Kütüb-i Sitte hadisleri-2
HUSUSİ SALAVATLARIN FAZİLETİ
4603 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Beş vakit namaz, bir cuma namazı diğer cuma namazına, bir ramazan diğer ramazana hep kefârettirler. Büyük günah irtikab edilmedikçe aralarındaki günahları affettirirler.”
Müslim, Taharet 14, (223); Tirmizi, Salat 160, (214).
4604 – Yine Ebu Hureyre anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sabah namazını (cemaatle) kılan, Allah’ın garantisi altındadır. Sakın Allah, (ona verdiği garantisi sebebiyle) size bir ceza vermesin!”
Rezin şunu ilave etti: “Kim bu garantiyi talep ederse onu elde eder ve bir daha da kaçırmaz.”
Tirmizi, Fiten 6, (2165).
4605 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Gece ve gündüzde birkısım melekler nöbetleşe aranızda bulunurlar. Bunlar sabah namazı ile ikindi namazında toplanırlar. Sonra sizi geceleyin takip eden melekler (hesabınızı vermek üzere huzu-u ilahiye) yükselir. Sizi çok iyi bilen Allah, bu meleklere sorar: “Kullarımı nasıl bıraktınız?”
“Biz onları namaz kılıyorlarken bıraktık, biz onlara namaz kılarlarken vardık!” derler.”
Buhari, Mevakitu’s-Salat 16, Bed’ü’l-Halk 6, Tevhid 23, 33; Müslim, Mesacid 210, (632); Muvatta, Kâsru’s-Salat 82, (1, 170); Nesai, Salat 21, (1, 240, 241).
4606 – Ammâre İbnu Rueybe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Güneşin doğmasından ve batmasından önce namaz kılan hiç kimse ateşe girmeyecektir. -Burada sabah ve ikindi namazları kastedilir-.”
Müslim, Mesacid 213, (634); Ebu Dâvud, Salât 9, (427); Nesâi, Salât 21, (1, 241).
4607 – Muâz İbnu Enes el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim sabah namazından çıkınca, iki rek’atlik kuşluk namazını kılıncaya kadar hayırdan başka bir şey söylemeden namaz kıldığı yerde oturur beklerse, Allah onun günahlarını, denizin köpüğü kadar çok da olsa bağışlar.”
Ebu Davud, Salat 301, (1287).
4608 – Ümmü Habibe radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim hergün farzlar dışında oniki rek’at (nafile) kılarsa Allah onun için cennette mutlaka bir ev inşa eder.”
Ümmü Habibe der ki: “Bunu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan işittiğim günden beri bu namazları terketmedim.”
Müslim, Müsafirin 103, (728); Ebu Davud, Salat 290, (1250); Tirmizi, Salat 306, (415); Nesai, Kıyamu’l-Leyl 66, (3, 261).
4609 – Zeyd İbnu Hâlid radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim güzelce abdest alır, sonra da iki rek’at namaz kılar ve namazında gaflete yer vermezse Allah, (seğâirden olan) geçmiş günahlarını mağfiret buyurur.”
Ebu Davud, Salât 162, (905).
4610 – Said İbnu’l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bizimle münafıklar arasında yatsı ve sabah namazlarında hazır bulunma farkı vardır. Onlar bu iki namaza muktedir olamazlar.”
Muvatta, Salâtu’l-Cemâ’a 5, (1, 130).
4611 – Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kişinin evindeki namazı, benim şu mescidimde kılacağı namazdan efdaldir; tabii ki farzlar hariç.”
Ebu Davud, Salat 205, (1044), 340, (1447); Tirmizi, Salat 331, (450); Muvatta, Salatu’l-Cemâ’a 4, (1, 130).
4612 – Abdülvahid İbni Ziyâd merhum, merfû olarak şunu rivayet etmiştir: “Kişinin çölde kılacağı namazı, tamamladığı takdirde cemaatle kılacağı namazdan efdaldir.”
Rezin tahric etmiştir. Hadis, Ebu Davud’da gelmiştir. Salat 49, (560).
Ebu Davud bu hadisi, Ebu Saidi’l-Hudri’den kaydettiği şu hadisin arkasından rivayet eder: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cemaatle kılınan namaz yirmibeş namaza bedeldir. Kişi (cemaatle yolculuk sırasında) çölde kılar da rükû ve secdelerini tam yaparsa, o zaman (sevabı) elli misline ulaşır.”
4613 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cemaatle kılanan namaz münferid kılınan namazdan yirmiyedi derece üstündür.” -“Yirmibeş derece” diye de rivayet edildi.-“
Buhari, Ezan 30, 31; Müslim, Mesacid 249, (650); Muvatta, Cemâ’a 1; Tirmizi, Salat 161, (215); Nesai, İmamet 42. (2. 103).
4614 – Ebu’d-Derda radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Köyde olsun, kırda olsun üç kişi olur da orada cemaatle namaz kılınmazsa, şeytan onlara galebe çalmış demektir. Size cemaatle namaz kılmanızı tavsiye ederim.”
Ebu Davud, Salat 47, (547); Nesai, İmamet 48, (2, 106).
Rezin şu ziyadede bulunmuştur: “Zira insanın kurdu şeytandır. Onu yalnız yakaladı mı yer.”
4615 – Ebu Sa’iid radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, namazı kılıp bitirdikten sonra bir adam gelip namaza durdu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Şununla namaza durup ticaret yapacak kimse yok mu?” buyurdular. Bunun üzerine bir adam kalkıp onunla (ona uyarak) namaz kıldı.”
Tirmizi, Salat 164, (220); Ebu Davud, Salat 56, (574).
4616 – Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim yatsı namazını cemaatle kılarsa sanki gecenin yarısını ihya etmiş gibidir. Kim de sabahı da cemaatle kılmışsa gecenin tamamını ihya etmiş gibidir.”
Müslim, Mesacid 260, (656); Muvatta, Cema’at 7, (1, 132); Ebu Davud, Salat 18, (555); Tirmizi, Salat 165, (221).
4617 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim kırk gün, iftitah tekbirini kaçırmadan cemaatle namaz kılarsa, kendisine iki beraet yazılır; ateşten beraet, nifaktan beraet.”
Tirmizi, Salat 178, (241).
4618 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“İmam zamin, müezzin de mü’temendir. Allahım, insanlarımızı irşad et, müezzinlere de mağfiret buyur.”
Ebu Davud, Salat 32, (517); Tirmizi, Salat 153, (207).
4619 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde ve işyerinde kıldığı namazından yirmibeş kat daha sevablıdır. Çünkü, güzelce abdest alır, mescide gider. Bu gidişte gayesi sadece ve sadece namazdır. Her adım atışında bir derece yükseltilir, günahından da bini dökülür. Namazını kılınca, namazgahında kıldığı müddetçe melekler ona mağfiret duasında bulunur ve: “Allahım ona mağfiret et, Allahım ona rahmet et, Allahım onun tevbesini kabul et” derler. Bu kimseye, orada eza vermedikçe, hadeste bulunmadıkça böyle devam eder.”
Ebu Hureyre radıyallahu anh’a: “Hadeste bulunması ne demek?” diye sorulmuştu: “Sesli veya sessiz yel bırakmadıkça!” diye açıkladı. “Sizden biri, namazı beklediği müddetçe namazdadır.”
Buhari, Ezan 30, Salat 87, Büyü 49; Müslim, Mesacid 246, (649); Muvatta, Taharet 33, (1, 33); Ebu Davud, Salat 49, (559); Tirmizi, Salat 423, (603).
4620 – Said İbnu’l-Müseyyeb rahimehullah anlatıyor: “Ensardan biri ölmek üzere idi. Dedi ki: “Size bir hadis rivayet edeceğim. Bunu da sadece sevap ümidiyle yapacağım. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı işittim, şöyle buyurmuştu:
“Biriniz abdest alır ve abdestini güzel yapar sonra da namaza giderse, sağ adımını her atışta, bu adım sebebiyle Allah mutlaka ona bir sevap yazar; sol adımını attıkça da her seferinde mutlaka bir günahını döker. -Öyleyse (mescide) yaklaşsın veya uzaklaşsın- mescide gelir ve cemaatle namazını kılarsa mağfirete mazhar olur. Mescide geldiğinde namazın birkaç rek’ati kılınmış; birkaç rek’ati kalmış ise yetiştiğini cemaatle kılıp, kaçırdıklarını da tamamlamışsa, keza mağfirete mazhar olur. Eğer mescide geldiğinde namazı kılınmış bulur ve tek başına tamamlarsa yine mağfirete mazhar olur.”
Ebu Davud, Salat 51, (563).
4621 – Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim evinden temizlenmiş olarak farz namaz için çıkarsa, onun ecri, tıpkı ihrama girmiş hacının ecri gibidir. Kim de kuşluk namazı için çıkar ve sırf bu maksadla yorulursa onun ücreti de umre yapanın ücreti gibidir. Namaz kıldıktan sonra araya lağv (dünyevi kelam) sokmadan kılınan iknici namaz, İlliyyin (denen cennetin yüce makamın)da yazılıdır.”
Ebu Davud, Salat 49, (558).
4622 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Beni Selime yurtlarını bırakarak Mescid-i Nebeviye yakın bir yere gelip yerleşmek istediler. (Durumdan haberdar olan) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
“(Yürüdüğünüz zamanki) adımların sevabını hesaba katmıyor musunuz?” dedi. Bunun üzerine yerlerinde kaldılar.”
Buhari, Fezailu’l-Medine 11, Ezan 33.
4623 – Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Karanlıkta mescide gidenlere Kıyamet günü tam bir nura kavuşacaklarını müjdele!”
Ebu Davud, Salat 50, (561); Tirmizi, Salat 165, (223).
HASTA ZİYARETİNİN FAZİLETİ
4624 – Hz. Ali radıyallahu anh diyor ki: “Bir hastayı akşamleyin ziyaret eden hiçbir kimse yok ki beraberinde kendisine sabaha kadar istiğfar edecek yetmişbin melekle çıkmış olmasın. Ayrıca onun cennette bir baçesi de vardır. Kim de hasta ziyaretine sabahleyin gelirse onunla birlikte yetmişbin melek çıkar, akşam oluncaya kadar ona istiğfar ederler. Onun da cennette bir bağı vardır.”
Ebu Davud, Cenaiz 7, (3098, 3099, 3100).
4625 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim güzel bir şekilde abdest alır, müslüman kardeşine, sevap düşüncesiyle hasta ziyaretinde bulunursa, cehennemden yetmiş yılllık yürüme mesafesi uzaklaştırılır.”
Sabit dedi ki: “Ey Ebu Hamza, harîf nedir? diye Enes’ten sordum. Bana: “Yıl!” diye cevap verdi.”
Ebu Davud, Cenaiz 7, (3098).
4626 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim bir hastaya veya bir din kardeşine Allah rızası için ziyarette bulunursa, bir münâdi ona nida eder: “(Dünyada da ahirette de) iyi olasın (ahiret yolculuğun da) iyi olsun. (Bu davranışınla) cennette bir ev hazırladın!” der.”
Tirmizi, Birr 64, (2009); İbnu Mace, (Cenaiz 2, (1443).
BAZI MÜŞTEREK VE MÜTEFERRİK HADİSLERLE FAZİLETİ BELİRTİLEN AMEL VE SÖZLER
4627 – Muaz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Bir seferde Resûlullah’la beraberdik. Bir gün yakınına tesadüf ettim ve beraber yürüdük.
“Ey Allah’ın Resûlü, dedim. Beni cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak bir amel söyle!”
“Mühim bir şey sordun. Bu, Allah’ın kolaylık nasib ettiği kimseye kolaydır; Allah’a ibadet eder, Ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekât verirsin, ramazan orucunu tutarsın, Beytullah’a hacc yaparsın!” buyurdular ve devamla: “Sana hayır kapılarını göstereyim mi?” dediler.
“Evet ey Allah’ın Resûlü” dedim.
“Oruç (cehenneme) perdedir; sadaka hataları yok eder, tıpkı suyun ateşi yoketmesi gibi. Kişinin geceleyin kıldığı namaz salihlerin şiarıdır” buyurdular ve şu ayeti okudular. (Mealen): “Onlar ibadet etmek için gece vakti yataklarından kalkar, Rablerinin azabından korkarak ve rahmetini ümid ederek O’na dua ederler. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeyden de bağışta bulunurlar” (Secde 16)
Sonra sordu: “Bu (din) işinin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?”
“Evet, ey Allah’ın Resûlü!” dedim. “Dinle öyleyse” buyurdu ve açıkladı:
“Bu dinin başı İslâm’dır, direği namazdır, zirvesi cihâddır!”
Sonra şöyle devam buyurdu: “Sana bütün bunları (tamamlayan) baş amili haber vereyim mi?”
“Evet ey Allah’ın Resûlü!” dedim.
“Şuna sahip ol!” dedi ve eliyle diline işaret etti. Ben tekrar sordum: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?”
“Anasız kalasıca Muâz! İnsanları yüzlerinin üstüne -veya burunlarının üstüne dedi- ateşe atan, dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?” buyurdular.”
Tirmizi, İman 8, (2619).
4628 – Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim namazı kılar, zekâtı verir ve Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, ona mağfiret etmek Allah üzerine bir hak olur. Hicret etse veya doğduğu yerde ölse de!”
Dedik ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz bunu halka anlatsak da sevinseler olmaz mı?”
“Cennette yüz derece var. Her iki derece arasında arzla sema arasındaki kadar mesafe var. Allah onu kendi yolunda cihad edenlere hazırladı. Ben mü’minleri bindirebileceğim bir şey bulamamam sebebiyle onlar da (bu yüzden cihada iştirak edemedikleri için) benden geri kalmalarına üzülmeleri suretiyle mü’minlere meşakkat vermemiş olsaydım, hiçbir seriyyeden geri kalmaz, (her birine) iştirak ederdim. Ben (cihad esnasında) öldürülüp, sonra tekrar diriltilmeyi, tekrar öldürülmeyi isterim” buyurdular.”
Nesai, Cihad 18, (6, 20).
4629 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla hazretleri şöyle ferman buyurdu: “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (ayni veya kifaye) şeyleri eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü güzü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden birşey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum. Ben yapacağım bir şeyde, mü’min kulumun ruhunu kabzetmedeki tereddüdüm kadar hiç tereddüte düşmedim: O ölümü sevmez, ben de onun sevmediği şeyi sevmem.”
Buhari, Rikak 38.
4630 – Hz. Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Üç şey vardır; her birine Allah garanti vermiştir: “Allah yolunda cihad etmek üzere yola çıkan kimse: Bu öldüğü takdirde cennete koyma hususunda, ölmeyip döndüğü takdirde ganimet ve sevapla gelme hususunda garantilidir. Mescide giden kimseye, öldüğü takdirde, Allah cennete koyma hususunda garanti vermiştir. Kişi (fitne zamanında bulaşmayıp) evine çekildiği takdirde Allah ona da garanti vermiştir.”
Ebu Davud, Cihad 10, (2494).
4631 – Muaz İbnu Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Namaz, oruç ve zikir Allah yolunda infak üzerine yediyüz misli katlanır.”
Ebu Davud, Cihad 14, (2498).
4632 – Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Nu’man İbnu Nevfel (bir gün) dedi ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Farz namazlarımı kılsam, ramazan orucumu tutsam, helali helal bilip haramı da haram tanısam ve bunlara hiçbir ilave (hayır ve ibadet)de bulunmasam cennete gider miyim?”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Evet!” buyurdular. Nu’man: “Vallahi (bu farzlara) hiçbir ilavede bulunmayacağım!” dedi.”
Müslim, İman 16, (15).
4633 – El-Hâris el-Eş’ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla hazretleri, Yahya İbnu Zekeriyya aleyhimâsselam’a, beş kelime söyleyip bunlarla amel etmesini ve onlarla amel etmelerini Beni İsrail’e de söylemesini emir buyurdu. Ancak O, bu hususta ağır aldı. İsa aleyhisselâm kendisine: “Allah sana beş kelime öretip onlarla amel etmeni ve Beni İsrail’e de onlarla amel etmelerini emretmeni söyledi. Ya sen bunları onlara emredersin veya bunları onlara ben emredeceğim” dedi. Yahye aleyhisselam: “Onları emretmede benden önce davranacak olursan yere batırılmam veya azab görmemden korkarım!” dedi ve halkı Beytu’l-Makdis’te topladı. Mescid ağzına kadar doldu. Mahfillere de oturdular. (Söz alıp):
“Allah bana beş kelime gönderdi ve onlarla amel etmemi ve size de amel etmenizi emretmemi bana emretti:
-Bunlardan birincisi Allah’a ibadet etmeniz, ona hiçbir ortak koşmamanızdır. Allah’a ortak koşanın misali şudur: Bir adam, kendi öz malından altın veya gümüş mukabilinde bir köle satın alır ve: “Bu benim evim, bu da işim. (Çalış kazandığını) bana öde!” der. Köle çalışır, fakat kazancını efendisinden başkasına öder. Kölenin böyle yapmasına hanginiz razı olur? Aynen bunun gibi, Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira Allah yüzünü, namazda bulunan kulunnun yüzüne karşı diker, o sağa sola bakmadığı müddetçe.
-Allah size orucu emretti. Bunun misali şu insanın misaline benzer; O bir grup içerisindedir. Beraberinde bir çıkın içinde misk var. Herkes onun kokusundan hoşlanmaktadır. Oruçlunun (ağzında hasıl olan) koku, Allah indinde miskin kokusundan daha hoştur.
-Allah size sadakayı emretti. Bunun misali de şu adamın misaline benzer: Düşmanlar onu esir edip ellerini boynuna bağlamışlar ve boynunu vurmaları için cellatlara teslim etmişlerdir. Adam: “Ben az veya çok (bütün malımı) vererek kendimi fidye mukabilinde kurtarmak istiyorum” der ve nefsini fidye ödeyerek kurtarır.
-Allah size, Allah’ı zikretmenizi de emretti. Bunun da misali, peşinden hızla düşmanın geldiği bir adamdır. Bu adam muhkem bir kaleye gelip, düşmandan kendini korur. Kul da böyledir. Şeytana karşı kendisini sadece zikrullahla koruyabilir.”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (burada hikayeyi tamamlayarak) dedi ki: “Ben de size beş şeyi emrediyorum: Allah onları bana emretti. Dinlemek, itaat etmek, cihâd, hicret ve cemaat. Zira, kim cemaatten bir karışcık ayrılırsa boynundaki İslam bağını çıkarıp atmıştır, geri dönen hariç. Kim de cahiliye davası güderse o cehennem molozlarından biridir!”
Bir adam: “Ey Allah’ın Resulü! O kimse namazını kılar, orucunu tutar idiyse (yine mi cehennemlik)?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam:
“Evet, namaz kılsa, oruç tutsa da! Ey Allah’ın kulları! Sizi müslümanlar, mü’minler diye tesmiye eden Allah’ın çağrısı ile çağırın!” buyurdular.”
Tirmizi, Emsal 3, (2867).
4634 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bu gece Rabbimden bir (melek, elçi olarak) geldi. -Bir rivayette ise şöyle demiştir: “Rabbim bana en güzel bir surette geldi” -ve: “Ey Muhammed!” dedi.
“Buyur Rabbim, emrindeyim!” dedim.
“Mele-i A’la(da bulunanların) nelerde yarıştıklarını biliyor musun?” dedi.
“Hayır!” dedim. Bunun üzerine elini omuzlarımın arasına koydu. Hatta onun serinliğini göğüslerimde hissettim. Derken semâvat ve arzda olanları öğrendim. Sonra: “Ey Muhammed! Mele-i A’la (efradı) nelerde yarışır biliyor musun?” dedi.
“Evet! Dereceler(i artıran ameller)de, keffâretlerde. (Keffaretler ise)” yaya olarak cemaatlere gitmek, şiddetli soğuklarda abtesti tam almak, namazdan sonra namaz beklemektir. Kiim bunlara devam ederse hayır üzere yaşar, hayır üzere ölür, günah mevzuunda da annesinden doğduğu gündeki gibi olur” dedim. Sonra tekrar: “Ey Muhammed!” dedi.
“Buyurun emrinizdeyim!” dedim.
“Namaz kıldığın vakit, dedi, şunu oku: “Allahım, senden hayırları yapmamı, kötü şeyleri de terketmemi ve fakirleri sevmemi talep ediyorum! Kullarına bir fitne arzu edersen, beni, fitneye düşmeden, yanına al!”
(Gece bana gelen elçi -veya Rabbim- son olarak) dedi ki: “Dereceler ise, selamı yaymak, yemek yedirmek, insanlar uyurken gece namaz kılmaktır!”
Tirmizi, Tefsir, Sâd, (3231, 3232).
4635 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette birtakım odalar vardır. Dışları içlerinden, içleri de dışlarından görülür.”
Bunu işiten bir bedevi ayağa kalkıp: “Bu odalar kim(ler)e ait ey Allah’ın Resulü?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: “Sözü güzel yapan, yemek yediren, oruca devam eden, gece herkes uyurken namaz kılan kimse(lere) ait!” buyurdu.”
Tirmizi, Birr 53, (1985).
4636 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla hazretleri diyor ki: “Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir zira yaklaşırım. Eğer o, bana bir zira yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.”
Buhari, Tevhid 15, 35; Müslim, Zikr 2, (2675), Tevbe 1, (2675).
4637 – Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla hazretleri demiştir ki: “Kim bir hayır işlerse ona sevabının on katı verilir veya arttırırım da. Kim bir günah işlerse bunun cezası misli kadardır, veya affederim. Kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir zirâ yaklaşırım. Kim bana bir zirâ yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana hiçbir şeyi şirk koşmaksızın, arz dolusu hata ile kavuşursa ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.”
Müslim, Zikr 22, (2687).
4638 – Ebu Malik el-Eş’ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Abdest imanın yarısıdır. Elhamdülilllah mizanı doldurur; sübhanallah velhamdulillah arz ve sema arasını doldurur; namaz nurdur; sadaka bürhandır; sabır ziyadır; Kur’ân ise lehine veya aleyhine bir hüccettir. Herkes sabahleyin kalkar, nefsini satar; kimisi kurtarır, kimisi de helâk eder.”
Müslim, Taharet 1, (223); Tirmizi, Da’avat 91, (3512); Nesai, Zekat 1, (5, 5-6).
4639 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün:
“Bugün sizden kim oruçlu olarak sabahladı?” diye sordular. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: “Ben!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bugün kim bir cenâzeye kadıldı?” dedi. Yine Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: “Ben!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bugün kim bir fakire yedirdi?” dedi. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh: “Ben!” dedi. Aleyhissalatu vesselam:
“Bugün kim bir hastayı ziyaret etti?” dedi. Bu sefer de Hz. Ebu Bekr “Ben!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
“Bunlar bir kimsede biraraya geldi mi, o kimse mutlaka cennete girer!” buyurdu.”
Müslim, Zekât 87, (1028).
4640 – Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: “(Ashabtan bazıları): “Ey Allah’ın Resûlü! Zenginler ücretleriyle gittiler. Onlar da bizim gibi namaz kıldılar, bizim gibi oruç tuttular, mallarının artanından da sadaka verdiler!” dediler. Aleyhissalatu vesselam:
“Allah size de tasadduk edeceğiniz şeyler verdi: Her bir tesbih sadakadır, her bir tekbir sadakadır, her bir tahmid sadakadır, her bir tehlil sadakadır, emr-i bi’l-ma’ruf sadakadır, nehy-i ani’l-münker sadakadır, herbirinizin (hanımıyla) cimaı sadakadır!” buyurdu. Derken cemaatten: “Ey Allah’ın Resûlü! Yani birimizin şehvetine mubaşeret etmesine ücret mi var?” diye soranlar oldu. Aleyhissalâtu vesselâm:
“İhtiyacını haramla görmüş olsaydı bundan ona bir vebal var mıydı, yok muydu ne dersiniz?” diye sual ettiler.
“Evet vardı!” demeleri üzerine:
“Öyleyse, ihtiyacını helal yolla gördü mü bunda onun için ücret vardır!” buyurdular.”
Müslim, Zekat 53, (1006).
4641 – Tirmizi’nin bir rivayetinde şöyle buyrulmuştur: “Kardeşine karşı izhar edeceğin tebessümün bir sadakadır. Emr-i bi’l-mâ’rufun ve nehy-i ani’l-münkerin sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır; yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır; kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır.”
Tirmizi, Birr 36, (1957).
4642 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Üç şey vardır, bunlar kimde bulunursa, Allah onun üzerine himayesini açar ve onu cennete koyar: “Zayıflara rıfk, anne-bebaya şefkat, kölelere ihsan.”
Tirmizi, Kıyâmet 49, (2496).
4643 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Üç kimse vardır ki, bunlara yardım Allah üzerine bir haktır: Allah yolunda cihad eden; borcunu ödemek isteyen mükâteb, iffetini korumak niyetiyle evlenen kimsi.”
Tirmizi, Fezâilu’l-Cihâd 20, (1655); Nesai, Nikâh 5, (6, 61).
4644 – Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Üç kişi vardır, Allah onları sever, üç kişi de vardır Allah onlara buğzeder.
Allah’ın sevdiği üç kişiye gelince: “Bir adam bir cemaate gelir, onlardan Allah adına birşeyler ister, kendisiyle onlar arasında mevcut bir karâbet sebebiyle istemez. Onun başvurduğu kimseler, istediğini vermezler. İçlerinden biri cemaatin arkasına kayıp, isteyen kimseye gizlice ihsanda bulunur. (Öyle gizli verir ki) onun verdiğini sadece Allah’la ihsanda bulunduğu adam bilir.
(İkinci adam ise:) Bir cemaat yoldadır. Gece boyu da yürürler. Derken (yorulurlar ve) uyku herşeyden kıymetli bir hal alır. Konaklarlar, (başlarını koyup yatarlar.) Bir adam kalkıp bana karşı tevazu ve tazarruda bulunur, ayetlerimi okur.
(Üçüncü adama gelince): Seriyyeye katılmıştır. Seriyye düşmanla karşılaşır, hezimete uğrarlar. Ancak o ilerler, öldürülünceye veya başarıncaya kadar savaşmaya devam eder.
Allah’ın buğzettiği üç kişiye gelince: Bunlar zâni ihtiyar, kibirli fakir, zâlim zengindir.”
Tirmizi, Cennet 25, (2571); Nesai, Zekat 75, (5, 84).
4645 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler:
-Adil imam,
-Allah’a ibadet içinde yetişen genç,
-Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse,
-Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için biraraya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi,
-Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde; “Ben Allah’tan korkarım” de(yip icabet etmey)en kimse,
-Allah’ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse.”
Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikâk 24, Hudûd 19; Müslim 91, (1031); Muvatta 14, (952, 953); Tirmizi, Zühd 53, (2392); Nesâi, Kudât 2, (8, 222, 223).
