ver.” dediler ve bunu yapması için ona hediyeler verdiler. Ancak onların durumunu Allah
Tealâ, Rasûlü (s.a.v.)’ne haber verdi de peşlerinden onları takibe çıktı ve hattâ Hamrâu’lEsed’e kadar da geldiler. İşte Allah Tealâ bu hadise hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi.”444

3- Âlimler, bu ilahi va’adin sadece Uhud günü için mi olduğu yoksa bütün zamanlar için
umumî bir va’ad mi olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Müfessirlerden pek çoğu, bunun bu
güne, yani Uhud gününe has olduğunu, çünkü daha önce geçmiş âyetlerin Uhud savaşı
hakkında olduğunu söylemişlerdir. Sonra, bu görüşte olan âlimler, Allah Teâlâ’nın Uhud günü
müşriklerin kalbine korku salışının nasıl olduğu hususunda iki izah yapmışlardır:
a) Kâfirler, müslümanlara (başlangıçta) üstün gelip onları hezimete uğratınca. Hak Teâlâ,
kâfirlerin kalplerine bir korku düşürmüş ve onlar müslümanları bırakıp, hiç sebep yokken
onlardan kaçmışlardır. Hatta rivayet edildiğine göre, Ebû Süfyan dağa çıkıp,
“İbn Ebî Kebşe (Hz. Peygamber) nerede! İbn Ebî Kuhâfe (Hz. Ebu Bekir) nerede? İbnu’lHattâb nerede?” diye bağırmıştı. Hz. Ömer (r.a.)’de ona karşılık vermiş ve aralarında sözler
geçmiş, ama Ebû Süfyan dağdan inip onların yanına varmaya cesaret edememişti.
b) Kâfirler, Mekke’ye dönerlerken, yolun yarısında,
“Biz, hiçbirşey yapmadık. Onların pekçoğunu öldürdük ve sonra tam galibken onları bıraktık.
Haydi dönüp, bunların kökünü tamamen kazıyalım” dediler. Onlar tam bunu
kararlaştırırlarken, Allah Teâlâ, kalplerine bir korku attı.
Bu husustaki diğer görüşe göre, bu va’ad sadece Uhud günü ile ilgili olmayıp, umûmîdir.
Kaffâl (r.h.) şöyle demiştir:
“Sanki şöyle denilmek istenmektedir: Bu hadise, her nekadar sizin için Uhud gününde vuku
bulmuş ise de, Allahu Teâlâ, kâfirleri ezmek ve dininizi diğer dinlere üstün getirmek için,
bundan sonra da kâfirlerin kalplerine siz müslümanların korkusunu atacaktır. Allah Teâlâ,
bunu yapmıştır. Böylece İslâm dini, bütün din ve milletlere üstün gelmiştir.” Bu âyetin bir
benzeri de, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in,
“Bir aylık mesafede iken, (Allah’ın, kâfirlere) korkumu vermesiyle yardım olundum” 445 hadis-i
şerifidir. 446
152. Andolsun ki Allah’ın size olan va’di O’nun izni ile onları öldüregeldiğiniz, hattâ sevmekte
olduğunuz zaferi size de size gösterdiği zamana kadar yerine gelmişti. Sonra siz yılgınlık
gösterdiniz, isyan ettiniz, emir hakkında çekiştiniz. İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden
kimi de âhireti diliyordu. Sonra Allah sizi imtihan etmek için sizi onlardan geri çevirdi, ama
sizi muhakkak ki bağışladı. Allah mü’minlere büyük lütuf sahibidir.

Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Dahhâk der ki:
“Hz. Peygamber Uhud günü bir grup müslümana:
“Burada silâhlı olarak oklarınızla müslümanları koruyunuz. Yerinizde sebat etmek suretiyle
onların işinin düzgün olmasını sağlayınız.” deyip bizzat kendisi izin vermedikçe yerlerinden

444 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan: 4/81
445 Buhârî, Teyemmüm 1; Müslim, Mesâcid, 3, 5 (1/371).
446 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
ayrılmamalarını emretti. Hz. Peygamber, o Uhud günü Ebu Süfyân ve beraberindeki
müşriklerle karşılaşıp onları bozguna uğratınca o yerleştirdiği okçular bu durumu gördüler ve
içlerinden bazısı:
“Ganimet, ganimet, ganimetleri kaçırmayın.” diye bağrışarak yerlerinden ayrıldılar. Bazısı da
yerlerinden ayrılmıyarak
“Hz. Peygamber bize izin verinceye kadar yerimizi terketmiyeceğiz.” dediler İşte bunun
hakkında “İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden kimi de âhireti diliyordu.” âyet-i kerimesi
nâziî oldu.
İbn Mes’ûd der ki:
“Uhud gününe kadar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashabı içinde herhangi bir kimsenin dünyayı
ve dünyalığı ister olduğunu hissetmemiştim.”447

2- Muhammed b. Ka’b el-Kurazî dedi ki:
“Uhud Günü, Ashab-ı Kiram hoş olmayan akibete uğradıkları halde, Rasulullah (s.a.v.)’la
Medine’ye dönünce, ashabından bir grup dedi ki:
“Allah bize mutlaka yardım va’dinde bulunduğu halde bu mağlubiyet nereden başımıza
geldi?” Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi.
“İçinizden kimi dünyayı istiyor, içinizden kimi de âhireti diliyordu.” ile kastedilenler bu
bozgunda etkileri olan ve Hz. Peygamber’in, düşman atlılarını engellemek üzere yerleştirmiş
olduğu okçulardı.”448
3- Hz. Peygamber ve ashabı, Uhud’da başlarına gelen musibetle Medine’ye dönünce, ashâbtan
bazıları,
“Bu, bizim başımıza nereden geldi? Halbuki Allah bize yardım edeceğini va’adetmişti.”
dediler. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti inzal etti.” 449
4- Ashâbtan bazıları şöyle demişlerdi:
“Hz. Peygamber (s.a.v.) rüyasında bir koç kestiğini görmüştü. Cenâb-ı Hak O’nun rüyasını,
Uhud gününde müşriklerin sancaktarı olan Talha İbn Osman ile bundan sonra yine
sancaktarlık yapan dokuz kişinin öldürülmesiyle gerçekleştirmişti ki, bu Cenâb-ı Hakk’ın
“Andolsun ki, Allah’ın size olan vaadi yerine geldi” buyruğunun manasıdır. Cenâb-ı Hak bu
ifâdeyle, Rasulü Hz. Muhammed (s.a.v.)’in rüyasını doğrulayıp gerçekleştirmeyi kastetmiştir.”
450
5- Buradaki va’adin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın okçulara, “Buradan ayrılmayın; çünkü biz, siz
buradan ayrılmadığınız sürece mutlaka galip geleceğiz” şeklindeki sözleri olduğu da
söylenmiştir. 451
6- Ebû Müslim şöyle demiştir:
“Cenâb-ı Hak, önceki âyette onlara, kâfirlerin kalplerine korku salacağını va’adedince, bu
hususu, Uhud vakasında onlara yardım va’adini gerçekleştirdiğini hatırlatmakta te’kid etmiştir.
Çünkü Cenâb-ı Hak, onlara, sabredip muttaki olmaları şartıyla yardım edeceğini va’adedip
onlar da bu şarta harfiyyen uyunca, şüphesiz Cenâb-ı Hak meşrutu yerine getirmiş, onlara
yardımını yapmıştı. Vaktâ ki onlar şartı ihlâl ettiler, meşrut olan (yardım da) ellerinden kaçtı.”
452
7- Müşrikler savaşa yöneldiğinde okçular onlara ok atmaya başladılar. Diğer müslümanlar da
onlara kılıç darbeleri indiriyordu. Derken, müşrikler yenilgiye uğradılar. Müslümanlar da
onların kökünü kazımak (hiss) için, onları takib ediyorlardı. 453
8- Bu çekişmeden murad, şudur:
“Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, okçulara yerlerinden kesinlikte ayrılmamalarmı emredip, Abdullah

447 Taberî, 4/85
448 Mürsel hadistir; Taberî, 4/86; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 103.
449 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
450 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
451 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
452 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
453 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
İbn Cübeyr (r.a.)’i onlara reis tayin edip müşrikler ortaya çıkınca, bunlar da onları bozguna
uğrayıncaya kadar ok yağmuruna tutmuşlardı. Sonra bu okçular, müşriklerin kadınlarının
dağa tırmanıp -ayaklarındaki halhallar görünecek şekilde- bacaklarının açıldığını
gördüklerinde,
“Ganimet, Ganimet!” dediler. Bunun üzerine reisleri Abdullah (r.a),
“Allah’ın Rasulü bize buradan ayrılmamamızı tenbih etti” deyince, onlar onu dinlememiş ve
ganimet elde etmek için koşup gitmişlerdi. Geride Abdullah ile birlikte on kişiden daha az bir
grup kalmıştı ki onların hepsini de müşrikler öldürmüşlerdi.” 454
153. “O vakit siz, boyuna uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Peygamber ise,
arkanızdan sizi çağırıyordu. Bunun üzerine (Allah), sizi keder üstüne kederle cezalandırdı.
(Bu), ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene esef etmemeniz içindir. Allah, ne yaparsanız
hakkıyla haberdardır.”

Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Hasan el-Basrî şöyle demiştir:
“Cenâb-ı Hak bu ifâdeyle, Uhud gününde müslümanlarda meydana gelen gammın, Bedir
gününde müşrikler hakkında meydana gelen gamma bedel olduğunu kastetmiştir ki, O’nun
bundan maksadı, “sizin kalbinizde dünyaya karşılık herhangi bir meyil ve iltifat
bırakmamasıdır…” 455
2- Hasan el-Basrî şöyle demiştir:
“Allah, sizin kâfirleri Bedir gününde gamlı ve mükedder kılmanıza karşılık, dünya işleri
gözünüzde önemsiz olsun, böylece de onları elinizden kaçırmanızdan dolayı hüzünlenmeyip;
elde ettiğinizden dolayı sevinip şımarmayasınız diye, Uhud gününde de sizi gamlı ve
mükedder yapmıştır.” 456

154. Sonra o kederin ardından üzerinize öyle bir emniyet, öyle bir uyku indirdi ki o, içinizden
bir zümreyi örtüp bürüyordu. Bir zümre de canları sevdasına düşmüş, Allah’a karşı câhiliyet
zannı gibi hak olmıyan bir zan besliyorlar ve: “Bu işten bize ne?” diyorlardı. De ki; “Bütün
işler Allah’ındır.” Onlar, sana açıklıyamıyacaklarını içlerinde saklıyorlar. Diyorlar ki: “Bize
bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik.” De ki: “Siz evlerinizde olsaydınız bile
üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar yine muhakkak yatacakları yerlere çıkıp gideceklerdi.
Göğüslerinizin içindekini yoklamak, yüreklerinizdekileri temizlemek için. Allah,
göğüslerdeki özü hakkıyla bilendir.”
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn İshak ve İbn Cerîr’in Zübeyr’den rivayetle tahriclerinde o şöyle anlatıyor:
“Uhud günü korku şiddetlendiğinde Rasûlullâh’la birlikte kendimi görüyordum ki Allah
üzerimize bir uyku göndermiş; içimizden çenesi göğsüne düşmeyen kalmamıştı. Allah’a
yemin ederim ki Muattib ibn Kuşeyr’in sözünü işitiyorum ama işittiğim sanki bir rüya gibiydi.
Onun “Bize bu işten bir şey olsaydı burada öldürülmezdik.” dediğini duydum ve bu sözü
ondan ezberledim. Sonra bunun hakkında Allah Tealâ bu âyeti indirdi.”457
2- Ebû Talha (r.a) şöyle demiştir:
“Biz saf halinde beklerken, üzerimize bir ağırlık geldi. Bundan dolayı meselâ birimizin
elindeki kılıç düşüyor, o onu atıyor, derken tekrar düşüyor, tekrar alıyordu.” 458

454 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
455 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
456 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
457 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb; Alûsî, Rûhu’l-Maânî, IV,96; İbn Rahaveyh; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi
Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/159.
458 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
3- Abdurrahman İbn Avf (r.a.) şöyle demiştir:
“Uhud günü üstümüze bir uyku atıldı.” 459

4- İbn Mes’ud (r.a) şöyle demiştir:
“Savaşta uyumak bir emniyet, namazda uyuklama ise şeytandan olan bir iştir.” 460

5- Bu âyette bahsedilenler, Abdullah İbn Übey, Mu’teb İbn Kuşeyr ve taraftarları gibi
münafıklardır. Bunların bütün endişeleri, canlarını kurtarmaktı.
Mü’minlerin gaye ve düşünceleri, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile diğer mü’min kardeşleridir.
Münafıkların gaye ve düşünceleri ise sadece kendi canlandır. 461

6- Süddi diyor ki:
“Müşrikler Uhud savaşında ayrılıp giderken, gelecek yıl Bedir mevkiinde tekrar
müslümanlarla karşı karşıya geleceklerini söylediler. Rasulullah da,
“Evet, olur.” dedi. Bunun üzerine Müslümanlar, müşriklerin, Medine’ye baskın
yapacaklarından korktular. Rasulullah, müşriklerin arkasından birini gönderdi ve ona şöyle
tenbih etti:
“Git bak, eğer onların, yüklerinin yanında oturduklarını ve atlarından uzak olduklarını
görürsen bil ki, onlar çekilip gitmekteler. Şayet onları, atlarına binmiş ve yüklerinden uzakta
görürsen bil ki onlar Medine’ye baskın yapacaklardır.” Müminlere de,
“Allah’tan korkun, sabredin.” dedi ve onları, savaşta sabırlı olmaya teşvik etti. Rasulullah,
müşriklerin, hemen gidip yüklerinin yanında oturduklarını öğrenince sesinin çıkabildiği en
yüksek sesiyle, müşriklerin geçip gittiklerini ilan etti. Bunu işiten müminler, Peygambere
inanarak rahatladılar ve uykuya daldır. Münafıklar ise Rasulullah’a inanmadıklarından,
müşriklerin, kendilerine baskın yapacağı korkusuyla canlarının derdine düştüler.”
Görüldüğü gibi münafıklar, Rasulullah’a inanmadıklarından dolayı Uhud savaşından sonra
korku içinde kalmışlar ve kendi kendilerine “Şayet, savaşmaya dair bizim görüşümüz
alınsaydı bu şekilde mağlup olmazdık.” demeye başlamışlardı. Bu sözü söyleyenlerden biri de
Muattıp b. Kuşeyr idi. Allah teala ise münafıkları bu şekilde rüsvay etmiş, içlerinde
gizledikleri şeyleri Rasulullah’a ve ümmetine bildirmiştir. 462
155. İki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönenler yok mu; irtikâb etmiş oldukları bazı
şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmak istedi. Şüphesiz Allah yine de onları
affetti. Hiç kuşkusuz Allah Gafur’dur, Halîm’dir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Asım ibn Kuleyb’in babasından rivayetinde o şöyle anlatıyor:
“Hz. Ömer Cuma günü hutbede Alu İmrân’ı okudu. Hutbede bu sûreyi okumayı da severdi.
“İki ordu karşılaştığı gün içinizden geri dönenler yok mu…” âyetine gelince şöyle dedi:
“Uhud günü bozulduk. Ben de kaçanlar arasındaydım. Dağa çıktım, adeta dağ keçileri gibi
sıçrayarak çıktığımı görüyordum. “Muhammed öldürüldü.” diyorlardı. Ben:
“Kim Muhammed öldü derse öldürürüm.” dedim. Nihayet hepimiz dağda toplandık, bir araya
geldik bu âyet nazil oldu.”463

2- İkrime’den gelen rivayette “Bu âyetin belli kimseler hakkında nazil olduğu belirtiliyor.
Bunlar: Râfi’ ibnu’l-Muallâ ve ensar’dan diğerleri ile Ebu Huzeyfe ibn Utbe ve diğer bir sahabi
imişler.464 Ancak o gün bozulan ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanından kaçan bütün ashab
hakkında olması daha meşhurdur.465
3- Hz. Peygamber (s.a.v.), Uhud hadisesi öncesinde Abdullah İbn Übey ile müşavere edince,

459 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
460 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
461 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
462 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
463 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/95-96.
464 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan, 4/96.
465 Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/176
O, Medine’den çıkmama görüşünü beyân etmişti. Daha sonra (genç) sahabe-i kiram,
müşrikleri şehrin dışında karşılama hususunda ısrar edince, Abdullah İbn Übey buna kızdı ve,
“Benim sözümü dinlemedi de çocuklara uydu” dedi, daha sonra Hazreç kabilesinden çok kişi
öldürülüp, Abdullah İbn Übey geri dönünce, ona,
“Hazrecoğulları öldürüldü” denildi. O da bunun üzerine,
“Bu işten bize ne?” yani, “Muhammed, ben ona Medine’de kalıp oradan çıkmamasını
emrettiğim zaman benim sözümü kabul etmedi” dedi. Bunun bir benzeri de, Cenâb-ı Hakk’ın
münafıklardan nakletmiş olduğu, “Eğer bizi dinleselerdi ölmeyeceklerdi” 466 sözüdür. Bunun
manası, “Bizim itaat edeceğimiz bir iş mi var!” demektir. Bu, inkâr üslubuyla gelmiş olan bir
istifhamdır. 467

4- Hz. Ömer, Katade ve Rebi’ b. Enes’ten nakledilen bir görüşe göre bu âyette, kaçtıkları
zikredilen insanlardan maksat, Uhud savaşı esnasında kaçan bütün müminlerdir. 468
5- Süddi’ye göre ise bu âyette, kaçtıkları zikredilen kişiler, Uhud savaşından kaçarak
Medine’ye gidenlerdir. Zira, Uhud savaşından kaçanların bazıları dağdaki kayanın üzerine
çıkmışlar, diğer bazıları ise Medine’ye gitmişlerdir. Âyet-i kerime bu sonuncuları
zikretmektedir. 469
6- Uhud günü, iki ordu karşılaştığı zaman geri dönen ve yerlerinden ayrılarak uzaklaşan
kimseleri Allah Teâlâ affetmiştir. 470
7- Uhud günü kimlerin sebat edip, kimlerin yüz çevirdiği hususunda değişik haberler vardır.
Muhammed İbn İshâk, o gün insanların üçte birinin yaralandığını, üçte birinin bozularak
yerlerini bıraktıklarını, üçte birinin ise sebat ettiklerini zikretmiştir. 471

8- Âlimler, bozularak yerlerini terkeden kimseler hakkında ihtilaf etmişlerdir.
Bunlardan birinin Medine’ye gelip, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in öldürüldüğünü haber verdiği
söylenmiştir ki bu Sa’d İbn Osman’dır. Bu adamdan sonra yine bazı adamların geldiği,
hanımlarının yanına girdiği ve hanımlarının onlara “Allah’ın Rasûlü’nün yanından mı
kaçıyorsunuz?” dedikleri, onların yüzlerine toprak saçtıkları ve,
“İşte ip bükeceği, al (bari kadınlar gibi) ip bük!” dedikleri söylenmiştir. 472

9- Âlimlerden bazısı da şöyle demiştir:
“Müslümanlar dağı öte geçmemişlerdir, (kaçmamışlardı).” 473

10- Kaffâl ise şöyle demiştir:
“Genel olarak haberlerin delâlet ettiği husus şudur ki, onlardan bir grup geri dönüp
uzaklaşmış; bir kısmı Medine’ye girmiş; bir kısmı da başka taraflara gitmiştir. Ama,
müslümanların çoğu, dağın yanında kalmış ve orada toplanmışlardır. Hz. Ömer de bozguna
uğrayanlardandı; ama o ilk bozguna uğrayanlardan olmayıp, oradan uzaklaşmamış, aksine Hz.
Peygamber dağa tırmanana kadar orada kalmıştı. Hz. Osman da bunlardandı. O, ensardan Sa’d
ve Ukbe adındaki iki adamla beraber bozguna uğrayarak kaçmıştı. Çok uzak bir yere
varıncaya kadar onlar uzaklaşmışlar; müteakiben üç gün sonra da geri dönmüşlerdi. Hz.
Peygamber (s.a.v.) de,
“Andolsun ki çok uzak gittiniz!” buyurmuştu. 474
11- Hz. Fatıma, Hz. Ali’ye,
“Osman ne yaptı?” diye sorunca, o da Hz. Osman’ı tenkid ederek kusurlu görmüştü. Bunun
üzerine Hz. Peygamber,
“Ya Ali, kızkardeşlerin kocaları, birbirlerini sevmek konusunda beni yordular” buyurdu. 475