4646 – Yine Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim bir hidayete davette bulunursa, buna uyanların sevaplarının bir misli ona gelir ve bu durum, onların ücretlerinden hiçbir şey eksiltmez. Kim bir dalâlete çağrıda bulunursa, buna uyanların günahlarından bir misli de ona gelir ve bu onların günahlarından hiçbir eksiltme yapmaz.”
Müslim, İlm 16, (2674); Tirmizi, İlm 15, (2676); Ebu Davud, Sünnet 7, (4609); Muvatta, Kur’an 41, (1, 218).
4647 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Hayra delâlet eden onu yapan gibidir.”
Tirmizi, İlm 14, (2672).
4648 – Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:
“Allah Teâla hazretleri meleklerine şöyle emreder: “Kulum kötü bir amel yapmak isteyince, onu yapmadıkça yazmayın. Yapınca, onu aleyhine bir günah olarak yazın. Eğer benim rızamı düşünerek terketti ise bunu onun lehine bir sevap yazın. Kulum iyi bir iş yapmak arzu edince, yapmasa bile onu, lehine bir sevap yazın. Eğer onu yaparsa, en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar ona sevap yazın.”
Buhari, Tevhid 35; Müslim, İman 203, 205, (128, 129); Tirmizi, Tefsir, En’âm (3075).
4649 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kulun gündüz veya gece amelini yazan hafaza melekleri, yazdıklarını Allah’a yükseltirler. Allah sahifenin baş ve son kısmını hayırlı bulursa, meleklere şöyle der: “Sizi şahid kılıyorum, ben kulumun sahifesinin iki tarafı arasında kalan kısmını mağfiret ettim.”
Tirmizi, Cenaiz 9, (981).
4650 – Amr İbnu Abese radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim müslüman olduğu halde, saçından bir kıl beyazlarsa, bu, Kıyamet günü onun için bir nûr olur. Kim Allah yolunda bir ok atarsa, bu düşmana değse de değmese de, atan için bir köle azadı yerine geçer. Kim mü’min bir köleyi azad ederse bu onun için cehennemden bir azadlık vesilesi olur: Her bir uzuv için bir uzvu ateşten kurtulur.
Tirmizi, Fezailu’-Cihad, (1634); Nesai, Cihad 26, (6, 26); Ebu Davud, Itk 14, (3966).
4651 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kıyamet günü aziz ve celil olan Allah şöyle buyuracak:
“Ey ademoğlu! Ben hasta oldum beni ziyaret etmedin!” Kul diyecek:
“Ey Rabbim, Sen Rabbülâlemin iken ben seni nasıl ziyaret ederim?” Rab Teâla diyecek:
“Bilmedin mi, falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin, bilmiyor musun? Eğer onu etseydin, yanında beni bulacaktın!”
Rab Teâla diyecek:
“Ey ademoğlu ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın?” Kul diyecek:
“Ey Rabbim, ben seni nasıl doyururum. Sen ki alemlerin Rabbisin?” Rab Teâla diyecek:
“Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin ben onu yanımda bulacaktım.” Rab Teâla diyecek:
“Ey Ademoğlu! Ben senden su istedim bana su vermedin!” Kul diyecek:
“Ey Rabbim, ben sana nasıl su içirebilirim, sen ki Alemlerin Rabbisin!” Rab Teâla diyecek:
“Kulum falan senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın, bunu benim yanımda bulacaktın!”
Müslim, Birr 43, (2569).
4652 – Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim temiz rızık yer ve sünnete uygun amelde bulunur, halk da kendisinden bir kötülük gelmeyeceği hususunda güven duyarsa cennete girdi demektir.”
Bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü ! Bugün insanlar arasında böyleleri çoktur!” dedi. Aleyhissalatu vesselam da:
“Benden sonraki zamanlarda da olacaklar!” buyurdu.”
Tirmizi, Kıyamet 61, (2522).
4653 – Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim sağmal bir hayvanı veya parayı (karz-ı hasen olarak) iâreten verirse veya yolunu kaybedene yolunu gösterirse veya âmâyı sokağına koyarsa kendisine bir köle azad edenin sevabı verilir.”
Tirmizi, Birr 37, (1958).
4654 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Peygamber aleyhissalatu vesselam’a soruldu:
“Ey Allah’ın Resûlü! Bir adam gizli olarak hayırlı ameller yaparken bir de bakarsın halk buna muttali olmuştur da bu onun hoşuna gitmiştir?” Aleyhissalatu vesselam:
“Bu kimsenin iki ücreti vardır: Gizli yapmanın ücreti ve aleni yapmanın ücreti.”
Tirmizi, Zühd 49, (2385).
4655 – Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah’a soruldu: “Ey Allah’ın Resûlü! Kişi hayır yapsa halk da bu sebeple onu övse (bunun hükmü nedir)?
“Bu mü’mine (Allah’ın razı olduğuna dair) peşin bir müjdedir” buyurdular.”
Müslim, Birr 166, (2642).
4656 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah için sefer yapanlar üçtür: Gâzi, hacı, umreci.”
Nesai, Hacc 4, (5, 113).
4657 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bir müslüman bir ağaç diker veya bir tohum eker de bunların mahsülatından bir kuş veya insan veya hayvan yiyecek olsa, bu onun için bir sadaka olur.”
Buhari, Hars 1, Edeb 27; Müslim, Müsakat 12, (1553); Tirmizi, Ahkâm 40,. (1382).
MEKKE’NİN FAZİLETİ
4542 – Hz. Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Şurası muhakkak ki, (yeryüzündeki) ilk ev, mübarek olsun ve içinde namaz kılınsın diye Mekke’de inşa edilen Kâ’be’dir” buyurdular.
Ben: ^Sonra hangisi?” diye sordum. “Mescid-i Aksa” buyurdular. Ben: “İkisi arasında ne kadar fark var?” dedim. “Kırk yıl!” buyurdular.”
Buhari, Enbiya 8, 40; Müslim, Mesacid 2, (520); Nesai, Mesacid 3, (2, 32).
4543 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Haceru’l-Esved, cennetten indi. İndiği vakit sütten beyazdı. Onu insanların günahları kararttı.”
Tirmizi, Hacc 40, (877).
4544 – İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Rükn ve makam iki cennet yakutu idiler. Allah onların nurlarını aldı. Eğer onların nurlarını almamış olsaydı, o ikisi mağrible maşrık arasını aydınlatırdı.”
Tirmizi, Hacc 49, (878).
4545 – el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bu Beyt’e Ye’cüc ve Me’cüc’den sonra da hacc yapılacak umre icra edilecek.”
Buhari, Hacc 47.
4546 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa aleyhisselam), Feccu’r-Ravhâ nam mevkide, hacc yapmak veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için telbiye getirecektir.”
Müslim, Hacc 216, (1252).
4547 – Hz. Aişe radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kâ’be’ye karşı bir ordu, saldırı tertipleyecek. Yerin bir çölüne geldikleri vakit en öndekileri de en sondakileri de (tamamiyle) yere batırılacak!” Ben söze girip: “Ey Allah’ın Resûlü, onların içerisinde çarşı-pazar (ehli) olanlar, onlardan olma(dığı halde zorla katılan)lar da var. Nasıl olur da hepsi birden yere batırılıp (cezalandırılır)? dedim. Aleyhissalatu vesselam:
“Öndekileri de, arkadakileri de batırılır. Ancak, herbiri niyetlerine göre diriltilir” buyurdular.”
Buhari, Büyü 49; Müslim, Fiten 8, (2884).
4548 – Şakik’in bir rivayetine göre Şeybe İbnu Osman şöyle anlatmıştır:
“Hz. Ömer radıyallahu anh Kâ’be’ye girdi. Orada bulunan emvali görünce:
“Kâ’be’nin malını taksim etmedikçe çıkmayacağım” dedi. Ben de: “Sen bunu yapamazsın” dedim. O: “Hayır, yaparım!” dedi. Ben tekrar: “Sen onu yapamazsın!” dedim. O: “Niye?” diye sordu. Ben de: “Çünkü onun yerini Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da, Hz. Ebu Bekir de gördü. Onlar mala senden daha fazla muhtaç idiler. Buna rağmen o malı çıkarmadılar” dedim. Bunun üzerine kalkıp çıkıp gitti.”
Buhari, İ’tisam 2, Hacc 48; Ebu Dâvud, Menasik 96, (2031).
4549 – Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“(Ziyaret için) sadece üç mescide seyahat edilebilir: Mescid-i Haram, Mescid-i Resûlullah, Mescid-i Aksâ.”
Buharig, Fezailu’s-Salat 6, Hacc 26, Savm 67; Müslim, Hacc 288, (827); Tirmizi, Salat 243, (326).
4550 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Şu mescidimdeki namaz efdaldir.” -Bir başka rivayette- “Bu mescidimdeki bir nemez), Mescid-i Haram hariç bütün mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır.”
Buhari, Fazlu’s-Salat 1; Müslim, Hacc 505, (1394); Muvatta, Kıble 9, (1, 196); Tirmizi, Salat 243, (325); Nesai, Mesacid 7, (2, 35).
4551 – Ebu Şüreyh el-Adevi radıyallahu anh anlatıyor: “Mekke’ye asker sevkeden Amr İbnu Sa’id’e dedim ki:
“Ey emir, bana müsaade et. Fethin ferdası gününde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın söylemiş bulunduğu bir hadisini hatırlatayım: Allah’a hamd ve senadan sonra şöyle buyurmuştu: “Mekke’yi insanlar değil, Allah haram kılmıştır. Allah’a ve ahirete inanan hiçbir mü’mine orada kan dökmek helal olmaz. Ağaç sökmek de helal olmaz. Eğer biri çıkıp da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın oradaki savaşını göstererek kan dökmeye ruhsat vermeye kalkarsa kendisine şunu söyleyin: “Allah, Resûlüne izin vermişti, ama size izin vermiyor!” Mekke’de bana bir gündüzün bir müddetinde (gün doğumundan ikindiye kadar) izin verildi. Sonra bugün tekrar eski hürmeti (haramlığı) ona geri döndü. Bu hususu, sizden burada hazır olanlar, hazır olmayanlara ulaştırsın.”
Ebu Şüreyh’e: “Amr sana ne dedi?” diye soruldu.
“Ey Ebu Şureyh bunu ben, senden daha iyi biliyorum. “Harem”, âsi olana, kan döküp kaçana, cinayet işleyip kaçana sığınma tanımaz!” diye cevap verdi” dedi.”
Buhari, İlm 37, Cezau’s-Sayd 6, Megazi 50; Müslim, Hacc 446, (1354); Tirmizi, Hacc 1, (89), Diyat 13, (1406); Nesai, Menasik 11, (5, 205, 206).
4552 – İbnu Abbas radıyallahu anhüm anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Fetih günü buyurdular ki:
“Fetihten sonra artık hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet vardır. Öyleyse askere çağırıldığınız zaman hemen asker olun!”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam etti: “Allah, bu beldeyi semâvat ve arzı yarattığı zaman haram kıldı. Burası, Kıyamete kadar Allah’ın haramıyla haramdır (onu insanlar haram kılmamıştır). Benden önce kimseye orada kıtal helal olmadı. Bana da günün bir müddetinde helal kılındı. Burası Kıyamete kadar Allah’ın haramıyla haramdır. (Allah’a ve ahirete inanan hiçkimseye, orada kan dökmesi helal değildir. Ayrıca) onun dikeni koparılmaz, av(hayvan)ı ürkütülmez, buluntusu da alınmaz (yerinde bırakılır). Ancak ilan edip sahibini arayacak olanlar alabilir. Mekke’nin otu da biçilmez!”
Abbas radıyallahu anh atılarak: “Ey Allah’ın Resûlü! İzhir otu hariç olsun” dedi. Aleyhissalatu vesselam: “İzhir hariç!” buyurdu.”
Buhari, Cezau’s-Sayd 9, Hacc 43, Cenâiz 77, Büyü’ 28, Megazi 52; Müslim, Hacc 445, (1353); Nesai, Hacc 110, (5, 203, 204); Ebu Davud, Menasik 90, (2017, 2018).
4553 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mekke’de silah taşımak hiç kimseye helal değildir.”
Müslim, Hacc 449, (1356).
4554 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Mekke’ye hitaben şöyle buyurdular:
“Sen ne hoş beldesin. Seni ne kadar seviyorum! Eğer kavmim beni buradan çıkmaya mecbur etmeseydi, senden başka bir yerde ikâmet etmezdim.”
Tirmizi, Menakıb (3922).
4555 – Ya’la İbnu Ümeyye radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Harem’de mal ihtikârı orada işlenen bir zulümdür.”
Ebu Davud, Menasik 90, (2020).
4556 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana şöyle buyurdular:
“Biliyor musun, senin kavmin Kâ’be’yi yeniden inşa ederken Hz. İbrahim’in atmış bulunduğu temellere (tam riayet etmeyip) inşaatı kısa tuttu.”
Ben: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, inşaatı Hz. İbrahim’in temellerine oturtmayacak mısın?” dedim.
“Kavmin küfre yakın omasa mutlaka yapardım!” buyurdu.
İbnu Ömer radıyallahu anhüma dedi ki: “Hz. Aişe radıyallahu anha’nın bunu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan işitmesine göre, ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın, Hıcr’ı takip eden iki rüknün istilâmını terketmesini, Kâ’be’nin inşaatının Hz. İbrahim aleyhisselâm’ın temelleri üzerine tamamlanmamış olmasıyla izah ederim.”
Buhari, İlm 48, Hacc 42, Enbiya 8, Tefsir, Bakara 10, Temenni 9; Müslim, Hacc 399, (1333); Muvatta, Hacc 104, (1, 363, 364); Nesai, Hacc 125, (5, 214-216); Tirmizi, Hacc 47, (875).
4557 – Amr İbnu Dinar anlatıyor: “Câbir İbnu Abdillah radıyallahu anh’ı işittim. Demişti ki: “Kâ’be inşa edilirken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve (amcası) Abbas taş taşımakta idiler. Bir ara Abbas radıyallahu anh, aleyhissalatu vesselam’a: “İzarını omuzuna koy da taşın incitmesine mani olsun” dedi. O da öyle yapmıştı. Bu hadise peygamberlik gelmezden önce idi. Birden yere yığıldı. Gözleri semaya dikilmiş kalmıştı.
“İzarım! İzarım! dedi ve derhal onu üzerine bağladı.”
Bir rivayette şu ziyade var: “…Bayılıp düştü. Bundan sonra hiç üryan görülmedi.”
Buhari, Hacc 42, Salat 8, Menakıbu’l-Ensar 25; Müslim, Hayz 76, (340).
4558 – Amr İbnu Dinar ve Ubeydullah İbnu Ebi Yezid dediler ki: “Resûlullah zamanında Kâ’be’nin (etrafında ihata) duvarı yoktu. İnsanlar Beytullah’ın etrafında namaz kılıyorlardı. Bu hal, Hz. Ömer zamanına kadar devam etti. Ömer radıyallahu anh etrafına duvar çektirdi. Bu duvarın boyu alçaktı. İbnu’z-Zübeyr yükseltti.”
Buhari, Menakıbu’l-Ensar 25).
4559 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kâ’be’yi, Habeşlilerden bacakları ince bir adam tahrip edecektir.”
Buhari, Hacc 49; Müslim, Fiten 57, (2909); Nesai, Hacc 125, (5, 216).
4560 – Buhari’nin İbnu Abbas’tan kaydettiği diğer bir rivayete göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur: “Kâ’be’yi yıkacak olan o ayrık iri ayaklı, güdük kafalı (koyu siyah) Habeşli’yi Kâ’be’nin taşlarını birer birer söker halde görür gibiyim!”
Buhari, Hacc 49.
4561 – İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Habeşliler sizi terkettikçe onları terkedin. Zira, Kâ’be’nin hazinesini sadece zü’s-süvaykateyn (ince bacaklı olan kimse) çıkaracaktır.”
Ebu Davud, Melahim 11, (4309).
MEDİNE’NİN FAZİLETİ
4562 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine’yi şu şu yer arasında kalan kısımlarıyla haram ilan etti. “Kim bu haramı ihlâl edecek bir davranışta bulunursa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. Allah Kıyamet günü o kimseden ne farz ne nafile (hiçbir hayır) kabul etmesin” (buyurdu).”
Buhari, Fezailu’l-Medine 1, İ’tisam 6; Müslim, Hacc 462, 463,464, (1365, 1366, 1367).
4563 – Yine Sahiheyn’in bir rivayetinde anlatıldığına göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (Medine’nin dışına doğru) yürüdü. Önünde Uhud görünmüştü:
“Bu dağ var ya, o bizi çok seviyor, biz de onu seviyoruz” buyurdular. Medine’ye yönelince de:
“Ey Allahım! Hz. İbrahim Mekke’yi haram kıldığı gibi, ben de (Medine’yi) iki dağı arasıyla haram kılıyorum. Allahım, (Medine halkını) müdd ve sa’larınla mübarek kıl” buyurdular.”
Buhari, Fezailu’l-Medine 6; Müslim, Hacc 462, (1365).
4564 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan Kur’ân-ı Ker’im ve bir de şu sahifede olandan başka bir şey yazmadık.. (Bu sahifede bulunana gelince,) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştu ki:
“Medine Ayr dağı ile Sevr dağı arasında kalan hudud içerisinde haramdır. Kim orada bir bid’atte bulunur veya bid’atçiyi himaye ederse, Allah, melekler ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun. allah onun ne farz, ne nafile hiçbir hayrını kabul etmesin. Müslümanların garantisinde ihanet ederse, Allah’ın meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerine olsun. Onun (Kıyamet günü) ne farz ve ne nafile hiçbir hayrı kabul edilmez.”
Buhari, Fezailu’l-Medine 1, Cizye 10, 17, Feraiz 21, İ’tisam 5; Müslim, Hacc 467, (1370); Ebu Davud, Menasik 99, (2034, 2035), Tirmizi, Vela ve’l-Hibe 3, (2128). Bu rivayetin metni Sahiheyn’e uygundur.
Ebu Dâvud’da şu ziyade var: “Otu yolunmaz, av hayvanı ürkütülmez, yitik malı, onu ilan edecek olan alabilir. Hiç kimseye kıtal maksadıyla orada silah taşımak caiz olmaz. Oradan ağaç kesilmez. Kişi devesini otlatabilir.”
4565 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Medine’nin sıkıntı ve meşakkatlerine ümmetimden sabır gösteren herkese, Kıyamet günü şefaatçi ve (hayır ameline) şahid olacağım.”
Müslim, Hacc 484, (1378); Tirmizi, Menakıb, (3920).
4566 – Süfyan İbnu Ebi Züheyr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Yemen fethedilecek. Bir grup insan, Medine’den oraya aileleri ve kendilerine tabi olanlarla gidecekler. Halbuki bilselerdi, Medine onlar için hayırlıydı. Şam da fethedilecek. Bir kavim Medine’den aileleri ve kendilerine tabi olanlarla oraya göç edecekler. Bilselerdi Medine onlar için hayırlı idi. Irak da fetholacak. Bir grup kimse ailesi ve kendilerine tabi olanlarla Medine’den oraya taşınacaklar. Halbuki bilselerdi Medine onlar için hayırlı idi.”
Buhari, Fezailu’l-Medine 5; Müslim, Hacc 497, (1388); Muvatta, el-Câmi’ 7, (2, 887, 888).
4567 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Ben karyeleri yiyen bir karye(ye hicret)le emrolundum. Buna Yesrib diyorlar. Burası Medine’dir. Medine, tıpkı körüğün curufu ayırması gibi insanları(n kötüsünü) defedip ayırır.”
Buhari, Fezâilu’l-Medine 2; Müslim, Hacc 488, (1382); Muvatta, el-Câmi’ 4, (1, 886).
4568 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Medine’de ölmeye muktedir olan orada ölsün. Zira ben, orada ölene şefaat ederim.”
Tirmizi, Menakıb, (3913).
4569 – Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine’ye geldiği vakit Ebu Bekr ve Bilâl radıyallahu anhümâ hastalandılar. Ben yanlarına gittim:
“Ey babacığım, dedim. Kendini nasıl hissediyorsun? Ey Bilâl sen nasılsın?” diye sordum. Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh hummaya yakalanınca: “Her insana “sabahın hayırlı olsun” denmiştir. Halbuki ölüm ona ayakkabısının bağından daha yakındır” derdi. Hz. Bilal radıyallahu anh da humma nöbetinden çıkınca sesini yükseltir ve (Mekke’ye hasretini ifade eden şu beyitleri) terennüm ederdi:
“Bilmem ki! Mekke vadisinde etrafımı izhir ve celil otları sarmış olarak bir gece daha geçirebilecek miyim? Mecenne suyuna ulaşacağım bir gün daha gelecek mi? (Mekke’nin) Şâme ve Tafil dağları bana bir kere daha görünecek mi?”
(Sonra Bilal şöyle beddua etti: “Allahım, bizi yurdumuzdan çıkarıp bu cebalı diyara süren Şeybe İbnu Rebi’a, Utbe İbnu Rebi’a ve Ümeyye İbnu Halef’e lanet et!)
Hz. Aişe der ki: “(Ben gidip, bunlardaki Mekke hasretini) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a haber verdim. O, şöyle dua buyurdu:
“Allahım bize Medine’yi sevdir. Tıpkı Mekke’yi sevdiğimiz gibi, hatta fazlasıyla! Allahım onun havasını şıhhatli kıl. Onun müddünü, sâ’ını hakkımızda mübarek eyle. Onun hummasını al, Cuhfe’ye koy!”
Buhari, Fezailu’l-Medine 11, Menakıbu’l-Ensâr 46, Mardâ 8, 22, 43; Müslim, Hacc 480, (1376); Muvatta, Câmi’ 14, (2, 890, 891).
4570 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle dua buyurdular: “Allahım! Mekke’ye verdiğin bereketi iki katıyla Medine’ye de ver!”
Buhari, Büyü’ 53, Kefaret 5, İ’tisam 16; Müslim, Hacc 465, (1368); Muvatta, Câmi’ 1, (2, 884, 885).
4571 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a (yılın turfanda) ilk meyvesi getirildiği zaman şöyle buyururlardı:
“Allahım, bize Medine’mizi, meyvelerimizi, müddümüzü, sa’ımızı bereket üzerine bereketle mübarek kıl. Allahım, İbrahim senin kulun, peygamberin ve halilindir. Ben de senin kulun ve peygamberinim. O sana Mekke için dua etti. Ben de Medine için, onun Mekke hakkında yaptığı duayı bir misli ziyadesiyle aynen yapıyorum.” Resûlullah bu şekilde dua ettikten sonra getirilen meyveyi, orada hazır olan çocuklardan en küçüğüne verirdi.”
Müslim, Hacc 473, (1373); Muvatta, Câmi’ 2, (2, (885); Tirmizi, Da’avat 55, (3450).
4572 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Medine’ye geçit veren dağ gediklerinde (birbiriyle kenetlenmiş) melekler var. (Her gedikte (kınından çekilmiş) kılıçlarıyla bekleyen iki meleğin) korumaları sebebiyle) Medine’ye ne veba ve ne de Deccâl giremez.”
Buhari, Fezailu’l-Medine 9, Tıbb 30, Fiten 27; Müslim, Hacc 485, 486, (1379, 1380); Muvatta, Câmi’ 16, (2, 892); Tirmizi, Fiten 51, (2244).
Müslim’in rivayetinde şu ziyade var: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Mesih Deccl, doğu tarafından gelir. Kasdı Medine’dir. Uhud’un arka tarafına iner. Derken (Medine’yi bekleyen) melekler, onun yüzünü Şam tarafına çevirirler ve orada helak olur.”
4573 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Mekke ve Medine hariç Deccal’ın çiğnemeyeceği memleket yoktur. Mekke ve Medine’ye geçit veren yolların herbirinde saf tutmuş melekler var, buraları korurlar. (Deccal) es-Sebbiha nâm mevkie iner. Sonra Medine ahalisini üç sarsıntı ile sarsar. Bunun üzerine (şehirde bulunan) bütün kâfir ve münafıklar (şehri terkederek Deccal’e) gelirler.”
Buhari, Fezailu’l-Medine 9; Müslim, Fiten 123, (2943).
4574 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Evimle minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim havuzumun üzerindedir.”
Buhari, Fazlu’s-Salat 5, Fezailu’l-Medine 11, Rikak 53, İ’tisam 16; Müslim, Hacc 502 (1392); Muvatta, Kıble 10, (1, 197).
4575 – el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “İki kişi “takva üzerine kurulmuş olan mescid” hakkında münakaşa ettiler. Biri: “Bu Kuba mescididir!” dedi. Diğeri de: “O, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın mescididir!” dedi.
(Bu münakaşayı işiten) Aleyhissalatu vesselam:
“Şu benim mescidimdir!” buyurdular.”
Müslim, Hacc 514, (1398); Tirmizi, Tefsir, Tevbe, (3098); Nesai, Mesacid 8, (2, 36).
4576 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“İslâm şehirlerinden en son harap olacak olan Medine’dir.”
Tirmizi, Menakıb, (3915).
4577 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Medine’yi, taşıdığı yüce hayra rağmen terkedecekler. Onu rızık arayanlar yani kuşlar ve kurtlar istila edecek. Oraya (en son gelecek) iki çoban bu maksadla Müzeyne’den çıkıp koyunlarını azarlayacaklar. Fakat Medine’yi vahşi hayvanlarla dolmuş bulacaklar. Seniyyetü’l-Vedâ’ya ulaştıkları vakit yüzüstü düşe(rek ölecek)ler.”
Buhari, Fezailu’l-Medine 5, Müslim, Hacc 499, (1389); Muvatta, Câmi 8, (2, 888).
4578 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“İman Medine’ye çekilecek, tıpkı yılanın deliğine çekilmesi gibi.”
Buhari, Fezailu’l-Medine 6; Müslim, İman 233, (147).
4579 – Cabir İbnu Semüre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla hazretleri Medine’yi Tâbe diye tesmiye buyurdu.”
Müslim, Hacc 491, (1385).
4580 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir seferden dönünce, Medine’nin duvarlarına bakar, develerini hızlandırırdı. Eğer bir bineğin üzerinde ise, onu tahrik ederdi. Bu davranışı Medine’ye sevgisinden ileri gelirdi.”
Buhari, Fezailu’l-Medine 10, Umre 17; Tirmizi, Da’avat 44, (3437).
4581 – Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Tebük’ten dönünce, (sefere katılmayıp Medine’de kalmış olan) mütehallifinden bazıları onu karşıladılar. Bu sırada toz kaldırdılar. Bunun üzerine beraberinde bulunanlardan bazıları burunlarını sardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yüzündeki sargıyı çıkardı ve: “Nefsimi kudret elinde tutan zâta yemin olsun. Medine’nin tozu, her hastalığa şifadır!” buyurdu ve O’nun devamla “Cüzzâmdan, barastan (ala tenlilikten)” diye saydığını gördüm.”
Rezin tahric etmiştir.
KUBA MESCİDİ
4582 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm her cumartesi günü Kuba mescidini binekli ve yaya olarak ziyaret ederdi ve içinde iki rek’at namaz kılardı.”
Buhari, Fazlu’s-Salât 3, 4, İ’tisam 16; Müslim, Hacc 516, (1399); Muvatta, Salat fi’s-Sefer 71, (1, 167); Nesai, Mesacid 9, (2, 37); Ebu Davud, Menasik 99, (2040).
4583 – Sehl İbnu Huneyf radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kim evinden çıkıp Kuba mescidine gelir ve orada iki rek’at namaz kılarsa bu ona bir umreye bedel olur.”
Nesai, Mesaciid 9, (2, 37).
UHUD DAĞI
4584 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Uhud öyle bir dağdır ki biz onu severiz, o da bizi sever.”
Buhari, Cihad 71, 74, Enbiya 8, 27, Et’ime 28, Da’avat 36, İ’tisam 16; Müslim, Hacc 504, (1393); Muvatta, Câmi’ 10, (2, 889); Tirmizi, Menakıb, (3918).
AKİK VE ZÜ’L-HULEYFE
4585 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Zü’l-huleyfe’de, vadinin içinde istirahatgâhında iken yanına gelip kendisine: “Sen mübarek Batha’dasın!” diyen olmuş. Musa İbnu Ukbe der ki: “Sâlim rahimehullah, Abdullah’ın devesini ıhdırdığı mescidin yanına bizim de devemizi ıhdırırdı. Abdullah İbnu Ömer orada Resûlullah’ın istirahat ettiği yeri araştırmak gayesiyle devesini ıhtırırdı. Orası, vadinin dibindeki mescidin aşağısında, mescidle kıble arasında orta bir yerdir.”
Buhari, Hacc 16, Hars 15, İ’tisam 16; Müslim, Hacc 434, (1346); Nesai, Hacc 24, (5, 126, 127).
4586 – İbnu Abbas Hz. Ömer radıyallahu anhüm ecmain’den naklen anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın Akik vadisinde olduğu sırada şöyle söylediğini işittim:
“Bana Rabbimden bir elçi geldi ve “Bu vadide namaz kıl ve “Hacc için de umre(ye niyet ediyorum) de!” emretti.”
Buhari, Hacc 16, Hars 15, İ’tisâm 16; Ebu Dâvud, Menâsik 24, (1800).
4587 – İmam Mâlik’ten nakledildiğine göre, şöyle demiştir: “Medine’ye giden hiç kimseye, en az iki rek’at namaz kılmadan Mu’arras’ı geçmesi muvafık olmaz. Çünkü bana ulaştığına göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, orada gecelemiştir. Orası Medine’ye altı mil mesafededir.”
Ebu Davud, Menâsik 100, (2045).
HZ. İBRAHİM ALEYHİSSELÂM VE OĞLU
4305 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir adam gelip:
“Ey Hayru’l-Beriyye (yaratılmışların en hayırlısı)” diye hitabetmişti. Aleyhissalatu vesselam hemen müdahale etti:
“Bu söylediğin İbrahim aleyhisselâm(ın vasfı)dır.”
Müslim, Fedail 150, (2369); Tirmizi, Tefsir, Lem Yekun suresi, (2349); Ebu Davud, Sünnet 14, (4672).
4306 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kerim İbnu Kerim İbni Kerim İbni Kerim: Yusuf İbnu Yakup İbni İshak İbni İbrahim’dir.”
Buhari, Enbiya 19, Tefsir, Yusuf 1.
HZ. MUSA ALEYHİSSELÂM
4307 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Müslümanlardan biri ile yahudilerden biri aralarında münakaşa edip küfürleştiler. Müslüman öbürüne:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı alemler üzerine seçkin kılan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun!” diye yemin etti. Yahudi de: “Musa aleyhisselam’ı alemler üzerine seçkin kılan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun!” diye yemin etti. Derken, o böyle der demez, müslüman elini kaldırıp yahudi’ye bir tokat vurdu. Yahudi de doğruca Aleyhissalatu vesselam’a gidip hadiseyi haber verdi. Aleyhissalatu vesselam:
“Beni Hz. Musa’ya üstün kılmayın! Çünkü insanlar hep bayılacaklar. İlk kalkan ben olacağım. Ben ayılınca Hz. Musa’yı Arş’ın bir ucundan tutmuş göreceğim. Bilemiyorum. O, bayıp hemen ayılanlardan mıdır, yoksa Allah’ın istisna ettiklerinden midir?” buyurdu.”
Buhari, Husumat 1, Enbiya 34, 35, Rikak 43, Tevhid 31; Müslim, Fezail 160, (2373); Ebu Davud, sünnet 14, (4671); Tirmizi, Tefsir, Zümer, (3240).
YUNUS ALEYHİSSELÂM
4308 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bir kulun: “Benim, Yûnus İbnu Mettâ’dan hayırlı olduğumu” söylemesi uygun olmaz. Onun nesebi de babasınadır.”
Buhari, Enbiya 35, Tefsir, Nisa 26, Tefsir, En’am 4, Tefsir, Saffat 1; Müslim, Fezail 166, (2376); Ebu Davud, Sünnet 14, (4669, 4670).
Bazı alimler demiştir ki: “Rivayette geçen “Onun nesebi babasınadır” cümlesi, Ebu Hüreyre’nin kelamıdır, bir derctir. Zira bu hadisteki Yunus İbnu Mettâ babasına değil, annesine nisbettir. Biylece râvi “Onun nesebi…” sözüyle, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın Hz. Yunus’u annesine değil, babasına nisbet ettiğini beyan etmiştir.”
HZ. DAVUD ALEYHİSSELÂM
4309 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Davud aleyhissalâm’a okumak (Kur’an) kolaylaştırılmıştı. Böylece, hayvanının eğerlenmesini emreder, eğerlenmezden önce (baştan sona Kur’ân-ı) okurdu. O, kendi el emeğiyle kazandığından başka bir şey de yemezdi.”
Buhari, Enbiya 37; Büyü’ 15, Tefsir, Beni İsrail 5.
HZ. SÜLEYMAN ALEYHİSSELÂM
4310 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İki kadın vardı. Bunların beraberlerinde iki de çocukları vardı. Bir kurt gelerek bu çocuklardan birini kapıp kaçırdı. Kadın, arkadaşına:
“Kurt senin çocuğunu kaçırdı!” dedi. Diğeri ise:
“Hayır, senin çocuğunu alıp gitti!” dedi.
Bunlar (ihtilafa düştüler) Hz. Davud aleyhisselam’a dava açtılar. Hz. Davud, büyük kadın lehine hükmetti. Küçük, hükme razı olmayınca, davayı Hz. Süleyman’a götürdüler. Hz. Süleyman aleyhisselam:
“Bir bıçak getirin, çocuğu ikiye böleyim, size birer parça vereyim!” diye hükmetti. Küçük kadın:
“Böyle yapma! Allah’ın rahmetine mazhar ol! Çocuk onundur!” dedi. Hz. Süleyman bu cevap üzerine çocuğun küçük kadına ait olduğuna hükmetti.”
Buhari, Feraiz 30, Enbiya 40 (muallak olarak): Müslim, Akdiye 20, (1720); Nesai, Kudat 14, (8, 235).
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Hz. Süleyman Beytu’l-makdis’i bina ettiği zaman, Allah’tan kendisine üç imtiyaz vermesini istedi:
– İlahi hükme müsadif olacak (uygun düşecek) hüküm (verme kapasitesi) taleb etti; bu ona verildi.
– Kendisinden sonra kimseye verilmeyecek bir saltanat taleb etti; bu da ona verildi.
– Mescidin inşaatını bitirdikten sonra, bu mescide sırf namaz kılmak için gelenlerin, oradan çıkarken, annelerinden doğdukları gündeki gibi bütün günahları affedilmiş olarak çıkmalarını yalvardı; bu duası da kabul edildi.”
Nesai, Mesacid 6, (2, 34); İbnu Mace, İkâmetu’s-Salat 196, (1408).
EYYUB ALEYHİSSELÂM
4311 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Eyyub aleyhisselam üryan (çıplak) vaziyette yıkanırken üzerine altından bir yığın çekirge düştü. Eyyub aleyhisselam hemen onu elbisesine avuç avuç koymaya başladı. Bunun üzerine Rabbi ona nida etti:
“Ey Eyyub, ben seni bu gördüğün (dünyalıktan) müstağni kılmadım mı?” Eyüp aleyhisselam:
“Evet! Ey Rabbim! Velakin senin bereketine karşı istiğna yok!” diye mukabele etti.”
Buhari, Gusl 20, Enbiya 20, Tevhid 35; Nesai, Gusl 7, (1, 200-201).
HZ. İSA ALEYHİSSELÂM
4312 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Ademoğlundan doğduğu vakit, şeytanın dürtüp de ağlatmadığı kimse yoktur. Bundan sadece Meryem oğlu İsa hariçtir.”
Buhari, Enbiya 44, Bed’ü’l-Halk 11, Tefsir, Al-i İmran 2; Müslim, Fezail 147, (2366).
4313 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Ben, dünyada da ahirette de Meryem’in oğluna insanların en yakınıyım. Benimle onun arasında başka bir peygamber yok. Peygamberler anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler, dinleri de birdir.”
Buhari, Enbiya 44; Müslim, Fezail 145, (2365); Ebu Davud, Sünnet 14, (4675).
HIZIR ALEYHİSSELÂM
4314 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Hızır’ın Hızır diye isimlenmesi şuradan gelir. O, kupkuru beyazlamış ot destesinin üzerine oturmuştu. Deste, altında derhal yeşerdi.”
Buhari, Enbiya 27; Tirmizi, Tefsir, Kehf (3150).
PEYGAMBERLER ARASINDA TAHYİR
4315 – Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular:
“Peygamberlerden birini diğerine üstün kılmayın.”
Ebu Davud, Sünnet 14, (4668).
RESULULLAH’IN FAZİLET VE MENKIBELERİ
4316 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“İnsanlar (Kıyamet günü) diriltilecekleri zaman yerden ilk çıkacak olan benim. Onlar (huzur-u ilahiye) geldiklerinde (onlar adına) hatipleri ben olacağım. (Allah’ın rahmetinden) ümidlerini kestiklerinde (rahmet ve mağfireti) onlara ben müjdeliyeceğim. O gün Livâu’l-hamd (şükür sancağı) benim elimde olacak. Ademoğlunun Allah’a en kerim olanı da benim. Bunda fahr yok!”
Tirmizi, Menakıb 2, (3614).
4317 – Ubey İbnu Ka’b radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım. Bunda övünme yok.”
Tirmizi, Menakıb 3, (3617).
4318 – Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bana beş şey verilmiştir ki, bunlar benden önceki peygamberlerden hiçbirine verilmemiştir.
– Her peygamber sadece kendi kavmine gönderilmiştir. Ben ise kırmızılara (Acemlere) ve siyahlara (Araplara) da gönderildim.
– Bana ganimetler helal kılındı. Halbuki benden öncekilerden kimseye helal değildi.
– Yer bana tahâr, pâk ve mescid kılındı. Her kim namaz vaktine girerse, nerede olursa olsun namazını kılar.
– Ben, bir aylık mesafede olan duşmanımın içine düşen bir korku ile yardıma mazhar oldum.
– Bana şefaat (etme yetkisi) verildi.”
Buhari, Teyemmüm 3, Salat 56, humus 8; Müslim, Mesacid 3, (521); Nesai, Gusl 26, (1, 210-211).
Nesai bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir:
“Ben, cevâmi’u’l-kelim (veciz sözlerle de gönderildim).”
4319 – Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İnsanlara karşı üç şeyle faziletli (üstün) kılındık:
– Saflarımız meleklerin safları düzeninde kılındı.
– Arzın tamamı bize mescid kılındı.
– Toprak bize, su bulamadığımız zaman, tahûr (temiz ve temizleyici) kılındı.”
Müslim, Mesâcid 4, (522).
4320 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Her peygambere mutlaka insanların inanmakta olageldikleri şeyler cinsinden bir mucize verilmiştir. ama bana verilen (mucize) ise vahiydir ve bunu bana Allah vahyetmiştir. Bu sebeple Kıyamet günü, diğer peygamberlere nazaran etbâı en çok olan peygamberin ben olacağımı ümid ediyorum.”
Buhari, Fezâilu’l-Kur’ân 1, İ’tisam 1; Müslim, İman 239, (152).
4321 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ademoğlu nesillerinin en temizinden süzüle süzüle gelerek içinde bulunduğum nesilde ortaya çıktım.”
Buhari, Menakıb 23.
4322 – Yine Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Benimle benden önceki diğer peygamberlerin misali, şu adamın misali gibidir: Adam mükemmel ve güzel bir ev yapmıştır, sadece köşelerinin birinde bir kerpiç yeri boş kalmıştır. Halk evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve (o eksikliği görüp): “Bu eksik kerpiç konulmayacak mı?” der. İşte ben bu kerpiçim, ben peygamberlerin sonuncusuyum.”
Buhari, Menakıb 18; Müslim, Fedail 21, (2286).
4323 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Ben kıyamet günü cennetin kapısına gelip açılmasını isterim. Hâzin (kapıcı melek): “Sen kimsin?” diye seslenir. Ben:
“Muhammed’im!” derim. Bunun üzerine:
“Sana açıyorum. Senden önce kimseye açmamakla emrolundum!” diyecek!”
Müslim, İman 333, (197).
4324 – İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) yatsı namazını kıldı. Sonra namazdan çıkınca elimden tuttu. Bathâ-i Mekke’ye kadar gidip orada beni oturttu. (Yere dairevi) bir hat çizip:
“Hattından dışarı çıkma! Sana bazı kimseler gelecek, sakın onlara bir şey söyleme. Zira onlar seninle konuşacak değiller!” buyurdu. Sonra dilediği yere çekip gitti. Ben çizgimin içinde otururken bana bir grup insan geldi. Esmer rankleriyle sanki Hindûlara benziyorlardı. (Pek uzun olan) saçları, vücutlarını öylesine örtmüştü ki, ne bir avret yerlerini ne de bir elbiselerini görüyordum. Bana kadar geldiler, ancak çizgiyi geçmediler. Sonra Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm(ın gittiği yere) yürüdüler.
Gecenin sonuna doğru Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ben otururken yanıma geldi ve çizgiden içeri girdi. Dizime dayanıp yattı. Yatınca (ağzından) soludu. Ben oturuyordum. O da dizime dayanmış vaziyette böyle duruyorduk. Derken, üzerinde beyaz elbiseler olan bir grup adam geldi. Güzelliklerinin derecesini Allah bilebilir. Bana kadar yaklaştılar. Bir kısmı Aleyhissalatu vesselam’ın baş tarafına, bir kısmı da ayakları tarafına oturdular. Sonra aralarında konuşarak:
“Biz şimdiye kadar bu peygambere verilen gibisinin, bir başkasına verildiğini hiç görmedik. Bunun gözleri kapalı, kalbi uyanık. Ona bir misal verin!” (dediler ve şu temsili anlattılar):
“Bir efendi köşk yaptırmış, sonra bir ziyafet verip sofra kurmuş, insanları yiyip içmeye çağırmıştır. İcabet edenler gelip yemeğinden yiyip, suyundan içmiştir. İcabet etmeyenleri de cezalandırmıştır” dediler ve kalktılar. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da kendine geldi ve:
“Şunların ne dediklerini işittim. Onların kim olduklarını biliyor musun?” dedi. ben: “Allah ve Resûlü bilir!” dedim.
“Onlar meleklerdi!” buyurdu ve ilave etti:
“Onların getirdikleri temsilin manasını anladın mı?”
“Allah ve Resûlü bilir!” dedim. Aleyhissalatu vesselam açıkladı:
“Rahmen (olan Rabbimiz) cenneti kurdu. Kullarını ona davet etti. Kim davete icabet ederse cennete girer, kim de icabet etmezse onu cezalandırır.”
Tirmizi, Emsal 1, (2865).
4325 – Abdullah İbnu Hişam radıyallahu anh anlatıyor: “Biz Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile beraberdik. O sırada, Aleyhissalatu vesselam, Ömer radıyallahu anh’ın elinden tutmuştu. Hz. Ömer:
“Ey Allah’ın Resûlü! Sen bana, nefsim hariç herşeyden daha sevgilisin!” dedi. Resûlullah hemen şu cevabı verdi:
“Hayır! Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim, ben sana nefsinden de sevgili olmadıkça (imanın eksiktir)!”
Hz. Ömer radıyallahu anh:
“Şimdi, sen bana nefsimden de sevgilisin!” dedi. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam:
“İşte şimdi (kâmil imâna erdin) ey Ömer!” buyurdular.”
Buhari, Fedailu’l-Ashab 6, İsti’zân 27, Eyman 3.
4326 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Muhammed’in nefsi yed-i kudretinde bulunan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, sizden birine, beni görmeyeceği bir gün gelecek ki, o gün beni beraberlerinde görmek, ona ehlinden ve malından daha makbul olacak.”
Resûlullah’ın bu sözünü, Ashab, kendilerine ölümünü haber veriyor diye yorumladılar. Bunun üzerine, ölümüyle kendisini kaybedince getirmiş olduğu bereketleri müşahede ettikleri müddetçe duyacakları, Aleyhissalatu vesselam’a kavuşma temennisini kasdettiğini bildirdi.”
Müslim, Fezail 142, (2364).
4327 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh hazretleri anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü! dendi. Sana peygamberlik ne zaman vacib oldu?
Şöyle cevap verdi:
“Hz. Adem ruhla cesed arasında iken!”
Tirmizi, Menakıb 1, (3613).
4328 – İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sizden hiç kimse yoktur ki ona, biri şeytandan diğeri melekten olmak üzere yanından ayrılmayan “karîn” tevkil edilmemiş olsun!”
“Size de mi ey Allah’ın Resûlü!” denildi.
“Bana da!” buyurdular. Ancak, Allah ona karşı bana yardım etti de o müslüman oldu. Artık o bana hayırdan başka bir şey emretmiyor!”
Müslim, Münafıkûn 69, (2814).
4329 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bana bir mü’min selam verdi mi, kendisine mukabele etmem için Allah ruhumu bedenime iade eder. Ben de mutlaka selama mukabele ederim.”
Ebu Davud, Menasik 100, (2041).
4330 – yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın Medine’ye girdiği gün, şehirdeki her şeyi aydınlık bürüdü, vefat ettiği günde ise her şey karardı. Defin işinden çıktığımız zaman hepimiz kalplerimizi (vahyin inkıtâı sebebiyle) üzüntülü bulduk.”
Tirmizi, Menakıb 3, (3622).
4331 – İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (Hz. İbrahim’in duası olan): “Ey Rabbim şüphesiz ki o putlar insanlardan pek çoğunu saptırmıştır. Kim bana uyarsa muhakkak ki o bendendir. Kim de emirlerime karşı gelirse, şüphesiz ki sen çok bağışlayıcı, çok merhamet edicisin” (İbrahim 36) mealindeki ayeti ile, Hz. İsa’nın duası olan: “Eğer onlara azab edersen onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, elbette sen dilediğini yapmaya kadirsin ve sen herşeyi hikmetle yaparsın” (Maide 113) mealindeki ayeti tilavet buyurdu ve ellerini kaldırdı, şöyle yalvardı: “Allahım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmetimi (mağfiret et!)” ve ağladı. Allah Teâla Hazretleri:
“Ey Cibril, Muhammed’e git! dedi. -Rabbin bildiği halde- niye ağladığını sor!” diye emretti. Cebrail aleyhisselam, O’na gelip niye ağladığını sordu. (Rabb Teâla’ya dönüp Muhammed’in) ne söylediğini -O çok iyi bildiği halde- haber verdi. Bunun üzerine Allah Teâla Hazretleri:
“Ey Cebrail! Muhammed’e git ve ona söyle ki: “Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz, asla kederlendirmeyeceğiz.”
Müslim, İman 346, (202).
DÜNYANIN ZEMMİ VE KÖTÜLENMESİ
1940 – Ebu Said (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) minbere oturdu, biz de etrafında yerlerimizi aldık. Buyurdular ki:
“Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin sizlere açılmasıdır!”
Bir adam (araya girerek söze karıştı ve):
“Yani (nâil olacağımız) hayır, şer mi getirecek?” dedi. Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm) bu soru üzerine süküt etti. (Adama: “Sana ne oluyor da Resülullah’ın sözünü kesip, onunla konuşmaya kalkıyorsun? O sana konuşmuyor ki!..” diye paylıyanlar oldu). Gördük ki, kendisine vahiy gelmekte. Derken vahiy hâli açılmış, yüzündeki terleri silmekte idi.
“Şu soru soran nerede?” diye söze başladı. Ve sanki adamı (sorusu sebebiyle) takdir ediyor gibiydi: Sözlerine şöyle devam etti:
“Muhakkak ki, hayır, şer getirmez. Ancak derenin bitirdikleri arasında, ya çatlatarak öldüren ya da ölüme yaklaştıran bitki de var. Yalnız yeşil ot yiyen hayvanlar müstesna. Zira bunlar yeyip böğürleri şişince güneşe karşı dururlar. (Geviş getirirler), akıtırlar ve rahatça defi hacet yaparlar, sonra tekrar dönüp yayılırlar.
Şüphesiz ki, bu mal hoştur, tatlıdır. Ondan fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın Müslüman sâhibi en iyi (insan)’dir. Bunu haketmeden alan, yediği halde doymayan kimse gibidir. O mal, kıyamet günü aleyhinde şâhidlik yapacaktır.”
Buhâri, Zekât 47, Cum’a 28, Cihâd 37, Rikâk 7; Müslim Zekât 123, (1052); Nesâi, Zekât 81, (5, 90).
1941 – Yine Ebü Said (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatü vesselâm) buyurdular ki: “Dünya tatlı ve hoştur. AIIah sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır. Öyleyse dünyadan sakının, kadından da sakının! Zira Beni İsrail’in iIk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır.”
Müslim, Zikr 99, (2742); Tirmizi, Fiten 26, (2192); İbnu Mâce, Fiten 19, (4000).
Müslim’in bir rivâyetinde: “Kendinden sonra erkeklere, kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım” buyurulmuştur.”
1942 – Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtü vesselam) buyurdular ki: “Dünya meI’undur, içindekiler de mel’undur, ancak zikrullah ve zikrullah’a yardımcı olanlarla alim veya müteallim hâriç.”
Tirnizi, Zühd 14, (2323); İbnu Mâce, Zühd 3, (4112).
1943 – Yine Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtü vesselam) buyurdular ki: “Dünya, mü’mine hapishâne, kâfıre cennettir.”
Müslim, Zühd 1, (2956); Tirmizi, Zühd 16, (2325).
1944 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar.”
Rezin ilâvesidir. Beyhaki Şuabu’l-İman’da kaydetmiştir. Hadisin ikinci yarısı Ebü Dâvud’da tahric edilmiştir. Edep 125, (5150).
1945 – İbnu Mes’ud (radıyalllâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm)’ın yanına girmiştir. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı.
“Ey Allah’ın Resülü dedim, sana bir yaygı te’min etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!”
“Ben kim, dünya kim. Dünya iIe benim misâlim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terkedip giden yolcunun misali gibidir.”
Tirmizi, Zühd 44, (2378). Tirmizi hadisin sahih olduğunu söyledi..
1946 – Sehl İbnu Sa’d (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: “Eğer dünya Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kafire ondan bir yudum su içirmezdi.”
Tirmizi, Zühd 13, (2321); İbnu Mâce, Zühd 11, (2410).
1947 – Katâde İbnu Nu’mân (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah bir kulu sevdi mi, onu dünyâdan korur. Tıpkı sizden birinin hastasına suyu yasaklaması gibi.”
Tirmizi, Tıbb 1, (2037).
1948 – Ali İbnu Ebi Tâlib (radıyalllâhu anh) buyurdular ki: “Dünya arkasını dönmüş gidiyor, âhiret ise yönelmiş geliyor. Bunlardan her ikisinin de kendine has evlatları var. Sizler âhiretin evlatları olun. Sakın dünyanın evlatları olmayın. Zira bugün amel var hesap yok, yarın ise hesap var amel yok.”
Rezin tahric etmiştik. Buhâri, muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir. (ftikâk 4).
YERYÜZÜNDEKİ BAZI YERLERİN ZEMMİ
1949 – İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhisselâtu vesselâm) Hıcr’a uğradığı zaman: “Nefislerine zulmedenlerin meskenlerine girerken onların mâruz kaldığı musibetin size de gelmesi korkusuyla ağlayarak girin!” dedi. Sonra başını (ridasıyla) örtüp yürüyüşünü hızlandırdı ve vâdiyi geçinceye kadar bu hâl üzere devam etti.”
Buhâri, Enbiya 7, Mesâcid 53, Megâzi 80, Tefsir, Hıcr 2; Müslim, Zühd 38-40, (2980).
1950 – Buhâri ve Müslim’de yine İbnu Ömer anlatıyor: “Halk, Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Hıcr’a Semüd kavminin yurduna inince, kuyularından su aldılar ve onunla hamurları develere yem yapmalarını emretti. Ayrıca, Hz. Sâlih’in devesinin su içtiği kuyudan su almalarını emretti.”
Buhâri, Enbiya 17; Müslim, Zühd 40, (2981).
1951 – Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatayor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: “Ey Enes, dedi, insanlar yurtlar ediniyor. Bu yurtlardan biri Basra ve Busayra diye tesmiye edilmektedir. Eğer sen oraya uğrar veya ona girersen, oranın çorak (tuzlu) arazisinden, gemilerin yanaştığı limanından, çarşısından, ümerasının kapılarından sakınasın!
Sana oranın güneşe açık yerlerini (dağları) tavsiye ederim. Zira orada hasf (yere batma), kazf ve zelzele olacak. Bir kavim de normal şekilde akşama erdiği halde, sabaha maymun ve hınzırlar olarak çıkacak.”
Ebü Dâvud, Melâhim 10, (4307).
1952 – İmam Mâlik’e ulaştığına göre, Hz. Ömer (radıyallâhu anh) Irak’a çıkmak istemişti. Kà’bu’l-Ahbâr kendisine dedi ki:
“Ey mü’minlerin emiri! çıkma, zira sihrin -veya şerrin- onda dokuzu oradadır. Cinlerin fâsıkları da oradadır. Devasız hastalık da oradadır.” (Mâlik der ki):
“Bununla dini helâki kasteder.”
Muvatta, İsti’zân 30, (2, 975); İmam Mâlik, bunu belâğ (senetsiz) olarak rivâyet etmiştir.