466 Al-i İmran: 3/168.
467 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
468 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan, 4/96.
469 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan, 4/96.
470 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
471 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
472 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
473 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
474 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
475 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
12- Hz. Peygamber’in yanında kalanlar ise, yedisi ensardan yedisi de muhacirlerden olmak
üzere ondört kişiydiler. Muhacirden olanlar Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Abdurrahman İbn Avf,
Sa’d İbn Ebî Vakkas, Talha İbn Ubeydullah. Ebû Ubeyde İbnu’l-Cerrah ve Zübeyr İbn elAvvâm (r.anhüm) idiler. Ensar’dan olanlar ise, el-Habbâb İbnu’l-Münzir, Ebu Dücâne, Âsim
İbn Sabit, el-Haris İbn es-Sımme, Sehl İbn Huneyf, Useyd İbn Hudayr ve Sa’d İbn Muâz
(r.anhüm) idiler. 476
13- Rivayete göre bunlardan sekiz tanesi, o gün ölünceye kadar savaşmak üzere
sözleşmişlerdi: Bunlardan üçü muhacirden olup, Hz. Ali, Talha ve Zübeyr idiler. Beş tanesi
ise ensardan olup bunlar da, Ebu Dücane, el-Hars İbn es-Sımme, Habbâb İbnu’l-Münzir, Âsim
İbn Sabit ve Sehl İbn Haneyf idiler. Bunlardan hiçbiri öldürülmedi. İbn Uyeyne, Hz.
Peygamber (s.a.v.) ile beraber otuz kadar müslümanın yaralandığını, herbirinin gelip Hz.
Peygamber’in önünde diz çökerek,
“Yüzüm yüzüne, canım canına feda olsun; ve, ebedî selam ve esenlik senin üzerine olsun”
dediklerini rivayet etmiştir. 477
14- Rivayet edildiğine göre Hz. Osman (r.a.), Uhud günü bozulup dağılmasından dolayı
azarlandı da, bunun üzerine o
“Bu, gerçi bir hata idi, ama ne var ki Allah bunu bağışlamıştır” dedi ve bu âyeti okudu.” 478

156. Ey iman edenler, siz, o kâfir olup da yeryüzünde seyahat ve seferde yahut gazada
bulundukları zaman ölen kardeşleri hakkında: “Bizim yanımızda olsalardı ölmezler,
öldürülmezlerdi” diyenler gibi olmayın. Allah bunu onların yüreklerinde bir hasret, iç yarası
yaptı. Allah hem diriltir, hem öldürür. Allah ne yaparsanız hakkıyla görendir.
157. Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’dan olan bir bağışlama ve
merhamet onların toplayacakları şeylerden muhakkak daha hayırlıdır.
158. Andolsun, ölseniz de yahut öldürülseniz de, muhakkak ki hepiniz ancak Allah’ın
huzuruna toplanacaksınız.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Âlimler, Hak Teâlâ’nın “O inkâr edenler gibi” buyruğu ile kimlerin kastedildiği hususunda
ihtilâf etmişlerdir.
Bazıları, bu ifâdenin mutlak olduğunu, binâenaleyh ister münafık olsun isterse olmasın, bu
sözü söyleyen herkesin bu sözün muhtevasına girebileceğini söylemiştir.
Diğer bazıları ise, bunun münafıklara has bir ifâde olduğunu, çünkü âyetin başından sonuna
kadar onların hallerini açıklamaya tahsis edildiğini söylerlerken, diğer bazıları da bu sözün,
Abdullah İbn Ubey İbn Selûl ile Mu’teb İbn Kuşeyr ve diğer arkadaşlarına has olduğunu
söylemişlerdir. 479
2- Bu âyette zikredilen ve müminlerin, kendilerine benzememeleri emredilen kişilerden
maksat, Süddi ve Mücahid’e göre, Abdullah b. Übey b. Selul’dür. İbn-i İshak’a göre ise bütün
münafıklardır. 480
159. Sen, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın
etrafından dağılıp gitmişlerdi. Artık onları bağışla, günahlarının yarlığanmasını iste, iş
hakkında onlarla istişare et. Bir kere de azmettin mi artık Allah’a tevekkül et. Çünkü Allah
mütevekkil olanları sever.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

476 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
477 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
478 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
479 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
480 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
1- Kelbî’nin Ebu Salih’ten, onun da İbn Abbâs’tan rivayetine göre “bu âyet-i kerime Hz. Ebu
Bekr ve Hz. Ömer hakkında nazil olmuştur.”481
2- KaffaI (r.h.) bu âyetin Uhud gazvesi ile ilgili olduğunu ileri sürmüş ve bu âyetin, “Sen,
Uhud günü hezimete uğrayıp dağıldıktan sonra sana geri döndükleri zaman, Allah’tan olan bir
rahmet sayesinde, o müslümanlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın ve
bu bozgundan dolayı onlara ağır konuşsaydın, senden çekinecekleri ve uğradıkları hezimetten
dolayı utanacakları için, etrafından dağılıp giderlerdi. Bu ise, düşmanının, senin ve
müslümanlar hakkında hiç beklemediği birşey olurdu” manasında olduğunu söylemiştir. 482

3- Hz. Peygamber (s.a.v.) Uhud hadisesinde onlarla müşavere etti, onlar da Medine’den çıkma
tarafına işaret ettiler. Halbuki Hz. Peygamber (s.a.v.) çıkma taraftarı değildi. Çıktıkları zaman
olan oldu.
Bedir günü Habbâb İbn el-Münzir, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile, orduyu suyun yanında
konaklatma hususunda istişare etmiş, Hz. Peygamber (s.a.s) de onun bu re’yini kabul etmişti.
Yine iki Sa’d, yani Sa’d İbn Mu’âz (r.a) ile Sa’d İbn Ubâde, Hendek muharebesinde, savaşa
katılmamalarına karşılık Medine’nin meyvelerinin bir kısmını vererek Gatafan Kabilesi ile
yapılmak istenen anlaşmayı bırakma görüşünde olduklarını Hz. Peygamber’e arzetmişler, Hz.
Peygamber (s.a.v.) de onların bu görüşlerini kabul etmiş, anlaşma sahifesini yırtınıştır. 483
4- Vahidî, “el-Vâsit” adlı tefsirinde Amr İbn Dinar’dan, İbn Abbas’ın şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
“Bu âyette, Hz. Peygamber (s.a.s)’in, müşavere etmekle emrolunduğu kimseler, Hz. Ebu Bekir
(r.a.) ile Hz. Ömer (r.a.)’dir.” 484


160. Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra
size yardım edebilecek kimdir? Mü’minler, ancak Allah’a güvenip dayanmalıdır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbas şöyle demektedir:
“Size, Bedir gününde yardım ettiği gibi yardım ederse, size hiç kimse galip gelemez. Uhud
gününde sizi yardımsız bıraktığı gibi yardımsız bırakırsa, size hiç kimse yardım edemez…” 485
161. Bir peygamber için emanete ihanet etmek olacak şey değil. Kim böyle hainlik ederse
kıyamet günü hainlik ettiği o şeyi yüklenerek gelir. Sonra herkes ne kazandıysa ona eksiksiz
ödenir ve onlar asla haksızlığa uğratılmazlar.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Muhammed b. Abdirrahman el-Mutavvıî, Ebû Amr Muhammed b. Ahmed el-Hıyerî’den, o
Ebû Ya’la’dan, o Ebû Abdillah b. Ömer b. Ebân’dan, o İbn Mübarek’ten, o Şerik’ten, o
Husayf’tan, o İkrime’den, o da İbn Abbas’tan şöyle dediğini bize haber verdi:
“Bedir Günü müşriklerden ele geçirilen ganimetlerin içerisinde kırmızı bir kadife kaybolmuştu. Bu yüzden bazı insanların:
“Belki onu Peygamber (s.a.v.) almıştır” demeleri üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi.”
486

Kaybolan ganimetin bir kılıç olduğu da rivayet edilmiştir.487
2- Husayf dedi ki:

481 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 4/107.
482 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
483 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
484 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
485 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
486 Tirmizî, Tefsîru’I-Kur’ân, 3/17, hadis no: 3009; Ebu Davud, el-Hurûf ve’1-Kırâât, 1, hadis no: 397; İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan,
4/102, Senedi hasen derecesindedir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 103; İmam Celaleddin esSuyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/160; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
487 el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmı’1-Kur’ân, 4/164.
“Said b. Cübeyr’e:
“Hiçbir peygambere ganimet hainliği nisbet edilmesi caiz değildir öyle mi?” dedim. O da:
“Bilakis, hainlik nisbet edilmesi ve öldürülmesi de vuku bulmuştur” dedi.”488
3- Ebu’l-Hasan Ahmed b. İbrahim en-Neccar, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Eyyub-i
Taberanî’den, o Muhammed b. Ahmed b. Yezid en-Nersî’den, o Ebû Ömer Hafs b. Ömer
Dûrî’den, o Ebû Muhammed el-Yezidî’den, o Ebû Amr b. A’la’dan, o Mücahid’den, o da İbn
Abbas’tan müşarun ileyhin “En yeğulle”yi meçhul sığasıyla okuyan kimseyi yadırgadığını ve
şöyle dediğini bize rivayet etti:
“Herhangi bir peygamberin daha önce öldürülmesi vuku bulmuşken ona, ganimete hainlik
nisbet edilmesi nasıl olur? Allah Teala; “Onlar (Yahudiler) peygamberleri de haksız yere
öldürüyorlardı.” buyurmuştur. Fakat münafıklar, birazcık ganimet hususunda Peygamber
(s.a.v.)’e ithamda bulundular. Allah Teala da bu âyeti bu yüzden indirdi.”489
4- Ahmed b. Muhammed b. Ahmed Isfehanî, Abdullah b. Muhammed Isfehanî’den, o Ebû
Yahya er-Razî’den, o Sehl b. Osman’dan, o Veki’den, o Seleme’den, o da Dahhak’tan şöyle
dediğini bize haber verdi:
“Rasulullah (s.a.v.) öncü birlikleri göndermiş ve sonra bir ganimet elde ederek o ganimeti
insanlar arasında paylaştırmış, öncü kuvvetlere ise herhangi bir pay ayırmamıştı. Öncüler
gelince:
“Rasulullah (s.a.v.) ganimeti paylaştırmış da bize birşey ayırmamış” dediler. Bunun üzerine
bu âyet nazil oldu.” Seleme dedi ki:
“Dahhak “En yeğulle”yi meçhul okumuştur.”490
5- İbn Abbas, Dahhak’ın rivayetinde dedi ki;
“Huneyn Günü, Hevazin Ganimetleri Rasulullah (s.a.v.)’ın eline düşünce, adamın biri
Peygamber (s.a.v.)’e ganimetlerden küçük bir iğnenin aşırılmasını iftira etti de Allah Teala bu
âyeti indirdi.”491
6- Katade dedi ki:
“Bu âyet Rasulullah (s.a.v.)’ın Ashabından bazı zümrelerin ihanetlik iddiasında bulundukları
bir halde iken nazil oldu.” 492
7- Katâde’den rivayete göre Bedr günü ashabından Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ihanet eden bazı
gruplar hakkında nazil olmuştur ve buna göre manâ “Bir peygambere ashabının ihanet etmesi
olacak şey değil.” şeklindedir. Bu görüş Rebî ibn Enes’den de rivayet edilmiştir.493

8- Kelbî, İbnu’s-Sâib ve Mukatil dediler ki:
“Okçular, Uhud Günü ganimete talip olmak için önemli noktayı terk ettikleri zaman bu âyet
nazil oldu. Okçular dediler ki:
“Rasulullah (s.a.v.)’ın: “Kim birşey almışsa o, onundur” buyurup, ganimetleri Bedir Günü’nde
taksim etmediği gibi, aynı şekilde taksim etmeyeceğinden korkuyoruz.” Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
“Ganimetten hainlik yaparak, size pay ayırmayacağımızı zannettiniz öyle mi?” Allah Teala da
bu sebebe binaen bu âyeti indirdi. 494
9- İbn Abbas’tan rivayet olunduğuna göre: “İnsanların ileri gelenleri Rasulullah (s.a.v.)’a
müracaat edip, ganimetlerden kendilerine ayrıca birşey tahsis buyurmasını istemişlerdi de bu

488 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 103.
489 Taberani; M. Kebir: 2/101. İbn Abbas’ın “En yeğulle”yi meçhul okumayı yadırgaması anlaşılır şey değildir. Bunu ma’lum okuyan İbn
Kesir, Ebû Amr ve Asım’dan başka tüm kıraat alimleri meçhul okumuştur.
İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 103-104.
490 Mürsel hadistir. İbn Cerir: 4/103, ed-Dürr: 2/91. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 104;
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
491 Dahhak, İbn Abbas’tan işitmemiştir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 104.
492 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 104.
493 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan, 4/103-104.
494 Kelbi yalancılıkla itham olunmuştur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 104; İbnu’l-Cevzî,
Zâdu’l-Mesîr; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
âyet nazil oldu.”495
10- İbnu Abbas’tan (r.a.) ricali mûtemed olan senetle Taberânî, Kebîr’inde anlattı:
“Nebi Aleyhisselâm, asker gönderdi ve sancağını ona verdi. Sonra gönderdiği kişi sancağı,
altından bir geyik yavrusu başı gululu496 ile verdi. Allahü Teâlâ, bu âyeti indirdi.”497

11- Hz. Peygamber (s.a.v.) gazvelerinden birinde ganimetler almış, bu ganimetlerin taksimi
bazı engeller yüzünden gecikmişti. Ashabından bir grup:
“Ganimetlerimizi bölüştürmiyecek misin?” dediler. Efendimiz (s.a.v.):
“Uhud dağı kadar altınınız olsa ondan bir dirhemi bile yanımda tutmam. Ganimetinize hainlik
edeceğimi mi sandınız?” buyurdu da Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.498
12- İbn Abbâs’tan rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashabından kavimlerinin ileri
gelenleri konumunda olan bazıları Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ganimet dağıtmasında
kendilerine bir ayrıcalık yapıp diğer insanlardan fazla vereceği zannına kapıldılar da bunun
üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
13- Bu âyet, vahyin tebliği hususunda nazil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.), müşriklerin
dinlerini kınayan ve ilahlarına hakaret eden ifâdelerin yer aldığı Kur’ân âyetlerini onlara
okuyordu. Onlar da, ondan bunu yapmamasını isteyince, işte bu âyet nazil oldu. 499
14- Rivayet edildiğine göre Huneyn günü, Hevâzin ganimetleri Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
eline geçince, bir adam ganimet içinden bir iğneyi gizlice alır. İşte âyet, bunun üzerine nazil
olmuştur. 500
15- Bu âyetin sebeb-i nüzulü olarak rivayet edilen haberlerin çoğuna göre, o kimseler Hz.
Peygamber’i hiyânet etmekle suçlamışlardı. Bundan dolayı Allah Teâlâ, bu âyetle bu
hususiyetin Peygamber’e yakışmayacağını beyân buyurmuştur. 501

16- İbn-i İshak, Süddi ve Mücahid’e göre Allah teala bu âyet-i kerimede Hz. Muhammed’in,
kendisine vahyedilen şeylerden herhangi bir şeye ihanet etmediğini bildirmektedir. 502
17- Hasan-ı Basri, Katade ve Rebi’ b. Enes’e göre bu âyet-i kerime, Bedir savaşında elde
edilen ganimet mallarından bir kısmını saklayan sahabiler hakkında nazil olmuş ve onlar
Peygambere karşı olan bu davranışlarından dolayı uyarılmışlar. 503
162. Ya Allah’ın rızasına tâbi olan kimse Allah’ın hışmına uğrayan ve durağı cehennem olan
gibi midir? O ne kötü dönüş yeridir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Uhud’a çıkmayı emredince münafıklar oturup savaşa çıkmadılar,
sadece mü’minler O’nun emrine uydular ve savaşa çıktılar. İşte Allah Tealâ bunun üzerine bu
âyet-i kerimeyi indirdi.504
2- Fahreddin er-Razi der ki:
“Âyet, muayyen bir hadise hakkında nazil olmuştur. Ancak ne var ki sen, sebebin hususî
olmasının, hükmün umumîliğine mâni olmayacağını biliyorsun.” 505

165. Size, (Bedr’de) onların başına iki katını getirdiğiniz bir musibet gelip çatınca mı “Bu
nereden geldi?” dediniz? De ki: “O, kendi katınızdandır.” Hiç şüphesiz Allah her şeye
hakkıyla kadirdir.

495 Senedsizdir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 104; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
496 Harbde elde edilen şeylerden gizlice alınan.
497 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/ 160.
498 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
499 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
500 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
501 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
502 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
503 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
504 Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 4/111.
505 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.

Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İbn Abbas’ın rivayetinde Ömer b. Hattab ona anlatarak demiş ki:
“Bedir Harbi’nin gelecek senesi Uhud Günü olunca müslümanlar, Bedir Günü fidye
almalarıyla alakalı yaptıkları şey sebebiyle cezalandırıldılar. Böylece mü’minlerden yetmiş
kişi öldürüldü. Rasulullah (s.a.v.)’ın Ashabı savaştan kaçtılar, Rasulullah (s.a.v.)’ın öndişi
kırıldı, başında miğferi parçalandı ve kan yüzüne aktı. İşte bu sebebe binaen Allahü Teâlâ bu
ayeti indirdi.”506
2- Bedr Gazvesi olduğunda henüz Hz. Peygamber ve müslümanlara esir alma ve onları fidye
karşılığında serbest bırakma izni verilmemiş ve hattâ esir almaları o zaman Enfal: 8/67 âyeti
ile kınanmıştı ki inşaallah yerinde gelecektir.
3- Hz. Ali (r.a.) dedi ki:
“Bedir gününde Cibril-i Emin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek şöyle dedi:
“Ey Muhammed, hiç şüphe yok ki Cenâb-ı Hak, kavminin (ashabının), esirlerden fidye almak
hususunda yapmış olduğu hareket tarzını hoş görmedi ve ashabını şu iki şey arasında
muhayyer bıraktı: Esirleri alıp boyunlarını vuracaklar veyahut esirlerden fidye alacaklar, fakat
onların sayısınca kendilerinden şehid alınmasına razı olacaklar.” Bunun üzerine Hz.
Peygamber bunu kavmine hatırlatınca, onlar şöyle dediler:
“Biz kabilelerimizden ve kardeşlerimizden fidye alıyoruz, bununla düşmanla savaş konusunda
güç kuvvet kazanıyoruz; bizden, onların sayısınca şehit düşmesine de razıyız.” Böylece, Uhud
gününde, Bedir’deki esirler sayısınca yetmiş kişi öldürülmüş oldu ki, bu Hak Teâlâ’nın, “Deki
“O, sizin kendinizdendir” buyruğunun manasıdır. Yani, “Fidye almanız ve öldürülmeyi
seçmeniz sebebiyle…” demektir.”507
4- Sahabe, Allah’ın kâfiri mü’mine musallat ve üstün kılması hususunda şaşırmış, bunun
üzerine de Allah Teâlâ da, “Sizin fiilinizin kötülüğü sebebiyle böylesi kötü bir duruma
düştünüz” diyerek, onların bu hayret ve şaşkınlıklarını izâle etmiştir. 508

5- Hz. Ali (r.a.) dedi ki:
“Müslümanlar Bedir savaşında müşriklerden yetmiş kişi öldürmüş, yetmiş kişiyi de esir
almışlardı. Rasulullah (s.a.v.) bu esirler hakkında sahabileri ile istişare etmiş, Allah tealanın,
kendisine, bunların ya boyunlarının vurulmasını veya ilerde bunların sayısı kadar ölü vermek
karşılığında fidye alarak serbest bırakabileceklerini emrettiğini söylemiştir.
Sahabilerden bazıları, bunların boyunlarının vurulmasını isterken diğerleri “Ey Allah’ın
Rasulü, bunlar bizim akrabalarımız ve kardeşlerimizdir. Biz bunlardan fidye alıp serbest
bıraksak, aldığımız fidye ile de düşmana karşı güçlensek, içimizden ilerde bunların sayısı
kadar da şehit vermiş olsak olmaz mı?” dediler. Ve sonuçta esirlerden fidye alınarak serbest
bırakıldı.
Daha sonra Uhud savaşında müslümanlardan yetmiş kişi öldürüldü. Böylece Bedir’de serbest
bırakılan yetmiş esire karşılık yetmiş müslüman öldürülmüş oldu. Âyet-i kerime buna işaretle
“Bu başınıza gelen kendinizdendir.” demektedir.”509

166. İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet Allah’ın izniyle idi. (Bu, Allah’ın) mü’minleri
ve münafıkları bilmesi (ayırd etmesi) içindi.
167. Onlara, “Gelin, Allah yolunda muharebe edin, yahut müdafaa yapın” denildi onlar, “Biz
muharebeyi bilseydik, elbette arkanızdan gelirdik” dediler. Onlar, o gün imandan ziyâde küfre
yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Onların gizlediğini, Allah pek

506 Bu hadisi İbn Kesir, bu ayetin tefsirinde zikretmiş ve aynen Suyuti’nin Lübab’da (s. 65) yaptığı gibi İbn Ebi Hatim’e nisbet etmiştir;
Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1/31-33; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 105; İmam Celaleddin
es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/161.
507 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
508 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
509 İbn Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan.
iyi bilmektedir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Âyetteki “İki ordu karşılaştığı gün…” tabirinden murad, Uhud günüdür. İki ordudan birisi,
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ashabı olan İslâm ordusu; diğeri de Ebû Süfyan komutasındaki
müşrik ordusudur. 510

2- Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl münafığının, askeriyle Uhud’a doğru hareket ederken,
“Biz kendimizi niçin savaşın içine atalım?” deyip, geri döndükleri rivayet edilmiştir. Bunlar,
Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte savaşa çıkmış olan bin kişinin içinde idiler ve üçyüz
kişiydiler. Bunun üzerine onlara, Ebû Câbir İbn Abdullah el-Ensâri künyesiyle anılan
Abdullah b. Amr İbn Haram (r.a.),
“Düşmanın karşısında Peygamber’inizi ve milletinizi tek başına bırakıp gittiğiniz için, size
Allah’ı hatırlatırım!” demiştir. İşte âyetteki “Onlara., denildi” ifâdesinden murad, Abdullah
(r.a.)’ın bu sözüdür. 511

3- Bu âyet-i kerimenin, Abdullah b. Übey b. Selul ve benzerleri hakkında nazil olduğu
söylenmektedir. Bilindiği gibi İbn-i Selul, daha Uhud’a varmadan “Şevt” denen yerde,
kendisine tabi olan üç yüz kişiyle birlikte Rasulullah’ın ordusundan ayrıldı.512
168. Kendileri oturarak kardeşlerine: “Eğer bizi dinleselerdi ölmiyeceklerdi,” diyen o
adamlara de ki: “Öyleyse kendi nefislerinizden ölümü geri çevirin, eğer sâdıklarsamz.”
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Rebî’den rivayete göre “Allah’ın düşmanı Abdullah ibn Ubeyy ibn Selûl hakkında nazil
olmuştur.”513
2- Müfessirler, bu âyetteki “diyenler”den muradın, Abdullah İbn Ubeyy ve onun taraftarları
olduğunu söylemişlerdir. Esamm, bunun caiz olmayacağını söyleyerek şöyle demiştir:
“Abdullah İbn Ubeyy, Uhud günü Hz. Peygamber’le beraber cihada çıkmıştı. Bu söz ise
savaşa katılmayanlar hakkındadır. Çünkü Cenâb-ı Hak, “Kendi (evlerinde) oturdukları halde,
kardeşlerine.., eğer oturma hususunda bizi dinleselerdi, öldürülmezlerdi” buyurmuştur ki, bu
söz savaşa çıkanlar ile, bundan sonra onları cihaddan çevirme konusunda bir şüphe meydana
getirmek için, cihada çıkmaya niyetli ve azimli olan kimseler için, cihada katılmayanların
cihaddan sonra söylemiş oldukları bir sözdür.” 514

169. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Tam tersine onlar Rabları katında
dirilerdir. Lutfundan onlara verdiği ile hepsi de şad olarak rızıklanırlar.
170. Arkalarından henüz onlara katılmayanlar hakkında da: “Onlara hiçbir korku yoktur.
Onlar mahzun olacak da değillerdir.” diye müjde vermek isterler.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. Yahya, Ebû Said İsmail b. Ahmed el-Hilalî’den, o
Abdullah b. Zeydan b. Yezid eI-Beceli’den, o Ebû Küreyb’den, o Abdullah b. İdris’ten, o
Muhammed b. İshak’tan, o İsmail b. Ebû Ümeyye’den, o Ebû Zübeyr’den, o Said b.
Cübeyr’den, o da İbn Abbas’tan, Rasulullah (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu bize haber verdi:
“Kardeşleriniz Uhud’da musibete uğrayınca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların karınlarına
yerleştirdi, Artık onlar Cennet nehirlerine uğrarlar, Cennet meyvelerinden yerler ve Arş’ın
gölgesine asılmış olan altın kandillere yerleşirler. Yiyecekleri, içecekleri ve isitirahat

510 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
511 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
512 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan.
513 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/112.
514 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
edecekleri yerin hoş ve güzelliğini buldukları zaman derler ki:
“Cihada rağbet etmeleri ve harbde gevşeklik göstermemeleri için kardeşlerimize bizim
Cennet’te rızıklandığımızı kim haber verecek?” Allah Teala:
“Onlara sizden ben haber ulaştıracağım” deyince, onlar buna son derece sevinirler ve mutlu
olurlar. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hak, bu âyeti indirdi.”515
Bu hadisi Hakim Ebû Abdillah, Sahihi’nde, Osman b. Ebî Şeybe yoluyla rivayet etmiştir.516
Bu, Dahhâk’ten de rivayet olunmuştur.517

2- Muhammed b. Abdirrahman Gazi, Muhammed b. Ahmed b. Hamdan’dan, o Hamid b.
Muhammed b. Şuayb-i Belhî’den, o Osman b. Ebî Şeybe’den, o Abdullah b. İdris’ten… (aynen
bir önce geçen hadisin senedini) zikretti. Bu senedi de (aynı hadisle beraber) Hakim,
Sahih’inde Ali b. İsa el-Hıyerî, Müseddid, Osman b. Ebî Şeybe yoluyla rivayet etmiştir.518
3- Abdullah İbn Mesûd (r.a.)’a bu âyet hakkında sorulduğunda o şöyle dedi:
“Onu biz de sorduk, bunun üzerine bize şöyle denildi:
“Şehidler, yeşil bir kubbe altında, cennet kapısında bir nehir kenarındadırlar.” Başka bir
rivayete göre ise, “yeşil bir bahçe içindedirler.”519
4- Ebû Bekr el-Harisi, Hafiz Ebû’ş-Şeyh’ten, o Ahmed b. Hüseyn el-Hazza’dan, o Ali b. elMedyenî’den, o Musa b. İbrahim b. Beşir b. el-Fâkih-i Ensarî’den, o Talha b. Hıraş’ın, Cabir b.
Abdillah’ın şöyle dediğini işitmiş olduğunu bize haber verdi:
“Rasulullah (s.a.v.) bana baktı da buyurdu ki:
“Seni üzüntülü görmemin sebebi nedir?” Dedim ki:
“Ey Allah’ın Rasulü, babam öldürüldü, geriye büyük bir borç ve çoluk çocuk bıraktı.”
Buyurdu ki:
“Bak sana ne haber vereyim. Allah, perde arkasından olmaksızın hiçbir kimseye hitaben asla
konuşmamıştır. Halbuki senin babanla yüzyüze konuştu da: “Ey kulum, benden iste sana
vereyim” buyurdu. O da dedi ki;
“Senden beni yeniden dünyaya döndürmeni, böylece senin yolunda ikinci kez öldürülmemi
istiyorum.” Cenab-ı Hak da:
“Şu bir gerçek ki; onların o dünyaya tekrar döndürülmeyeceklerine dair tarafımdan evvelce
hüküm verilmiştir” buyurdu. O da dedi ki:
“Ey Rabbim, öyleyse benden arkaya kalanlara benim bu derecemi bildir.” Bunun üzerine
Allah Teala bu âyeti indirdi.”520
5- Kâbi, bu rivayetleri tenkid ederek şöyle demiştir:
“Bu caiz değildir; çünkü ruhlar nimetlenmezler. Nimetlenecek olan, kendisinde ruh
bulunduğu zaman, ancak bedendir, ruh değildir. Bedene nisbetle ruhun yeri, bedenin kuvveti
durumundadır. Yine, rivayet edilen haberin zahiri, bu ruhların kuşların kursaklarında
bulunmasını gerektirir. Yine bu haberin zahiri, o ruhların cennet nehirlerinin kenarında
bulunmalarını, cennetin meyvelerinden yemelerini ve istedikleri yerlerde gezip dolaşmalarını
gerektirir. Bu ise, onların kuşların kursaklarında bulunması keyfiyyetine ters düşer.”521
6- Fahreddin er-Razi der ki:
“Buna şu şekilde cevap verilir: Birinci tenkidiniz, ruhun cisimle kaim olan bir araz olduğu
görüşüne bina edilmiştir. Biz durumun böyle olmadığını beyân edeceğiz. İkinci tenkidinize
gelince, bu da kabul edilemez. Çünkü, bu gibi kelimelerden maksad, çeşitli rahatlık ve

515 Senedi sahihtir. Müslim, İmaret, 121; Ebu Davud; Cihad: 27 (2520), Tirmîzî, Tefsir, 19; İbn Mâce, Cenâiz, 4; Hakim; Müstedrek: 2/88,
297, Ahmed; Müsned: 1/26, 4/386.
516 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 105; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi
Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/162-163; Kurtubî, 4/268.
517 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/113-115.
518 Senedi sahihtir. Ebu Davud; Cihad: 2520, Hakim; Müstedrek: 2/88, 297, Ahmed; Müsned: 1/266; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed elVahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 105.
519 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
520 Tirmizi; Tefsir: 4 (3010); İbn Mace, Mukaddime 13; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 106;
Kurtubî 4/268; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
521 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
sürürların bulunmasını; hiçbir korku ve âfetin mevcut olmamasını kinaye yoluyla anlatmaktır.
Bu ihtimal hakkında sözün özü budur.” 522
7- Kitabet yoluyla Ebû Amr el-Kantari bana, Muhammed b. Hüseyn’den, o Muhammed b,
Yahya’dan, o İshak b. İbrahim’den, o Veki’den, o Süfyan’dan, o Salim el-Eftas’tan, o da Sadi b.
Cüseyr’in bu âyet hakkında şöyle dediğini haber verdi:
“Uhud Günü, Hamza b. Abdu’l-Muttalib ve Mus’ab b. Umeyr şehid düşüp, hayırdan yana ne
derece rızıklandırıldıklarını gördüklerinde dediler ki:
“Cihada fazlasıyla rağbetli olsunlar diye kazandığımız hayrı (Cennet’i) keşke dünyadaki
kardeşlerimiz de bilselerdi.” Bunun üzerine Allah Teala: “Ben sizden yana onlara haber
ulaştırırım” buyurarak bu âyeti “…ve Allah’ın, mü’minlere olan mükafaatını zayi etmeyeceği
(müjdesiyle sevinirler)” âyetine kadar inzal etti.”523
Ebu’d-Duha bu âyetin hususi olarak Ehl-i Uhud hakkında nazil olduğunu söylemiştir.524
8- Müfessirlerden bir cemaat, bu âyetin, Bir-i Maune şehidleri hakkında indiğini söylemiştir
ki onların kıssası meşhur olup, Muhammed b. İshak b. Yesar, Meğazî bahsinde zikretmiştir.525
9- Başkaları da dediler ki: “Şüheda velîler, kendilerine Cennette bir nimet veya bir sevinme
isabet ettiği zaman içleri yanar ve derler ki:
“Biz nimet ve sürür içindeyiz. Halbuki babalarımız, oğullarımız, kardeşlerimiz kabirlerdeler.”
Bunun üzerine Allah Teala, onlar tarafından bir sevindirme ve onların savaş hallerinden haber
vermek üzere bu âyeti indirdi.”526
10- Katâde’den gelen rivayet geride kalanların, Uhud’da şehid olanların durumlarını merak
edip sormaları üzerine bu âyet-i kerime inmiştir.527

11- Rebî’den gelen rivayette ise “Bedr ve Uhud’da şehid olanlar hakkında nazil olduğu”
kaydedilir.528

12- Abdullah b. Mes’ud, Katade, Rebi’ b. Enes ve Dahhak’a göre bu âyet-i kerime, Uhud
savaşında şehit düşenlerin nerede olduklarını soran kişilere cevap olarak inmiştir.529
13- Saîd ibn Cubeyr’in İbn Abbâs’tan rivayetine göre ise bu iki âyet-i kerime Bedr Gazvesinde
şehid olanlar hakkında nazil olmuştur. Mukatil de böyle söylemiştir.530

14- Fahreddin er-Razi der ki:
“Bu âyet, Bedir ve Uhud şehidleri hakkında nazil olmuştur. Çünkü bu âyet nazil olduğunda,
bu iki meşhur günde öldürülenlerin dışında başka bir şehid yok idi. Münafıklar da,
müslümanlardan bu iki günde öldürülenler gibi öldürülmesinler diye, mücahidleri cihaddan
uzaklaştırmak, nefret ettirmek istiyorlardı. Halbuki Allahu Teâlâ, müslümanları bu iki günde
cihad edip öldürülen kimselere benzemeye, onlar gibi olmaya davet etsin diye, bu iki günde
öldürülenlerin fazilet ve mertebelerini beyan etmiştir. Sözün özü şudur: Cihadı terk eden
kimse, dünya nimetlerine bazan ulaşır, bazan da ulaşamaz. Ulaştığının farz edilmesi halinde
bile, bu dünya nimetleri önemsiz ve geçicidir. Savaşa yönelen kimseler ise, kesinlikle âhiret
nimetlerine nail olur. Bu nimet büyük bir nimettir. Büyüklüğünün yanında da, devamlı ve
ebedîdir. Durum böyle olunca, cihada katılmanın, onu bırakıp katılmamaktan daha efdal
olduğu ortaya çıkmış olur.” 531
15- Enes ibn Mâlik’ten rivayete göre ise Bi’ru Maûne vak’asında şehid edilenler hakkında
inmiştir. Şöyle ki:
Hz. Peygamber (s.a.v.) Bi’ru Maûne halkına ashabından (bir rivayette ashab-ı suffa’dan) 40
veya yetmiş kişi göndermişti. Bu kuyunun başında Amir ibnu’t-Tufeyl el-Ca’ferî el-Kilâbî

522 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
523 Mürsel hadistir. Suyuti; ed-Dürr: 2/95.
524 Mürsel hadistir; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 106.
525 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/115. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 106.
526 Senedsizdir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 106.
527 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/114.
528 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/114.
529 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan.
530 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/499-500.
531 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
vardı. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gönderdiği sahabîler bu kuyuya hâkim bir mağaraya geldiler,
orada oturup
“Bu su halkına Hz. Peygamber (s.a.v.)’in risaletini kimin ilk tebliğ edeceğini” istişare ettiler.
Haram ibn Milhan el-ensârî kalktı ve
“Rasûlullah (s.a.v.)’ın risaletini ben onlara tebliğ ederim.” dedi. Çıktı, vadide onları gören
yüksek bir yere çıktı ve oradan seslendi:
“Ben, Rasûlullâh (s.a.v.)’m size elçisiyim. Bana emân verin ki gelip sizinle konuşayım. Ona
eman verdiler de onlardan bir aileye geldi, evlerin önüne yaklaştı sonra seslendi:
“Ey Bi’ru Maûne halkı, ben size Rasûlullâh’ın elçisiyim. Ben şehadet ederim ki Allah yegâne
ilâhtır ve Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah’a ve Rasûlü’ne iman ediniz.” Evin önüne
(girişe) asılmış olan örtünün arkasından elinde mızrak olan birisi çıktı, mızrağı ona fırlattı;
mızrak bir yanından girdi, öbür yanından çıktı. Yere yıkılırken
“Allahu ekber, Ka’be’nin Rabbına yemin olsun ki kazandım.” dedi. Amir ibn Tufeyl (oğulları)
onun izini sürerek mağaraya geldiler ve hepsini öldürdüler. Enes ibn Mâlik der ki:
“İşte onlar hakkında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bi’ru Maûne’de ilk öldürülen
Haram ibn Milhân, Enes ibn Mâlik’in dayısı imiş. Enes der ki:
“Onlar hakkında önce “Bizden kavmimize ulaştırın; biz Rabbımıza kavuştuk. O bizden razı
oldu, biz de O’ndan.” âyetleri nazil oldu. Biz bir süre bunları okuduk, sonra ref olundu ve
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Tam tersine onlar Rabları katında
dirilerdir. Lutfundan onlara verdiği ile hepsi de şâd olarak rızıklanırlar…” âyetleri nazil
oldu.”532

172. Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah’ın ve Rasûlü’nün davetine icabet
edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve takvaya erenler için ecr-i azîm vardır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Ahmed b. İbrahim el-Makam, Şuayb b. Muhammed’den, o Mekkî b. Abdan’dan, o Ebu’lEzher’den, o Ravh’tan, o Ebû Yunus el-Kureyşî’den, o da Amr İbn Dinar’dan bize şu rivayette
bulundu:
“Müşrikler dönüp gittikleri zaman, Uhud Harbi’nden sonra müslümanlar korkup kaçtılar da
Rasulullah (s.a,v.)’a yetmiş kişi icabet etti. Peygamber (s.a.v.) derhal toparlanıp müşriklerin
ardına düştü. Bu esnada Ebû Süfyan da Huzaâ Kabilesi’nden bir kafileye rastladı. Onlara
dediler ki:
“Şayet siz, Muhammed beni ararken, O’na rastlarsanız, benim büyük bir kalabalık içinde
bulunduğumu O’na haber verin.” Nihayet Peygamber (s.a.v.) bu kafileye rastladı ve onlara
Ebû Süfyan’ı sordu. Onlar da:
“Ona, kalabalık bir cemaat içerisinde olduğu halde rastladık, seni ise az bir topluluk içerisinde
görüyoruz ve bu haliyle seni ondan emin göremiyoruz (o, seni yener)” dediler. Rasulullah
(s.a.v.) ise onu takib etmekten asla çekinmedi. Nihayet Ebû Süfyan O’nu geçerek Mekke’ye
vardı. Allah Teala da onlar hakkında Al-i İmran: 3/173-175 âyetlerini indirdi.”533
2- Ömer b. Ebî Amr, Muhammed b. Mekkî’den, o Muhammed b. Yusuf’tan, o Muhammed b.
İsmail’den, o Muhammed’den, o Ebû Muaviye’den, o Hişam b. Urve’den, o babasından, o da
Aişe’den bu âyet hakkında (yeğeni) Urve’ye şöyle dediğini bize naber verdi:
“Ey kızkardeşimin oğlu534 senin babaların olan Zübeyr ve Ebû Bekr de bu âyette metholunan
bahtiyarlardandır. Uhud Günü Rasulullah (s.a.v.)’ın başına gelen gelip, müşrikler, kendisinden
savuşup döndüklerinde, onların tekrar geri dönmelerinden endişelenmiş ve:
“Onların izini takib etmeye kim gider?” buyurmuştu da bunun üzerine Ashabından yetmiş kişi

532 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/115; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/500; İbnu’1-Esîr, Usdu’1-Ğâbe, 1/473.
533 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 107.
534 Aişe’nin kızkardeşi Esma, Zübeyr İbn Avvam’ın zevcesi olup Urve’nin de annesidir. Rasulullah ile Zübeyr İbn Avvam bacanaklardır.
bu teklifi derhal kabul etmişti ki Ebû Bekr ve Zübeyr de onlardandı.”535
3- Ebû İshak es-Sealibî, Ebû Salih Şuayb b. Muhammed’den, o Ebû Hatim et-Temimî’den, o
Ahmed b. Ezher’den, o Ravh b. Ubade’den, o Said’den, o da Katade’den şöyle dediğini bize
haber verdi:
“Şu Uhud Günü katletme ve yaralamadan sonra müşrikler, Ebû Süfyan ve adamları dönüp
gittikten sonra Allah’ın Nebî’si Ashabı’na buyurdu ki:
“Allah’ın işi için hazırlanıp düşmanınızın ardına düşecek bir grup yok mu? Zira bu, düşman
için en şiddetli cezalandırma ve onların sözlerini işitmek için en uzak yoldur.”
Bunun üzerine bir grup, ancak Allah Teala’nın bildiği bir meşakkat üzere yürüyüp gitti.
Nihayet bunlar Zü’l-Huleyfe’de oldukları sırada insanlar bunlara gelip:
“Şu Ebû Süfyan, insanları sizin üzerinize kışkırtmaktadır” demeye başladılar. Onlarsa:
“Allah bize yeter, O, ne güzel bir vekildir” dediler. Bu sebeple Allah Teala Al-i İmran: 3/173-
174 âyetlerini onlar hakkında indirdi.”536
4- Suddî’den rivayete göre Uhud’da olanlar olduktan sonra Hz. Peygamber, Rabbinin
işaretiyle ashabını yaralı yaralı, yorgun argın Mekke’ye dönmekte olan Ebu Süfyân’ı takibe
çağırdı. Bu sefere sadece Uhud’a katılanların gelmesi istendi ve sadece onlara gelme izni
verildi. Hamrâu’l-Esed’e537 kadar gittiler ve Ebu Süfyân’ın Mekke yönünde uzaklaştığından
emin olunca Medine-i Münevvere’ye geri döndüler. İşte bu sefere katılanlar hakkında Allah
Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.538