BAYRAM
4527 – Abdullah İbnu Kurt anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah indinde günlerin en büyüğü Kurban bayramı günüdür, bunu, fazilette Nefr günü (teşrik günlerinin ikinci günü) takib eder.”
Ebu Davud, Menasik 19, (1765).
4528 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Medine’ye geldiğinde Medinelilerin iki (bayram) günleri vardı. O günlerde oynayıp eğlenirlerdi.
“Bu iki gün(ün mana ve mahiyeti) nedir?” diye sordu.
“Biz cahiliye devrinde bu günlerde eğlenirdik!” dediler. Aleyhissalatu vesselam:
“Allah, bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı diğer iki günle değiştirdi: Kurban bayramı, Fıtır bayramı” buyurdu…”
Ebu Davud, Salat 245, (1134); Nesai, Iydeyn 1, (3, 179).
ZİLHİCCEDE ON GÜN
4529 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:
“Salih amellerin Allah’a en ziyade sevgili olduğu günler bu on gündür!” buyurmuştu. Cemaatten:
“Allah yolundaki cihaddan da mı?” diye soran oldu.
“Cihaddan da! buyurdu. Ancak bir kimse, canını, malını muhataraya atarak çıkar, hiçbir şeyle dönmezse (yani cihad sırasında ölürse) o kimse hariç.”
Buhari, Iydeyn 11; Ebu Davud, Savm 61, (2438); Tirmizi, Savm 52, (757).
4530 – Tirmizi, bir diğer rivayette Ebu Hüreyre radıyallahu anh’tan şu ziyadeyi kaydetmiştir: “Ondaki her bir günün orucu bir yıllık oruca (sevabca) eşittir. Ondaki bir gece kıyamı (ibadetle ihya edilmesi) Kadir gecesinin kıyamına (ihyasına) eşittir.”
Tirmizi, Savm 52, (758).
AREFE GÜNÜ
4531 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah, hiçbir günde, arafe günündeki kadar bir kulu ateşten çok azad etmez. Allah (mahlûkâta rahmetiyle) yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder ve:
“Bunlar ne istiyorlar?” der.”
Müslim, Hacc 436, (1348); Nesai, Hacc 194, (5, 251, 252).
4532 – Talha İbnu Ubeydillah İbni Kerîz radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Günlerin en efdali arafe günüdür. (Faziletçe) cum’a’ya muvafakat eder. O, cum’a günü dışında yapılan yetmiş haccdan efdaldir. Duaların en efdali de arafe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en efdal söz de: “Lâilahe illallah vahdehu lâ-şerikelehu. (Allah birdir, ondan başka ilah yoktur, O’nun ortağı da yoktur) sözüdür.”
İmam Malik “Duaların en efdali..” ibaresinden sonraki kısmını Muvatta’da tahric etmiştir. Rezin ise rivayeti baştan sona kadar tam olarak tahric etmiştir.
Muvatta, Hacc 346, (1, 422).
NISF-U ŞA’BÂN
4533 – Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla Hazretleri, Nısf-u Şa’ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb Kabilesinin koyunlarının tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder.”
Tirmizi, Savm 39, (739), Rezin bu rivayette “Ateşe müstehak olanlardan” ziyadesini kaydetmiştir.
CUM’A GÜNÜ
4534 – Evs İbnu Evs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cum’a, en hayırlı günlerinizden biridir. Hz. Adem aleyhisselam(ın toprağı) o gün yaratıldı, o gün kabzedildi. (Kıyamette Sûr’a) o gün üflenecek, sayha da o günde olacak. Öyleyse o gün bana salâvatı çok okuyun. Zira salâvatlarınız bana arzedilir!”
Orada bulunanlar:
“Salavatlarımız size nasıl arzedilir? Siz çürümüş olacaksınız!” dediler. Aleyhissalatu vesselam:
“Allah Teala Hazretleri, Arz’a peygamberlerin cesetlerini yemeyi haram kıldı! buyurdular.”
Ebu Davud, Salat 207, (1047); Nesai, Cum’a 5, (3, 91, 92).
4535 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cum’a gecesi veya cum’a günü vefat eden hiçbir müslüman yoktur ki, Allah onu kabir fitnesinden korumamış olsun.”
Tirmizi, Cenaiz, 72, (1074).
4536 – Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm cum’a gününden bahis açıp dedi ki:
“Onda bir saat vardır; müslüman bir kul namaz kılar olduğu halde, o saate erse, Allah’tan her ne istemişse onu Allah kendisine mutlaka verir.” Bunu söylerken (Resulullah) eliyle o vaktin azlığını işaretliyordu.”
Buhari, Cum’a 37, Talak 24, Da’avat 61; Müslim, Cum’a 13, (852); Muvatta, Cum’a 15, (1, 108); Nesai, Cum’a 45, (3, 115, 116).
4537 – Ebu Bürde, babası Ebu Musa el-Eş’ari radıyallahu anh’tan naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Cum’adaki icabet saati imamın minbere oturduğu anla, namazdan çıkması anına kadar geçen vakittir” dediğini işittim.”
Müslim, Cum’a 16, (853); Ebu Davud, Salat 208, (1049).
4538 – Hz. Enes radıyallahu anh demiştir ki: “Cuma günü, (duaların kabul edileceği) ümit edilen saati, ikindi namazından sonra güneşin ufuktan kaybolması anına kadar arayın.”
Tirmizi, Salat 354, (489).
MUHARREM
4539 – Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Ramazan ayından sonra en faziletli oruç (ayı) şehrullah olan Muharrem ayıdır. Farz namazdan sonra en efdal namaz da gece namazıdır.”
Müslim, Sıyam 202, (1163); Ebu Davud, Savm 55, (2429); Tirmizi, Salat 324, (438); Nesai, Kıyamu’l-Leyl 7, (3, 207,. 208).
4540 – Hz. Ali radıyallahu anh’ın anlattığına göre bir adam ona sorar:
“Ramazandan sonra hangi ayda oruç tutmamı tavsiye edersiniz?”
Ali radıyallahu anh şu cevabı verir:
“Ben bu soruyu Resulullah’a soran kimseye rastlamamıştım. Nihayet bir adam sordu. O zaman ben de yanlarında idim. Dedi ki: “Ey Allah’ın Resûlü! Ramazandan sonra hangi ayda oruç tutmamı tavsiye edersiniz?” Şu cevabı lutfettiler:
“Ramazan dışında da oruç tutmak istersen Muharrem ayında tut. Çünkü o Şehrullah (Allah’ın ayı)dır. O ayda bir gün vardır ki, Allah onda bir kavmin günahlarını affetti, bir başka kavmin günahını da affedecek.”
Tirmizi, Savm 40, (741).
GECE
4541 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Gecede bir saat vardır ki, müslüman bir kimsenin Allah’tan, dünya veya ahirete müteallik bir hayır talebi, o saate rastlarsa, Allah dilediğini ona mutlaka verir. Bu saat her gecede vardır.”
Müslim, Müsafirin 166, (757).
BEDİR, AKABE VE BEY’ATU’R-RIDVAN’A KATILANLARIN FAZİLETİ
4469 – Rifa’a İbnu Rafi’ ez-Züraki radıyallahu anh anlatıyor: “Cibril aleyhisselam, “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek:
“İçinizdeki Bedir ehlini ne addediyorsunuz?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam: “Müslümanların en faziletlisi!” buyurdu. Cebrail:
“Biz de Bedir’e katılan melekleri öyle (en faziletlimiz) biliyoruz!” dedi. Rifâ’a radıyallahu anh da Bedir ehlindendi. Rafi’ ise Akabe ehlindendi ve oğluna:
“Akabe bey’atlerinde hazır bulunmam yerine Bedir’de hazır bulunmuş olmam beni sevindirmez!” derdi.”
Buhari, Megazi 11.
4470 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla Hazretleri, Bedir Ehli(nin yaptığı fedakârlık ve ihlasları)na muttali oldu da:
“Artık ne isterseniz yapın. Ben sizi affetmişim!” buyurdu.”
Ebu Dâvud, Sünnet 9, (4654).
4471 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “(Hudeybiye’de) ağaç altında Bey’at edenlerden hiç kimse ateşe girmeyecektir.”
Müslim, Fezâilu’s-Sahabe 163, (2496); Ebu Davud, Sünnet 9, (4653); Tirmizi, Menakıb, (3859).
BEDİR EHLİ
5992 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ashabıma sebbetmeyin. Nefsimi elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ederim ki, şayet sizden biri, Uhud dağı kadar çok altın infak etse, ashabımdan birinin bir müdd hatta onun yarısı kadarki infakına, sevapta yetişemez.”
BİNA BÖLÜMÜ
400 – İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la beraber iken kendi elimle bir ev yapmıştım. Bu ev beni yağmura karşı korumaya, güneşe karşı da gölgelemeye yetiyordu. Bunun inşasında Cenâb-ı Hakk’ın mahlukatından hiçbirinin yardımını da görmemiştim.”
401 – Bir başka rivayette: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın vefatından beri tuğla üzerine tuğla da koymuş değilim” der.
Buhârî, İstizan, 53; İbnu Mâce, Zühd 13, (4162).
402 – Kays İbnu Ebî Hâzım (radıyallahu anh) anlatıyor: “Habbab İbnu’l-Eret (radıyallahu anh)’e
geçmiş olsun ziyaretine geldik. Karnına tam yedi yerden dağ vurmuştu. Bize: “Bizden önce gelip geçen arkadaşlarımız varya, dünya onların sevaplarından hiçbir şey noksanlaştırmadı. Biz ise onlardan sonra öyle dünyalığa erdik ki, koruyacak yer bulamayarak toprağa (bina inşaatına) yatırdık. Halbuki sıkıntılı dönemde, (öyle anlar oldu ki) eğer Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yasaklamasaydı, ölmeyi temenni edecektik” dedi. Bir başka gelişlerimizde, Habbab’ı kendine ait bir duvarı inşa ederken görmüştük de şöyle buyurmuştu: “Müslüman harcadığı her şey için sevaba erer, ancak şu inşaat işi hâriç.”
Buhârî, Mardâ 19, Da’avât 30, Rikâk 7, Temennî 6; Müslim, zikr 12, (2681); Nesâî, Cenâîz 2, (4, 3-4).
403 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Nafaka için harcananın hepsi Allah yolunda harcanmış gibidir, bina için harcanan müstesna, bunda hayır yoktur.”
Tirmizi, Kıyamet 41, (2484).
404 – Yine, Hz. enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanında biz olduğumuz halde (gezintiye) çıktı. Derken, etrafındaki binalara rağmen (daha yüksek olduğu için) sivrilen bir kubbe görmüştü: “Bu da ne?” diye sordu. “Ensardan falancaya ait” dendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sükut buyurdu, ancak binaya karşı içinden hoşnutsuz olmuştu. Bir müddet sonra, sahibi geldi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e cemaatin içinde selam verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yüzünü çevirdi ve selamını almadı. Tekrar tekrar selam verdi ise de aynı şekilde davranarak selamını almadı. Adam anladı ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine kızgındır ve yüz çevirmektedir. Durumu arkadaşlarına açarak: “Allah’a kasem olsun, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bakışını iyi bulmuyorum. Hakkımda ne olup bitti, bilemiyorum da dedi. Kendisine: “Gezinirken kubbeni gördü. “Bu kimin?” dedi. Sana ait olduğunu haber verdik” dediler.
Adam hemen dönüp, kubbesini yıktı, öyle ki yerle bir etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir başka gün yine gezintiye çıktı. Kubbeyi göremeyince: “Kubbeye ne oldu?” diye sordu.
Kubbe sâhibiyle olup biten gelişmeler haber verildi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) “Bilin ki, zaruri olmayan her bina, sahibine bir vebaldir” buyurdu.
Ebu Dâvud, Edeb 169, (5237).
405 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben, ahşab evimi tamir için çamurlamakla meşguldüm. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana uğradı ve: “Bu da ne Ey Abdullah?” buyurdu. Ben: ” Evin tamiriyle meşgulüm” dedim. “Ölüm(ün gelmesi) ve bu ev(in yıkılmasın)dan daha çabuktur” buyurdu.
Bir rivayette: “Ben emr-i Hakk’ın gelmesini bun(un yıkılmasın)dan daha çabuk görüyorum” buyurmuştur.
Ebu Davud, Edeb 169, (5235), (5236); Tirmizi, Zühd, 25, (2336); İbnu Mâce, Zühd 13 (4160).
406 – Dükeyn İbnu Sâid el-Müzenî (radıyallahu anh) anlatıyor; “Yiyecek istemek üzere Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a uğradık. Hz. Ömer (radıyallahu anh)’e seslenerek: “Ey Ömer git, istediklerini ver” emretti. Hz. Ömer bizi bir odaya çıkardı. Hücresinden anahtarı çıkardı ve kapıyı açtı.”
Ebû Dâvud, Edeb 170, (5238).
407 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Yol hususunda ihtilaf ederseniz genişliğini yedi zira’ yapın.”
Buhârî, Mezâlim 29; Müslim, müsâkat 243, (1613); Tirmizî, Ahkâm 20, (1355); Ebu Dâvud, Akdiye 31, (3633), İbnu Mâce, Ahkâm 16, (2338).
BORÇ VE ÖDEME ÂDÂBI BÖLÜMÜ
1905 – Ebü Müsa (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “AIIahu Teala nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan kebirelerden sonra, beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan biri, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde borç olduğu halde ölmesidir. “
Ebü Davud, Büyü 9, (3342).
1906 – Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim, ödemek arzusu iIe insanların malını alır ise, Allah (onun borcunu) ona bedel eda eder. Kim de telef etmek niyetiyle halkın malını alırsa Allah onu telefeder.”
Buhâri, İstikrâz 2.
1907 – İmrân İbnu Huzeyfe (rahimehullah) anlatıyor: “Meymüne (radıyallâhu anha) fazlaca borca giriyordu. Ailesi bu meselede müdâhale edip ayıpladılar. Şu cevabı verdi: “Borcu bırakmayacağım. Ben dostum ve can yoldaşım aleyhissalâtu vesselâm’ı şöyle söylerken dinledim: “Bir borçla borçlanan bir kimsenin ödeme niyetinde olduğunu Allah bilince, onun borcunu Allah mutlaka dünyada iken öder.”
Nesâi, Büyü 99, (7, 315); İbnu Mâce, Sadakât 10, (2408).
1908 – Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki.: “Borcunu ödeyebilecek durumda olan zengin kimsenin ödemeyi geçiktirmesi zulümdür. Biriniz bir zengine havâle olunursa (havaleyi kabül etsin.)”
Buhâri, İstikrâz 12, Havâlât 1, 2; Müslim, Müsâkât 33, (1564); Muvatta, Büyü 84, (2, 674); Ebu Dâvud, Büyü 10, (3345); Tirmizi, Büyü 68, (1308); Nesâi, Büyü 101, (7, 317).
1909 – eş-Şerrid (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselàm) buyurdular ki: “Zenginin borcunu savsaklaması, haysiyetinin ihlal edilmesini ve cezalandırılmasını helal kılar.”
İbnu’l-Mübàrek der ki: “Irzını helâl kılar”, kendisine kaba davranılır demektir. “Cezalandırılması” da, hapsedilmesidir.”
Ebü Dâvud, Akdiye 29, (3628); Nesâi, Büyü 100, (7, 316); İbnu Mâce, Sadakât 18, (2427); Buhâri de bâb başlığında kaydetmiştir. İstikrâz 13.
1910 – Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) kapıda yüksek sesle münâkaşa edenlerin görültülerini işitti. Bunlardan biri, diğerinden borç indirmesini taleb ediyor, bir hususta da merhametli olmasını istiyor. Öbürü de:
“Vallahi yapmam!” diyordu. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanlarına gitti ve:
“Hanginiz, hayır yapmamak üzere Allah adına yemin etti?” dedi. Birisi:
“Benim ey Allah’ın Resülü! (Borç indirimi ile, merhametli davranmadan) hangisini dilerse onun olsun (teklifıni kâbul ettim)” dedi.”
Buhâri, Sulh 10; Müslim, Müsakat 19, (1557).
1911 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. BorçIuları arasında fakir görürse hizmetçilerine: “Onun borcundan vazgeçiverin, böylece AIIah’ın da bizim günahIarımızdan vazgeçeceğini umarız” derdi. Allah da onun günahlarından vazgeçti.”
Buhâri, Sulh 10; Müslim, Müsâkaât 19, (1557); Nesâi, Büyü 104, (7, 318).
1912 – Diğer bir rivâyette şöyle gelmiştir: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir adam hiç hayır amelde bulunmadı. Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçisine: “Kolay ödeyecekten (zenginden) al, zor ödeyecekten (fakirden) alma, vazgeç Ola ki Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer” derdi. Allahu Teâla hazretleri bunun üzerine: “Haydi senin günahlarından vazgeçtim” buyurdu.”
Buhâri, Büyü 18, Enbiyâ 50; Müslim, Müsakât 31, (1562); Nesâi, Büyü 104, (7, 318).
1913 – Ebü Katâde (radıyallâhu anh)’nin anlattığına göre, Ebü Katâde, bir boçlusunu (para taleb etmek üzere) aramıştı. O, kendisinden gizlendi. Bilahare adamı buldu. Ancak: “Dardayım” dedi. Bunun üzerine:
“Allah’a yemin eder misin?” diye sordu. Borçlu:
“Vallahi” diye yemin etti. Ebü Katâde:
“Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın, “Kim Allah’ın kendisini kıyamet gününün sıkıntısından kurtarmasını isterse darda olana nefes aldırsın veya tamamen bağışlayıversin” dediğini işittim” dedi.”
Müslim, Kasame 32, (1563).
1914 – Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’da bir adamın (parası ödenmemiş) bir devesi vardı. Borcunu istemeye geldi. Bu sırada kaba sözler sarfetti, hatta Ashab’tan bâzıları haddini bildirmek istedi. Ancak Resülullah (aleyhissalatu vesselâm) buna meydan vermeyip:
“Bırakın onu! Hak sâhibinin konuşma hakkı vardır” buyurdu, sonra da:
“Devesini verin!” diye emretti, (ilgililer) devesini aradılarsa da bulamadılar. Fakat onunkinden daha değerli bir deve buldular. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz:
“Bunu verin” dedi. Adam: “Bana borcunu tam ödedin, Allah da sana ödesin” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“En hayırlınız, borcunu en iyi ödeyendir!” buyurdu.”
Buhâri, İstikrâz, 4, 6, 7,13, Vekâlet 5, 6, Hibe 23, 25; Müslim, Musâkât 118-122, (1600-1601), Timizi, Büyü 75, (1316, 1317 Nesâi Büyü 64, (7, 291)
1915 – Ebü Katâde (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalatu vesselam)’a namazını kıldırıvermesi için bir adam(ın cenâzesi) getirildi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Onun üzerinde borç var, arkadaşınızın namazını siz kılın!” buyurdu. Ben:
“(Borç) benim üzerime olsun, ey Allah’ın Resülü” dedim.
“Sadâkatle mi ?” dedi.
“Sadâkatle!” dedim. Bunun üzerine cenazenin namazını kıldı.”
Tirmizi, Cenâiz 69, (1069); Nesâi, Cenâiz 67, (4, 65).
HAVALE
6696 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Borcunu ödemeye muktedir olan kimsenin özürsüz olarak ödemeyi geciktirmesi zulûmdür. Sen alacaklı durumda iken (alacağın) varlıklı ve güvenilir bir kimseye havale edilirse, bu havaleyi kabullen.”
ÖDEME NİYETİYLE BORÇLANAN
6697 – Abdullah ibnu Ca’fer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Borç, Allah’ın hoşlanmadığı bir şeye ait olmadığı müddetçe, Allah-u Zülcelal hazretleri, borcunu ödeyinceye kadar borçlu ile birliktedir.”
Ravi der ki: “Abdullah İbnu Ca’fer, vekil harcına derdi ki: “Git, benim için borç al. Zira ben, Resûlullah’tan bu hadisi işittikten sonra Allah’ın benimle olmadığı bir gece geçirmekten hoşlanmam.”
ÖDEMEME NİYETİYLE BORÇLANAN
6698 – Süheyb el-Hayr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim ödememek kastıyla borca girerse Allah’ın huzuruna hırsız olarak çıkar.”
BORÇTA CİDDİYET
6699 – İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Üzerinde bir dinar veya bir dirhemlik borçla ölen kimsenin borcu, onun hayır ve hasenatından ödenir. Orada (mahşer yerinde) ne dinar ne de dirhem vardır.”
BORÇLUYA MÜHLET
6700 – Büreyde el-Eslemî radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim bir borçluya mühlet verirse, her gün için bir sadaka sevabı kazanır. Kim onun borcunu vadesi geldikten sonra tehir ederse, tehir ettiği müddetçe, her geçen gün (alacağı mal kadar) sadaka yazılır.”
BORCUNU İSTEMEDE ANLAYIŞ
6701 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bir hak sahibine: “Sen hakkını (borçludan) imkân nisbetinde günahlara girmeden al” buyurdular.
HAK SAHİBİ SÖZ SAHİBİDİR
6702 – İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Bir adam gelerek Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan bir alacağını veya bir hakkını talep etti. Bunu yaparken nezâkete uymayan bazı yakışıksız söz sarfetti. Resûlullah’ın ashabı adama dersini vermek istediler. Ama Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm müsaade etmeyip: “Bırakın! Zira alacaklı kimsenin, hakkını alıncaya kadar borçlu üzerinde söz hakkı vardır” buyurdular.”
6703 – Ebu Sa’îdi’l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: “Bir bedevi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek, Efendimizin uhdesinde bulunan alacağını istedi ve bunu yaparken sert davrandı. Hatta: “Borcunu ödeyinceye kadar seni tâciz edeceğim” dedi. Ashab-ı Kiram hazretleri bedeviyi azarlayıp: “Yazık sana! Kiminle konuştuğunu bilmiyorsun galiba!” dediler. Adam: “Ben hakkımı talep ediyorum” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm, ashabına: “Sizler niçin hak sahibinden yana değilsiniz?” buyurdu ve Havle Bintu Kays radıyallahu anhâ’ya adam göndererek: “Sende kuru hurma varsa benim borcumu ödeyiver. Hurmamız gelince borcumuzu sana öderiz” dedi. Havle: “Hay hay! Babam sana kurban olsun Ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Kadın, Resûlullah’a borç verdi, O’da bedeviye olan borcunu kapadı ve ayrıca yemek ikram etti. (Bu tavırdan memnun kalan) bedevi: “Borcunu güzelce ödedin. Allah da sana mükafaatını tam versin” diye memnuniyetini ifade etti: Aleyhissalâtu vesselâm da: “İşte bunlar (borcunu hakkıyla ödeyenler) insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet iflah olmaz” buyurdular.”
ÖDÜNÇ VERME
6704 – Kays İbnu Rûmi merhum anlatıyor: “Süleyman İbnu Üzünâ, Alkame’ye, ödeneği gelme zamanına kadar bin dinar borç vermişti. Ödeneği çıkınca, borcunu ondan istedi ve sert davrandı. O da hemen ödedi, ancak Alkame Süleyman’a kızmıştı. Birkaç ay durup yanına geldi: “Ödeneğim gelinceye kadar bana bin dirhem ver!” dedi. Süleyman yine: “Pekala! Memnuniyetle!” dedi (ve ailesine yönelerek:) “Ey Ümmü Utbe! Şu yanındaki mühürlü keseyi getir!” diye seslendi. Kadın keseyi getirdi. Süleyman, Alkame’ye:
“Vallahi işte ödediğin dirhemler! Ben bunlardan tek dirhemi yerinden kımıldatmadım!” dedi. Bunun üzerine Alkame:
“Allah babandan razı olsun. O halde alacağını tahsil için bana olan o kaba davranışın sebebi neydi?” dedi. Süleyman:
“Senden işittiğim hadisler!” cevabını verdi.
“Benden ne işitmiştin?”
“Sen İbnu Mes’ud radıyallahu anh’dan naklen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Bir müslümana bir şeyi iki kere borç olarak veren hiçbir müslüman yoktur ki, onun bu davranışı, o şeyi bir kere sadaka etmiş gibi sevap olmasın!” buyurmuştur.
Bunun üzerine Alkame: “Evet, İbnu Mes’ud bana böyle haber vermişti!” diye te’yid etti.”
6705 – Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Miraç gecesinde cennetin kapısı üzerinde şu ibarenin yazılı olduğunu gördüm: “Sadaka on misliyle mükafaatlandırılacaktır. Ödünç para onsekiz misliyle mllükafaatlandırılacaktır.” Ben: “Ey Cibril! Ödünç verilen şey ne sebeple sadakadan daha üstün oluyor?” diye sordum.” “Çünkü dedi, dilenci (çoğu kere) yanında para olduğu halde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyacı sebebiyle talepte bulunur.”
6706 – Yahya İbnu Ebi İshak el-Hünâi anlatıyor: “Hz. Enes radıyallahu anh’a: “Bizden bir adam, (din) kardeşine borç olarak mal verir. Sonra malı alan kimse borç verene bir hediyede bulunur (bu hususta ne dersin?)” diye sordum. Enes bana şu cevabı verdi: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Biriniz bir malı borç verse, sonra alan da veren kimseye bir hediye vermek veya bineğine bindirmek istese, sakın o hediyeyi almasın, bineğine de binmesin. Eğer aralarında borç alıp-vermezden önce böyle (dostane) muameleler olmuşsa o başka.”
ÖLÜNÜN BORCUNU ÖDEME
6707 – Said İbnu’l-Atval radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Kerdeşi ölmüş ve üçyüz dirhem mal ve geride bakıma muhtaç horanta bırakmıştır. Der ki: “Ben bu parayı ailesine harcamayı arzu ettim. Aleyhissalâtu vesselâm: “Kardeşin borcundan dolayı hapsedilmiştir. Borcunu sen ödeyiver” buyurdu. Sa’d da: “Ya Resûlullah! Ben onun yerine borcunu ödedim. Yalnız bir kadının iddia edip şahitlendiremediği iki dinarı ödemedim” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm Sa’d’a: “Sen kadına iddia ettiğini ver. Çünkü kadın gerçeği söylemektedir” buyurdu.”
ÜÇ BORCU ALLAH ÖDER
6708 – Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Şüphesiz, borç sahibi (ödemeden) ölünce, borcu Kıyamet günü ondan alınır. Fakat şu üç sebeple borçlanan kimse bu hükmün dışındadır:
1. Adamın gücü Allah yolunda (savaşta) zayıflar, o da Allah düşmanına ve kendi düşmanına karşı kuvvetlenmek için borçlanır.
2. Bir adamın yanında bir müslüman ölür, onu kefenleyip gömecek parası olmaz, bu maksatla borçlanır.
3. Bir adam, bekarlık sebebiyle nefsinden Allah’a karşı korku hisseder. Dinine zarar gelir endişesiyle (borçlanarak) evlenir. Allah Teâla hazretleri, Kıyamet günü, bunların borçlarını kendisi öder.”
DAMÂN (KEFİL OLMAK)
3466 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Bir adam, kendisine on dinar borcu olan kimsenin peşini bırakmadı. Ve hatta dedi ki:
“Sen bunu bana ödeyinceye veya bir kefil gösterinceye kadar peşini bırakmıyacağım.” Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm o borcu üzerine aldı. Bunun üzerine adam, münasip olmayan bir tarzda Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a parayı getirdi. Resûlullah, borcu adam adına ödeyiverdi ve şunu söyledi:
“Kefil, borçludur.”
Rezin tahric etmiştir. Ebu Davud, Büyü’ 2, (3328); İbnu Mace, Sadakat 9, (2406).
CENNETİN SIFATI
5061 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla hazretleri ferman etti ki: “Ben Azimu’ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.” Ebu Hureyre ilaveten dedi ki:
“Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun. (Mealen): “Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfaatların saklandığını kimse bilemez” (Secde 17).
Buhari, Bed’ü’l-Halk 8, Tefsir, Secde 1, Tevhid 35; Müslim, Cennet 2, (2824); Tirmizi, Tefsir, (3195).
5062 – Buhari, bir diğer rivayetinde şu ziyadeyi kaydeder: “Sehl İbnu Sa’d anlatıyor -deyip, hadisin aynısını kaydettikten sonra- der ki: “Muhammed İbnu Ka’b dedi ki: “Onlar Allah için ameli gizli tuttular. Allah da onların sevabını gizli tuttu. Kullar yanına gelince onları nimete boğacak.”
Hadis, bu muhtevada olarak Buhari’de mevcut değildir. Hâkim’in el-Müstedrek’inde mevcuttur (2, 413-414).
5063 – Yine Sa’d İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, insanlar neden yaratıldı?”
“Sudan!” buyurdular.
“Ya cennet?” dedim, o neden inşa edildi?”
“Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da zâferandır. Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz.”
Aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam buyurdular: “Üç kişi vardır duaları reddedilmez (mutlaka kabul edilir):
-Âdil imâm (devlet başkanı).
-İftarını yaptığı zaman oruçlu.
-Zulme uğrayanın duası.
Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Allah Teâla Hazretleri:
“İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!” buyurur.”
Tirmizi, Cennet 2, (2528).
5064 – Hz. Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Gümüşten iki cennet vardır. Kapları ve içinde bulunan diğer şeyleri de gümüştendir. Altından iki cennet vardır, kapları ve içlerinde bulunan diğer eşyaları da hep altındandır. Adn cennetinde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah’ın veçhindeki rıdâu’l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur.”
Buhari, Tefsir, Rahman 1, 2, Bedu’l-Halk 8, Tevhid 24; Müslim, İman 180, (296); Tirmizi, Cennet 3, (2530).
5065 – Yine aynı kaynaklarda şu rivayet gelmiştir: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette, mü’min için, içi boş tek bir inciden bir çadır vardır. -Bir rivayette- Genişliği altmış mildir. Her köşesinde bir refikası bulunur, hiçbiri diğerini görmez, mü’min bunların herbirini dolaşır.”
Buhari, Bed’ü’l-Halk 8, Tefsir, Rahman 1, 2, Tevhid 24; Müslim, Cennet 23, (2838); Tirmizi, Cennet 3, (2530).
5066 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette yüz derece vardır. Her iki derece arasında yüz yıl(lık yürüme mesafesi) vardır.”
Tirmizi, Cennet 4, (2531).
5067 – Ubâde İbnu’s-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah’tan cennet istediğiniz vakit Firdevs’i isteyin.”
Tirmizi, Cennet 4, (2533).
5068 – Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette yüz derece vardır. Bütün alemler bunlardan birinin içinde toplansalar, hepsini de kuşatır, istiab eder.”
Tirmizi, Cennet 4, (2534).
5069 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette bir ağaç vardır ki, binekli bir kimse yüz yıl gölgesinde yürüse onu katedemez. İsterseniz şu ayeti okuyun: (Mealen) “Daimi gölgededirler, çağlayıp duran su başlarındadırlar” (Vâkı’a 30-31).
Tirmizi, Tefsir, Vakıa, (3289), Cennet 1, (2525).
5070 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Cennette hiçbir ağaç yoktur ki gövdesi, altından olmasın.”
Tirmizi, Cennet 1, (2527).
5071 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette, yay kadar bir yer, güneşin üzerine doğduğu veya battığı şeyden (dünyadan) daha hayırlıdır.”
Buhari, Bed’ü’l-Halk 8, Tefsir, Vakı’a 1; Müslim, Cennet 6, (2826); Tirmizi, Cennet 1, (2525).
Tirmizi, Hz. Enes’ten şu ziyadede bulunmuştur: “Sizden birinizin yayı kadar veya kamçısı kadar cennetteki bir yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Cennet ehlinden bir kadın, arz ehline görünecek olsa, dünya ve içindekileri aydınlatır, arzla semâ arasını güzel koku ile doldururdu, onun başörtüsü dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.”
5072 – Sa’d İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennette olan şeyden bir tırnağın azalttığı miktar, semavat ve dünya arasında dört ciheti de tezyin etmiş olarak görünürdü. Eğer cennet ehlinden bir adam dünya ehline zuhûr etse ve bilezikleri görünse o(nun şavkı) güneşin ziyasını bastırırdı, tıpkı güneşin, yıldızların ziyasını bastırması gibi.”
Tirmizi, Cennet 7, (2541).
5073 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Orada dört nehir gördüm: İki nehir zâhirdi, iki nehir de bâtın. Zâhir olan iki nehir Nil ve Fırat nehirleriydi. Bâtın olanlar da cennetin iki nehri idi.”
Buhari, Eşribe 12; Müslim, İman 264, (164).
5074 – Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a: “Cennette at var mı?” diye sordu. Aleyhissalatu vesselam da:
“Allah Teâla Hazretleri seni cennete koyduğu takdirde, kızıl yâkuttan bir at üzerinde orada dolaşmak isteyecek olsan, o seni istediğin her yere uçuracaktır” buyurdular. Bunun üzerine diğer biri de:
“Cennette deve var mı?” diye sordu. Ama buna Aleyhissalatu vesselam öncekine söylediği gibi söylemedi. Şöyle buyurdular:
“Eğer Allah seni cennete koyarsa, orada canının her çektiği, gözünün her hoşlandığı şey bulunacaktır.”
Tirmizi, Cennet 11, (2546).
5075 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennette siyah gözlülerin (hurilerin) toplanma yerleri vardır. Orada, benzerini mahlukâtın hiç işitmediği güzel bir sesle şarkı okurlar ve şöyle söylerler:
“Bizler ebedileriz, hiç ölmeyiz!
Bizler nimetlere mazharız, fakr bilmeyiz!
Rabbimizden razıyız, mükedder olmayız!
Kendisinin olduğumuz beylerimize ne mutlu!”
Tirmizi, Cennet 24, (2567).
5076 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle hüsün ve cemalleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları:
“Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!” derler. Erkekler de:
“Sizler de, Allah’a kasem olsun, bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!” derler.”
Müslim, Cennet 13, (2833).
5077 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennette bir çarşı vardır. Ancak orada ne alış, ne de satış vardır. Sadece erkek ve kadın sûretleri vardır. Erkek bunlardan bir suret arzu ederse o sûrete girer.”
Tirmizi, Cennet 15, (2553).
CEHENNEMİN EVSAFI
5078 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Yaktığınız ateş var ya, bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür!” buyurmuştu. (Yanındakiler):
“Zaten bu ateş, vallahi (âsileri cezalandırmaya ahirette) yeterliydi” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Cehennem ateşi öbürüne altmışdokuz kat üstün kılındı. Her bir kat’ın harareti, bunun mislindedir.”
Buhari, Bed’ü’l-Halk 10; Müslim, Cennet 29, (2843); Muvatta, Cehennem 1, (2, 994); Tirmizi,
Cehennem 7, (2592).
5079 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cehennem ateşi bin yıl yakıldı. Öyle ki kıpkırmızı oldu. Sonra bin yıl daha yakıldı, öyle ki beyazlaştı. Sonra bin yıl daha yakıldı. Şimdi o siyah ve karanlıktır.”
Tirmizi, Cehennem 8, (2594); Muvatta, Cehennem 2, (2, 994). Metin Tirmizi’ye aittir.
5080 – Ebu Saidi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cehennemi kuşatan surun dört (ayrı) duvarı vardır. Her duvarın kalınlığı kırk yıllık yürüme mesafesi kadardır.”
Tirmizi, Cehennem 4, (2587).
5081 – Hasan Basri rahimehullah anlatıyor: “Utbe İbnu Gazvân radıyallahu anh, Basra’da minberde (hutbe esnasında) dedi ki:
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize şöyle buyurmuşlardı: “Cehennemin kıyısından büyük bir taş bırakıldı. Bu taş yetmiş yıl aşağı doğru düştü de henüz dibe ulaşmadı.”
(Utbe İbnu Gazvân, devamla) der ki: “Hz. Ömer radıyallahu anh: “Ateşi çok zikredip hatırlayın. Zira onun harareti pek şiddetlidir; derinliği çok fazladır, çengelleri demirdendir” buyurdu.”
Tirmizi, Cehennem 2, (2578).
5082 – Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Veyl, cehennemde bir vadidir. Kâfir orada, kırk yıl batar da dibine ulaşamaz.”
Tirmizi, Tefsir, Enbiya, (3164).
5083 – İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Eğer zakkûmdan, dünyaya tek damla damlatılacak olsa, bu dünya ehlinin yiyeceklerini ifsad ederdi. Öyleyse, yiyecek ve içeceği zakkum olan cehennemliğin hali ne olur (anlayın)!”
irmizi, Cehennem 4, (2588).
5084 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cehennem, Rabbine şikayet ederek: “Ey Rabbim! Bir parçam diğer bir parçamı yemektedir” dedi. bununn üzerine, Allah Teâla hazretleri ona, iki nefes almaya izin verdi: Bir nefes kışta, bir nefes de yazda. (Yazdaki nefesi) sizin rastladığınız en şiddetli sıcaktır. (Kıştaki nefesi de) sizin rastladığınız en şiddetli (soğuk olan) zemherirdir.”
Buhari, Bed’ü’l-Halk 10; Müslim, Mesacid 185, (617); Tirmizi, Cehennem 9, (2595).
5085 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü, işiten iki kulağı, konuşan bir dili vardır. Der ki: “Ben üç takım (insanı cezalandırmak) için vazifelendirildim: Allah’la birlikte bir başka ilaha dua eden kimse, bile bile zulmeden cebbâr, tasvirciler.”
Tirmizi, Cehennem 1, (2577).
5086 – İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kıyamet günü cehennem, yetmişbin yuları olduğu halde getirilir. Her yularında, onu çeken yetmişbin melek vardır.”
Müslim, Cennet 29, (2842); Tirmizi, Cehennem 1, (2576).
5087 – Mücahid anlatıyor: “İbnu Abbâs radıyallahu anhüma bana: “Cehennemin genişliği ne kadardır, biliyor musun?” diye sordu. Ben: “Hayır!” deyince: “Doğru, Allah’a yemin olsun, bilemezsin!” dedi ve ilave etti: “Bana Hz. Aişe radıyallahu anha dedi ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ‘a:
“Kıyamet günü Arz toptan O’nun bir kabzasıdır (tam tasarrufundadır). Gökler de O’nun sağ eliyle dürülmüşlerdir” (Zümer 67) âyetinden sormuş ve:
“Bu sırada insanlar nerede olurlar (ey Allah’ın Resûlü)” demiştim. Aleyhissalatu vesselam: “Cehennem köprüsünde!” cevabını verdi.”
Tirmizi, Tefsir, Zümer, (3242).
CENNET VE CEHENNEMİN MÜŞTEREK YÖNLERİ
5088 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Allah Teâla Hazretleri cenneti yarattığı zaman Cibril aleyhisselâm’a:
“Git ona bir bak!” buyurdular. O da gidip cennete baktı ve: “(Ey Rabbim!) Senin izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek!” dedi. (Allah Teâla Hazretleri) cennetin etrafını mekruhlarla çevirdi. Sonra: “Hele git ona bir daha bak!” buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da:
“Korkarım, ona hiç kimse girmeyecek!” dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrail’e:
“Git, bir de şuna bak!” buyurdu. O da gidip ona baktı ve:
“İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!” dedi. Allah Teâla hazretleri de onun etrafını şehvetlerle kuşattı. Sonra da:
“Git ona bir kere daha bak!” dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman:
“İzzetine yemin olsun, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!” dedi.”
Ebu Davud, Sünnet 25, (4744); Tirmizi, Cennet 21, (2563); Nesai, Eyman 3, (7, 3).
5089 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennetin etrafı mekârihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etraf ı da şehevi (nefsin arzuladığı, cazip) şeylerle sarılmıştır.”
Sahiheyn’de, Ebu Hureyre’den bu rivayet aynen gelmiştir. Ancak iki yerde “huffet” (=sarılmış) kelimesine bedel “hucibet” (=örtülmüş) kelimesi kullanılmıştır.
5090 – Yine Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cehennem, içerisine âsiler atıldıkça: “Daha var mı?” demekten geri durmaz. Bu hal, Rabbu’l-İzze’nin cehennemin üzerine ayağını koyup, iki yakasını dürüp birleştirmesine kadar devam eder. İşte o zaman cehennem:
“Yeter, yeter. İzzet ve keremine yemin olsun yeter!” der. Cennette fazlalık devam eder. Allah, ona mahsus yeni bir halk yaratır ve bunları cennetin fazla kısmına yerleştirir.”
Buhari, Tefsir, Kaf 1, Eyman 12, Tevhid 7; Müslim, Cennet 37, (2848); Tirmizi, Tefsir, Kâf, (3268).
CENNETLİKLER
5091 – Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehli, gurfelerde kalanları seyrederler, tıpkı gökteki yıldızları seyretmeniz gibi.”
Buhari, Rikak 51; Müslim, Cennet 10, (2830).
5092 – Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehli gurfelerde kalanları (ehl-i guraf) görürler. Tıpkı, ufukta doğudan batıya giden inci gibi parlak yıldızları gördüğünüz gibi. Aralarındaki fazilet farkı, (gurfe ehlini) böyle yukarıda gösterir.”
Bunun üzerine Ashâb: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu söylediğiniz, peygamberlerin makamı olmalı, başkaları oraya ulaşamamalı!” dedi. Ancak Aleyhissalatu vesselâm:
“Hayır! Ruhumu kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun! Gurfelerde kalanlar (peygamberler değiller), Allah’a inanıp peygamberleri tasdik eden kimselerdir!” buyurdular.”
Buhari, Bed’u’l-Halk 8; Müslim, Cennet 11, (2831).
5093 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennete ilk girecek zümre, dolunay gecesindeki ay suretindedir. Onu takip eden zümre, parlaklık yönüyle gökteki en büyük yıldız gibidir. Cennetlikler bevletmezler, büyük abdest de bozmazlar, tükürmezler, sümkürmezler de. Tarakları altındandır, terleri misktir. Buhurdanları öd ağacından, zevceleri kara gözlü hurilerden olacak. Onlar ataları Âdem’in yaratılışı üzere, altmış zirâ boyunda tek bir adam suretinde olacaklar.”
Buhari, Bed’ü’l-Halk 8, Enbiya 1; Müslim, Cennet 15, (2834); Tirmizi, Cennet 7, (2540).
5094 – Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm : “Cennet ehli cennette yerler ve içerler. ancak tükürmezler, küçük ve büyük abdest bozmazlar, sümkürmezler de!” buyurmuştu. Ashab:
“Peki yedikleri ne olur?” diye sordular. Aleyhissalatu vesselam:
“Geğirmek ve misk sızıntısı gibi ter! Onlara tıpkı nefes ilham olunduğu gibi tesbih ve tahmid ilham olunur.”
Müslim, Cennet 18, (3835); Ebu Davud, Sünnet 23, (4741).
5095 – Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyyen değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir.”
Tirmizi, Cennet 23, (2565).
5096 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin vücudu kılsız, yüzü sakalsız, gözleri sürmelidir, gençlikleri zail olmaz, elbiseleri eskimez.”
Tirmizi, Cennet 8, (2542).
Tirmizi’nin bir rivayetinde şu ziyade var: “Cennetliklerin başlarında taçlar vardır. Taçtaki tek bir inci, meşrık ile mağrib arasını aydınlatır.”
5097 – Ebu Rezin el-Ukayli radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin çocuğu olmaz, (orada doğum yoktur).”
Tirmizi, Cennet 23, (2566).
5098 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Mü’mine cennette şu şu kadar (kadınla) cima gücü verilir!” buyurmuşlardı. Kendisine:
“Ey Allah’ın Resûlü! Buna tâkat getirilebilir mi?” diye soruldu.
“Yüz (kişinin) gücü verilir! (Böyle olunca takat getirir!)” buyurdular.”
Tirmizi, Cennet 6, (2539).
5099 – el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kıyamet günü arz, tek bir çörek olacak. Cebbâr (olan Allah Teâla hazretleri), onu, cennetliklere azık olarak elinde çevirecektir, tıpkı sizin sefer sırasında çöreğinizi çevirdiğiniz gibi!” Bu sırada bir yahudi gelerek:
“Ey Ebu’l-Kâsım! Rahman (olan Allah) seni mübarek kılsın! Kıyamet günü cennet ehlinin (iştah açıcı) ikramı ne olacak haber vereyim mi?” dedi. Efendimiz:
“Söyle bakalım!” buyurdular. Adam, tıpkı Aleyhissalâtu vesselâm’ın söylediği gibi:
“Arz, tek bir çörek olur!” dedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize baktılar. Sonra azı dişleri görününceye kadar tebessüm buyurdular ve:
“Peki cennet ehlinin katıklarını sana haber vereyim mi?” dediler. Adam: “Buyurun!” dedi. Aleyhissalatu vesselam:
“Bâlâm ve nûn!” buyurdular. Adam:
“Bu nedir?” dedi. Aleyhissalatu vesselam:
“Öküz ve balıktır. Bunların ciğerlerinin kenarından yetmişbin kişi yer” buyurdular.”
Buhari, Rikak 44; Müslim, Münafikûn 30, (2792).
5100 – el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinden derecesi en düşük olanın seksenbin hizmetçisi, yetmişiki zevcesi vardır. Onun için inciden, zebercedden ve yakuttan bir çadır kurulur. Bu çadır, Câbiye’den San’a’ya kadar uzanan bir büyüklüktedir.”
Tirmizi, Cennet 23, (2565).
5101 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ehlinin mertebece en düşük olanı o kimsedir ki: Bahçelerine, zevcelerine, nimetlerine, hizmetçilerine, koltuklarına bakar. Bunlar bin yıllık yürüme mesafesini doldururlar.
Cennetliklerin Allah nezdinde en kıymetli olanları ise, vech-i ilahiye sabah ve akşam nazar ederler.”
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sonra şu ayeti okudu. (Meâlen): “Yüzler vardır, o gün ter ü tâzedir, Rablerini görecektir” (Kıyamet 22-23).
Tirmizi, Cennet 17, (2556), Tefsir, Kıyamet (3327).
5102 – Mugire İbnu Şu’be radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Hz. Musa aleyhisselâm Rabbine sordu:
“Derece itibariyle cennet ehlinin en düşüğü nasıldır?” Rab Teâla buyurdu: “O, cennet ehli cennete dahil edildikten sonra gelecek olan bir adamdır ki kendisine:
“Cennete gir!” denilir. Adam:
“Ey Rabbim nasıl gireyim. Herkes yerlerine yerleşti, mekanlarını tuttu!” der. Ona şöyle denilir:
“Sana dünya meliklerinden birinin mülkü kadar mülk verilmesine razı mısın?”
“Rabbim, razıyım!” der. Rab Teâla:
“Sana bu verilmiştir. Onun misli, onun misli, onun misli, onun misli de.”
Adam beşincide:
“Ey Rabbim razı oldum (yeter!)” der. Rab Teâla:
“Bu sana verildi, on misli daha verildi. Ayrıca gönlün her ne isterse, gözün neden zevk alırsa, sana hep verilmiştir!” buyurur. Adam:
“Rabbim razı oldum(yeter!)” der. (Hz. Musa sormaya devam eder):
“Ya derecesi en üstün olan (nasıldır)?”
“İşte irade ettiklerim bunlardı. Onların keramet fidanlarını kendi elimle diktim ve üzerlerine mühür vurdum. Onlara hazırladığımı, ne bir göz görmüş ne bir kulak işitmiştir, hiçbir beşer kalbine de hutur etmemiştir.”
Müslim, İman 312, (189); Tirmizi, Tefsir, Secde, (3196).
5103 – Ebu Sa’id el-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri cennet ehline;
“Ey cennet ahalisi!” diye seslenir. Onlar:
“Ey Rabbimiz, buyur! Ebrine âmâdeyiz! Hayır senin elindedir!” derler. Rab Teâla:
“Razı oldunuz mu? diye sorar. Onlar:
“Ey Rabbimiz! Razı olmamak ne haddimize! Sen bize mahlûkatından bir başkasına vermediğin nimetler verdin!” derler. Rab Teâla:
“Ben sizlere bundan daha fazlasını vereyim mi?” der. Onlar:
“Bu verdiklerinden daha üstün ne olabilir?” derler. Rab Teâla:
“Size rızamı helal kıldım. Artık, size ebediyen gadab etmeyeceğim!” buyururlar.”
Buhari, Rikâk 51, Tevhid 38; Müslim, Cennet 9, (2829); Tirmizi, Cennet 18, (2558).
5104 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Bana cennete giren ilk üç kişi arzedildi. Bunlardan biri şehid, biri iffetli olan (ve azla yetinerek) iffetini koruyan, biri de Allah’a ibadetini güzel yapan ve efendilerine hayırhah olan bir köle idi.”
Tirmizi, Fezâilu’l-Cihad 13, (1642).
5105 – Harise İbnu Vehb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Size cennet ehlini haber vereyim mi?” buyurdular. Ashab:
“Evet ey Allah’ın Resûlü” dedi. Aleyhissalatu vesselâm:
“Her bir biçare addedilen zayıf kimsedir. Bu kimse, bir hususta Allah’a yemin etse, Allah onun dilediğini yerine getirirek tebrie eder ve hânis kılmaz” buyurdu ve tekrar sordu:
“Size cehennem ehlini haber vereyim mi? Bunlar kaba, cimri ve kibirli kimselerdir.”
Buhari, Tefsir, Nûn 1, Edeb 61, Eymân 9; Müslim, Cennet 46, (2853); Tirmizi, Cehennem 13, (2608).
5106 – Ebu Davud’da Harise radıyallahu anh’tan gelen bir rivayette, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur:
“Cennete ne zengin cimri, ne de kaba merhametsiz girer.”
Ebu Davud, Edeb 8, (4801).
CEHENNEMLİKLER
5107 – Nu’mân İbnu Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cehennemliklerin azab cihetiyle en hafif olanı, ayağında ateşten bir nalın ve nalın bağı olan kimsedir ki, ayağındakiler sebebiyle, tıpkı tencerenin kaynaması gibi, başında dimağı kaynar. Öyle tahammülfersa bir azam duyar ki, azabca insanların en hafifi olduğu halde, kendinden şiddetli azab çeken olmadığını zanneder.”
Buhari, Rikâk 8; Müslim, İman 363, (213); Tirmizi, Cehennem 12, (2607).
5108 – Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“(Cehennemlikler derece derecedir.) Bir kısmı vardır, ateş onları topuğuna kadar yakalar, bir kısmı vardır, dizlerine kadar yakalar, bir kısmı vardır kemere kadar yakalar, bir kısmı vardır köprücük kemiğine kadar yakalar.”
Müslim, Cennet 33, (2845).
5109 – Ebu’d-Derda radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cehennem ehline açlık musallat edilir. Bu, içinde bulundukları azaba eşit dereceye ulaşır. Açlığa karşı yardım talep ederler. Onlara besleyici olmayan ve açlığı gidermeyen darî’ (denen dikenli bir ot) verilir. Tekrar yiyecek isterler, bu sefer de boğazda tıkanıp kalan bir yiyecekle imdat edilir. (Bu da boğazlarında takılır kalır, ne ileri geçer, ne de geri gelir.) Derken, dünyada iken, bu durumda, bir içecekle takılan lokmaları kaydırdıklarını hatırlarlar ve bir içecek talep ederler. Kendilerine demir kancalar bulunan kaplarda kaynar sular verilir. Bu kaplar, yüzlerine yaklaştırılınca, yüzlerini dağlayıp atar. Su karınlarına girince, içerilerini param parça eder. Bu sefer de:
“Cehennemin bekçilerini çağırın, ola ki azabımızı biraz hafifletir!” derler. Onları çağırırlar. Onlar gelince:
“Size peygamberleriniz bu halleri açıklayan haberleri getirmemiş miydi?” derler. Onlar:
“Evet getirmişti (ama dinlemedik)” derler. Bunun üzerine, bekçiler:
“Siz isteyin durun! Kâfirlerin istekleri (burada) boşadır!” derler” (Gâfir 50). Cehennemlikler bekçilerden ümidi kesince:
“(Cehenneme müvekkel melek) Mâlik’i çağırın!” derler. (Mâlik gelince):
“Ey Mâlik, (söyle de) Rabbin bizim hakkımızda ölüme hükmetsin!” derler. Mâlik de onlara:
“Hayır! (Siz burada canlı olarak ebedi) kalıcılarsınız!” diye cevap verecek” (Zuhruf 77).
(Hadisin ravilerinden) A’meş rahimehullah der ki: “Bana bildirildi ki, cehennemliklerin Mâlik’e yalvarmaları ile Mâlik’in onlara verdiği cevap arasında bin yıllak zaman geçecektir. Cehennemlikler, bu sefer aralarında:
“Rabbinize dua edin, sizin için O’ndan daha hayırlı kimse yok!” diyecekler ve elbirlik şöyle yakaracaklar:
“Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız bize galebe çalmıştı, biz gerçekten sapıtmış kimselerdik. Ey Rabbimiz bizi bundan çıkar. Eğer (yine) küfre dönersek artık hiç şüphesiz ki zâlimlerden oluruz” (Mü’minûn 106-107). Rab Teâl, onlara: “Cehennemin içine yıkılıp gidin! Bana bir şey söylemeyin!” diyecek” (Mü’minûn 108).
Resûlullah devamla dedi ki: “Bu cevap üzerine, cehennem ehli her çeşit hayırdan ümidlerini keserler; hıçkırmaya, nedâmet etmeye, dövünüp yırtınmaya başlarlar.”
Tirmizi, Cehennem 5, (2589).