5- Taberanî’nin sahih bir senedle İbn Abbâs’tan rivayetine göre “müşrikler Uhud’dan
dönüşlerinde:
“Ne Muhammed’i öldürdünüz ne de genç kızları terkinize atıp geldiniz, ne kötü yaptınız,
dönün.” dediler. Bu haber Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ulaşınca ashabını müşrikleri takibe çağırdı,
bu çağrıya uyarak müşrikleri takibe çıktılar Hamrâu’l-Esed’e veya Ebu Utbe kuyusuna kadar
geldiler de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.”
539
6- Bu husustaki İbn Abbâs rivayeti biraz daha ayrıntılı. Şöyle ki:
“Uhud günü olanlar olup bittikten sonra Allah Ebu Süfyan’ın kalbine bir korku saldı da
Mekke’ye geri döndü. Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Ebu Süfyân sizden küçük bir şey elde etti ve döndü. Allah da kalbine bir korku saldı.”
buyurdu. Uhud gazvesi Şevval’de olmuştu ve ticaret kervanları senede sadece bir kere Zilkade
ayında Medine-i Münevvere’ye gelirler, Bedr es-Suğrâ’ya iner, orada konaklarlardı. Bu sene
gelmeleri Uhud gazvesinden sonraya rastladı. Müslümanlar yaralıydılar, yaralarından Hz.
Peygamber (s.a.v.)’e şikâyette bulunuyorlardı. Başlarına gelen bu musibet onlara çok ağır
gelmişti. Hz. Peygamber insanları kendisiyle birlikte gitmeye, daha önce yaptıklarını yapmaya
davet etti ve:
“Şimdi onlar konakladıkları yerden ayrılıp hacca gidecekler ve ikinci bir kere ancak bir yıl
sonra gelecekler.” buyurdu. Şeytan gelip ashabdan bazılarının kalblerine korku saldı,
“İnsanlar sizin işinizi bitirmek üzere yeniden kuvvet topladılar.” dedi ve insanların çoğu Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in peşinden gitmek istemediler. O:
“Hiç kimse peşimden gelmese bile yalnız başıma giderim.” buyurdu ve artık insanları kendisiyle gelmeye teşvik de etmedi. Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Zubeyr, Sa’d, Talha,
Abdurrahman ibn Avf, Abdullah ibn Mes’ûd, Huzeyfe ibnu’l-Yemân ve Ebu Ubeyde ibnu’lCerrâh 70 kişi içinde onun peşinden geldiler. Ebu Süfyan’ı takip etmek üzere yürüdüler, esSafrâ’ya ulaştıklarında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu.”540
7- İbn Cureyc rivayetinde “Hz. Peygamber’in, Ebu Süfyân’ın, müslümanlarda halâ kuvvet

535 Buhari; Meğazî: 4077; İbn Mace; es-Sünne: 124. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 107.
536 Mürsel hadistir. ed-Dürr: 2/103. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 107-108.
537 Hamrâu’1-Esed, Medine-i Münevvere’ye üç mil mesafededir.
538 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/111
539 Taberanî; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/165.
540 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/164-165.
olduğunu görmesi için ashabını bu sefere çıkmaya davet ettiği, O’nun ve ashabının Ebu
Süfyan’ı takip etmek üzere iki veya üç gece yürüdükleri ve ondan sonra bu âyet-i kerimenin
nazil olduğu” ayrıntısına yer verilmektedir.541
8- Fahreddin er-Razi der ki:
“Allah Teâlâ, biri “Hamrâu’l-Esed”, diğeri de “Bedru’s-Suğra” diye bilinen iki savaştan dolayı
mü’minleri medhetmiştir ki, bunların ikisi de Uhud savaşıyla irtibatlıdır. Bu âyette kastedilen
Hamrâu’l-Esed Gazvesi’dir.
Ebu Süfyan ve arkadaşları, Uhud’dan dönüp Revhâ denilen yere vardıkları zaman pişman
olarak şöyle demişlerdir:
“Biz onların pekçoğunu öldürdük. Onlardan geriye pek az kimse kaldı. O halde ne diye biz
onların yakasını bıraktık? Aksine, bizim yapmamız gereken, geriye dönüp onların kökünü
kazımaktır.” Böylece onlar, geri dönmeye niyetlendiler. Bu haber Hz. Peygamber (s.a.v.)’e
ulaşınca, kâfirleri korkutmak ve onlara, gerek kendisinin gerekse ashabının son derece güçlü
olduğunu göstermek istedi. Bunun üzerine O, ashabını Ebu Süfyan’ı takibe çıkmaya teşvik
etti. Ve şöyle dedi:
“Ben şu anda ancak, savaşta benimle beraber olanlarla takibe çıkmayı istiyorum…” Böylece
Hz. Rasul (s.a.v.) ashabından bir toplulukla, Kureyş’i takibe çıktı. Rivayete göre bu
topluluğun sayısı yetmiş kişi kadardı. Müslümanlar, Medine’ye üç mil mesafede olan
Hamrâu’l-Esed mevkiine varınca, Allah Teâlâ müşriklerin kalbine bir korku saldı da, böylece
müşrikler dağıldılar. Rivayet edildiğine göre, ashabın içinde, birbirlerini birer saat süreyle
omuzlarında taşıyan kimseler vardı; bütün bunlar, yaralarının çok ve ağır olmasındandı. Yine
onların içinde, birer saat süreyle birbirlerine dayanarak yürüyen kimseler de vardı.”542

9- Ebu Bekr el-Esamm şöyle demiştir:
“Bu âyet, Uhud gününde nazil olmuştur. Ashâb, bozguna uğradıktan sonra, Hz. Peygamber’in
yanına dönünce, Hz. Peygamber müslümanları, takib konusunda müşriklere karşı teşvik etti.
Zaten Hz. Hamza (r.a.)’nın mübarek na’şına müsle (işkence) yapılmış olduğunu gördükten
sonra onlar da “müsle” yapmaya niyetliydiler, ama Hz. Peygamber onları bundan men etmişti.
Derken Allahu Teâlâ müşriklerin kalbine korku salmış, böylece dağılıp gitmişlerdi. Hz.
Peygamber, Uhud’da şehid olanların cenaze namazını kılmış ve onları, kanlarıyla defnetmişti.
Alimlerin rivayet ettiğine göre Safiyye, kardeşi Hamza’nın durumunu görmek için geldiğinde,
Hz. Peygamber (s.a.v.) Zübeyr’e,
“Onu bırakma da, kardeşine yapılmış olan “müsle”den dolayı feryâd ü figan etmesin” demiş,
bunun üzerine Safiyye de,
“Ona ne yapıldığına dair haber bana geldi. Bu, Allah’a itaat etmenin yanında önemsiz bir
şeydir” deyince de, Hz. Peygamber Zübeyr’e,
“Ona müsaade et de, kardeşine baksın” demiştir. Safiyye de,
“Hayır!” dedi ve Hz. Hamza için Allah’tan mağfiret talebinde bulundu. Yine kocası, babası,
kardeşi ve oğlu öldürülmüş bir kadın gelip de, Hz. Peygamber’in hayatta olduğunu görünce,
“Artık bundan sonra hiçbir musîbetin önemi yoktur!” dedi.” 543
10- İbn Cerir et-Taberi der ki:
“Burada zikredilen müminler, Uhud savaşı bittikten sonra “Hamrau’l-Esed” denilen yerde
tekrar Rasulullah’ın çağırısına uyup ona tabi olanlardır.
Uhud savaşında Peygamber efendimiz yaralandıktan sonra, müşrikler oradan uzaklaşınca,
Peygamber efendimiz düşmanın tekrar geri dönebileceğini düşünerek
“Bunların izini kim takibedecek?” dedi. Hz. Ebubekir ve Zübeyr b. Avvam’ın da içinde
bulunduğu yetmiş kişi kadar olan bir gurup Rasulullah’ın bu çağırısına uydular ve Hamrau’lEsed’e kadar yürüdüler. Bunları gören müşriklerin kalbine Allah bir korku saldı ve mağlup bir

541 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/117-118.
542 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
543 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb.
şekilde kaçıp gittiler. Ve Müslümanlar emniyet içinde Medine’ye döndüler.”544
173. Onlar öyle kimselerdir ki insanlar kendilerine: “İnsanlar size karşı ordu hazırladılar, o
halde onlardan korkun.” dedi de bu, onların imanını artırdı ve: “Allah bize yeter, O ne güzel
Vekil’dir.” dediler.
174. Bunun üzerine kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah’dan nimet ve lûtufla geri
geldiler. Allah’ın rızasına da uymuş oldular. Allah; O en büyük lütuf sahibidir.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
Bu âyet-i kerimeler bir kavle göre Hamrâu’1-Esed, diğer bir kavle göre de Küçük Bedr (Bedr
es-Suğrâ) Gazvesi hakkında nazil olan âyet-i kerimelerdendir. Şöyle ki:
1- İbn-i İshak, Süddi, Abdullah b. Abbas ve Katade’den nakledilen bir görüşe göre sahabilere
bu söz Uhud savaşından sonra, müşriklerin takibine çıkan Rasulullah’a Hamrau’l-Esed
mevkiinde, Abd-i Kays oğullarına ait kervan tarafından söylenmiştir.
a- Abdullah ibn Ebî bekr ibn Muhammed’den rivayet edildiğine göre o şöyle anlatıyor:
“Hz. Peygamber (s.a.v.) Hamrâu’l-Esed’de iken Huzâa kabilesinden Ma’bed Efendimiz
(s.a.v.)’e uğradı. Huzâalılar Allah’ın Rasûlü ile antlaşmalı idiler; müslümanı ve müşriği ile
bütün kabile Hz. Peygamber (s.a.v.)’le antlaşmalarına sadık, müslümanlardan yana, onlara
karşı gizli saklıları olmıyan bir kabile idiler. Ma’bed o günlerde henüz müslüman olmamıştı,
müşrikti.
“Vallahi ey Muhammed, senin ve ashabının bu başına gelenler bize de ağır gelmiş ve bizi de
üzmüştür. Allah’tan dileğimiz onların size verdiği bu zarardan sizi kurtarmasıdır.” dedi, ve Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in yanından çıkıp Hamrâu’l-Esed’den ayrıldı. Daha sonra Ravhâ’da Ebu
Süfyân ve beraberindekilere rastladı. Onlar,
“Uhud’da Muhammed’in ashabının ileri gelenlerini, komutanlarını, onun arkadaşlarını
hakladık, ama köklerini kazımadan döndük geldik. Kalanları üzerine yeniden hücum edelim,
işlerini bitirelim.” diyerek Medine’ye dönmeye ve müslümanların kökünü kazımaya, onları
toptan yok etmeye karar vermişlerdi. Ebu Süfyan (kendileri gibi müşrik olan) Ma’bed’i
görünce ona:
“Arkanda ne var, yolda neler gördün ey Ma’bed?” diye sordu. Ma’bed:
“Muhammed’i gördüm; ashabı içinde sizi takip etmek üzere çıkmış. Öyle kalabalıklar ki
bugüne kadar böylesini görmedim. Size karşı kin ve öfke ile yanıp tutuşuyorlar. Bugünkü
savaşınızdan geri kalmış olanlar da savaşa katılmadıklarına pişman olmuşlar ve bu sefer
onlara katılmışlar ve size karşı öyle öfkeliler ki bu öfke gibisini hiç görmedim.” dedi. Ebu
Süfyân:
“Vay sana, ne diyorsun?” dedi. Ma’bed:
“Allah’a yemin olsun, ya şimdi hemen buradan ayrılıp Mekke’ye doğru yola çıkarsınız, ya da
birazdan atlarının alınlarını karşınızda bulursunuz.” dedi. Ebu Süfyân:
“Biz de kalanlarının da kökünü kazımak üzere onlara tekrar hücum etmeye karar vermiştik.”
dedi. Ma’bed:
“Bunu hiç tavsiye etmem ve seni bundan men’ederim. Allah’a yemin olsun, gördüklerim beni
şu beyitleri söylemeye sevketti.” deyip Hz. Peygamber ve ordusunu övüp yücelten bir şiir
söyledi de bu Ebu Süfyân ve yanındakileri geri döndürdü.
Ebu Süfyân Mekke’ye dönüş yolunda bu sefer Abdu’1-Kays oğullarından bir gruba rastladı.
Onlara nereye gittiklerini sordu, sebebini sorduğunda yiyecek birşeyler bulmak üzere oraya
gitmekte olduklarını öğrenince
“Muhammed’e bir mektubum var. Bunu ona götürürseniz bunun karşılığında yarın gelirsiniz
bu develerinize Ukâz’da şıra yükleriz.” dedi. Onlar da kabul ettiler. Onlara şöyle dedi:
“Muhammed’e vardığınızda ona haber verin ki biz, kalanlarının da kökünü kazımak üzere
544 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan.
Muhammed ve ashabının üzerine yürümeye karar verdik.” Abdu’1-Kays’lılar Hz. Peygamber
henüz Hamrâu’l-Esed’de iken ona gelip Ebu Süfyân’ın söylediklerini ona haber verdiler de
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.):
“Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl’dir.” dedi.”545

b- Ebû Râfi’den rivayet edildiğine göre ise “Hz. Peygamber (s.a.v.) Hz. Ali’yi bir grup sahâbî
ile Ebu Süfyân’ı takibe yolladı ve bunlar yolda Huzâa’dan bir bedeviye rastlayıp Ebu Süfyân
hakkında bilgisi olup olmadığını sordular. O da Ebu Süfyân’ın toparlanıp yeniden üzerlerine
gelmekte olduğunu söyleyince “Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl’dir.” dediler de bu âyet-i
kerime nazil oldu.”546
c- Suddî rivayetinde ise “Ebu Süfyân ve arkadaşları Uhud’dan, müslümanların işini tam olarak
bitirmeden ayrıldıklarına pişman olup
“Dönün ve onların kökünü kazıyın.” dediklerinde Allah onların kalblerine bir korku saldı da
bozuldular, bir bedeviye rastladılar, ona bir hediye vererek
“Muhammed ve ashabına rastlarsan onlara bizim onlar için yeniden ordu topladığımızı haber
ver.” dediler. Ancak o bedevi gelmeden Allah Tealâ, Rasûlü (s.a.v.)’ne bu durumu haber verdi
de Allah’ın Rasûlü onları takip için çıktı ve Hamrâu’l-Esed’e kadar geldi. Yolda iken Ebu
Süfyân’ın haber gönderdiği bedeviye rastladılar. Bedevi onlara Ebu Süfyan’ın söylediklerini
haber verdi de onlar
“Allah bize yeter, O ne güzel Vekil’dir.” dediler. Sonra Hamrâu’l-Esed’den dönerlerken Allah
Tealâ onlar ve onlara Ebu Süfyân’ın haberini getiren bedevi hakkında “İnsanlar kendilerine:
“İnsanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun.” dedi de bu, onların imanını
artırdı ve: “Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl’dir.” dediler.” âyet-i kerimesini indirdi.” 547
d- Süddî rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabının, Ebu Süfyân’ı takip için
çıktıklarında Ebu Süfyan’ın kendilerinin kökünü kazımak üzere büyük bir ordu topladığı
haberini Zulhuleyfe’de aldıkları; İbn Abbâs rivayetinde ise bu haberi bir bedevinin değil
Medine’ye mal satmak üzere giden bir kervan’ın getirdiği, kervandakilerin: “Ey Muhammed,
Ebu Süfyân size karşı büyük bir ordu toplamış, Medine üzerine yürümekte, istersen geri dön.”
dedikleri kaydedilmektedir.548
e- İbn Abbas’tan rivayet olunmuştur. O der ki:
“Müşrikler, Uhud’dan geri döndükleri sırada birbirlerine:
“Ne Muhammed’i öldürebildik, ne de genç cariye kızlar ele geçirebildik. Ne kötü iş yaptık!
Haydi geri dönüp şunların kökünü kazıyalım.” dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) bunu duyunca,
müslümanları onları karşılamağa teşvik etti. Müslümanlar Hz. Peygamber’in çağrısına uyup
yola çıktılar ve Hamrâu’l-Esed denilen yere vardılar. Ancak, müşrikler:
“Önümüzdeki yıl karşılaşalım”, diyerek geri döndüler. Bu durum karşısında Hz. Peygamber
(s.a.v.) de Ashâb’ı ile birlikte Medine’ye avdet etti. Her ne kadar savaş olmadıysa da, bu sefer
de bir gazve addedildi. Bu olay üzerine Allah Teâlâ bu âyetleri inzal buyurdu.”
Hbu Süfyân, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e;
“Seninle Bedir mevsiminde karşı karşıya geleceğiz, çünkü arkadaşlarımızı o zaman
öldürmüştünüz. Korkak olan, geri döner, cesur olan ise, silahlarını ve ticaret mallarını alıp
gelir.” diye vaatte bulunmuştu. Ancak müslümanlar vaat edilen yere geldiklerinde orada
kimseyi bulamayınca, yanlarındaki mallarla alış-verişte bulundular. Bunun üzerine Allah
teala bu âyet-i kerimesini inzal buyurdu.”549
2- Mücahid ve İkrime’ye göre ise, düşmanlarının bir araya gelerek kendilerine saldıracağı
haberi, Rasulullah’a ve sahabilerine, Uhud savaşından bir sene sonra gittikleri küçük Bedir
mevkiinde söylenmiştir.
545 Muhammed ibn İshak; İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/119.
546 İbn Merdûye; Suyûtî, Lubâbu’n-Nukûl, 1/89-90.
547 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/119-120.
548 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/120.
549 Nesaî, İbn Mâce.
a- Mücâhid’den rivayete göre “Ebu Süfyân, Uhud savaşı günü Hz. Muhammed (s.a.v.)’e:
“Bir sene sonra buluşma yerimiz, daha önce arkadaşlarımızı öldürdüğünüz Bedr olsun.
Gelecek sene kozumuzu orada paylaşalım.” demiş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de:
“Umarız öyle olur.” buyurdu. Bir sene sonra Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) va’dine uyarak yola çıktı
ve Bedr’e gelerek orada konakladı. Bu gelişleri orada kurulmakta olan panayıra rastlamıştı.
Orada alış verişlerini yaptılar; Allah’ın lûtfu ve fazlı ile geri döndüler, orada onlara bir kötülük
ve zarar dokunmadı.” 550
b- İbn Cureyc’den gelen rivayette şu fazlalıklar vardır:
“Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebu Süfyân’la va’dleştikleri buluşma yerine doğru yola çıktığında
bazı müşriklere rastladılar. Onlara Kureyş’in haberlerini sorduklarında o müşrikler, Hz.
Peygamber ve ashabını kandırmak ve müşriklerden korkutmak üzere:
“Size karşı büyük bir ordu topladılar.” dediler. Bu haber karşısında mü’minler sadece
“Allah bize yeter, O ne güzel Vekîl’dir.” dediler, bu onların sadece iman ve yakînlerini artırdı
da Bedr’e kadar geldiler. Orada panayırı sakin buldular, kimse onlarla karşılaşıp çekişmedi,
çatışmadı. Orada panayırda bulunan bir müşrik Mekke’ye giderek Bedr’de Muhammed’in
atlılarını gördüğünü Mekkelilere haber verdi.” 551
c- İkrime’den gelen rivayette ise “Hz. Peygamber ve ashabına, müşriklerin kendilerine karşı
büyük bir ordu hazırladığı haberi onlar henüz Medine’den hareket etmezden önce ulaşmış; bu
haber üzerine bazıları korkup bu seferden geri dururken cesaretliler hem savaşa, hem de
Bedr’de bulacakları panayırda alış verişe hazırlanarak yola çıkmışlar; Bedr’e varınca da orada
sakin bir panayırdan başka bir şey görmemişler. Çünkü müşriklerin büyük bir ordu toplayıp
gelmekte oldukları haberi bir balondan başka bir şey değilmiş.”
d- İbn Abbâs’tan gelen rivayette bazı farklı ayrıntılara yer veriliyor:
“Hz. Peygamber (s.a.v.)’le va’dleştikleri zaman gelince Ebu Süfyân kavmiyle beraber
Mekke’den Bedr’e doğru yola çıktı. Merru’z-Zahrân denilen mevkiye gelip konakladıklarında
Allah kalbine bir korku saldı da geri dönmeye karar verdi. Orada umre yapmak üzere
Mekke’ye gelmiş olan Nuaym ibn Mes’ûd el-Eşcaî’ye rastladılar. Ebu Süfyân ona:
“Ey Nuaym, ben Muhammed’e Bedr mevsiminde buluşmayı va’detmiştim. Ama bu sene kurak
geçti. Oraya gitmek bizim için bolluk senesi uygun olur ki hayvanlarımızı otlatalım, sütlerini
içelim. Bana, bu va’dî yerine getirmeden geri dönmemiz daha uygun göründü. Ama şimdi
bizim döndüğümüzü Muhammed duyarsa bu onun bize karşı cür’etini artırır. Şimdi sen
Medine’ye git ve onları Bedr’e çıkmalarını engelle, eğer bunu yaparsan sana 10 deve var.”
dedi. Nuaym bu teklifi kabul ederek Medine-i Münevvere’ye geldi ve müslümanların yola
çıkmaya hazırlandıklarını gördü. Onlara:
“Bu, bana hiç de doğru bir görüş gibi gelmiyor; onlar sizin beldenize geldiler, çoğunuzu
öldürdüler. Şimdi onlara gidecek olursanız gidenlerden birisi dahi geri gelmiyecektir.” dedi.
Bu, bazı müslümanların kalbine kurt düşürdü. Hz. Peygamber bunu hissedince:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki yalnız başıma olsam da yine çıkacağım.”
buyurdu. Sonra Allah’ın Rasûlü (s.a.v.), içlerinde İbn Mes’ûd’un da bulunduğu 70 kişi içinde
yola çıktı. Bedr es-Suğrâ denilen yere kadar gittiler. Burada Kinâne oğullarına ait bir su
(kuyu) vardı. Bu suyun etrafında senede bir defa olmak üzere 8 gün panayır kurulurdu.
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) ve ashabı hiçbir müşrikle karşılaşmadıkları gibi oraya gelmeleri bu
panayıra tesadüf etti. Yanlarında bulunan ticaret mallarını sattılar, elde ettikleriyle de deri, şıra
gibi şeyler satın aldılar kâr ettiler, bir de üstüne para kazandılar, böylece Medine-i
Münevvere’ye salimen ve ganimetle döndüler. Ebu Süfyân da Mekke’ye döndüğünde Mekke
halkı bu sefere çıkan ordusuyla “Sevîk ordusu” diye alay ettiler. Çünkü yola çıkmışlar,
konakladıkları yerlerde bol bol sevîk (çorba) içmişler; Muhammed ve ashabıyla savaşmadan,
gayelerine ulaşmadan geri dönmüştüler. İşte bu âyet-i kerime bu hadise hakkında nazil