5110 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cehennemliklerin tepelerine kaynar su dökülür. Bu su, vücudlarının içine nüfuz eder, öyle ki karınlarına kadar ulaşır; içlerinde ne var ne yok, söker atar ve ayaklarını delip geçer. Bu hâdise “Bununla karınlarının içinde ne varsa hepsi ve derileri eritilecektir” (Hacc 20) ayetinde zikri geçen eritme (es-Sahru) hâdisesidir. Sonra (eriyen cesedleri) eski haline iade edilir.”
Tirmizi, Cehennem 4, (2585).
5111 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kâfirin cehennemdeki bir azı dişi Uhud dağı kadardır. Derisinin kalınlığı da üç gecelik yol mesafesidir.”
Müslim, Cennet 44, (2851); Tirmizi, Cehennem 3, (2580, 2581, 2582).
5112 – İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kâfir, bir iki fersah uzunluğundaki dilini Kıyamet günü yerde sürür, (Mevkıf’te) insanlar onun üzerine basarlar.”
Tirmizi, Cehennem 3, (2583).
5113 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Kıyamet günü ilk çağrılacak olan, Hz. Âdem’dir. Hak Teâla Hazretleri:
“Ey Âdem!” der. Hz. Âdem:
“Buyur ey Rabbim, emrindeyim!” der. Rabb Teâla:
“Zürriyyetinden cehenneme girecekleri ayır!” emreder. Âdem:
“Ey Rabbim ne miktarını ayırayım?” diye sorar. Rabb Teâla:
“Her yüzden doksandokuzunu!” ferman buyurur.”
(Ashab bu esnada atılıp): “Ey Allah’ın Resûlü! Bizden geriye ne kaldı?” derler. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Benim ümmetim, diğer ümmetler yanında siyah öküzün başındaki beyaz tüy gibi (az)dır!” buyurdular.”
Buhari, Rikak 45.
5114 – Yine Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Hz. İbrahim aleyhisselâm, Kıyamet günü, babası Azer’i (yüzü) üzerinde bir siyahlık ve toz toprak olduğu halde görür. Babasına:
“Ben sana dünyada iken, “Bana, âsi olma!” demedim mi?” der. Babası ona:
“İşte bugün ben artık sana âsi olmayacağım!” der. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselâm:
“Ey Rabbim! Sen yeniden diriltilme gününde beni rüsvay etmeyeceğini vaadetmiştin. Rahmetten uzak babamın halinden daha rüsvay edici başka ne var?” diye yakarır. Allah Teâla Hazretleri:
“Ben cenneti kâfirlere haram kıldım!” cevabında bulunur. Sonra şöyle nida edilir:
“Ey İbrahim, ayaklarının altında ne var, biliyor musun?” İbrahim yere bakar ve kana bulanmış bir sırtlan görür. Derhal ayaklarından tutulup ateşe atılır. (İşte bu, İbrahim’in babasıdır, o çirkin surete sokulmuştur).”
Buhari, Enbiya 8, Tefsir, Şu’arâ 1.
CENNETLİKLERİN VE CEHENNEMLİKLERİN MÜŞTEREKEN ZİKREDİLDİĞİ HADİSLER
5115 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennet ve cehennem, aralarında (ihtilaf ederek Allah nezdinde) dâvâ açtılar. Cehennem:
“Ben, mütekebbirler (dünyada büyüklük taslayanlar) ve mütecebbirler (zorbalık yapanlar) için tercih edildim!” diye övündü. Cennet de:
“(Ey Rabbim!) Bana niçin sadece zayıflar ve (insanlar nazarında) düşük olanlar, (hakir görülenler) girer?” dedi. Allah Teâla Hazretleri önce cennete hitap etti:
“Sen benim rahmetimsin. Kullarımdan dilediklerime rahmetimi seninle ulaştıracağım!” Sonra da cehenneme hitap etti:
“Sen de benim azabımsın. Kullarımdan dilediğimi seninle azablandıracağım!” (Her ikisine yönelerek):
“İkiniz(in de vazifesi var! İkiniz de) dolacaksınız!” buyurdu. Ancak cehennem, bir türlü dolmak bilmedi. Allah Teâla da ayağını üzerine bastı. Derken cehennem:
“Yeter! Yeter!” diye inledi. Bu suretle dolmuş olan cehennemin ağzı birbirine kavuştu. Allah mahlûkatından hiçbir ferde asla zulmetmez.
Cennete gelince, Allah onu yeni mahlûkat yaratarak onu dolduracaktır.”
Buhari, Tefsir, Kâf 1, Tevhid 25; Müslim, Cennet 35, (2846); Tirmizi, Cennet 22, (2564).
5116 – Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Hakkıyla cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de yaşarlar. Lâkin günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe dûçar olan birkısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yanıp kömür olduktan sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra:
“Ey cennet ehli! Bunların üzerlerine su dökün” denilir. Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler.”
Müslim, İman 306, (185).
5117 – Yine Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Mü’minler cehennemden kurtarılıp, cennetle cehennem arasındaki köprüde bir müddet hapsedilirler. Bu sırada, aralarında dünyada geçmiş olan haksızlıklar kısas edilir. Böylece günahlardan temizlenip paklandıktan sonra cennete girmelerine izin verilir. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun, onlardan herbiri, cennetteki evini, dünyadaki evinden daha iyi bilir.”
Buhari, Mezalim 1, Rikâk 48.
5118 – İmran İbnu Husayn radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Muhammed aleyhissalâtu vesselâm’ın şefaati ile, birkısım insanlar cehennemden çıkacak, cennete girecektir. Bunlara cehennemlikler denecektir.”
Buhari, Rikak 513, Ebu Davud, Sünnet 23, (4740); Tirmizi, Cehennem 10, (2603).
5119 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cehenneme giren iki kişinin oradaki bağırtıları şiddetlenecek. Allah Teâla Hazretleri: “Çıkarın bunları!” buyuracak. Onlara:
“Niçin bağırıyorsunuz?” diye sorulacak. Onlar:
“Bize merhamet edesin diye böyle yaptık!” diyecekler. Rab Teâla:
“Benim size rahmetim, gidip kendinizi ateşe atmanız şeklindedir!” buyuracak. Onlar gidecekler. Biri kendisini ateşe atacak. Allah da ateşi ona soğuk ve selametli kılacak. Diğeri kalkar fakat kendini ateşe atamaz. Allah Teâla hazretleri:
“Arkadaşının attığı gibi, seni de kendini atmaktan alıkoyan nedir?” diye sorar. Adam:
“Ey Rabbim, beni ondan çıkardıktan sonra oraya bir kere daha göndermeyeceğini ümid ediyorum!” der. Allah Teâla hazretleri:
“Haydi ümidini verdim!” der. İkisi de Allah’ın rahmetiyle cennete sokulurlar.”
Tirmizi, Cehennem 10, (2602).
5120 – İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennete en son giren kimse, bazan yürür, bazan ağlar. Ateş de arada sırada onu yalar geçer. Cehennemi tamamen geçince dönüp ona bir nazar eder ve:
“senden beni kurtaran Allah münezzehdir! Allah Teâla hazretleri, bana evvelin ve ahirinden hiç kimseye vermediği şeyi verdi!” der. Derken ona bir ağaç gösterilir.
“Ya Rabbi! der, beni şu ağaca yaklaştır da altında gölgeleneyim, suyundan içeyim!” Allah Teâla hazretleri:
“Ey âdemoğlu! Dilediğini versem benden başka bir şey istemezsin değil mi?” der. Adam:
“Ey Rabbim, ondan başka bir şey istemeyeceğim!” der ve başka bir şey istemeyeceğine dair söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Onu ağaca yaklaştırır. Adamcağız, onun gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra adama, evvelkinden daha güzel bir ağaç daha gösterilir. Dayanamayıp:
“Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır, gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, artık senden başka bir şey istemeyeceğim!” der. Allah Teâla:
“Ey âdemoğlu! Bana öncekinden başkasını istememeye söz vermemiş miydin? Ben seni yaklaştıracak olsam başka şeyler isteyeceksin!” der. Adam, başka şey istemeyeceği hususunda söz verir. Rabbi de onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Adamı ona yaklaştırır. Adam onun gölgesinde gölgelenir, suyundan içer.
Sonra ona cennetin kapısının yanında bir ağaç yükseltilir. Bu ağaç diğer ikisinden daha güzeldir. Adam yine:
“Ey Rabbim” Beni şuna yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, senden başka bir şey istemiyorum!” der. Rab Teâla:
“Ey âdemoğlu! Sen ondan başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz vermemiş miydin?” der. Adam:
“Evet, Rabbim! Senden başka bir şey istemeyeceğim!” der. Rabbi onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği bir şey görmüştür. Onu bu ağaca yaklaştırır. Adam ona yaklaştırılınca cennet ehlinin seslerini işitir. (Dayanamayıp):
“Ey Rabbim! Beni cennete sok!” der. Rab Teâla:
“Ey âdemoğlu! Beni senden kurtaracak şey nedir! Dünya kadarını ve beraberinde mislini versem razı olur musun!” der. Adam:
“Ey Rabbim! Benimle istihza mı ediyorsun? sen ki âlemlerin Rabbisin!” der.”
İbnu Mes’ûd bu noktada güldü ve: “Niye güldüğümü sormuyor musunuz?” dedi.
“Niye güldün söyle!” dediler.
“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da böyle gülmüştü. “Niye güldünüz?” diye soruldu da:
“Rabbülalemin’in, adamın “Sen ki âlemlerin Rabbisin, benimle istihza mı ediyorsun?” demesine gülmesine gülüyorum!” dedi.
Allah Teâla Hazretleri:
“Ben seninle istihza etmiyorum. Lâkin ben, Azimüşşân dilediğimi yapmaya kâdirim!” buyurdular.”
Müslim, İman 310, (187).
RÜ’YETULLAH (ALLAH’IN GÖRÜLMESİ)
5121 – Cerîr İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir dolunay gecesi, aya baktı ve:
“Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O’nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin).”
Cerir der ki: “Resûlullah, sonra şu ayeti okudu: “Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et” (Tâ-ha 13).
Buhari, Mevâkitu’s-Salât 6, 26, Tefsir, Kâf 1, Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211, (633); Ebu Davud, Sünnet 20, (4729); Tirmizi, Cennet 16, (2554).
5122 – Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
“Cennetlikler cennete girince Allah Teâla Hazretleri:
“Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da ilaveten vereyim!” buyurur. Cennetlikler:
“Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı (daha ne isteyeceğiz?)” derler. Derken perde açılır. Onlara, yüce Rablerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir.”
Süheyb der ki: “Resûlullah bu sözlerinden sonra şu ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): “İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzel iyilik bir de ziyade vardır” (Yunus 26).
Müslim, İmam 297, (181); Tirmizi, Cennet 16, (2555).
5123 – Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a: “Sen Rab Teâla’nı hiç gördün mü?” diye sordum.
“Nurdur, ben O’nu nasıl görürüm” buyurdular.”
Müslim, İman 291, (178); Tirmizi, Tefsir, Necm, (3278).
5124 – Mesrûk rahimehullah anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ’ya dedim ki: “Ey anneciğim! Muhammed aleyhissalâtu vesselâm Rabbini gördü mü?” Bu soru üzerine:
“Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur. Şöyle ki: Kim sana: “Muhammed Rabbini gördü” derse yalan söylemiş olur.
(Hz. Aişe bu noktada, sözüne delil olarak) şu ayeti okudu. (Mealen): “Onu gözler idrak edemez, O ise gözleri idrak eder” (En’âm 103).
Devamla dedi ki: “Kim sana derse ki Muhammed yarın olacak şeyi bilir, yalan söylemiştir. Zira ayet-i kerimede (mealen): “Hiçbir nefis yarın ne kesbedeceğini bilemez” (Lokman 34) buyrulmuştur. Kim sana “Muhammed’in vahiyden birşey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir. Çünkü ayet-i kerimede (Mealen): “Ey Peygamber! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Allah’ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın” (Maide 67) buyrulmuştur. Lakin Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Cibril’i (suret-i asliyesinde) iki sefer görmüştür.”
Buhari, Tefsir, Maide 7, Bed’ü’l-Halk 6, Tefsir, Necm 1, Tevhid 4; Müslim, İman 287, (177); Tirmizi, Tefsir, En’âm, (3070).
CENNETİN VASFI
7291 – Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Şu dünya ateşiniz var ya! Bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür. Eğer o, su ile iki kere söndürülmemiş (harareti giderilmemiş) olsaydı, ondan faydalanamazdınız. Şurası muhakkak ki, bu dünya ateşi, aziz ve celil olan Allah’a, bir daha eski hararetine döndürmemesi için dua eder.”
7292 – Ebu Sa’îd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “(Cehennemde) kafirin vücudu büyür. Öyle ki bir azı dişi Uhud dağından büyük olur. Vücudunun dişinden büyüklüğü, sizden birinin vücudunun dişinden büyüklüğü gibidir.”
7293 – Hâris İbnu Ukayş radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Şurası muhakkak ki, benim ümmetimde öyle şefaati makbul kimseler var ki, birinin şefaatiyle Mudar kabilesinin insanlarından daha çok kimse cennete girecektir. Benim (davetime muhatap olan) ümmetimden öylesi de var ki, vücudu ateş için irileşir ve cehennemin bir köşesini teşkil eder.”
7294 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ağlama, cehennem ahalisi üzerine gönderilir. Bunun üzerine onlar da (ağlamaya başlarlar ve) gözyaşları kuruyuncaya kadar ağlarlar. Sonra (yaş yerine) kan ağlarlar. Öyle ki yüzlerinde kanallar meydana gelir. Eğer bu kanallara gemiler salınsa gemiler yürür.”
7295 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kıyamet günü ölüm getirilir. Sırat üzerinde durdurulur ve: “Ey cennet ahalisi!” diye nida edilir. Cennettekiler, (bu çağrı üzerine) içinde bulundukları (o güzel) yerden çıkarılacakları korku ve heyecanıyla bakarlar. Sonra da: “Ey cehennem ahalisi!” diye nida edilir. Onlar da içinde bulundukları (o fena) yerden çıkarılacakları ümid ve sevinciyle bakarlar. (Ölüm gösterilerek) “Bunu tanıyor musunuz?” denilir. (Cennetlikler ve cehennemlikler hepsi bir ağızdan:) “Evet! Bu ölümdür” derler.”
Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdu ki: “Bundan sonra emredilir ve Sırat üzerinde ölüm kesilir. Sonra her iki tarafa birden: “Haydi bulunduğunuz hal üzere ebediyet sizindir, burada artık ölüm yoktur” denilir.”
CENNETİN EVSAFI
7296 – Ebu Sa’îdi’I-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Cennette bir karışlık yer (ebedi olduğu için, fani olan) küre-i arz ve üzerinde bulunanlardan -dünya ve içindekilerden- daha hayırlıdır.”
7297 – Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennette bir kamçılık yer (ebedi olduğu için, fani olan) dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.”
7298 – Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün Ashab-ı Kiramına: “İçinizde cennet için gayret edecek kimse yok mu? Zira cennetin eşi yoktur. Kâ’be’nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, parıl parıl parlayan nurları, güzel kokulu üğrünen yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, çok çeşitli olgun meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok takım elbiseleri ile yüksek, sağlam ve güzel saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde yaşanan ebedi mekandır” buyurdu. Sahabiler: “Biz zaten onun için gayretteyiz, ey Allah’ın Resulü!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “İnşaallah!” deyiniz” dedi ve sonra cihaddan söz açtı ve ona teşvik etti.”
7299 – Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Allah’ın cennete soktuğu hiç kimse yoktur ki, onu yetmişiki zevce ile evlendirmiş olmasın. Bunlardan ikisi hüru’l-ayn (siyah gözlü), yetmiş tanesi cehennemliklerden kendine düşen mirasıdır. Bu kadınlardan herbiri şehvet çekicidir ve cennetlik her erkeğin şehvet gücü dâimidir.”
Hişam İbnu Halid der ki: “(Hadiste geçen) “Cehennemliklerden kendine düşenmirası” ibaresinden maksad, cehenneme giren erkeklerdir; bunların kadınlarına cennet ehli varis olurlar, tıpkı Firavun’un hanımına varis olunduğu gibi.”
7300 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “(Cennette) sizden herbirinin iki tane menzili vardır: “Bir menzili cennette, bir menzili de cehennemde. Ölünce cehenneme girerse cennet ehli onun menziline varis olur. İşte Allah Teâla hazretlerinin şu sözü bu durumu teyid eder: “İşte onlar varislerin ta kendileridir” (Mü’minün 10).”
CİDAL MİRÂ BÖLÜMÜ
1131 – Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Bir kavm, içinde bulunduğu hidayetten sonra sapıttı ise bu, mutlaka cedel sebebiyle olmuştur.”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu söyledikten sonra, delil olarak) şu âyeti okudu: “Onlar: “Bizim tanrımız mı yoksa O mu daha iyidir?” dediler. Sana böyle söylemeleri, sırf tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz münakaşacı bir millettir” (Zuhruf 58).
Tirmizî, Tefsir, Zuhruf, (3250); İbnu Mâce,Mukaddime 7.
1132 – Yine Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim haksız olduğu bir münakaşayı terkederse kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münâkaşayı terkedene de cennetin ortasında bir ev kurulur.”
Tirmizi, Birr 58, (1994); Ebu Dâvud, Edeb 8, (4800); İbnu Mâce, Mukaddime 7, (51); Nesâî, Edeb (6, 21).
1133 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Kur’an hakkında münakaşa küfürdür”
Ebu Davud, Sünnet 5, (4603).
1134 – Hz. Aişe (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah’ın en ziyade buğzettiği erkek, şiddetli düşmanlık yapan hasımdır.”
Buhari, Ahkâm 34, Mezâlim 15, Tefsir, Bakara 37; Müslim, İlm 5, (2668); Tirmizî, Tefsir, Bakara, (2980); Nesâî, Kadât 33, (8, 247, 248).
1135 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz kader hususunda münâkaşa ederken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) çıkageldi. Öylesine kızdı ki, öfkenin hâsıl ettiği kızıllıktan, yüzünde sanki nar taneleri ortaya çıkmıştı. Bize şöyle çıkıştı:
“Bununla mı emredildiniz, yoksa ben size bunun için mi gönderildim. Bilin ki, sizden öncekileri, dinî meselelerdeki münâkaşalarını çokluğu ve peygamberleri hakkında düştükleri ihtilafları helâk etmiştir.”
Bir rivayette şu ziyade mevcuttur: “Kader hususunda münakaşa etmemeniz için yemin verdim. “
Tirmizî, Kader 1, (2134); İbnu Mâce, Mukaddime 10, (85).
1136 – İbnu’l-Müseyyeb (rahimehullah) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashâbının (radıyallahu anhüm) arasında otururken, bir adam Hz. Ebu Bekir’e hakaretâmiz sözler sarfederek cefa verdi. Ancak Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) adama karşı sükût etti. Adam ikinci sefer aynı şekilde hakaret ederek eziyet verdi. O yine sükût etti. Adam üçüncü sefer de eziyet verince Hz. Ebu Bekir (adama hak ettiği cevabı vererek) intikamını aldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hemen kalktı. Hz. Ebu Bekir:
“Ey Allah’ın Resûlü, yoksa bana darıldınız mı?” diye sordu.
“Hayır”dedi. “Ancak semadan bir melek inmiş, sana söylediklerini tekzib ediyordu. Sen intikamını alınca melek gitti, şeytan oturdu. Bir yere şeytan oturdu mu ben orada duramam. “
Ebu Dâvud, Edeb, 49 (4896, 4897).
1137 – İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) hazretleri şöyle buyurmuştur: “Kardeşinle münâkaşa etme, zîra münâkaşanın hikmeti anlaşılmaz, sıkıntısı eksik olmaz, tutamayacağın bir vaadde de bulunma.”
Rezîn ilavesidir.
CİHAD VE MÜCAHİDLERİN FAZİLETİ
962 – Hz. Osman (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı dinledim şöyle diyordu:
“Allah yolunda bir günlük ribât, diğer menzillerde (Allah yolunda geçirilen) bir günden daha hayırlıdır.”
Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 26; ( 1667, 1664, 1665); Buharî, Cihâd 73; Müslim, İmaret 163; İbnu Mâce, Cihâd 7, Nesaî, Cihâd 39, 6, 39).
963 – Fadâle İbnu Ubeyd (radıyalahu anh) anlatıyor: “Her ölenin ameline son verilir, ancak Allah yolunda ölen murâbıt müstesna. Çünkü onun ameli kıyamet gününe kadar artırılır. Ayrıca o, kabir azabına da uğratılmaz.”
Tirmizî, Fedâilu’1-Cihad 2,(1621); Ebu Dâvud, Cihâd 16, (2500).
964 – Tirmizî’nin rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Gerçek mücâhid, nefsiyle cihad edendir.”
Fedâiıu’l-Cihad 2, (1621).
965 – Hz. Enes (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Öğleden evvel veya öğleden sonra bir kerecik Allah yolunda yola çıkış, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.”
Buharî, Cihad 5, 6, 73, Rikak 2, 51; Müslim, İmâret 112- 115, (1880); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 17, (1648, 1649, 1651); Nesâî, Cihâd 11, 12,(6,15); İbnu Mâce, Cihad 2,(2755-2757).
966 – Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“(Müslüman erkeklerden) kim, Allah yolunda, ilâ-yı kelimetullah için, devenin iki sağımı arasında geçen müddet kadar savaşacak olsa cennet kendisine vacib olur.”
Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 21, (1657); Ebu Dâvud, Cihâd 42, (2541); Nesâî,Cihâd 25, (6, 26); İbnu Mace, Cihâd 15, (2792).
967 – Muâz İbnu Cebel (radıyalahu anh) anlatıyor: “İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihâd yapmayı temenni eden bir kimse, bilâhare ölse de, öldürülse de şehid sevabı kazanır. Kim de Allah yolunda yara alsa veya Allah yolunda -düşmanın sebep olmadığı- bir musibetle bile yaralansa bu yara, kıyamet günü, en büyük hâli içinde rengi zaferân renginde, kokusu da misk kokusunda olarak gelir. Kimin vücudunda, Allah yolunda iken çıkan, iltihab gibi bir yara açılacak olsa bu da onun için Şehidlik mührü olur.”
Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 21, (1657); Ebu Dâvud, Cihâd 42, (2541); Nesâi, Cihâd 25, (6, 26).
968 – Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah yolunda yaralanan hiçbir yaralı yoktur ki, kıyâmet günü, yarası kanıyor olarak gelmiş olmasın, bu kanın rengi kan renginde, kokusu da misk kokusundadır.”
Buharî, Cihâd 10, Zebâih 31; Müslim, İmâret 103; Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 21, (1656); Nesâî, Cenâiz 82, (4, 78), Cihâd 27, (6,28); Muvatta, Cihâd 29, (2, 461).
969 – Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah Teâla Hazretleri, Allah rızası için yola çıkan kimse hakkında:
“Bu kulum, benim yolumda cihad etmek üzere bana inanarak peygamberlerimi tasdik ederek yola çıkmıştır, artık onu ya cennetime koymak yahut da ücret veya ganimet elde etmiş olarak, çıkmış olduğu meskenine geri çevirmek hususunda garanti veriyorum” diyerek te’minat verir.
Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Zat-ı Zülcelâl’e yemin olsun ki, Allah yolunda yaralanmış hiçbir yaralı yoktur ki, kıyamet günü, yaralandığn ilk günkü manzarasıyla gelmiş olmasın: (Yarası taze) kan renginde, kokusu da misk kokusunda olarak.
Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl’e yemin ediyorum ki, Müslümanlar’a meşakkat vermeyecek olsam, Allah yolunda gazveye çıkan hiçbir seriyyeden asla geri kalmazdım. Ancak onları hayvana bindirecek imkân bulamıyorum. Onlar da beni tâkibe imkân bulamıyorlar. Benden geri kalmak da onlara zor geliyor.
Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e kasem olsun Allah yolunda gazaya çıkıp öldürülmeyi, sonra tekrar hayat bulup gazada tekrar öldürülmeyi, sonra tekrar gazaya çıkıp öldürülmeyi ne kadar isterim.
Buharî,İman 25, Cihâd 2,119, Hums 8, Tevhid 28, 30; Müslim, İmâret 103- 107, (18?6), (8, 119); Muvatta, Cihâd 2, (2, 444), 40, (2, 465); Nesâî, Cihâd 14,(6, 16), İman 24.
970 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’tan bir gün sordular:
“- Ey Allah’ın Resûlü! Allah yolunda yapılan cihada hangi amel denk olur?”
” (Başka bir amelle) dedi, ona güç getiremezsiniz !”
Soruyu soranlar ikinci ve hatta üçüncü sefer tekrar sordular.
Resûlullah her seferinde aynı cevabı verip:
” (Bir başka amelle) ona güç getiremezsiniz!” dedi ve sonra şunu ilâve etti:
” Allah yolundaki mücâhidin misâli (gündüzleri ve geceleri hiç ara vermeden oruç tutup, namaz kılan, Allah’ın âyetlerine de itaatkâr olan ve Allah yolundaki mücâhid, cihaddan dönünceye kadar namaz ve oruçtan hiç gevşemeyen kimse gibidir. “
Buharî, Cihad 2; Müslim, İmâret 110, (1878); Tirmizî, Fed ilu’l-Cihâd 1, (1619); Nesâî, Cihâd 17, (6,19); Muvatta, Cihâd 1, (2, 443).
971 – Ebu Saîd (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a:
“- Ey Allah’ın Resûlü! İnsanların en efdali kimdir?” diye soruldu. Şu cevabı verdi:
” Allah yolunda malıyla canıyla cihad eden mü’min kişi!”
“- Sonra kim? diye tekrar soruldu. Bu sefer:
” Tenhalardan bir tenhaya Allah korkusuyla çekilip, insanları şerrinden bırakan kimsedir” diye cevap verdi.”
Buharî, Cihâd 2, Rikâk 34; Müslim, İmâret 122, 123, 127, (1888); Ebu Dâvud, Cihad 5, (2485); Tirmizî, Fedâuilu’l- Cihâd 24, (1660); Nesâi, Zekât 74, (5, 83), Cihâd 7, (6,11); İbnu Mâce, Fiten 13, (3978).
972 – Ebu Saîdi’l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Size, insanların en hayırlısı ve en şerlisini haber vereyim mi! İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, kendi veya başkasının atı sırtında ya da yaya olarak, ölünceye kadar Allah yolunda çalışır. İnsanların en şerlisine gelince o da, Allah ‘ın Kitab ‘ını okuyup (emir ve yasaklarına) riayet etmeyen kimsedir.”
Nesâî, Cihad 8, (6,11-12).
973 – İbnu Abbas (radıyalahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Size insanların en hayırlısını haber vereyim mi! O, atının yularından Allah yolunda tutan kimsedir. (Hayırda) bunu takip edeni haber vereyim mi? O da koyunlarının peşine takılıp (insanları) terkeden koyunlarda bulunan Allah’ın hakkını da ödeyen kimsedir.
Size insanların en kötüsünü de haber vereyim mi! O da, Allah’tan isteyip, Allah adına vermeyendir.”
Muvatta, Cihad 4, (2, 445); Tirmizî, Fedâilu’I-Cihâd 18, (1652); Nesâî, Zekât 74, (5, 83-84).
974 – Ebu Ümâme (radıyalahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
“Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddır.”
Ebu Dâvud, Cihad 6, (2486).
975 – Hz. Ebü Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah korkusuyla göz yaşı döken kimse, süt memeye geri dönmedikçe ateşe girmez. Bir kul üzerinde, Allah yolunda yapışan tozla, cehennemin dumanı biraraya gelmez.”
Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 8, (1633); Zühd 37,(2372); Nesâî, Cihâd 8, (6,12).
976 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini işittim:
“İki göz vardır, onlara ateş değemez: Allah için ağlayan göz ile, Allah yolunda uyanık sabahlayan göz.”
(Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 7, (1632).
977 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasûlullah buyurdu ki: “Kâfır ile onu öldüren ebediyyen cehennemde bir araya gelmezler, keza bir kulun karnında, Allah yolunda (yutulmuş olan) tozla cehennem ateşi bir araya gelmezler, keza, bir kulun kalbinde imanla hased bir araya gelmezler.”
Müslim, İmâret 130, 131, (1891); Ebu Dâvud, Cihad 11, (2495); Nesâî, Cihâd 8, (6,12-14); İbnu Mâce, Cihâd 9.
978 – Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün şöyle dedi:
“Kim Rabb olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak Muhammed’den râzı ise ona cennet vâcib olmuştur.” Bu söz hayretime gitti ve:
“- Ey Allah’ın Resûlü, bir kere daha tekrar eder misiniz?” dedim. Aynen tekrar etti ve arkadan da şunu söyledi.
” Bir başka şey daha var ki, Allah, onun sebebiyle, kulun cennetteki makamını yüz derece yüceltir. Bu derecelerden ikisi arasındaki uzaklık sema ile arz arasındaki mesâfe gibidir. ” Ben:
“- Öyleyse bu nedir`?” dedim. Şu cevabı verdi:
” Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihad!”
Müslim, İmâret 116, (1884); Nesâî, Cihâd 18, (6,19-20).
979 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah iki kişi hakkında güler: Bunlardan biri diğerini öldürmüş olduğu halde ikisi de cennete gider. Bunlardan diğeri, Allah yolunda cihad eder ve şehid olur. Allah katile mağfiretini ulaştırır, o da Müslüman olur, sonra Allah yolunda cihâda katılır ve şehid olur (Böylece her ikisi de Cennette buluşurlar).”
Buharî, Cihâd 28; Müslim, İmâret 128,129, (1890); Muvatta, Cihâd 28, (2, 460); Nesâi, Cihâd 37, (2, 38); İbnu Mâce, Mukaddime 13, (191).
980 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Kim Allah iman ederek ve va’dini tasdik ederek, Allah yolunda (kullanmak üzere) bir at “tutarsa” bu atın yediği, teri, gübresi, bevli kıyamet günü terâzisine girecektir, yani sahibine sevap olacaktır.”
Buharî, Cihâd 46; Nesâî, Hayl 11.
981 – Ebu Mes’ud el-Bedri (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a, yularlanmış bir deve getirerek: “Bu Allah yoluna bağışımdır” dedi. Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama:
” Buna karşılık sana, kıyamet günü, her biri yularlanmış yedi yüz deve vardır!” dedi.
Müslim, İmâret 132, (1892); Nesâî, Cihâd 46, (6, 49).
982 – Adiyy İbnu Hâtim (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a:
“- Sadakanın hangisi efdâl (Allah nazarında en kıymetli)dir?” diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:
” Allah yolunda bir köleyi hizmete koymak veya Allah yolunda (askerler için) bir çadır kurmak (bağışlamak) veya döl alma yaşına basan bir deveyi (hibe, iâre veya karz suretinde) bağışlamak. “
Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 5, (1626).
983 – Zeyd İbnu Hâlid (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
“Kim Allah yolunda bir askerin teçhizatını temin ederse bizzat gaza yapmış olur. Kim, gazaya çıkan bir askerin geride kalan âilesine hayırlı himayede bulunursa gaza yapmış olur.”
Buharî, Cihâd 38; Müslim, Emâret 135,136, (1899); Ebu Dâvud, Cihâd 21, (2509); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 6, (1628); Nesâî, Cih d 44, (6, 46).
984 – Ebu Eyyub (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalàtu vesselâm)’ı dinledim şöyle demişti:
“Size bir çok memleketlerin fethi müyesser kılınacak. Oralarda (komşu küffarla cihad için) toplanmış askeri birlikler göreceksiniz. Size bu birliklerle sefere çıkmak vazifesi verilecek. Bazılarınız onlarla (hasbi olarak) sefere çıkmak istemiyerek, adamlarının arasından svışıp gazveye (ücretsiz) katılmamanın yollarını arayacak. Arkadan da kendileriyle anlaşacak kabileler araştırıp, onlara: “Falanca orduya size bedel katılmam için beni ücretle tutacak yok mu, falanca orduya size bedel katılmam için beni ücretle tutacak yok mu?” diyecek. Bilesiniz, (hasbeten gazveye gitmekten kaçan bu adam) bir ücretlidir, son damlasına kadar kanını akıtsa da (gazi değildir, şehit sayılmaz, uhrevî ücretten mahrumdur).”
Ebu Dâvud, Cihâd 30, (2525).
985 – Zeyd İbnu Eslem anlatıyor: “Ebu Ubeyde, Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)’e yazarak Rum cemaatlerini ve bunlardan duyduğu endişeyi belirtti. Hz. Ömer (radıyallahu anh) kendisine şu cevabı verdi: “Emmâ ba’d: Bil ki, mü’min bir kula nerede bir şiddet inecek olsa Allah ondan sonra bir ferec (kurtuluş) verir. Zira bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamaz. Cenâb-ı Hakk da Kur’ân-ı Kerim’inde şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihâda hazır bulunun, Allah’tan da korkun ki başarıya eresiniz” (Al-i Imrân 200).
Muvatta, Cihâd 6, (2, 446).
ŞEHADET VE ŞEHİDİN FAZİLETİ
986 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez, yeryüzünde
olan her şey orada vardır. Ancak şehid böyle değil. O, mazhar olduğu ikramlar sebebiyle yeryüzüne dönüp on kere şehit olmayı temenni eder. “
Bir rivayette şu ziyade mevcut: “.. Şehid hariç, o, şehidlik sebebiyle mazhar olduğu üstünlükler ve kerametler sebebiyle. . . (dönmek ister). “
Buharî, Cihâd 5, 21; Müslim,İmâret 108, 109, (1877); TirmizÎ, Fedâilu’l-Cihâd 13, (1643);
Nesâi, Cihâd 30, 6, 32).
987 – İbnu Ebî Umeyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Allah yolunda öldürülmem; bana bütün evlerde ve çadırda yaşayanların benim olmasından daha sevgilidir.”
Nesâî, Cihâd 30, (6, 33).
988 – Hz. Muğîre (radıyallahu anh) dedi ki: “Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm), Rabbimizin risaletini getirmiştir. Bir de bize bildirdi ki, bizden kim öldürülürse cennetlik olacaktır. Bu sebeple biz, ölümü, sizin hayatı sevdiğinizden daha çok seviyoruz.”
Buharî, Cizye 1, Tevhid 46, (Buharî, Kitabu’t-Tevhid’de muallak olarak kaydetmiştir. Rezîn tam olarak kaydeder).
989 – Ebu Katâde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam sordu:
“- Ey Allah’ın Resûlü, Allah yolunda öldürüldüğüm takdirde, bütün hatalarım örtülecek mi?”
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
” Evet, sen sabreder, mükâfaat bekler, geri kaçmadan ileri atılır vaziyette olduğun halde öldürülürsen!” diye cevap verdi. Ve adama sordu:
” Nasıl sormuştun?”
Adam sorusunu aynen yeniledi. Bunun üzerine aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz sözlerini şöyle tamamladı:
” Evet, (kul) borcu hariç, bütün günahların affedilecek. Zira Cebrâil bu hususu bana haber verdi!”
Müslim, İmâret 117, (1885); Muvatta, Cihad 31, (2, 461); Nesâî, Cihâd 32, (2, 33).
990 – Müslim, Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallahu anhümâ)’dan şunu kaydeder:
“- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
“Şehidin -borç hariç- bütün günahları affedilir.”
Müslim, İmâret 118.
991 – Fadale İbnu Ubeyd anlatıyor “Hz Ömer (radıyallahu anh)’i dinledim, “Hz. Peygamber’den işittim” diyerek şu hadisi rivayet etti:
“Dört çeşit şehid vardır:
1- İmanı kavî mü’min kişi düşmanla karşılaşır, öldürülünceye kadar Allah sadık kalır. İşte bu kıyamet günü, insanların gıbta ile gözlerini kaldırıp bakacakları gerçek şehiddir. -Bunu yaparken başını kaldırır ve kalansuvesi yere düşer- (Fadâle der ki:) “Bu, Hz. Ömer’in kalansuvesi mi idi, yoksa Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın kalansuvesi mi idi anlıyamadım.”
2- İmanı sağlam (ancak önceki kadar şecaat sahibi olmayan) bir mü’min düşmanla karşılaşır. Korkudan vücudu -talh ağacının dikeni batmış gibi – titrer. Bu sırada gelen serseri bir ok darbesiyle hayatını kaybeder. Bu, ikinci derecede bir şehiddir.
3- İyi amelle kötü ameli karıştırmış mü’min kişi, düşmanla karşılaşır. Bu karşılaşma esnasında (sabır ve şecâatte, şehidliğin mükâfaatını beklemekte) Allah’a sâdık kalır. Öldürülünce bu üçüncü mertebede bir şehid olur.
4. Günahkâr bir mü’min düşmanla karşılaşır, ölünceye kadar Allah’a sâdık kalır. Bu da dördüncü derecede bir şehid olur.”
Tirmizî, Fedailu’l-Cihad 14, (1644).
992 – Yahya İbnu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Bedir’de bizleri) cihâda teşvik etti, cenneti hatırlattı. Bu sırada Ensâr’dan biri, elindeki hurmalardan yemekte idi. Birden: “Ben şunları bitirinceye kadar oturacak olursam dünyaya fazla hırs göstermiş olacağım” dedi ve ellerindeki hurmaları fırlatarak kılıncını çekip öldürülünceye kadar savaştı.”
Muvatta, Cihâd 42, (2, 466); Buharî, Megâzî, 17; Müslim, İmâret 145, (1901).
993 – Hz. Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Zırh giyinmiş bir adam gelerek: “Ya Resûlullah! Hemen savaşa mı katılayım, Müslüman mı olayım?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
” Müslüman ol, sonra savaşa katıl”dedi. Adam Müslüman oldu, savaşa katıldı ve öldürüldü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun hakkında:
Az bir amelde bulundu fackat çok şey kazandı!”buyurdu.
Buhari, Cihâd 1.3; Müslim, İmâret 144, (1900).
994 – Râşid İbnu Sa’d, ashaba mensup birinden naklen anlatıyor: “Bir zât Resûlullah’a gelip: “Ey Allah’ın Resûlü, niye şehid dışında kalan mü’minler kabirde imtihan edilirler?” diye sordu. Resûlullah şu cevabı verdi: “Şehidin ölüm anında tepesinin üstünde kılıç parıltısını hissetmesi imtihan olarak ona kâfidir.”
Nesâî, Cenâiz 112.
995 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Şehidin ölüm (darbesinden) duyduğu ızdırab sizden birinin çimdikten duyduğu ızdırap kadardır.”
Tirmizî, Fedâilu’1-Cihâd 26, (1668).
996 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Rabbimiz, Allah yolunda savaşan şu kimseye taaccüb etmiştir: Arkadaşları hezimete uğra(yıp kaçmış)tır. Ancak O, (kaçmanın haram olduğunu düşünerek) kendisine düşen sorumluluğun idrakiyle geri dönerek, öldürülünceye kadar düşmanla çarpışmıştır. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah, meleklere (iftiharla) şöyle der: “Şu kuluma bakın, benim nezdimde olan mükâfaatı) düşünüp katımda olan (cezâdan) korkarak geri döndü, öldürülünceye kadar savaştı.”
Ebu Dâvud, Cihâd 38, (2536).
Abdü’l-Habîr İbnu Kays İbni Sabit İbni Kays İbni Şemmâs an ebîhi an ceddihi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Ümmü Hâlid adında bir kadın yüzü örtülü olduğu halde gelerek Allah yolunda öldürülmüş olan oğlu hakkında sormak istedi. Ashab’tan biri kadına: “Sen, yüzü örtülü olduğun halde gelip oğlundan mı soracaksın?” dedi. Kadın: Oğlumu kaybetti isem de hayamı kaybetmedim” dedi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadına:
” Oğlun iki şehid mükâfatı elde etmiştir!” dedi. kadın:
“- Bunun sebebi nedir, ey Allah’ın Resûlü?” diye sorunca şu cevabı verdi:
” Çünkü onu Ehl-i Kitap öldürdü!”
Ebu Dâvud, Cihâd 8, (2488).
997 – Sehl İbnu Huneyf (radıyallahu anh) anlatıyor:, “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Kim sıdk ile Allah’tan şehid olmayı taleb ederse, Allah onu şehidlerin derecesine ulaştırır, yatağında ölmüş bile olsa” buyurdu.”
Müslim, Cihâd 156, 157, (1908, 1909); Ebu Dâvud,Salât 361, (1520); Tirmizî, Fedâilu’1-Cihâd 19, (1653); Nesâî-Gihâd 36, (6, 36); İbnu Mâce, Cihâd 15, (2797).
998 – Ebu Mâlik el-Eş’ârî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
“Kim Allah yolunda evinden ayrılır, sonra da öldürülür, yahut atı veya devesi (yere atıp) boynunu kırar veya bir zehirli sokar veya yatağında ölür ise, Allah’ın dilediği hangi musibetle ölmüş olursa olsun şehit olarak ölür.”
Ebu Davud, Cihâd 15, (2499).
999 – Ebu Dâvud’un bir diğer rivayetinde geldiğine göre, “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a: “Ey Allah’ın Resûlü, kim cennete gidecek?” diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: “Peygamber cennetliktir, şehid cennetliktir, çocuk(ken ölen) cennetliktir, diri diri gömülen çocuk cennetliktir.”
Ebu Dâvud, Cihâd 27, (2521).
1000 – Ebu’n-Nasr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud şehidlerine uğradı ve: “İşte bunlar var ya, bunlar için şehadet ederim” dedi. Ebu Bekir (radıyallahu anh): “Ey Allah’ın Resûlü biz onların kardeşleri değil miyiz? Onlar nasıl Müslüman oldularsa biz de Müslüman olduk, onların cihad etmeleri gibi biz de cihad ediyoruz!” dedi. Resûlullah şu cevabı verdi:
” Evet (söylediğiniz hususlar doğru), ancak benden sonra ne gibi bid’alar çıkaracağınızı bilemiyorum.”
Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ağladı, ağladı ve sonra:
“- Yani biz senden sonraya mı kalacağız? (diye eseflendi).”
Muvatta, Cihâd 32, (2, 461-62).
CİHADIN VACİB OLUŞU VE CİHADA TEŞVİK EDEN HADİSLER
1001 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Emîriniz, fâzıl veya fâcir her nasıl olursa olsun, (onun emri altında) cihad etmeniz size farzdır. Keza, namazı da fâzıl veya fâcir ve hatta kebâir işlemiş bile olsa her Müslümanın, arkasında kılması bütün Müslümanlara farzdır.”
Ebu Dâvud, Cihâd 35, (2533).
1002 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.”
Ebu Dâvud, Cihâd 18, 2504); Nesâî,Cihâd 1, (6, 7).
1003 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm.) Mekke’nin fethi günü buyurdular ki:
“Artık bu fetihten sonra hicret yoktur. Fakat cihâd ve niyyet vardır. Öyleyse askere çağrıldığınız zaman hemen silah altına koşun!”
Buharî, Cihâd 1, 27, 194, Cizye 22, Hacc 43, Cezâu’s-Sayd 10; Müslim, İmâret 85, (1353), Hacc 445, (1353); Tirmizî, Siyer 33, (1590); Nesâî, Cihâd 15, (7,146); Ebu Dâvud, Cihad 64, (2480).
1004 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur.”
İbnu’l-Mübârek der ki: “Biz bunun Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in sağlığına has bir keyfıyet olduğuna hükmetmiştik.”
Müslim, İmâret 158, (1910); Ebu Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâî, Gihâd 2, (6, 8).
1005 – Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kim bizzat gazveye katılmaz veya bir gaziyi techiz etmez veya bir gazinin ailesini hayırlı bir şekilde himaye etmez ise, Allah kıyamet gününden önce ona hiç beklemediği bir musibet ulaştırır.”
Ebu Dâvud, Cihâd 18, (2503).
1006 – Ebu’n-Nadr merhum Abdullah İbnu Ebî Evfâ (radıyallahu anh)’dan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: “Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan afıyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesindedir.”
En sonda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerini şöyle tamamladı:
“Ey Kitab’ı indiren, bulutları yürüten, (Hendek Savaşı’nda düşman müttefikler olan) Ahzâb’ı hezimete uğratan Rabbimiz, bunları da hezimete uğrat ve onlar karşısında bize yardım et”.
Buharî, Cihâd 156, 22, 32,112, Temennî 8; Müslim, Cihâd 20, (1742), Ebu Dâvud, Cihâd 98, (2631).
1007 – Seleme İbnu Nüfeyl el-Kindî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Ümmetimden bir grup, hak yolunda mücadeleye (hiç ara vermeden) devam edecek, Allah da, onlar(la mücâdele sebebi) ile bazı kavimlerin kalplerini saptıracak ve bunlardan (alınanlarla) onların rızkını sağlayacaktır, bu hal kıyamet gününe, Allah’ın va’dinin gelme anına kadar devam edecektir. Atın, kıyamete kadar alnında hayır bağlıdır. Rabbim bana, aranızda kalıcı değil, gidici olduğumu, ruhumu kabzedeceğini, sizin de beni, (birbirinizin boynunu vuran gruplar olarak) takib edeceğinizi bildirdi. Sakın birbirinizin boynunu vurmayın. Mü’minlerin (fitne sırasında emniyette olacakları) asıl yerleri Şam’dır.”
Nesâî, Hayl 1, (6, 214-215).
CİHAD’IN ÂDÂBI
1008 – Hz.Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazve yaptığı zaman:
“Ey Rabbim sen benim destekcim ve yardımcımsın. Senin sayende çâre düşünür, senin sayende saldırır, senin sayende mukâtele ederim” derdi.
Tirmizî, Da’avât 132, (35, 781; Ebu Dâvud, Cihâd 99, (2632).
1009 – İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve askerleri (sefer sırasında) tepeleri tırmandıkça tekbir getirirler, inişe geçince de tesbihte bulunurlardı. Namaz dahi buna göre vazedildi.”
Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2595).
1010 – Seleme İbnu’l-Ekvâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gazve sırasında başımıza Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)’i komutan tayin etti. Bu seferde müşriklerden bir gruba gece baskını yaptık. Onlardan çokça öldürüldü. Ben kendi elimle yedi kişi öldürdüm. Bunlar, farklı âilelerdendi. O gün parolamız: “Ey Mansur (yardım gören) öldür, öldür!” idi.”
Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2596),102, (2638).
1011 – Mühelleb İbnu Ebî Sufre (rahimehullah) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı dinleyen birisinden, Efendimiz’in şöyle söylediğini naklediyor: “Düşman size gece baskını yaparsa Ha-mim La yunsarûn deyin.”
Tirmizî, Cihâd 11, (1682); Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2597).
1012 – Ka’b İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazveye çıkmaya karar verdiği zaman, şaşırtarak başka bir zan uyandırır ve: “Harb bir hiledir” derdi.”
Ebu Dâvud Cihad 101, (2637); Buharî, Cihad 157; Müslim, Cihâd 18, (1740).
1013 – Muâz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
Gazve iki çeşittir: Birincisi kişinin Allah’ın rızasını aramak için yaptığı gazvedir. Bu maksadla gazve yapan imama da itaat eder, en kıymetli şeyini harcar, ortağına kolaylık gösterir, fesaddan kaçınır. Bunun uykusu da uyanıklığı da tamamen kendisi için ücret olur. Bir de övünmek, riyâkârlıkta bulunmak ve kendini satmak için savaşan, imama isyan eden, arzda fesad çıkaran kimse vardır. Böyle gazveden asgarî ücreti bile elde edemez.”
Ebu Dâvud, Cihad 25, (2515); Nesâî, Cihad 46, (6, 49); Muvatta Cihad 18 (2, 466).
1014 – Kays İbnu Abbâd anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashabı (radıyallahu anhüm) savaş sırasında ses çıkarmayı sevmezlerdi.”
Ebu Dâvud, Cihad 112, (2656).
1015 – Ebu’d-Derdâ (radıyallahu anh)’nın anlattığına göre, cihâda giderken, yola çıkıp, halkın geçeceği yere durarak, herkese duyuracak şekilde şöyle bağırırmış: “Ey insanlar: Kimin üzerinde bir borç olduğu halde, cihada katılır ve bilirse ki, öldüğü takdirde bu borç ödenmeyecektir, hemen geri dönsün, sakın peşime takılmasın. Zîra, o, bu haliyle cihâdın karşılığını alamaz.”
Rezîn’in ilavesidir.
CİHADA NİYETTE SIDK VE İHLAS
1016 – Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e, şecaat olsun diye veya hamiyyet (kavmi, ailesi,dostu) için veya gösteriş için mukâtele eden kimseler hakkında sorularak bunlardan hangisi “Allah yolunda”dır? dendi. Resûlullah: “Kim, Allah’ın kelamı yücelsin diye mukâtele ederse, o Allah yolundadır” diye cevap verdi.”
Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149,(1904); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783).
1017 – EbuHüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam gelerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e: “Ey Allah’ın Resûlü, bir kimse Allah yolunda cihad arzu ettiği halde bir de dünyalık isterse durumu nedir?” diye sordu. Şu cevabı verdi: “Ona hiçbir sevab yoktur!” Adam aynı soruyu üç sefer tekrar etti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da her seferinde: “Ona sevab yoktur!” diye cevap verdi.”
Ebu Dâvud, Cihâd 25, (2516).
1018 – Şeddâd İbnu’l-Hâd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir bedevî gelerek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a iman etti. Sonra da sordu: “Seninle hicret edeyim mi?” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu ashabından birine teslim edip meşgul olmasını söyledi. Sonra yapılan gazvede Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir miktar ganimet elde etmişti. Bunu taksim etti ve bedevîye de bir pay ayırdı. Bedevî: “Bu nedir?” diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu payı sana ayırdım” dedi. Adam: “Ben bunun için sana tâbi olmuş değilim, ben -eli ile boğazını göstererek- şuraya bir ok atılıp ölmem ve cennete gitmem için sana tâbi oldum” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: “Sen Allah’a sâdık oldun mu o da sana sâdık olur (dilediğini verir)” dedi.
Askerler bir müddet durdular. Sonra düşmanla mukâtele etmek üzere kalktılar. Adamcağızı, az sonra sırtlayıp Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e getirdiler. Tam gösterdiği yere bir ok isabet etmiş ve ölmüştü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Bu, o adam mı?” diye sordu:
“Evet, odur!” dediler.
“Öyleyse o Allah’a doğru söyleyip sadâkat gösterdi, Allah da ona sadâkat gösterdi” dedi.
Adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vessselâm)’ın cübbesi ile kefenlendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenazeyi öne çıkardı, üzerine namaz kıldı. Okuduğu duadan işitilenler arasında şu da vardı: “Ey Allahım, bu senin bir kulundur. Senin yolunda hicret etmek üzere memleketinden ayrıldı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şâhidlik ediyorum.”
Nesâî, Cenâiz 61, (4, 60, 61).
1019 – Abdurrahman İbnu Ebî Ukbe, babasından naklediyor. Babası İran asıllı bir azadlı idi. Der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Uhud Savaşı’na katıldım. Müşriklerden bir adama darbeyi indirdim ve: “Al, bu sana benden, ben İranlı bir köleden!” dedim. (Sözlerimi işitmiş bulunan) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana doğru baktı ve: “Niye, ben Ensarî bir köleyim demedin? Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu o kavimden sayılır” dedi.
Ebu Dâvud, Edeb 121, 5/23; İbnu Mâce, Cihâd 13, (2784).Bu hadisin son cümlesi yani, ibaresi diğer kitaplarda da yer alır. Buharî, Ferâiz 24, Tirmizî, Menâkıb 85, (3897); Nesâî, Zekât 96, (5,106); Müslim, Zekat 133, (1059).
KITÂL VE GAZVE AHKÂMI
1020 – Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ordunun veya seriyyenin başına komutan tayin ettiği zaman, -hassaten komutana- Allah’a karşı muttaki olmasını, beraberindeki Müslümanlara da hayır tavsiye eder ve sonra şunları söylerdi:
“Allah’ın adıyla ve Allah’ın rızası için savaşın. Allah’ı inkâr eden kâfirlerle çarpışın. Gazâ edin fakat ganimete hıyanet etmeyin, haksızlıkda bulunmayın, ölülerin vücudlarına sataşıp burun ve kulaklarını kesmeyin, (önünüze çıkan) çocukları öldürmeyin!
Müşrik düşmanlarla karşılaşınca onları önce üç şeyden birine çağır: Bunlardan birine cevap verirlerse onlardan bunu kabul et ve artık dokunma!
Önce İslâm dâvet et. İcâbet ederlerse hemen kabul et ve elini onlardan çek. Sonra onları yurtlarından muhâcirler diyarına hicrete dâvet et.Ve onlara haber ver ki, eğer bunu yapacak olurlarsa Muhcacirler‚ va’dedilen bütün mükâfaat ve vecibeler aynen onlara da terettüp edecektir. Hicretten imtina edecek olurlarsa bilsinler ki, Müslüman bedevîler hükmündedirler ve Allah’ın mü’minler üzerine câri olan hükmü onlara icra edilecektir; ganimet ve fey’den kendilerine hiçbir pay ayrılmayacaktır. Müslümanlara birlikte cihâda katılırlarsa o hariç, (o zaman ganimete iştirak ederler.)
Bu şartlarda Müslüman olma teklifini kabul etmezlerse, onlardan cizye iste, müsbet cevap verirlerse hemen kabul et ve onları serbest bırak.