550 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/120.
551 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/120.
olmuştur.”552
e- İbn Abbas ile Muhammed İbn İshak’a göre “Abdu’l-Kays kabilesinden bir topluluk Ebu
Süfyan’a rastladılar. Ebu Süfyan onları, müslümanları korkutmak için araya soktu ve buna
karşılık kendilerine bir ücret vermeye söz verdi.” 553

f- Süddî şöyle demiştir;
“Bunlar, münafıklardır. Müslümanlar, Ebu Süfyan’a verdikleri sözlerinden dolayı, Bedr-i
Suğra’ya hareket etmek için hazırlanırlarken, münafıklar,
“Onlar daha önce sizin diyarınıza gelip savaştıkları halde, çoğunuzu öldürdüler. Eğer siz,
onların diyarına gidecek olursanız, hiçbiriniz geri dönemezsiniz” demişlerdir.” 554
3- Genel değerlendirme:
a- Taberî bu iki değişik nüzul sebebine dair rivayetleri verdikten sonra yaptığı
değerlendirmede bu âyetlerin Hamrâu’1-Esed Gazvesi hakkında nazil olduğuna dair
rivayetleri daha sahih ve âyet-i kerimelerin nazmına daha uygun buluyor. Bir kere bir önceki
âyet-i kerimede “Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah’ın ve Rasûlü’nün davetine
icabet edenler…” denilerek ashabın Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sefere çıkma davetine zor
koşullarda icabet ettikleri ima edilerek övülmekte.
Bu ifade bu âyet-i kerimede kastedilenlerin hemen Uhud’dan sonra yorgun argın ve yaralı
halde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in davetine icabet edenler olmasını gerektirmektedir. Küçük
Bedr Gazvesinde ise mü’minlerin yaralı olmaları durumu yoktur; mü’minlerin Uhud’da
aldıkları yaralar iyileşmiştir. Uhud Gazvesi hicretin üçüncü senesi Şevval ayının ortalarında
meydana gelmiş, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Küçük Bedr Gazvesine çıkışı ise yaklaşık bir sene
sonra hicretin dördüncü senesi Şaban ayında olmuştur. Bu bir senelik sürede Hz. Peygamber
(s.a.v.)’le müşrikler arasında başka bir savaş olmamakla Uhud’un kötü izleri silinmiş ve güçlü
bir şekilde sefere çıkılmıştır ki “Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah’ın ve
Rasûlü’nün davetine icabet edenler…” övgüsü bu duruma pek uymamaktadır.555
b- Fahreddin er-Razi der ki:
“Buradaki, “insanlar”dan maksad, Nu’aym İbn Mes’ud el-Eşca’î’dir. Tek kişiye, “insanlar”
denebilir. Çünkü bir kişi bir söz söylediği zaman ve onun aynı sözü söyleyip, o söze razı olan
taraftarları olduğu zaman, bu söz ve fiili hepsine nisbet etmek yerinde olur. Nitekim Cenâb-ı
Hak şöyle buyurmuştur:
“Hani siz bir kişi öldürmüştünüz ve onun (katili) hakkında birbirinizle atışmıştınız.” 556

“Hani siz, “Ey Musa, Allah’ı açıkça görmedikçe sana katiyyen imân etmeyiz” demiştiniz…” 557

Halbuki bu işi yapanlar, onların kendileri değil, atalarıdır. Fakat, onlar atalarına uyup, bu
işlerinde onları tasvib etmek suretiyle uydukları için, bu fiil onlara nisbet edilmiştir. Burada
da, bu sözün o tek kişinin sözüne razı olan bir cemaata nisbet edilmiş olması caizdir.” 558
c- Fahreddin er-Razi der ki:
“Siyer ve İslâm tarihi âlimleri bu ve önceki ayetin nüzul sebebi hakkında ihtilâf etmişlerdir.
Mesela Vâkidî, önceki âyetin Hamrâ-ul-Esed hâdisesine, ikincisinin de Bedr-i Suğra hâdisesi
ile ilgili olduğu kanaatindedir. Bu âlimlerden, her iki âyetin de Bedr-i Suğrâ hâdisesi ile ilgili
olduğunu söyleyenler de vardır. İlk görüş daha uygundur. Çünkü Hak Teâlâ’nın, “Kendilerine
yara isabet ettikten sonra” 559 buyruğu, bu yaralanmanın sanki yakın bir zamanda olduğuna
delâlet etmektedir. Binaenaleyh bundaki medih, yara onlara dokunduğu zaman düşmana karşı
çıkmalarına mukabil medihten daha çoktur.” 560
552 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/99.
553 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/100.
554 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/100.
555 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/120-121.
556 Bakara: 2/72.
557 Bakara: 2/55.
558 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/100.
559 Al-i İmran: 3/172.
560 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/100.
175. İşte O, ancak (sizi) kendi dostlarından korkutmakta olan şeytandır. Öyle ise siz, onlardan
korkmayın, benden korkun, eğer mü’minlerseniz…
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Buradaki şeytandan murad, Ebu Süfyan’a rastlayan o topluluktur.561

2- Bunun Nu’âym İbn Mes’ud olduğu da söylenmiştir. Nu’aym kâfirlikte ileri gidip azdığı için,
“şeytan” diye ifâde edilmiştir. Bu, Hak Teâlâ’nın “İnsan ve cin şeytanları…” 562 âyetinde
belirtildiği gibidir. 563
3- Bunun şeytanın kendisi olup, müslümanları vesveseleriyle korkuttuğu da söylenmiştir. 564
176. O küfre koşuşanlar seni üzmesin. Onlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah,
onlara âhirette bir pay vermemeyi murad eder. İşte onlaradır azâb-ı azîm.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Bu âyet, Kureyş kâfirleri hakkında nazil olmuştur. Allah, Peygamber’i Hz. Muhammed’i
onların şerrinden emin kılmıştır. Buna göre mana, “Seninle savaşmak için, ordular toplayarak
küfürde yarışanlar, seni mahzun etmesin. Çünkü onlar, bu hareketleriyle Allah’a değil, sadece
kendilerine zarar verirler.” şeklindedir. Bunu, onların Peygabere ve mü’min ashabına hiçbir
şekilde zarar veremeyecekleri manasına anlamak gerekir. Bu ifâde, bu şekilde anlaşıldığında,
mutlaka belli bir zarara hamledilmesi gerekir. Çünkü bundan sonra onların, Hz. Peygamber
(s.a.s)’e birtakım zararlar verdikleri meşhurdur. Evlâ olan, bunun: “Kâfirlerin ordular
toplamaktan maksatlarının, bu dini yok etmek ve bu şeriatı silmektir. Onların bu maksatları
hiçbir zaman tahakkuk etmeyecek, aksine kendi işleri bozulacak, güçleri gidecek, senin işin
yücelip, ismin duyulacak” manasına hamledilmesidir. 565

2- Bu âyet, münafıklar hakkında nazil olmuştur. Onların küfre koşuşup yarışları da,
mü’minleri Uhud hadisesi ile korkutmaları ve ilâhî yardım ile muzafferiyetten ümitsiz
bırakmaya gayret etmeleridir. Veyahut da onların, “Muhammed, mülk peşinde koşuyor.
Bundan dolayı durum bazan lehine, bazan aleyhine oluyor. Eğer o, Allah’tan bir Peygamber
olsaydı, hiç mağlup olmazdı” demeleridir. Bu da, müslümanları (nerede ise) İslâm’a karşı
soğutuyordu ve Hz. Peygamber (s.a.v.) bundan dolayı üzülüyordu. 566
3- Bazı âlimler de şöyle demişlerdir:
“Bir kısım kâfirler, müslüman olmuşlar, fakat Kureyş’ten çekindikleri için sonra irtidad etmiş
(İslâm’dan geri çıkmışlardı. İşte bundan dolayı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gönlüne bir üzüntü
düşmüştü. Çünkü O, onların bu irtidadları ile kendisine bir zarar verebileceklerini sanıyordu.
İşte bundan dolayı Cenâb-ı Allah, onların mürted olmalarının, O’na bir zarar veremeyeceğini
beyan buyurmuştur.”
Kâdî şöyle der:
“Bu izah, şunlarla da güçlendirilebilir:
a) Küfür üzere devam eden kimse için, “küfre koşuyor” denilemez. Fakat bu ifâde ile,
imandan sonra kâfir olan kimse tavsif edilir.
b) Allah Teâlâ’nın, “Allah, onlara âhirette bir nasib vermemeyi murad eder” buyruğu ancak
daha önce iman etmiş olan kimseler için uygun düşer. Binâenaleyh bu iman bir nasib
gerektirmiş ama, sonra irtidad sebebi ile boşa gitmiştir.
c) Hüzün, ancak arzu edilen birşeyi elde edememeden dolayı olur. Hz. Peygamber (s.a.v.),

561 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/101.
562 En’am: 6/112.
563 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/101.
564 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/101.
565 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/103.
566 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/103.
onların imân etmelerinden istifade etmeye muktedir olup, sonra onlar kâfir oldukları için,
ümmetinin sayısının çoğalmamış olmasından ötürü hüzünlenmiştir. İşte bundan dolayı Allah
Teâlâ, O’nu bundan emin kılmış ve kendisinin durumunun değişmemesi konusunda onların
iman etmeleriyle etmemelerinin müsavi olduğunu bildirmiştir.” 567
4- Bunlardan murad, dünya malı elde etmek için, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Tevrat’ta
bahsedilen sıfatlarını saklayan, Ka’b İbn Eşref ve taraftarları gibi yahudi ileri gelenleridir. 568
5- Bir rivayete göre de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, ehl-i kitabın müslüman olmaması çok ağır
geliyormuş. Çünkü diğer müşrikler onlara bakıyor ve ”Bunlar kitab ehlidir, şayet sözü hak
olsaydı önce onlar ona tâbi olurlardı.” diyorlarmış. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil
olmuş.
569
6- Kaffal (r.h.) şöyle demiştir:
”Âyeti, Hak Teâlâ’nın, ”Ey Peygamber, kalpleriyle inanmadıklan halde ağızlarıyla ”inandık”
diyen (münafıklarla yahudilerden o küfür içinde (olabildiğine) koşuşanlar seni mahzun
etmesin” 570 âyetinin de delâleti ile bütün kâfir sınıfları manasına hamletmek uzak bir ihtimal
değildir. Buna göre âyet, Hz. Peygamber (s.a.s)’in hüznünün, bütün bu kâfirlerden dolayı
olduğuna delâlet eder.”571
177. İmana karşılık küfrü satın alanlar, Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem veren
bir azap vardır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Fahreddin er-Razi der ki:
“Eğer biz bundan önceki âyetin münafıklar ile yahudiler hakkında olduğunu söylersek, bu
âyetin de mürtedler hakkında olduğunu söyleriz. “
2- “Aynı şekilde birinci âyetin mürtedler hakkında, bu âyetin de yahudiler hakkında olduğunu
söylemek de uzak bir ihtimal sayılmaz. Yahudilerin imana karşılık küfrü satın almalarının
manası şudur: Onlar, Hz. Peygamber (s.a.s)’i, henüz Peygamber olarak gönderilmezden önce
de biliyor, O’na inanıyor ve düşmanlarına karşı O’na yardım edeceklerini söylüyorlardı. Fakat
bizzat Peygamber olarak gönderilince, O’nu inkâr edip, önceki hallerini bıraktılar ve böylece
sanki imanı verip, karşılığında küfrü satın alan kimseler gibi oldular. Bu, birşey satın alan
kimsenin, ona karşılık satana bir bedel vermesi gibidir.”
3- “Bu âyeti münafıklara hamletmek de uzak bir ihtimal değildir. Çünkü münafıklar,
mü’minlerin yanında iken iman ettiklerini söylüyorlar, şeytan gibi olan reisleri ile başbaşa
kaldıklarında, kâfir olup, imanı bırakıyorlardı. Böylece onlar sanki küfrü, imân mukabilinde
satın almış oluyorlardı.” 572

178. O küfredenler, onlara zaman vermemizi kendileri için sakın hayırlı sanmasınlar. Onlara
fırsat vermemiz ancak günahlarını artırmaları içindir. Onlara horlayıcı ve aşağılayıcı bir azâb
vardır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Mukatil’den rivayete göre Mekke müşrikleri hakkında nazil olmuştur.573
2- Atâ’dan rivayete göre Kurayza ve Nadîr oğulları yahudileri hakkında nazil olmuştur.574

3- Fahreddin er-Razi der ki:

567 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/103-104.
568 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/104.
569 el-Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 4/181.
570 Mâide: 5/41.
571 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/104.
572 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/105-106.
573 Alûsî, Rûhu’l-Maanî, 4/135.
574 Alûsî, Rûhu’l-Maanî, 4/135.
“Bu âyet, daha önceki âyetlerde de izah edildiği gibi, Uhud hâdisesi ve münafıkların
mü’minleri cihaddan geri koymaları hakkındadır. Binâenaleyh Cenâb-ı Hak, kâfirlerin bu
dünyada bir müddet daha yaşatılmalarının ve kendilerine mühlet tanınmasının, şehidler gibi
ölmelerinden onlar için daha hayırlı olmadığını beyân etmektedir.”575
179. Allah, mü’minleri sizin üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir. Nihayet
murdarı temizden ayıracaktır. Allah sizi gayba muttali kılacak ve size gaybı bildirecek de
değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. O halde siz Allah’a ve Rasûllerine
iman edin. Eğer iman eder ve müttakîler olursanız sizedir ecr-i azım.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Süddî dedi ki: “Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ümmetim, Adem’e arzolunduğu gibi kendi suretlerinde bana arzolundular ve bana iman
edenlerle, beni inkâr edenler bana bildirildi.” Bu haber münafıklara ulaşınca alay ettiler ve
dediler ki:
“Muhammed kendisine inananı ve inkâr edeni bildiğini iddia ediyor. Halbuki biz kendisiyle
beraber bulunduğumuz halde bizi tanıyamıyor.” İşte bu sebebe binaen Allah Teala bu âyeti
indirdi.”576
2- Kelbî’nin İbn Abbâs’dan rivayetine göre “Kureyş demiş ki:
“Ey Muhammed, sen, sana uymayan kimsenin Cehennem’de bulunduğunu, Allah’ın da o
kimseye karşı gazaplı olduğunu, senin dinin üzere uyan kimseninse Cennet ehlinden olup,
Allah’ın da ondan hoşnut olduğunu iddia ediyorsun. Peki o halde sana iman eden ve etmeyen
kimseleri de bize haber ver.” Bu sebeple Allah Teala bu âyeti indirdi.”577
3- Ebu’l-Aliye dedi ki:
“Mü’minler kendilerine, onunla mü’min ve münafık kimseyi birbirinden ayırd edebilecekleri
bir alamet verilmesini istediler. Allah Teala da bu âyeti indirdi.”578
4- Suddî’den rivayete göre “Bir takım kimseler: “Muhammed gerçekten doğru sözlü ise bize
kimin gerçekten mü’min, kimin kâfir olduğunu haber versin bakalım.” dediler de Allah Tealâ
bu âyet-i kerimeyi indirdi.”579

5- Gafra’nın kölesi Ömer dedi ki:
“Yahudiler: “Ey Muhammed, siz daha önceden bizim dinimizden hoşnut idiniz. Kitabınız
inmeden önce sizden bazıları ölmüş olsaydı onun hali nasıl olacaktı?” dediler de bu âyet-i
kerime nazil oldu.”580
6- Fahreddin er-Razi der ki:
“Bu âyet, Uhud hadisesi ile ilgili âyetlerin en son kısmıdır.”581

180. Allah’ın, lûtfundan kendilerine verdiğinde cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir
hayır olduğunu sanmasınlar. Tam tersine bu, onlar için bir şerdir. Onların cimrilik ettikleri
kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır, Allah yapmakta
olduklarınıza Habîr’dir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Müfessirlerin büyük çoğunluğu (İbn Mes’ûd, Ebu Hüreyre, Ebu Salih rivayetinde İbn
Abbâs, Şa’bî, Mücâhid) bu âyetin, zekâtı men edenler, mallarının zekâtını vermede cimri

575 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
576 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 108; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/510.
577 Kelbi zayıftır. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 108.
578 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 108.
579 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/125.
580 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/510.
581 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
davranan müslümanlar hakkında indiği üzere görüş birliğindedirler.582
2- Atiyye el-Avfî’nin, İbn Abbas’tan, İbn Cureyc’in Mücâhid ve Zeccâc’dan rivayetine göre
bu âyet, Muhammed (s.a.v.)’in vasfinı ve peygamberliğini gizleyen Yahudi alimleri hakkında
nazil oldu. Cenab-ı Hakk, bu âyet-i kerimedeki “cimrilik” ile, Allah Teala’nın o Yahudi
hahamları’na vermiş olduğu ilmi gizlemeyi murad etmiştir.”583
181. “Gerçekten Allah fakirdir, biz zenginleriz.” diyenlerin sözünü Allah mutlaka işitmiştir. O
söylediklerini haksız yere peygamberlerini öldürmeleriyle birlikte yazacağız ve “Tadın o
şiddetli yangın azabını!” diyeceğiz.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Abdullah b. Abbas, Süddi, Mücahid, Hasan-ı Basri, Katade ve İbn-i Zeyd bu âyet-i
kerimenin ve bundan sonra gelen bir kısım âyetlerin, Rasulullah’ın döneminde bulunan
Yahudiler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.584

2- İkrime, Süddî, Mukatil ve Muhammed İbn İshak dediler ki:
“Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a.) birgün Yahudiler’in bir dershanesine girdi. Yahudiler’den bir grup
insanı, içlerinden Fihnas b. Âzûrâ isminde bir adamın başına toplanmış oldukları bir halde
buldu. Bu zat onların ulemasındandı. Finhas’ın yanında adı Eşya’ olan bir haham daha vardı.
Ebû Bekr, Fihnas’a dedi ki:
“Yazık sana ey Finhâs, Allah’tan kork da müslüman ol. Zira vallahi sen elbette çok iyi
biliyorsun ki Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Rasulü’dür. Allah katından size gerçekten hak ile
gelmiş bir peygamberdir. O’nu yanınızdaki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak bulmaktasınız. O
halde O’na iman et ve O’nun peygamberliğini tasdik et, Allah’a güzel bir ödünç ver ki seni
Cennet’e koysun ve sana kat kat sevap versin.” Fihnas da dedi ki:
“Vallahi ey Ebu Bekr, bizim Allah’a ihtiyacımız yok, tam tersine onun bize ihtiyacı var. Ey
Ebû Bekr, sen Rabbimizin bizden mallarımızı borç istediğini iddia ediyorsun. Halbuki
zenginden, ancak fakir borç ister. Biz, onun bize yalvardığı gibi ona yalvarmıyoruz. Biz ondan müstağniyiz. Bizden müstağni olsa, zengin olsa arkadaşının zannettiği gibi bizden borç
istemezdi. Şimdi senin dediğin şey şayet doğru ise, o halde Allah gerçekten fakir, bizlerse
zenginiz, Eğer zenginse bizden mallarımızı borç istemez. Ayrıca baksana size faizi
yasaklıyor, bize veriyor. Eğer zengin olsa bize faiz verir miydi?!” Bunun üzerine Ebû Bekr
gazaba geldi ve Fihnas’ın suratına kuvvetli bir şamar indirdi ve dedi ki:
“Hayatım, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki seninle aramızda anlaşma (başka bir
rivayette: Mersed oğullarıyla Hz. Peygamber arasındaki antlaşma) olmasaydı elbette boynunu
vururdum ey Allah’ın düşmanı! Eğer sözlerinizde sâdık iseniz gücünüz yettiğince bizi yalanlayın bakalım.” Bunu müteakib Fihnas Rasulullah (s.a.v.)’a gelip dedi ki:
“Ey Muhammed, şu arkadaşının bana yaptığına bak.” Rasulullah (s.a.v.) Ebû Bekr’e:
“Bu yaptığına seni sevk eden ne idi?” buyurdu. Ebû Bekr de dedi ki:
“Ey Allah’ın Rasulü, bu Allah’ın düşmanı gerçekten çok büyük bir söz konuştu; Allah’ın fakir,
kendilerininse zengin olduğunu iddia etti. Ben de Allah için gazaba gelip suratına vurdum.”
Fihnas ise bunu inkâr etti. Nihayet Allah Teala, Fihnas’ı red Ebû Bekr’i ise tasdik etmek üzere
bu âyeti ve yine Hz. Ebu Bekr’in sözü ve onu sinirlendiren hadise hakkında bir de “Sizden
evvel kendilerine kitab verilenlerden ve müşriklerden herhalde incitici birçok sözler
işiteceksiniz. Eğer katlanır müttakîler olursanız işte bu, hadiselere karşı bir azimdendir.”585
âyet-i kerimesini indirdi.”586

582 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 109.
583 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/126; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/512; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı
Nüzul, İhtar Yayıncılık: 109.
584 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
585 Al-i İmran: 3/186.
586 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/129, ed-Dürr: 2/105; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık:
109; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/166; Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/342.
Bu rivayet biraz sonra 186. âyet-î kerimenin nüzul sebebinde özde aynı, fakat ayrıntılarda
biraz daha farklı olarak tekrar gelecektir.
3- Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), Benî Kaynuka yahudilerine, İslâm’a,
namaza, zekata ve Allah için güzel bir borç vermeye davet eden bir mektup yazıp, bunu Hz.
Ebu Bekir’le gönderince, Yahudi Finhas,
“Demek ki Allah fakir ki bizden borç para istiyor” dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir ona bir
tokat atarak,
“Eğer aramızda bir anlaşma olmasaydı, boynunu uçururdum” dedi. Binâenaleyh Hz. Ebu
Bekir onu, Hz. Peygamber’e şikayet edip, Finhas da söylediği sözü inkâr edince, işte bu âyet
Hz. Ebu Bekir’i doğrulamak için indi.587

4- Abdu’l-Kahir b. Tahir, Ebû Amr b. Matar’dan, o Cafer b. el-Leys ez-Ziyadî’den, o Ebû
Huzeyfe Musa b. Mesud’dan, o Şibl’den, o İbn Ebî Nücayh’tan, o da Mücahid’den şunu
dediğini bize haber verdi:
“Bu âyet Yahudiler hakkında inmiştir. Ebû Bekr onlardan bir adamın suratına tokat attı. Bu
adam: “Allah fakirdir, bizlerse zenginiz” diyen kimsedir.”
Şibl dedi ki: “Bana gelen habere göre bu kişi Yahudi Fihnas’tır. Allah’ın eli kapalıdır, sıkıdır,
diyen kişi de budur.”588
5- İbn Abbas’tan (r.a.) rivayet edildi:
“Yahudiler, Allahü Teâlâ, “Kim Allah’a borç verecek” âyetini indirdiği zaman, Nebî
Aleyhisselâm’a geldiler ve:
“Ey Muhammed, senin Rabbin fakir mi ki, kullarından istiyor?” dediler. Allahü Teâlâ bu âyeti
indirdi.” 589

6- İbn Abbas’tan (r.a.) hasen bir senetle rivayet edildi:
“Allahu Teâlâ’nın Al-i İmran: 3/181 ayeti, Ebu Bekir ile Finhas arasında olan şey hakkında
indi.” 590
7- Hasen’den rivayete göre “Kimdir o ki Allah’a güzel bir borç verir…”591 âyet-i kerimesi nazil
olunca yahudiler taaccüb ettiler ve alay yollu: “Rabbınız fakir ki bizden borç istiyor.” dediler
de Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.
Katâde rivayetinde bu sözü söyleyenin yahudilerden Huyey ibn Ahtab olduğu, “Rabbımız
bizden borç istiyor, ancak bir fakir zenginden borç ister.” dediği kaydedilmiştir.592

Ebu Süleyman ed-Dimaşkî ise bu yahudinin en-Nebbâş ibn Amr olduğunu söylüyor.593
8- Allah, “Kimdir ki Allah’a güzel bir borç versin de, (Allah) onu kat kat, çok çok artırsın” 594
âyetini indirince, Yahudiler:
“Biz, Muhammed’in ilâhının bizden borç istediğini görüyoruz, demek ki biz zenginiz O fakir.
Bir taraftan faizi (ribayı) bize yasaklarken, öbür taraftan bize faiz veriyor” dediler. Bu
sözleriyle bu âyeti kasdediyorlardı. 595

183. “Doğrusu, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamız
hususunda Allah bize and verdi.” diyenlere de ki: “Benden önce nice peygamberler size
apaçık delilleri ve dediğiniz şeyi getirmişti. Eğer doğru sözlüler idiyseniz onları neden
öldürdünüz?”
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

587 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
588 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/130, ed-Dürr: 2/106. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık:
109-110.
589 İbn Ebî Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/167.
590 İbn Münzir; İbn Ebî Hatim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/168.
591 Bakara: 2/245.
592 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/130.
593 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/515.
594 Bakara: 2/245.
595 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
1- Kelbî dedi ki:
“Bu âyet Ka’b b. Eşref, Malik b. Sayf (veya Dayf), Vehb b. Yehuza, Zeyd b. Tabuh, Fihnas b.
Âzurâ ve Huyey b. Ahtab hakkında nazil oldu. Bunlar Rasulullah (s.a.v.)’a gelip dediler ki:
“Allah’ın, seni bize bir peygamber olarak gönderdiğini, sonra bir kitap indirdiğini iddia
ediyorsun. Oysa ki Allah, Tevrat’ta, ateşin yiyeceği bir kurbanı bize getirmedikçe, Allah
katından gönderildiğini iddia eden hiçbir peygambere inanmamamızı emretmiştir. O halde
sen, o kurbanı bize getirirsen seni tasdik ederiz.” Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti
indirdi.”596
2- İbn Abbas (r.a.) şöyle demiştir:
“Bu âyet, Ka’b İbn el-Eşref, Ka’b İbn Esed, Malik İbn es-Sayf, Vehb İbn Yahuza, Zeyd İbn
Tâbûb, Finhâs İbn Âzûrâ ve benzerleri hakkında nazil olmuştur. Onlar, Hz. Muhammed
(s.a.v.)’e gelerek
“Ey Muhammed, Allah’ın Peygamber’i olduğunu ve Allah’ın sana bir kitap indirdiğini iddia
ediyorsun. Halbuki Allah bize Tevrat’ta, hiçbir Peygamber’e, ateşin yiyeceği bir kurban
getirmedikçe, imân etmememizi emretti. O ateşin hafif bir sesi olur ve gökten iner. Eğer sen
bize bu ateşi getirirsen, seni tasdik ederiz” dedikleri zaman, işte bu âyet-i kerime nazil
olmuştur.” 597
3- Atâ şöyle demiştir:
“İsrailoğulları Allah için kurban kesiyor, onun iç yağları ile etinin en güzel yerlerini alıp,
bunları tavanı açık bir evin ortasına koyuyorlardı. Peygamberleri evin içinde durup,
Rabb’isine dua ediyordu. İsrailoğulları da dışarıda, evin etrafında bekleşiyorlardı. Derken
gökten hafif bir sesi olan, dumansız beyaz bir ateş iniyor ve o kurbanı yakıp bitiriyordu.” 598

4- Süddî dedi ki:
“Cenâb-ı Hak Tevrat’ta, “Size Peygamber olduğunu iddia eden birisi gelince, Mesîh ve
Muhammed hâriç, size bir ateşin yiyip bitireceği bir kurban getirmedikçe ona inanmayın.
Fakat Mesîh İsa ile Muhammed geldiklerinde, onları hemen tasdik edin. Çünkü onlar, ateşin
yiyip bitireceği bir kurban olmadan gelirler.” buyurmuştur. Bu âdet Hz. İsa (a.s.)
gönderilinceye kadar devam etmiştir. Allah Teâlâ, Hz. İsa’yı Peygamber olarak gönderince,
bu sona ermiştir.” 599

5- Abdullah b. Abbas ve Dahhak diyorlar ki:
“Önceki ümmetlerde bir kişi, tasaddukta bulunur da, sadakası kabul edilirse, gökten bir ateş
iner onun sadakasını yerdi. Bu da o kişinin, iddiasında haklı olduğunu gösterirdi. Yahudiler,
bu âyet-i kerimede zikredildiği gibi, Rasulullah’tan böyle bir mucize istemişlerdir. Fakat
Allah teala, Yahudilere, bu gibi mucizelerle gelen Peygamberleri de öldürdüklerini
hatırlatarak istediklerinde samimi olmadıklarını, sadece Hz. Muhammed’i yalanlamak için bu
gibi şeyleri ile sürdüklerini beyan etmiştir.” 600
185. Her nefis (canlı) ölümü tadıcıdır ve kıyamet günü ecirleriniz size tastamam verilecektir.
O zaman kim ateşten uzaklaştırılıp cennete konursa artık o muradına ermiş olur. Bu dünya
hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- “De ki: Size müvekkel ölüm meleği canınızı alacak…”601 âyeti nazil olunca
“Ey Allah’ın elçisi, Adem oğlunun ölümü ile ilgili bu âyet geldi. Peki cinlerin, kuşların
hayvanların ölümünün zikri nerede? Onlar nasıl ölürler?” dediler de bu âyet-i kerime nazil

596 Kelbi zayıftır. Suyuti; ed-Dürr: 2/106; İbn Ebi Hatim; İbnu’l-Münzîr; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar
Yayıncılık: 110; İbnu’l-Cevzî, Zadu’l-Mesir, 1/516; Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir, 9/121.
597 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
598 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
599 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
600 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân,.
601 Secde: 32/11.
oldu.602
2- İbn Abbas (r.a.) dedi ki:
“Yeryüzünde bulunan herşey fânidir” 603 âyeti nazil olunca, melekler:
“Yeryüzündekiler öldü” dedi.
“Her nefis ölümü tadıcıdır” âyeti nazil olunca da,
“Biz de öldük” dediler.” 604
186. Mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekilecek ve sizden önce kendilerine kitab
verilenlerden ve müşriklerden de herhalde incitici birçok şey işiteceksiniz. Eğer bunlara
katlanır, sakınırsanız işte bu, hadiselere karşı bir azim ve metanettendir.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Zühriye göre bu âyet-i kerime, Kâ’b b. el-Eşref hakkında nazil olmuştur.
a- Ebû Muhammed Hasan b. Muhammed Farisî, Muhammed b. Abdillah b. Hamdûn’dan, o
Ebû Hamid Ahmed b. Hasan’den, o Muhammed b. Yahya’dan, o Ebu’l-Yemân’dan, o
Şuayb’dan, o Zührî’den, o Abdurrahman b. Abdillah b. Ka’b b. Malik’ten, o da babasından -ki
bu zat yani Ka’b, Tebük Seferi’ne iştirak etmediği için tevbesi kabul olunan üç kişiden
birisidir- bize şu rivayette bulundu:
“Yahudi Ka’b b. Eşref şair birisiydi. Peygamber (s.a.v.)’i hicveder ve şiirinde Kureyş’i O’na
karşı kışkırtırdı. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye geldiği sırada Medine ahalisi karışık, muhtelif
bir yapı arzediyordu. müslüman, müşrik, Yahudi olanlar vardı. Bunun üzerine Peygamber
(s.a.v.) bunların hepsini sulha kavuşturmak istedi. Müşrikler ve Yahudiler O’na ve Ashabı’na
şiddetli eziyet veriyorlardı. İşte Allah Teala Peygamberi (s.a.v.)’ne bu ezalara sabretmeyi
emredip onlar hakkında bu âyeti indirdi.”605
b- Abdürrezzak Mâ’mer’den, o Zühri’den, o Abdurrahman İbni Kâ’b İbni Mâlik’ten anlattı.
“Âyet Kâ’b İbni Eşref, Nebî Aleyhisselâm’ı ve onun ashabını şiir ile hiciv etmesinden dolayı
onun hakkında indi.” 606
c- Yahya ibn Fâris kanalıyla Ka’b ibn Mâlik’ten o da babasından rivayet eder ki:
“Ka’b ibnu’l-Eşref, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i hicveder ve Kureyş müşriklerini aleyhine tahrik
ederdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine-i Münevvere’ye geldiğinde oranın ahalisi
müslümanlardan, puta tapanlardan ve yahudilerden olmak üzere karışıktı. Yahudiler, Hz.
Peygamber (s.a.v.) ve ashabına eziyet ederlerken Allah Tealâ Rasûlü’ne sabır ve affı
emretmişti. İşte onlar hakkında “sizden önce kendilerine kitab verilenlerden ve müşriklerden
de herhalde incitici birçok şey işiteceksiniz..” âyetini indirdi de Ka’b ibnu’l-Eşref, Hz.
Peygambere eziyetinden vazgeçmeyince Efendimiz (s.a.v.), Sa’d ibn Muâz’a “Ka’b’ı öldürmek
üzere bir grubun gönderilmesini” emretti. O da Muhammed ibn Mesleme’yi gönderdi ve onlar
da Ka’b ibnu’l-Eşref’i öldürdüler. Ka’b ibnu’l-Eşref’in öldürülmesi üzerine yahudiler ve
müşrikler korkup Hz. Peygamber (s.a.v.)’e geldiler ve
“Arkadaşımızın kapısı çalındı ve hile ile öldürüldü.” dediler. Efendimiz de onlara, daha
önceki sözünü hatırlattı ve müslümanlara eziyetten vazgeçmelerine, yahudîlerle müslümanlar
arasında bir antlaşma yapmaya davet etti. Kabul etmeleri üzerine bir sayfaya yahudiler ve
müslümanları bağlıyacak bir antlaşma yazıldı.”607

d- Taberî’nin tefsirinde Ka’b ibnu’l-Eşref’in öldürülüşü ile ilgili Zuhrî’den rivayetle tahric
olunan haberde bazı ayrıntılara da yer verilmektedir. Bu kişi, şiirleriyle müşrikleri,
Rasulullah’a ve sahabilerine karşı kışkırtıyor ve Rasulullah’ı kotülüyordu. Bu sebeple,

602 İbnu’l-Cevzî, Zadu’l-Mesir, 1/517.
603 Rahman: 55/26.
604 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
605 Ebu Davud; el-Harac ve’1-İmare ve’l-Fey’: 3000, Suyuti; Lübab: s. 67. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar
Yayıncılık: 110.
606 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/168.
607 Ebu Davud, el-Harâc ve’I-Fey’ ve’1-İmâra, 22, hadis no: 3000.
içlerinde Muhammed b. Mesleme, Ebu Abs’ın da bulunduğu, Ensardan beş kişi, Kâb b. elEşref’e gittiler. Kâ’b, Medine’nin üst tarafında, kavminin meclisinde bulunuyordu. Gelenleri
görünce içine korku düştü ve hallerini beğenmedi. Onlar,
“Biz sana bir ihtiyaç için geldik.” dediler. Kâ’b:
“Biriniz bana yaklaşsın ve ihtiyacınızı anlatsın.” dedi. İçlerinden biri ona yaklaşarak,
“Biz sana, zırhlarımızı satarak bedellerini alıp infak edelim diye geldik.” dedi. Kâ’b da dedi ki:
“Vallahi eğer bunu yapacak olursanız, bu adam gelip size konakladığından beri büyük bir
sıkıntıya düştüğünüz belli” dedi. Onlar, geceleyin ortalığın sakinleştiği bir vakitte Kâ’b’ın
yanına tekrar gideceklerine dair sözleştiler. Sonra gelip Kâ’b’a seslendiler. Karısı ona:
“Bunlar bu saatte sana, hoşuna gidecek bir şey için gelmiş olamazlar” dedi. Kâ’b:
“Onlar bana meselelerini anlatmışlardı.” dedi, ve çıkıp onlarla konuştu. Onlara:
“Size vereceğim hurma karşılığında rehin olarak çocuklarınızı bana verir misiniz?” dedi.
Onlar,
“Bizler, çocuklarımız hakkında “Bu bir vesk karşılığında rehin verilmiştir.” “Şu iki vesk
karşılığında rehin verilmiştir.” şeklinde söylenilerek ayıplanmalarından utanırız.” dediler.
Kâ’b,
“Kadınlarınızı bana rehin olarak verir misiniz?” dedi. Onlar,
“Sen insanların en yakışıklı olanısın. Biz sana güvenemeyiz. Bu yakışıklılığın karşısında
hangi kadın sana karşı diretebilir ki? Fakat biz sana silahlarımızı rehin verebiliriz. Bizim
bugün silahlara da ne kadar ihtiyacımız olduğunu biliyorsun.” dediler. Kâ’b
“Haydi silahlarınızı getirin ve istediğinizi yüklenip götürün.” dedi. Onlar,
“Aşağı in de sen bizden teslim al biz de senden teslim alalım.” dediler. Kâ’b inmek isterken
karısı ona yapıştı ve ona
“Kavmine bir kişi gönder de senin de bunlar gibi adamların gelip yanında bulunsunlar.” dedi
Kâ’b
“Bunlar, benim uyuduğumu görseler beni uyandırmazlar.” dedi. Karısı:
“Sen onlara evin içinden konuş” dedi. Kâ’b dinlemedi, onların yanına indi. Ondan güzel
kokular saçılıyordu. Müslümanlar
“Nedir bu kokular?” dediler. Kâ’b
“Bu, (Karısını kastederek) filanın annesine ait olan kokudur.” dedi. Müslümanlardan biri onun
kokusunu koklamak gerekçesiyle ona yaklaştı ve onu kucakladı. Sonra arkadaşlarına:
“Öldürün bu Allah düşmanını.” dedi. Bunun üzerine Ebu Abs, Kâ’b’ın böğrüne mızrağını
sapladı. Muhammed b. Mesleme de kılıçla boynunu vurdu ve dönüp gittiler. Bunun üzerine
Yahudiler korkuya kapıldılar. Rasulullah’a varıp
“Bizim efendimiz, suikastla öldürüldü.” dediler. Rasulullah da onlara, Kâ’b’ın yaptıklarını,
müşrikleri müslümanlarin aleyhine kışkırttığını ve onlara eziyet ettiğini anlattı.”608

e- Ka’b ibnu’l-Eşref’in öldürülmesi hadisesi Bedr Gazvesinden kısa bir süre sonradır ve
öldürülmesi ile ilgili birçok ayrıntı ile onun şiirinden, öldürülmesi üzerine söylenen şiirlerden
örnekler İbn Hişâm’ın Sîre’sinde yer almaktadır. Buradaki çarpıcı ayrıntılardan biri, onu
öldürmeye giden sahabîlerin içinde Ka’b’in bir süt kardeşinin de yer almasıdır. Silkân ibn
Selâme ibn Vakş adındaki bu sahabînin hey’ette yer alması Ka’b’ın bu hey’etin yanına gelmeye
razı olmasında büyük rol oynamış görünüyor.609

2- Üsame b. Zeyd’e göre bu âyet-i kerime, Abdullah b. Übey vb. müşrikler ve ehl-i kitab
hakkında nazil olmuştur.
a- Amr b. Ubeyy Amr el-Müzekkî, Muhammed b. Mekkî’den, o Muhammed b. Yusuf’tan, o
Muhammed b. İsmail el-Buharî’den, o Ebu’l-Yeman’dan, o Şuayb’dan, o Zührî’den, o Urve b.
Zübeyr’den, o da Usame b. Zeyd’den bize şu rivayette bulundu:
“Rasulullah (s.a.v.), Fedek Kabilesi’nden palanı olan bir merkebe bindi ve Usame b. Zeyd’i de

608 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/134.
609 Bak: İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, Kahire 1375/1955, 2/51-58.
arkasına aldı. Sonra Haris b. Hazrec Oğulları’nın içinde bulunan Sa’d b. Ubade’yi ziyarete
gitti. Bu, Bedir Vakası’ndan önce idi. Nihayet içerisinde Abdullah b. Ubeyy’in de bulunduğu
bir meclise uğradı. Bu, Abdullah b. Ubeyy’in müslüman olmasından önce idi. Meclisde,
müslümanlar, müşrikler, putperestler ve Yahudiler’den oluşan gruplar vardı. Abdullah b.
Revaha da o meclisteydi. Rasulullah (s.a.v.)’ın bindiği hayvanın tozu meclisi bürüyünce,
Abdullah b. Ubeyy ridasıyla burnunu kapatarak:
“Bize tozutmayın” dedi. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) selam verdi, sonra durdu. Merkeb’den indi
ve onları Allah’a davet etti, onlara Kur’an okudu. Bunun üzerine Abdullah b. Ubeyy dedi ki:
“Ey kişi, eğer gerçekse dediklerinden daha güzel birşey yoktur. Öyleyse meclislerimizde bu
sözlerinle bize eza verme, yoluna dön. Sana kim gelirse ona anlat.” Abdullah b. Revaha dedi
ki;
“Evet ey Allah’ın Rasulü, bizi o sözlerinle meclislerimizde mest et. Zira biz, bunu severiz.”
Sonra müslümanlar, müşrikler ve Yahudiler birbirlerine küfrettiler. Hatta az kaldı ki
birbirlerinin üstüne atılacaklardı. Peygamber (s.a.v.) onları devamlı yatıştırmağa çalışıyordu.
Nihayet sustular. Sonra Peygamber (s.a.v.) hayvanına binip gitti. Nihayet Sa’d b. Ubade’nin
yanına girdi ve ona dedi ki:
“Ey Sa’d -Abdullah b. Ubeyy’i kasdederek- Ebû Hubâb (Şeytan’ın babasın)’in ne dediğini
duymadın mı? O, şöyle şöyle dedi.” Sa’d b. Ubade dedi ki:
“Ey Allah’ın Rasulü, onu affet, vazgeç, boşver. Sana Kitab’ı indirene yemin ederim ki sana
inen Hakk’ı Allah getirmiştir. Şu körfez ahalisi (Arabistan halkı) o nübüvvet hakikatini
başlarına tâc etmeleri üzere sulh oldular. Nihayet Allah sana verdiği Hak’la bunu reddedince,
O buna üzüldü. İşte onun, senin gördüğün şeyi yapması bundandır.” Bu söz üzere Rasulullah
(s.a.v.) onu affetti. Allah Teala da bu âyeti indirdi.”610
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) ve ashabı, kıtal âyetinin nüzulünden önce müşriklerden ve ehl-i
kitabdan gördükleri bu nevi eziyetlerden dolayı onları, emrolundukları üzere affederlerdi.611
3- İkrime ve İbn Abbas’a göre bu âyet-i kerime Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ebu Bekr ve
Kaynukâ oğulları’nın efendisi yahudi Finhâs hakkında nazil olmuştur.
a- İbn Abbâs’tan rivayetle Bu sûrenin 181. âyetinin nüzul sebebi olarak anlatılan ve Hz. Ebu
Bekr ile Yahudi Finhâs arasında geçen hadisenin aynı zamanda bu âyet-i kerimenin de nüzul
sebebi olduğu biraz önce geçmişti.
b- Taberî bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi sadedinde olmak üzere hadiseyi İkrime’den
rivayetle şöyle zikrediyor:
“Bu âyet-i kerime Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ebu Bekr ve Kaynukâ oğulları’nın efendisi
yahudi Finhâs hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekr’i yardım
istemek üzere Finhâs’a göndermiş, bu hususta yazdığı bir mektubu da ona vererek:
“Bana dönüp istişare etmeden sakın bir şey yapma.” diye de tembihlemişti. Hz. Ebu Bekr
kılıcını kuşanmış olarak Finhâs’a gidip Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mektubunu verdi. Finhâs
mektubu okuyunca:
“Demek Rabbınız bizim kendisine yardım etmemize muhtaç oldu.” dedi. Hz. Ebu Bekr,
kılıcıyla ona vurmaya niyyetlendiyse de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “benimle istişare etmeden
bir şey yapma.” tenbihini hatırlıyarak vazgeçti ve “Allah’ın, lûtfundan kendilerine verdiğinde
cimrilik edenler sakın bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Tam tersine bu
onlar için bir şerdir. Onların cimrilik ettikleri şey kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır…”
612 âyeti, bir de bu âyet-i kerime ile onun arasındaki âyetler nazil oldu.”613

c- Müfessirler şöyle demişlerdir:
“Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir’i, yahudi Finhâs’a yardım istemek için göndermişti.
Finhas da,

610 Buhari; Cihad: 2987, Tefsir: 4566, Merda: 5663. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 110-111.
611 Buhari; Tefsîru’l-Kur’ân, 3/15; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/518.
612 Alu İmrân, 3/180.
613 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/133-134.
“Rabb’in, bizim kendisine yardım etmemize muhtaç oldu” deyince, Ebu Bekir (r.a.), onu
kılıçla vurmak istedi. Halbuki Hz. Peygamber (s.a.v.) gönderirken ona,
“Bana dönüp gelinceye kadar, hiçbir şeyi zorla alma” demişti. Hz. Ebu Bekir bunu
hatırlayınca, kendine hâkim olup vurmadı ve bunun üzerine bu âyet nazil oldu.” 614
4- Genel değerlendirme:
Ayet-i kerime ister Ka’b ibnu’l-Eşref, isterse Finhâs ibn Azûrâ hakkında gelmiş olsun neticede
ikisi de yahudilerin bu âyet-i kerime karşısındaki tavrını temsil etmektedirler.
187. Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu, mutlaka insanlara açıklayıp
anlatacaksınız ve onu gizlemiyeceksiniz” diye misâk (söz) almıştı. Onlar ise onu sırtlarının
arkasına attılar ve onunla az bir menfaat satın aldılar. Satın aldıkları o şey ne kötü…
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Müfessirler bu âyet-i kerimede zikredilen ehi-i kitaptan kimlerin kastedildiği hususunda
farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Abdullah b. Abbas, Süddi, Said b. Cübeyr ve İbn-i Cüreyc’e göre bu âyette zikredilen ehl-i
kitaptan maksat, sadece Yahudilerdir. Âyet, Finhas ve Eşya’ gibi Yahudi Hahamlarına işaret
etmektedir.
b- Katade’ye göre ise bu âyet-i kerime, kendisine dînî ilimler verilen herkesi kapsamaktadır.
Bu hususta Katade’nin şunları söylediği rivayet edilmektedir.
“İşte Allah, ilim ehlinden bu ahdi almıştır. Kim, bir şey bilir ise, onu başkasına öğretsin.
Sizler ilmi gizlemekten kaçının. Zira ilmi gizlemek, helak olmaktır. Hiçbir kimse de
kendisini, bilmediği bir şeyi söylemeye zorlamasın. Aksi takdirde Allah’ın dininden dışarı
çıkar ve kendisini zorlayanlardan olur.” Denilir ki:
“Söylenilmeyen ilim, harcanmayan hazineye benzer. İnsanlara aktarılmayan hikmet, yeyip
içmeyen bir puta benzer.” Yine denilir ki:
“Ne mutlu konuşan âlime ve ne mutlu dinlediğini tutan dinleyiciye. Birincisi ilmi bilen, onu
öğreten ve insanları ona çağırandır. İkincisi ise, hayırı işiten, onu koruyan ve ondan
faydalanandır.”
c- Abdullah b. Abbas’tan nakledilen diğer bir görüşe göre, âyetin bu bölümünün mânâsı
şöyledir: “Ey Muhammed, bir zaman Allah, Peygamberlerden, kavimlerine karşı ahit almıştı.”
Buna göre burada zikredilen ehl-i kitaptan maksat, Peygamberlerdir. 615
2- Bu âyet zahiren, her nekadar yahudi ve hristiyanlarla ilgili ise de, müslümanların da bunun
muhtevasına girmesi uzak bir ihtimal değildir. Çünkü müslümanlar da Ehl-i Kur’ân’dır. Kur’ân
ise, Allah’ın kitaplarının en şereflisidir. 616
188. O yaptıklarına sevinen ve yapmadıkları şeylerle de övülmek isteyenlerin azaptan
kurtulacaklarını sanma. Onlar için can yakıcı azap vardır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
Bu âyet-i kerimenin münafıklar ve yahudiler hakkında nazil olduğuna dair iki rivayet vardır.
1- Ebu Said el-Hudri ve İbn-i Zeyd’e göre bu âyet-i kerime bazı münafıklar hakkında inmiştir.
Rasulullah, savaşa çıktığında, bunlar savaşa gitmeyip yerlerinde kalırlardı. Rasulullah
döndükten sonra da ondan üzür dilerler ve savaşmadıkları halde, insanların, özürlerini kabul
ederek kendilerini övmelerini isterlerdi.617
a- Bu âyet münafıklar hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar, müslümanlara karşı iman
ettiklerini münafıkça ifâde etmelerinden dolayı seviniyorlardı. Çünkü onlar böylece, dünyevi
614 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
615 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/135.
616 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
617 İbn Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân.
menfaatlerini elde edebiliyorlardı. Daha sonra da, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, kalplerinde
olmayan imanları ile kendilerini övmesini bekliyorlardı. 618
b- Ebû Abdirrahman Muhammed b. Ahmed b. Cafer’den, o Ebu’1-Heysem-i Mervezî’den, o
Muhammed b. Yusuf’tan, o Muhammed b. İsmail el-Buharî’den, o Said b. Ebî Meryem’den, o
Muhammed b. Cafer’den, o Zeyd b. Eslem’den, o Ata b. Yesar’dan, o Ebû Said el-Hudrî’den
bize şu rivayette bulundu:
“Rasulullah (s.a.v.)’ın devrinde bazı adamlar, Rasulullah (s.a.v.) gazveye çıktığında O’ndan
ayrılıp geride otururlardı. Rasulullah (s.a.v.) gelince de kendisine özür beyan ederler, ve
yapmadıkları şeyle övülmelerini isterlerdi. İşte bu âyet bu sebepten dolayı nazil oldu.”619
Bu hadisi Müslim, Hasan b. Ali el-Hulvanî, İbn Ebî Meryem yoluyla rivayet etmiştir.620
c- Ebu Sâ’îd el-Hudrî (r.a.) şöyle demiştir:
“Bu âyet, bir savaşa Hz. Peygamber (s.a.s) ile birlikte çıkmayan ve savaşa katılmadıkları için
sevinen bir grup münafık hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s) savaştan dönünce,
ona mazeret beyân etmişler, O da onların mazeretlerini kabul etmiş, daha sonra da O’nun
müslüman mücahidleri müdh-ü sena edişi gibi, kendilerini de medh-ü sena etmesini
ummuşlardı.” 621

d- Ebû Abdirrahman Şâziyahî, Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. Zekeriyya’dan, o
Muhammed b. Abdirrahman ed-Değûlî’den, o Muhammed b. Cühm’den, o Cafer b. Avn’dan, o
Hişam b. Said’den, o da Zeyd b. Eslem’den bize şu rivayette bulunmuştur:
“Mervan b. Hakem Medine valisi iken, Ebû Said el-Hudri, Zeyd b. Sabit ve Rafî’ b. Hudeyc,
kendisinin yanında bulundukları bir gündü. Mervan dedi ki:
“Ey Ebû Sa’d Allah Teala’nın Al-i İmran: 3/188 âyetini gördün mü? Vallahi biz
yaptıklarımızla övünürüz, yapmadıklarımızla da övülmemizi isteriz.” Ebû Said dedi ki:
“Bu, senin dediğin manaya gelmez. Ancak Rasulullah (s.a.v.)’ın zamanında bazı adamlar vardı
ki bunlar, Rasulullah ve Âshabıyla gazalara çıkmayıp geri dururlardı. Ashab içerisinde harbde
meşakkat, yara ve o münafıkların hoşlanmadıkları şey vukua gelince, onlardan geri
kalmalarına sevinirler, sevdikleri şey vukua gelince de onlara (katılmadıklarına mazeret
uydurmak için) yemin ederler ve yapmadıkları ile de övülmelerini arzu ederlerdi. (İşte
kasdolunan mana budur.)”622
2- Diğer bir kısım müfessirler ise bu âyet-i kerimenin, Yahudiler hakkında nazil olduğunu
söylemişler ancak, Yahudilerin, hangi ameli işleyenleri hakkında nazil olduğu hususunda
farklı izahlarda bulunmuşlardır.623
a- Abdullah b. Abbas’a göre bu âyet, Rasulullah’ın, kendilerine bir şey sorması üzerine onu
gizleyen, bu gizlemelerinden dolayı da sevinen ve aynı zamanda Rasulullah’a verdikleri
yanlış cevap ile de Rasulullah ve müminler tarafından övülmelerini isteyen Yahudiler
hakkında nazil olmuştur.624
b- Said b. Muhammed ez-Zahid, Ebû Said b. Hamdûn’dan, o Ebû Hamid b. Şarkî’den, o Ebu’lEzher’den, o Abdurrezzak’tan, o İbn Cüreyc’den, o İbn Ebî Müleyke’den, o Alkame b.
Vakkas’tan bize şu haberi verdi:
“Mervan ibnu’l-Hakem kapıcısı Rafi’e dedi ki:
“İbn Abbas’a git ve ona de ki:
“Eğer bizden bir kişi yaptığıyla böbürlenip, yapmadığıyla da övülmesini istediği için azab
görecekse, bu durumda elbette hepimiz azab göreceğiz.” İbn Abbas da dedi ki:
“Sizin bu âyetle ne alakanız var? Ancak bu âyet ehli kitap hakkında indi. Peygamber (s.a.v.)
Yahudiler’i çağırıp onlara birşey sormuştu da onlar bu şeyi O’ndan gizlemişler ve O’na bu

618 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
619 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 3/16 (4567); Müslim, Sıfatu’l-Münâfıkîn, 7; İbn Cerir: 4/136, Suyuti; Lübab: s. 68.
620 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 111.
621 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
622 Suyuti; Lübab: s. 58, ed-Dürr: 2/108.
623 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/136.
624 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/136.
şeyin aksini haber vermişlerdi. Böylece onlar, bunu Peygamber (s.a.v.)’e karşı, onlara sorduğu
şey hususunda haber vermeleri sebebiyle övülme, o şeyi gizlemeleri sebebiyle de
böbürlenmeyi istediler.” Sonra İbn Abbas: “Allah, Kitab verilenlerden, onu insanlara
açıklayacaksınız ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı…” 197. âyetini okudu.”625
Bu hadisi Buharî, İbrahim b. Musa, Hişam yoluyla, Müslim, Züheyr b. Harb, Haccac yoluyla,
her iki taraf da İbn Cüreyc’den rivayet etmişlerdir.626
Bu hadis Humeyd İbni Abdurrahman İbni Avf tarikından da rivayet edilmiştir. 627
c- Dahhak, Süddi ve Abdullah b. Abbas’tan nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime,
Rasulullah’ı yalanlamada ittifak içinde olmaktan dolayı sevinen, aynı zamanda insanların,
kendilerine “Namaz kılanlar, oruç tutanlar” diyerek övmelerini isteyen Yahudiler hakkında
nazil olmuştur. 628
d- Suddî ve Dahhak dedi ki:
“Medine Yahudiler’i, Irak ve Yemen Yahudileri’ne ve ayrıca yazıları kendilerine ulaşacak
olan yeryüzündeki tüm Yahudiler’e şunu yazdılar:
“Hakikaten Muhammed, Allah’ın Peygamberi değildir. Binaenaleyh siz, kendi dininiz üzere
sabit kalıp ayrılmayın ve bu hususta söz birliği yapın.” Böylece Muhammed (s.a.v.)’e ve
Kur’an’a küfretmede söz birliği yaptılar da bu tutumlarıyla böbürlenip:
“O Allah’a hamd.olsun ki, sözümüzü bir yaptı da bu sayede ayrılığa düşmedik, dinimizi terk
etmedik. Biz namaz ve oruç erbabıyız ve biz, Allah’ın dostlarıyız.” dediler. İşte Allah
Teala’nın: “Ettiklerine sevinen ve yapmadıklanyla övülmekten hoşlananların, sakın onların
azabdan kurtulacaklarını sanma; elem verici azab onlaradır.” âyetinin sebebi nüzulü
budur.”629
e- Suddî’den rivayet edildi:
“Yahudiler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in (Tevrat’ta zikredildiğini buldukları) ismini gizlediler ve
buna sevindiler, bir de kendilerini tezkiye ediyor ve “Biz oruç, namaz ve zekât ehliyiz, biz
İbrahim’in dini üzereyiz.” diyorlar, kendilerini bununla avutarak Muhammed (s.a.v.)’in
peygamberliğini inkârda ağız birliği ettiklerine seviniyor, bu vasıflarıyla övülmek istiyorlardı.
İşte bunlar hakkında Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi. Dahhâk te bu görüştedir.”630

f- Zeyd îbni Eslem’den Abdürrezzak, tefsirinde anlattı:
“Râfî İbni Hadîc ve Zeyd İbni Sabit, Mervân’m yanındaydı. Mervân:
“Ey Rafi, Al-i İmran: 3/188 âyeti hangi şey hakkında indi?” dedi. Râfî dedi ki:
“Münafıklardan bazı insanlar hakkında indi. Çünkü onlar, Rasûlullah harbe çıktığı zaman
özür beyan ederler ve:
“Bizi sizden ancak meşguliyet alıkoydu, sizinle olmayı severiz.” derlerdi. Allahü Teâlâ bu
âyeti onlar hakkında indirdi.” Mervân, sanki bunu kabul etmedi. Râfîi zorladı. Zeyd İbni
Sabit’e:
“Allah için söyle, bu benim söylediğimi biliyor mu?” dedi. Zeyd:
“Evet” dedi.” 631
g- Katâde’den rivayete göre de Allah düşmanı Hayber yahudileri Allah’ın Rasûlü (s.a.v.)’ne
gelmişler; sapıklıklarına sıkı sıkıya yapışmış, yahudiliklerinde devam ettikleri halde O’ndan
ve getirdiklerinden razı olduklarını ve O’na tâbi olduklarını iddia etmişler; bu tebeiyyet
iddiasından dolayı Efendimiz (s.a.v.)’den övgü beklemişlerdi de Allah Tealâ bu âyet-i
kerimeyi indirdi.632

625 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 3/16 (4567); Müslim, el-Münâfikûn, 8; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 3/23 (3014); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/298.
626 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 111-112; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’1-Ğayb, 9/132.
627 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/169.
628 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/136.
629 Mürsel hadistir. ed-Dürr: 2/109; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-Mesîr, 1/523; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar
Yayıncılık: 112.
630 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/136-137.
631 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/170.
632 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/137.
h- Said b. Cübeyr ve İkrime’ye göre bu âyet-i kerime, Finhas ve Eşya’ gibi, insanları
saptırmakla sevinen ve aynı zamanda insanların kendilerini, âlim olarak övmelerini isteyen
Yahudi Hahamları hakkında nazil olmuştur.
i- Mücahid’e göre ise bu âyet-i kerime Allah’ın, kendilerine verdiği Tevrat’ı değiştirmekten
dolayı sevinen ve insanların bu değiştirmeden dolayı kendilerini övmesini isteyen Yahudiler
hakkında nazil olmuştur.
j- Said b. Cübeyr’e göre bu âyet-i kerime, Allah’ın İbrahim (a.s.)’ın ailesine verdiği
üstünlüklerle sevinen ve bunların gereğini yapmadıkları halde insanların kendilerini övmesini
isteyen Yahudiler hakkında nâzil olmuştur.
k- Ferrâ dedi ki:
“Bu âyet, Yahudilerin biz ilk kitab, namaz ve tâat ehliyiz sözünü söylemeleri hakkında indi.
Bununla birlikte onlar, Muhammed’in Peygamberliğini ikrar etmezlerdi.” 633
l- O yahudiler, Tevrat’ın âyetlerini tahrif ediyor, onları yanlış şekillerde tefsir edip, bunu
bilmeyenlere hoş göstermeye gayret ediyor ve bu yaptıkları işlerden sevinç duyuyorlardı.
Sonra da kendilerinin din, diyanet, iffet, sadakat sahibi, yalandan uzak kimselermiş gibi
övülmelerini arzu ediyorlardı. Bu, İbn Abbas (r.a.)’ın görüşüdür. Sen insaflıca düşünürsen,
çoğu insanların bu durumda olduklarını görürsün. Çünkü onlar, dünyevi menfaatları elde
etmek için her hileye başvuruyor ve gayelerine ulaşmaları sebebiyle seviniyorlar. Daha sonra
da, iffetli, sadakatli ve dindar kimseler olarak övülmelerini arzuluyorlar. 634
m- Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), yahudilerden Tevrat’ta bulunan bir
hususu sormuş, onlar da gerçeği gizlemiş, onun aksini haber verip, ona Kendilerinin doğru
söylediklerini ifâde etmişler, bu tersyüz edişleri sebebi ile sevinmişler ve Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in, bundan dolayı kendilerini medh-ü sena etmesini istemişlerdi. Bu âyetle Cenâb-ı
Allah, Peygamber’ini işte bu sırra muttali kılmıştı. Buna göre mana, “O yahudiler, yaptıkları o
tersyüz ediş ile seviniyor ve senin, kendilerini doğru ve vefalı kimseler diye övmeni
bekliyorlar” şeklindedir. 635

n- Onlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hak Peygamber olduğuna delâlet eden nassları
gizlemelerinden dolayı seviniyor ve aslında tabî olmadıkları halde, Hz. İbrahim’in dinine tâbi
olmakla övülmelerini arzu ediyorlardı. Çünkü onlar Hz. İbrahim’in yahudi olduğunu ve
kendilerinin de O’nun dini üzere olduklarını iddia ediyorlardı. 636
o- Bundan maksad, yahudilerin, Tevrat’ta Hz. Muhammed (s.a.v.)’i kabul etmelerine ve O’nun
nübüvvet ile dinine inanmaya dâir kendilerinden alınmış olan mîsâkı (ahdi) gizlemiş
olmalarıdır. Sonra onlar, bu gizlemelerinden ve Allah’ın emirlerinden yüz çevirmelerinden
dolayı sevinmişler, hem de Allah’ın evlatları ve sevgili kulları olduklarını iddia ederek, “Sayılı
günler dışında cehennem bize katiyyen dokunmayacak” 637 demişlerdir. 638
3- Genel değerlendirme:
a- Fahreddin er-Razi der ki:
“Evlâ olan, âyeti bu manaların hepsine birden hamletmektir. Çünkü hepsi ortak bir noktada
birleşirler ki bu da, insanoğlunun uygunsuz bir fiili yapıp, ondan dolayı sevinmesi, sonra da
insanlardan, kendisini gidişatı düzgün, yolu müstakim, zâhid, kendisini Allah’ın yoluna
adamış bir kimse gibi tavsif etmelerini beklemesidir.”639
b- Taberî bu iki görüşle ilgili rivayetleri zikrettikten sonra âyet-i kerimenin, yahudileri
zemmetme siyakında olduğunu ve bu yüzden yahudiler hakkında indiğini belirten rivayetlerin
daha çok tercihe şayan olduğunu söylemektedir.640

633 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/170.
634 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
635 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
636 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
637 Bakara: 2/80.
638 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
639 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
640 İbn Cerir et-Taberî, Camiu’l-Beyan, 4/138-139.
c- Hafız İbni Hacer dedi ki:
“Bu iki söz ile İbn Abbas’ın sözünü birleştirmek, âyetin her iki fırka hakkında indirilmesi
iledir.” 641
d- Tabiinden bir cemâat tarikından, İbn Ebî Hatim, bunun benzerini rivayet etti. İbnu Cerîr
bunu seçti. Bunların hepsi hakkında indirilmesine bir mâni yoktur, dedi. 642
e- Büyük müfessir Kurtubî bu iki farklı rivayet hakkında şunları söylemiştir:
“Bu iki hadis-i şerif birbirinden farklı iki olayla ilgilidir. Ancak, iki olayın da aynı zamanda
vuku bulmasından ötürü, âyet-i kerimenin inmesine bu iki olayın birlikte yol açması
muhtemeldir. Buna göre âyet, her iki guruba da cevap teşkil etmiş olmaktadır.”643
f- Hafız İbn Kesîr ise, bu konuda şunları söylemiştir:
“İbn Abbâs’ın zikrettiğiyle onların söyledikleri arasında herhangi bir çelişki sözkonusu
değildir, çünkü âyet-i kerime tüm zikredilenlere şamildir.” 644
190. Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde
selim akıl sahipleri için âyetler vardır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Ebû İshak el-Makarrî, Abdullah b. Hamid’den, o Ahmed b. Muhammed b. Yahya elAnberî’den, o Ahmed b. Necdet’ten, o Yahya b. Abdu’l-Hamid el-Hamanî’den, Yakub-i
Kumî’den, o Cafer b. Ebi’l-Muğira’dan, o Said b. Cübeyr’den, o da İbn Abbas’tan bize şunu
dediğini haber verdi:
“Kureyşliler, Yahudiler’e gelip, Musa size ne gibi mucizeler getirmiştir?” dediler. Onlar da:
“Asası ve bakanlara gözüken bembeyaz eli” dediler. Sonra Kureyşliler, Hıristiyanlar’a gelip
onlara da:
“İçinizde İsa (a.s.)’nın durumu ne idi?” diye sordular, Onlar da:
“Körü ve alacalık hastalığına mübtela olanı iyileştiriyor, ölüleri diriltiyordu.” dediler. Bu sefer
Kureyş, Nebî (s.a.v.)’ye gelip dediler ki:
“Rabbine bizim için dua et de Safa Tepesi’ni bize altın yapsın.” Allah Teala da bu âyeti
indirdi.”645
İbn Abbâs der ki:
“O halde bu âyet üzerinde tefekkür etsinler!”646
2- Atâ’dan rivayet edildiğine göre o şöyle anlatıyor:
“Hz. Aişe’ye:
“Allah’ın Rasûlü (s.a.v.)’nden gördüğün en şaşırtıcı şeyi bana haber verir misin?” dedim.
“Hangi hali şaşırtıcı değidi ki!” dedi ve şöyle devam etti:
“Bir gece bana geldi, benimle birlikte yatağa girdi, sonra:
“Müsaade edersen kalkıp Rabbıma ibadet edeyim.” dedi, kalktı, abdest aldı, sonra namaza
durdu ve ağladı. O kadar ağladı ki göz yaşları göğsüne aktı. Sonra rükûa vardı, yine ağladı,
sonra secdeye vardı, secdede ağladı, sonra secdeden başını kaldırdı yine ağladı ve ta Bilâl
gelip sabah ezanını okuyuncaya kadar bu böyle devam etti. Ben:
“Ey Allah’ın elçisi, senin geçmiş ve gelecek bütün günahların bağışlanmışken seni ağlatan
nedir?” diye sordum,
“Şükreden bir kul olmıyayım mı? Hem neden böyle yapmıyayım ki; bu gece Allah bana “ve
bizi o ateşin (cehennemin) azabından koru”ya kadar olmak üzere “Gerçekten göklerin ve
yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde selim akıl sahipleri için

641 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/170.
642 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/170.
643 Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 106.
644 Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 106.
645 Senedinde, hadis hırsızlığı ile damgalanmış Yahya Hamani var. Nesai; Tefsir: 310, İbn Ebî Hatim; Taberânî; Suyuti; Liibab: s. 59; İmam
Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 113; İbnu’l-Cevzî, Zadu’l-Mesir, 1/526.
646 Abdulfettah El-Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 107.
âyetler vardır…” âyetlerini indirdi. Yuh olsun o kimseye ki bu âyetleri okur da bunlar
üzerinde tefekkür etmez.” buyurdu.”647

3- Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’in:
“Bu âyeti iki çenesi arasında telaffuz edip de, üzerinde düşünmeyen kimseye yazıklar olsun”
dediği rivayet edilmiştir.648
195. “Rableri dualarını kabul etti: “Birbirinizden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın
olsun, amel yapanın amelini boşa çıkarmam.”
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- İsmail b. İbrahim Nasrabadî, Ebû Amr İsmail b. Necid’den, o Cafer b. Muhammed b.
Süvar’dan, o Kuteybe b. Said’den, o Süfyan’dan, o Amr İbn Dinar’dan, o Seleme b. Ömer b.
Ebî Seleme’den -ki bu zat Ümm-i Seleme’nin çocuklarından birisidir- şöyle dediğini bize
rivayet etti:
“Ümm-i Seleme dedi ki:
“Ey Allah’ın Rasulü, Allah’ın, hicret hususunda herhangi birşeyle kadınları zikrettiğini
işitmiyorum.” İşte bu sebeple Allah Teala Al-i İmran: 3/195 âyetini ve Al-i İmran: 3/199
âyetini indirdi.”649
Bu hadisi Hakim, Sahih’inde Ebû Avn Muhammed b. Ahmed b. Mahan, Muhammed b. Ali b.
Zeyd, Yakub b. Humeyd, Süfyan yoluyla rivayet etmiştir.650
Ümmü Seleme’nin bu sözleri üzerine aynı zamanda Nisa: 4/32 âyetinin nazil olduğu rivayeti
de ilerde ve yerinde verilecektir.651
196. Kâfirlerin bolluk içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.
197. Azıcık bir geçimlik, sonunda varıp sığınacakları yer cehennemdir ve o ne kötü döşektir.
Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Bu âyet Mekke müşrikleri hakkında inmiştir. Onlar geniş imkânlı, tatlı, hoş bir yaşam
içindeydiler. Ticaret yapıyor ve nimet sahibi oluyorlardı. Bu sebeple bazı mü’minlerin:
“Allah’ın düşmanları, şu gördüğümüz servet içerisinde yüzüp giderken, bizler açlık ve
sıkıntıdan helak olduk” demeleri üzerine bu âyet indi.652
2- Ebu Süleyman ed-Dimaşkî’nin zikrettiğine göre “Hz. Peygamber (s.a.v.), birisinden bedeli
daha sonra verilmek üzere bir miktar arpa istemişti. O da ancak bir rehin karşılığı arpa
verebileceğini söyleyince Hz. Peygamber (s.a.v.):
“Vermiş olsaydı hakkını tam olarak kendisine öderdim. O bilmiyor mu ki ben gökte de
kendisine güvenilen (emîn)im, yeryüzünde de kendisine güvenilenim.” buyurdu ve bu âyet-i
kerime nazil oldu.”653

3- Ferrâ şöyle demektedir:
“Yahudiler, yeryüzünde ticaret için dolaşıyor mal kazanıyorlardı. Âyet, bundan dolayı nazil
oldu. Buna göre, “İnkâr edenlerin diyar diyar dönüp dolaşması…” ifâdesi ile kastedilen,
onların ticaret ve kâr için yaptıkları çeşitli faaliyetleridir. Yani, “Ey mü’minler topluluğu,
sizler korku içinde ve mahsurken, onların kendilerini emniyette hissedip, beldelerde

647 İbn Hibbân-Sahih, İbn Asâkir; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb; Alûsî, Rûhu’l-Maânî, 4/157.
648 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
649 Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 4/9, hadis no: 3023; Hakim; Müstedrek: 2/300; İbnu Ebî Hatim, Saîd İbni Mensur, Abdürrezzak; Ebu Bekr
Abdullah ibn ez-Zubeyr el-Humeydî, el-Müsned, tah: Habîbu’r-Rahmân el-A’zamî, Beyrut tarihsiz, 1,144, hadis no: 301; Fahreddin er-Râzî,
Mefâtîhu’l-Ğayb.
650 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 113; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi
Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/172; Taberî, 7/488.
651 Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 1/194.
652 Senedsizdir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 113; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb,
9/132.
653 İbnu’l-Cevzî, Zadu’l-Mesir, 1/531.
istedikleri gibi dolaşmaları sizi aldatmasın. Çünkü bu az bir zaman devam edecek, sonra onlar
en şiddetli azaba gireceklerdir” denilmektedir.”654
199. Gerçekten ehl-i kitabdan Allah’a ve hem size indirilene, hem de kendilerine indirilenlere,
Allah’a huşu duyarak iman edenler vardır. Onlar, Allah’ın âyetlerine karşılık az bir bahayı
satın almazlar. İşte onlara; onlara rabları katında ecirler vardır. Hiç şüphesiz Allah hesabı çok
çabuk olandır.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Cabir b. Abdillah, Enes, İbn Abbas Katade ve İbn-i Cüreyc’e göre bu âyet-i kerime,
Rasulullah’ın döneminde Habeşistan Kralı olan Necaşi hakkında nazil olmuştur.
a- Cabir b. Abdillah, Enes, İbn Abbas ve Katade dediler ki:
“Bu âyet Necâşî Ashame ve arkadaşlarından bazı insanlar hakkında nazil olmuştur. Onlar Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in peygamberliğine iman edip onu tasdik etmişlerdi. Necaşi öldüğü vakit
Cebrail (a.s.), onun ölüm haberini Rasulullah (s.a.v.)’a duyurdu. Rasulullah (s.a.v.) bunun
üzerine Ashabı’na buyurdu ki:
“Sizin memleketinizden başka bir yerde ölen kardeşinizin namazını kılmağa çıkınız.” Onların:
“O kimdir?” demeleri üzerine Rasulullah (s.a.v.):
“Necaşi b. Ashame” buyurdu. Bunu müteakib Rasulullah (s.a.v.) Bakî’ Kabristanı’na çıktı.
Kendisine Medine’den, Habeşistan’a varıncaya dek ğayb perdesi açıldı da böylece Necaşî’nin
tabutunu görüp onun üzerine namaz kıldı. Dört tekbir aldı ve onun için istiğfarda bulundu.
Ashabına da:
“Onun için istiğfarda bulunun” buyurdu. Bunun üzerine münafıklar dediler ki:
“Şuna bakın, kendisi hiç görmediği vahşi bir Hıristiyan zenciye, kendi dininden olmadığı
halde namazını kılıyor.” İşte bu yüzden Allah Teala bu âyeti indirdi.”655
b- Ebu’1-Fadl Ahmed b. Muhammed b. Abdillah b. Yusuf, Ebû Amr Muhammed b. Cafer b.
Matar’dan imla tarikiyle, o Cafer b. Muhammed b. Sina el-Vasiti’den, o Ebû Hanî Muhammed
b. Bekkâr el-Bahilî’den, o Mu’temir b. Süleyman’dan, o Humeyd’den, o da Enes’ten bize şunu
rivayet etti:
“Rasulüllah (s.a.v.) Ashabına buyurdu ki:
“Kalkın da kardeşiniz Necaşî’ye namaz kılın.” Bunun üzerine insanların bir kısmı bir kısmına:
“Muhammed (s.a.v.) bize, Habeşe diyarından bir yabancıya namaz kılmamızı emrediyor” dedi
de Allah Teala bu âyeti indirdi.”656
c- İbnu Cerîr, bunun benzerini Câbir’den (r.a.) rivayet etti. Müstedrek’te Abdullah İbni
Zübeyr’den anlatıldı Abdullah dedi ki: “Bu âyet, Necâşî hakkında indi.” 657
d- Necâşî Ashame’nin vefatı hicretin dokuzuncu senesinde olduğuna göre bu âyet-i kerimenin
nüzulü de o sene olmuş demektir. Daha önce Atâ’dan rivayetle Hz. İsa’nın dini üzere iken Hz.
Muhammed (s.a.v.)’i tasdik eden 40 Necranlı, 32 Habeşli ve 8 Rum hakkında bu sûrenin 113.
ayetinin nazil olduğu geçmişti.658 Bu âyet-i kerimenin de aynı kimseler hakkında nazil olduğu
söylenmiştir.
2- İbn Cüreyc ve İbn Zeyd ise, bu âyetin Abdullah İbn Selâm (r.a.) ve arkadaşları hakkında
nazil olduğunu söylemişlerdir.659
3- Mücahid’e göre ise bu âyet-i kerime, Yahudi ve Hristiyanlardan müslüman olan bütün
insanlar hakkında nazil olmuştur.
a- Mücahid, İbn Cüreyc ve İbn Zeyd dediler ki:
654 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
655 İbn Cerir: 4/146. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 114; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
656 Taberani; Evsat; 2688, Bezzar: 832, Nesai; Tefsir: 108. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık:
114; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/173.
657 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/173.
658 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 8/187.
659 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
“Bu âyet bütün Ehl-i Kitab mü’minleri hakkında inmiştir.”660
4- Genel değerlendirme:
a- Taberi ve Râzî de âyet-i kerimenin genel ifadesini gözönünde bulundurarak Mücahid’in
görüşü tercih etmiştir. Zira Cenâb-ı Hak, kâfirlerin varacakları yerlerinin cehennem olduğunu
bildirince, ehl-i kitaptan imân edenlerin varacakları yerlerinin cennet olduğunu beyân
buyurmuştur.661
b- Taberi der ki:
“Necaşi hakkında nazil oldu” diyenlerin görüşlerinin buna ters düşmeyeceğini söylemiştir.
Zira, özel bir mesele hakkında inmiş olsa da âyetin mânâsının genel olduğu muhakkaktır. 662
200. Ey İnananlar! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır bulunun,
Allah’a karşı gelmekten sakının ki başarıya erişebilesiniz.
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:
1- Said b. Ebî Amr el-Hafız, Ebû Ali el-Fakih’ten, o Muhammed b. Muaz el-Malinî’den, o
Hüseyn b. Hasan b. Harb el-Mervezî’den, o İbn Mübarek’ten, o Mus’ab b. Sabit b. Abdillah b.
Zübeyr’den, o Davud b. Salih’ten bize şu sözü rivayet etti:
“Ebû Seleme b. Abdirrahman dedi ki:
“Kardeşim biliyor musun, bu âyet hangi şey hakkında indi?” Ben de:
“Bilmiyorum” dedim. Dedi ki:
“Kardeşimin oğlu! Peygamber (s.a.v.)’in zamanında hakkında nevbet olunan (veya at
beslenen) herhangi bir gazve olmamıştır, nöbet bekliyecek hudut gedikleri yoktu ki oralarda
nöbet beklensin. Fakat namazın arkasından başka bir namazı beklemek (ribat) vardı.”663
Bu hadisi Hakim Ebû Abdillah, Sahihi’nde, Ebû Muhammed el-Müzenî’den, o Ahmed b.
Necdet’ten, o Said b. Mansur’dan, o da İbn Mübarek’ten rivayet etmiştir.664
2- Ebu Seleme İbn Abdurrahman’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında, murâbata yapılan (hudut nöbeti beklenen ve kendisi için
hususî atlar hazırlanan) bir savaş yoktu. Binâenaleyh bu âyet ancak, bir namazı kıldıktan
sonra diğer namazı bekleme hakkında nazil olmuştur.”665
3- Ebu Hureyre (r.a.)’nin, namazdan sonra diğer namazı beklemeden bahsedip, sonra üç kere,
“Dikkat edin, ribât işte budur!” dediği rivayet edilmiştir. “666
660 Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 114;
661 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, 9/154.
662 Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 2/429-430.
663 Mürsel hadistir. İbn Cerir: 4/148, Hakim; Müistedrek: 2/301, Suyuti; ed-Dürr: 2/113.
664 İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 114-115.
665 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.
666 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb.

Kur'ân'dan İdrake Yansıyanlar

Âl-i İmran, 3/154

ثُمَّ أَنْزَلَ عَلَيْكُم مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ أَمَنَةً نُعَاساً يَغْشٰى طَآئِفَةً مِنْكُمْ وَطَآئِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ يَقُولُونَ هَلْ لَنَا مِنَ اْلأَمْرِ مِنْ شَيْءٍ قُلْ إِنَّ اْلأَمْرَ كُلَّهُ لِلّٰهِ يُخْفُونَ ف۪ي أَنْفُسِهِمْ مَا لاَ يُبْدُونَ لَكَ يَقُولُونَ لَوْ كَانَ لَنَا مِنَ اْلأَمْرِ شَيْءٌ مَا قُتِلْنَا هَاهُنَا قُلْ لَوْ كُنْتُمْ ف۪ي بُيُوتِكُمْ لَبَرَزَ الَّذ۪ينَ كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلُ إِلٰى مَضَاجِعِهِمْ وَلِيَبْتَلِيَ اللّٰهُ مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ وَلِيُمَحِّصَ مَا ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

“Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hâli bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da Allah’a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar. ‘Bu işten bize ne?!’ diyorlardı. De ki: ‘İş (zafer, yardım, her şeyin karar ve buyruğu) tamamen Allah’a aittir.’ Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. ‘Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.’ diyorlar. Şöyle de: ‘Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalblerinizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah, içinizde ne varsa hepsini bilir.'” (Âl-i İmrân sûresi, 3/154)

Risale-i Nur talebeleri saldırılara maruz kaldığında Üstad Bediüzzaman Hazretleri, talebelerine, dostlarına hep bu mealini verdiğimiz âyet-i kerimeyi nazara verir. Şimdi, Bediüzzaman’ın bu dersini almış birisi nazarıyla, âyetin mealini bir kere daha okuyalım ve almamız gerekli dersi alalım.

Şiddetli bir korku, telaş ve endişe anında insanların uyuklaması; uyuklayıp kalb ve ruhundaki endişe ve dağınıklığı aşması, sükûnet bulup tam itminana ulaşması, Allah’tan o insanlara bir lütuf, onlardan da Allah’a karşı bir güven, bir itimat hatta bir tevekkül, bir teslim ve bir tefviz tavrıdır. Hem Bedir’de, hem Uhud’da böyle bir itminan, böyle bir teminat‑ı ilâhiye ve böyle bir sekîne-i rahmâniyenin vâki olması, onun, dine o ölçüde sahip çıkıldığı, gönüllerin o heyecanla hakikî mihraplarına yöneldiği ve sadakatin ilâhî teveccühle buluştuğu her durumda herkes için söz konusu olduğunu gösterir.

Evet, din hayatın ruhu, i’lâ-yı kelimetullah vazifelerin en yücesi; o yolda tükenip gitme ebedî varoluş hamlesi ve Allah hoşnutluğu da gayeler gayesi hâline getirilebildiği ölçüde, ne zaman, hangi şartlar altında olursa olsun, ilâhî inayet, himaye, riayet ve vekalet ayniyete yakın bir misliyet içinde cereyan edip duracaktır; cereyan edip duracak ve bu seviyedeki iman, teslim ve tevekkül erleri nâr-ı Nemrutları göğüslerken bile fevkalâde rahat-ı kalb içinde bulunacak; hatta imanlarıyla o ateşi berd ü selâma çevirip, Yunus diliyle varıp ol gölgede yatabileceklerdir. Onların böyle sekîne ve itminan içinde cereyan eden hayatlarına mukabil diğer bir zümre vardır ki bunlar aynı zeminde olmalarına rağmen, aynı atmosferi paylaşamadıklarından ötürü nefislerinin derdine düşecek; duygularında ve düşüncelerindeki tereddütler, hayatlarına utandıran zikzaklar hâlinde aksedecek; ne itminan, ne uyku, ne de rahat yüzü görmeyecek ve cahiliye kafasıyla terk edildikleri, ortada kaldıkları mülâhazalarıyla gelgitler yaşayacak ve inansalar bile, Allah hakkında dahi suizanda bulunacaklardır ki, وَطَآئِفَةٌ قَدْ أَهَمَّتْهُمْ أَنْفُسُهُمْ يَظُنُّونَ بِاللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ ظَنَّ الْجَاهِلِيَّةِ “Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da Allah’a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar.” ferman-ı sübhanisi, bu bulanık duyguların yeis, inkisar ve kararsızlıklarını sergilemektedir.

Close

Subscribe to Blog via Email

Enter your email address to subscribe to this blog and receive notifications of new posts by email.

Join 271 other subscribers