Budan da imtina ederlerse, onlara karşı Allah’tan yardım dile ve onlarla savaş. Bu durumda bir kale ahâlisini muhâsara ettiğinde onlar senden Allah ve Resûlü’nün ahd ve emânını talep ederlerse kabul etme: onlar için, kendine ve ashâbına ait bir emân tanı. Zira sizin kendi ahdinizi veya arkadaşlarınızın ahdini bozmanız, Allah’ın ve Resûlü’nün ahdini bozmaktan ehvendir.
Eğer bir kale ahalisini kuşattığında onlar, senden Allah’ın hükmünü tatbik etmeni isterlerse sakın onlara Allah’ın hükmünü tatbik etme, lakinkendi hükmünü tatbik et. Zira Allah’ın onlar hakkındaki hükmüne isâbet edip etmeyeceğini bilemezsin.”
Müslim, Cihâd 3, (1731); Tirmizî, Siyer 48, (1617), Diyât,14, (1408); Ebu Dâvud, Cihâd 90, (2612, 2613).
1021 – Abdullah İbnu Avn anlatıyor: “Nâfı’ye yazarak savaştan önce (müşrikleri İslâm’a) davet etme hususunda sordum. Şu cevabı verdi: “Bu İslâm’ın başında idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Müstalik’e ani baskın yaptı. Adamları gâfıldi, hayvanları su kenarında sulanmakta idi. Savaşabilecekleri öldürdü, kadın ve çocuklarını da esir etti. O gün Cüveyriye (radıyallahu anhâ) validemizi esir almıştı.
Bunu bana Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) rivayet etti. Abdullah bu orduya asker olarak katılmıştı.”
Buharî, Itk 13; Müslim, Cihâd 1, (1730); Ebu Dâvud, Cihâd 100, (2633).
1022 – Ebu Mûsa (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ashâbından birini herhangi bir iş için gönderince şu tenbihte bulunurdu; “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın zorlaştırmayın.”
Müslim, Cihâd, (1732).
1023 – Semure İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Müşriklerin yaşlılarını öldürün, fakat tıfıllarına (şerh) yani henüz tüyü çıkmayanlara dokunmayın.”
Ebu Dâvud, Cihâd 121, (2670); Tirmizî, Siyer 28, ( 1583).
1024 – İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın katıldığı gazvelerden birinde öldürülmüş bir kadın bulundu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine kadınları ve çocukları öldürmeyi yasakladı.”
Buharî, Cihâd 147,148; Müslim, Gihâd 24, (1744); Muvatta 3, (2, 447); Tirmizî, Gihâd 19, (1569); Ebu Dâvud, Gihâd 34, (1667); İbnu Mâce, 30, (2841).
1025 – Nu’mân İbnu Mukarrin. (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birçok gazvelere katıldım. (Şunu gördüm): Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), şafak sökünce, güneş doğuncaya kadar mukâteleyi durdururdu. Güneş doğunca öğle vaktine kadar tekrar mukâteleye geçerdi. Tam öğle vaktinde mukâteleyi durdurur, güneş batıya meyledinceye kadar ara verirdi. Meyledince, ikindi vaktine kadar mukâtele eder, ikindi vaktinde ikindi namazını kılıncaya kadar ara verir, sonra tekrar mukateleye geçerdi. (Ashab) derdi ki: “Bu vakitte (yani güneşin zevali vaktinde) yardım rüzgârları eser, mü’minler namazlarında orduları için dua ederler.”
Tirmizî, Siyer 46, (1612); Ebu Dâvud, Cihâd 111, (2655); Buharî, Cizye 1.
1026 – Hz. Enes (radıyallahu anh): “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), sabah vakti baskın yapardı. (Yaklaştığı yerleşim bölgesine) kulak kabartır, (ezan okunup okunmadığını kontrol eder) ezan sesi işitecek olursa durur, işitmezse saldırıya geçerdi.”
Müslim, Salât 9, (382). Tirmizî, (Siyer 48, (1618); Ebu Dâvud, Cihâd 100, (2634).
1027 – İsâm el-Müzenî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ordu veya seriyye yola çıkardığı zaman, askerlere şunu tenbihlerdi: “Bir mecsid görür veya müezzini işitirseniz, orada kimseyi öldürmeyin.”
Ebu Dâvud, Cihâd 100, (2635); Tirmizî, Siyer 2, (1549).
1028 – El-Hâriss İbnu Müslim İbni’l-.Hâris babasından Müslim İbnü’l-Hâris (radıyallahu anh)]’den naklediyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizi bir seriyye ile gazveye gönderdi. Baskın mahalline vardığımız zaman, atını hızlandırdım ve arkadaşlarımı geçtim. Köy halkı beni imdât çığlıklarıyla karşıladı. Ben onlara: Lâilâhe illallah deyip kendinizi koruyun dedim. Öyle yaptılar. Arkadaşlarım beni bu davranışım sebebiyle “Ganimeti bize haram ettin” diyerek ayıpladılar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına dönünce, yaptığımı ona haber verdiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni çağırttı. Yanına varınca davranışımdan dolayı takdir etti ve: “Bilesin, Allah (celle celaluhu) senin için, o kurtardığın insanlardan her birisi sebebiyle şu kadar sevab yazmıştır” buyurdu. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vessselâm) bana: “Sana kendimden sonra bir tavsiye yazacağım”dedi ve yazıp, üzerini mühürleyip bana verdi.”
Ebu Dâvud Edeb 110, (5080).
1029 – Cündeb İbnu Mekîs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) benim de katıldığım bir seriyye gönderdi. Orduya Benu’l-Mülevvah kabilesine baskın yapılması talimâtını verdi. Yola çıktık. Kedîd nâm mevkiye geldiğimiz zaman el-Hâris İbnu’l-Bersâ el-Leysî ile karşılaştık. Onu yakaladık. Bize:
“- Ben Müslüman olmak arzusuyla geliyordum. Memleketten de Resûlullah ( aleyhissalâtu vesselâm)’a gitmek düşüncesiyle ayrılmıştım” dedi. Kendisine:
“- Eğer Müslümansan bizim sana bir gün bir gecelik bağımız zarar vermez, dediğin gibi değilsen sana karşı tedbirimizi tam yapmış oluruz” dedik ve bağlarını daha bir sıkıladık.”
Ebu Dâvud, İmâret 137, (1896).
1030 – Ebü Said (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Lihyan kabilesine bir askerî birlik göndermeye karar vermişti: “Her iki kişiden biri atılsın, sevapta ortak olacaklar” buyurdu.
Müslim, İmâret,1896.
ALLAH YOLUNDA CİHADIN FAZİLETİ
6807 – Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah yolunda cihad eden kimse Allah’ın şu garantisi altındadır: “Allah onu ya mağfiret ve rahmetine dahil eder (şehit olur), yahud sevap ve ganimetle sağ salim geri çevirir. Allah yolunda cihad eden kimsenin misali, hiç ara vermeden geceleri hep namaz kılan, gündüzleri de hep oruç tutan kimse gibidir. Bu hal evine dönünceye kadar böyledir.”
BİR GAZİYİ TEÇHİZ ETMENİN FAZİLETİ
6808 – Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: “Kim Allah yolunda cihad eden bir gaziyi tam olarak teçhiz ederse, o gazi ölünceye veya savaştan dönünceye kadar sevabına iştirak eder.”
ALLAH YOLUNDA NAFAKANIN FAZİLETİ
6809 – Hz. Ali, Ebu’d-Derda, Ebu Hureyre, Ebu Ümâme, Abdullah İbnu Ömer, Abdullah İbni Amr, Hz. Câbir, İmran İbnu Husayn radıyallahu anhüm ecmain anlatmışlardır: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim evinde oturduğu halde; Allah yolunda (cihad edenlere) bir nafaka gönderecek olursa, ona her bir dirhem karşılığında yediyüz dirhem (sevabı) vardır. Kim de Allah yolunda bizzat cihad eder ve bu yolda mal harcarsa, ona da herbir dirhem için yediyüzbin dirhem (sevabı) vardır.”
Resülullah aleyhissalâtu vesselâm sözlerini şu ayetle tamamladı: “Ve Allah dilediğine kat kat sevap verir” (Bakara 26l).
ALLAH YOLUNDA RİBAT
6810 – Abdullah İbnu’z-Zübeyr radıyallahu anh anlatıyor: “Osman İbnu Affân radıyallahu anh bir hitabesinde şöyle dediler: “Ey insanlar! Ben Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’dan bir hadis işitmiştim. Size ve arkadaşlığınıza olan düşkünlüğüm (yani bu hadisi duyunca beni terkederek hep cephelere koşacağınız endişem) bunu şimdiye kadar rivayetime mani oldu. (Şimdi rivayet ediyorum. Artık) dileyen kendisine ribâtı (Allah yoluna bezli) seçsin, dileyen de bıraksın. Efendimiz buyurmuştu ki: “Kim Allah Subhanehu yolunda bir gece ribât (yani hududda ve tehlikeli yerde düşmana karşı bekleme)de bulunursa, o tek gecesi bin günlük gece namazına ve bin günlük gündüz orucuna bedel olur.”
6811 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim Allah yolunda murâbıt olarak ölürse, kendisine, yapmakta olduğu salih amellerin ücreti (sanki ölmemiş gibi Kıyamet gününe kadar verilir), rızkı da mütemadiyen verilir, kabirdeki hesaba çekicilerden emin olur. Allah Teâla hazretleri onu, Kıyamet günü cehennem korkusundan emin olarak diriltir.”
6812 – Übey İbnu Ka’b radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah rızası için Ramazan ayı dışında müslümanların avreti gerisinde (yani düşmanların gelmesinden korkulan tehlikeli cephede), sevap umuduyla bir günlük ribât, sevap yönüyle yüz yıllık oruçlu, namazlı ibadetten hayırlıdır. Müslümanların avreti gerisinde, ramazan ayında Allah rızası için bir günlük ribât Allah indinde, orucuyla namazıyla bin yıllık ibadetten daha hayırlı, sevabca daha büyüktür. Eğer Allah onu sağ-salim ailesine kavuşturursa, bin yıl ona bir tek günah yazılmaz, sadece haseneleri yazılır ve kendisine Kıyamete kadar ribât sevabı akıtılır.”
ALLAH YOLUNDA NÖBET
6813 – Ukbe İbnu Âmir el-Cüheni radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah askerlerin nöbetini tutan kimseye rahmet eylesin (veya eylemiştir).”
6814 – Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah yolunda bir gece nöbetcilik, bir adamın ailesi içinde bin yılda kılacağı namaz ve tutacağı oruçtan daha hayırlıdır, (bu zikredilen) yıl üçyüzaltmış gündür ve bir gün bin yıl gibidir.”
CİHADA ÇIKMAK
6815 – İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cihada çağırıldığınız zaman cihada koşun.”
6816 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissaIatu vesselâm buyurdular ki: “Allah yolunda kim tek bir yürüyüş yapsa, kendisine isabet eden toz, Kıyamet günü mislince misk olur.”
DENİZ GAZVESİNİN FAZİLETİ
6817 – Ebu’d Derda radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Denizde yapılan bir gazve (savaş), sevapça karada yapılan on gazveye bedeldir.”
DEYLEM’İN FETHİ VE KAZVİNİN FAZİLETi
6818 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Dünyanın ömründen bir tek gün bile kalmış olsa, Ehl-i Beyt’imden bir adam melik oluncaya ve Deylem dağına ve Konstantiniyye’ye (İstanbul’a) malik oluncaya kadar Allah, o günü uzatacaktır.”
6819 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: “Dünyanın etrafını fethetmek sizlere nasib kılınacak ve Kazvin denilen bir şehir size fethedilecektir. Sizden kim bu gazveye kırk gün =veya kırk gece iştirak ederse, ona cennette üzerinde yeşil zeberced taşı bulunan altından mamul bir sütun verilecektir. Bu sütun üzerinde, kırmızı yakut taşlarından mamul bir kubbe (köşk) vardır. O kubbenin, altundan mamul yetmişbin kapısı vardır, her kapı kanadının başında (huru’Iiyn denilen) siyah gözlü bir zevce vardır.”
ALLAH YOLUNDA CİHAD İÇİN AT BESLEMENiN FAZİLETİ
6820 – Temimu’d Dâri radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam’ı işittim, buyurdular ki: “Allah yolunda kim bir at (edinip) bağlar, kendi eliyle yemini verirse, yedirdiği her bir dâne için bir sevap vardır.”
ALLAH YOLUNDA ÇARPIŞMANIN FAZİLETİ
6821 – Hz. Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Ben bir harbe katıldım. Abdullah İbnu Ravâha şöyle demişti : “Ey nefsim ! Seni cennet(e sokacak olan mukatele)den hoşlanmıyor görüyorum. Allah’a yemin ederim ki sen istesen de istemesen de savaşacaksın!”
6822 – Amr İbnu Abese radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam’a gelip: “Ey Allah’ın Resulü! Cihadın hangisi en faziletlidir?” dedim. “Kanı dökülen ve iyi cins atı yaralanan mücahid(in cihadı en faziletli cihaddır)” buyurdular.”
6823 – Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah yolunda yaralanan hiçbir yaralı yoktur ki -ancak kimin O’nun yolunda yaralandığını Allah bilir- Kıyamet günü, yarası, yaralandığı gündeki şekliyle getirilmiş olmasın: Kanı kan renginde, kokusu misk kokusunda olarak.”
ALLAH YOLUNDA ŞEHİD OLMANIN FAZİLETİ
6824 – Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam’ın yanında şehitlerden bahsedilmişti. Şöyle buyurdular: “Yeryüzü şehidlerin kanından kurumadan önce, onu, hurilerden iki karısı, emzikli yavrularını çöl bir arazide kaybedip âniden bulan anne heyecanıyla, her birinin elinde -dünya ve içindekilerden daha değerli- birer takım elbise olduğu halde karşılarlar.”
SİLAH
6825 – Sa’ib İbnu Yezid radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resülullah aleyhissâlatu vesselam Uhud günü iki zırh giydi. Aleyhissalatu vesselâm sanki ikisini de üst üste giymişti.”
6826 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Mugire İbnu Şu’be radıyallahu anh, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’la gazveye çıktığı vakit, beraberinde bir mızrak taşırdı. Dönüşünde mızrağını atardı, ta ki onu, kendisi için bir başkası taşıyıversin. Ali ona: “Senin bu yaptığını Resülullah ‘a haber vereceğim!” dedi (ve haber verdi). Aleyhissalatu vesselâm Mugire’ye: “Öyle yapma! Eğer yaparsan yere attığın mızrak, yitik mal olarak kaldırılmaz, (alan onu temellük eder)” dedi. “
SİLAH YERLİ OLMALI
6827 – Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’ın elinde bir arabi yay vardı. Aleyhissalâtu vesselâm o sırada elinde farisi bir yay olan bir adam görmüştü: “Bu nedir? At onu!” buyurdular ve devamla: “Sizin şunu ve şunun benzerleri ile (el-kanâ denen) mızrakları edinmeniz gerekir. Çünkü Allah Teâla hazretleri, sizin için dini bunlarla güçlendirecek ve size muhtelif beldeler(in fethini) müyesser kılacaktır” buyurdular.”
ALLAH YOLUNDA ATMAK
6828 – İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam (bir defasında) ok atmakta olan (Eslem kabilesinden) bir gruba rastlamıştı, (onları takdiren): “Ey İsmailoğulları! Atmaya devam edin. Sizin atalarınız da (çok iyi) atıcılardı” buyurdular.”
SAVAŞ SIRASINDA ALIM-SATIM
6829 – Harice İbnu Zeyd radıyallahu anhüma anlatıyor: “Bir adamın, babam (Zeyd İbnu Sâbit)ten gazveye çıkıp, gazve sırasında alış-veriş ve ticaret yapan kimse hakkında sorduğuna şahit oldum. Babam ona şu cevabı vermişti:
“Biz Resülullah aleyhissalatu vesselâm ile Tebük (seferin)de iken alıyor, satıyorduk. Resulullah bizi gördüğü halde yasaklamamıştı.”
6830 – Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam, Eksem İbnu’l-Cevn el-Huzâ’î’ye: “Ey Eksem! Kendi kavminden olmayanlarla birlikte {kâfrlere karşı) savaş ki huyun güzelleşsin ve arkadaşlarının yanında kıymetin olsun. Ey Eksem! (Yolculuk sırasında) arkadaşların en hayırlısı (sayıca) dört olandır. Askeri birliğin en hayırlısı, (miktarı) dörtyüz olandır. Ordunun en hayırlısı dörtbin olandır. Onikibin kişilik ordu, sayı azlığı sebebiyle mağlub olmaz.”
MÜBAREZE (TEKE TEK SAVAŞ) VE SELEB
6831 – Seleme İbnu’l-Ekvâ’ anlatıyor: “Bir adamla teke tek vuruştum ve herifi geberttim. Onun selebini (eşyalarını) Resülullah aleyhissalâtu vesselâm bana verdi.”
6832 – Semüre İbnu Cündeb radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: “Kim bir kâfiri öldürürse seleb’i onundur” buyurdular.”
GULÜL (GANİMETTEN ÇALMA)
6833 – Ubâde İbnu’s-Sâmit radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm Huneyn günü bize, ganimet malından bir devenin yanında namaz kıldırdı. Namazdan sonra deveden bir parça yün alıp onu iki parmağı arasına koydu sonra: “Ey insanlar! buyurdu. Şu yün parçası bile sizin ganimetlerinizdendir. Bir iplik, bir iğne, bundan daha değerli, daha değersiz bile olsa buraya getirin. Zira (getirmemek gulüldür yani hırsızlık); gulül ise, Kıyamet günü yapan için ardır, ayıptır, ateştir.”
NEFEL (GANiMETTEN AYRI OLARAK VERİLEN PARA)
6834 – Amr İbnu Şu’ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’dan sonra nefel (yani mücahide ganimetteki hissesinden başka bir şey) yoktur.Müslümanların kuvvetli olanları (kazandıklarından) zayıf olanlara verirler. “
(Ravilerden) Recâ demiştir ki: “Süleyman İbnu Musa’nın şöyle söylediğini işittim: “Mekhül bana Habib İbnu Mesleme’den rivayeten dedi ki: “Resülullah savaşa giderken (askerlerden bazılarına diğerlerinden fazla olarak) dörtte bir ve savaş dönüşünde üçte bir nisbetinde nefel (denen ziyade bir ikram)da bulundu.” Bunun üzerine Amr: “Ben sana babam vasıtasıyla (sahabi olan) dedemden rivayet ediyorum, sen ise Mekhül’den hadis rivayet ediyorsun” demiştir.”
DEVLET BAŞKANININ SAVAŞA YOLLADIĞI ORDUYA TAVSİYESİ
6835 – Safvan İbnu Assâl radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm beni seriyyede savaşa gönderdi. (Yola çıkarken) şu talimatı verdiler: “Allah’ın adıyla, Allah yolunda yürüyün. Allah’ı inkâr edenlerle savaşın. İşkence yapmayın, (ahidde bulunduğunuz taktirde) ahdinizi bozmayın, çocukları öldürmeyin.”
ALLAH’A İSYANDA KULA İTAAT YOK
6836 – Ebu Said radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselam Alkame İbnu Mücezzez radıyallahu anh’ı, benim de içinde bulunduğum bir askeri birliğin başında savaşa gönderdi. Kumandan gazvesinin başına geçince veya yolda belli bir yere varınca, askerlerden bir grup, kendisinden (ayrı gitmek) hususunda izin istedi. Onlara izin verdi. Başlarına Abdullah İbnu Huzafe İbnu Kays es-Sehmi’yi sorumlu tayin etti. Ben onunla savaşanlar içerisinde idim. Yolun bir yerine gelmiştik, (mola sırasında) askerlerden bazıları ısınmak veya üzerinde (yemek) yapmak maksadıyla bir ateş yaktılar. Komutanımız Abdullah -ki şakacı birisiydi- “sizin üzerinizde itaat edilmek ve sözü dinlenmek hakkım yok mu?”diye sordu. Askerler: “Elbette var!” dediler. “Öyleyse, dedi ne emredersem yapacaksınız değil mi?” Askerler yine: “Elbette!” dediler. Bunun üzerine komutan: “Şu halde size, şu ateşe atılmayı emrediyorum” dedi. Askerlerin birkısmı kalkıp emri yerine getirmeye hazırlandılar. Abdullah, onların ateşe atılacaklarına inanınca: “Kendinizi tutun, ben size şaka yapmıştım” dedi.
Medine’ye dönünce, bu hadiseyi Resûlullah aleyhissalâtu vesselam’a anlattılar. Efendimiz şöyle buyurdular: “Onlardan (yani başınızdakilerden) kim size Allah’a isyanı emrederse ona itaat etmeyin.”
BİATA VEFA GEREKİR
6837 – Ebu Saidi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bilesiniz, Kıyamet günü ahdini tutmayan her vefasıza vefasızlığının derecesine uygun bir bayrak dikilecek (böylece vefasızlığı teşhir edilecek)tir.”
CİHADA MÜTEALLİK HADİSLER
1042 – Abdullah İbnu Amr İbnu’l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aeyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah yolunda cihada çıkıp gazve yapan selamete erip ganimetle dönen her ordu ve her seriyye ahirette elde edeceği mükâfaatın üçte ikisine dünyada kavuşmuş olur. Hiçbir ganimet elde edemeyen, korku geçiren ve musibetlere mâruz kalan her ordu ve her seriyye ise (ahirette) tam ücrete erer. “
Müslim İmâret 153, (1906); Ebu Dâvud; Cihâd 13, (2785); Nesâî,15, (6,17,18); İbnu Mâce, Cihâd 13,(2785).
1043 – Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz bir gazvede Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraberdik, bir ara şöyle buyurdular: “Medine’de kalan öyleleri var ki, kateddiğiniz her mesafe ve geçtiğiniz her vâdide ayrıca sizinle berabermiş gibi sevabınıza eksiksiz ortak oluyorlar. Bunlar, (cihada katılmayı cânu gönülden arzulayıp da) özürleri sebebiyle orada kalanlardır.” Bu rivayeti Buhârî ve Ebu Dâvud, Hz. Enes (radıyallahu anh)’ten tahric etmişlerdir.
Müslim, İmâret 159, (1911).
1044 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı işittim şöyle diyordu: “Zincirlere bağlı olarak cennete sevkedilen bir zümrenin haline Rabbimiz taccüb (hayret) etti.”
Ebu Dâvud: “Harp esiri yakalanır, zincire vurulur sonra da Müslüman olur” diyerek açıklamıştır.
Buharı, Cihâd 144; Ebu Dâvud, Cihâd 124, (2677).
1045 – Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) hazretlerinin anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “İmam bir perdedir, onunla birlikte (düşmana karşı) savaş yapılır.”
Buhârî, Cihâd,109, Ahkâm 1; Müslim, İmâret 43, 1841), Ebu Dâvud, Cihâd 163, (2757); Nesâî, Büyû 30, (7,155).
1046 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Eslem kabilesinden bir genç: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben gazveye katılmak istiyorum, ancak gazve için gerekli techizâtı temin edecek malım yok!” dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
“Öyleyse falancaya git. O hazırlık yapmıştı ama hastalandı (gelemeyecek)” dedi. Genç o adama gidip:
“- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sana selamı var, cihâd için hazırladığın techizâtı bana vermeni söyledi” dedi. Adam, ismen çağırarak hanımına:
“- Hanım! cihad için hazırladığım teçhizâtı şu gence ver, onlardan hiçbir şeyi alıkoyup esirgeme, Allah’a kasem olsun, esirgemeden her ne verirsen hakkında mübârek kılınır” dedi.”
Müslim, İmâret 134, (1894); Ebu Dâvud, Cihâd 177, (2780).
1047 – Semure İbnu Cündeb (radıyallahu anh) (bir gün) dedi ki:”Emmâ ba’d, bilesiniz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) atlarımıza “Allah’ın atları” diye isim verdi. Bize, korktuğmuz zaman cemaat olmamızı, savaştığımız zaman da sabırlı ve sâkin olmamızı emrederdi.”
Ebu Dâvud, Cihâd 54, (2560).
1048 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “En hayırlı arkadaş (grubu) dört kişiliktir. En hayırlı askerî birlik dört yüz kişiliktir. En hayırlı ordu dört bin kişidir. On iki bin kişi, sayıca az diye mağlub edilemez.”
Ebu Dâvud, Cihâd 89, (2611); Tirmizî, Siyer 7, (1555); İbnu Mâce, Cihâd 25, (2827).
1049 – Ebu Talha (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir kavme galebe çalınca, (evler arasındaki) boş bir arsada üç gece ikâmet ederdi.”
Buharî, Cihad 185, Megâzî 7; Müslim, Cennet 78, (2875); Tirmizî, Siyer 3, (1551); Ebu Dâvüd, Cihâd 131, (2695).
1050 – İmrân İbnu’l-Husayn (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Sakif, Benî Ukayl’in müttefiki idi. Sakîfliler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashabından iki kişiyi esir ettiler. Buna mukabil Müslümanlar da Benî Ukayl’dan bir kişiyi esir ettiler, adamla birlikte Adbâ adlı deveyi de ele geçirdiler. Adam bağlı halde iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanına geldi. Adam:
“- Ey Muhammed!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
” Ne istiyorsun?” diye sordu:
“- Beni niye yakaladınız, hacıları geçene (yani Adbâ’ya) niye el koydunuz?” dedi:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) meseleyi büyütmek için:
“Seni müttefiklerin olan Sakifin cinayetinden dolayı yakaladım!” cevabını verdi, sonra oradan ayrılıp gitti. Adam tekrar seslenerek:
“- Ey Muhammed! Ey Muhammed” dedi. Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) merhametli ve nezâketli idi. Adama dönerek:
” Ne istiyorsun?” dedi. Adam:
“- Ben Müslümanım!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“- Sen bunu, daha önce, kendi umuruna mâlik iken söylemiş olsaydın, tamamiyle kurtulurdun” dedi ve adamdan uzaklaştı. Adam tekrar:
“- Ey Muhammed, ey Muhammed!” diye bağırdı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) geri gelerek:
“- Ne istiyorsun?” dedi. Adam:
“- Açım, doyur beni, susadım, su ver bana!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“- Hacetin bu mu?” dedi. Adam öbür iki kişiye mukabil fıdye yapıldı.”
Râvi İmrân sözüne şöyle devam etti: “Ensâr’dan bir kadın esir edildi.Adbâ dahi ele geçirildi. Kadın bağa vurulmuştu. Halk develerini evlerinin önünde dinlendiriyorlardı.
Bir akşam bu kadın ipten boşanarak develerin yanına geldi. Kadın deveye yaklaştı mı deve böğürüyordu. O da birini bırakıp öbürüne yaklaşıyordu. Sonunda Adbâ’ya yaklaştı. Bu böğürmedi.
Râvî der ki: “Bu pişkin bir deve idi” -bir rivayette: “O terbiyeden geçmiş bir deve idi” denmiştir. Ebu Dâvud’da: “Uysal bir deve” denmiştir. Kadın devenin arkasına bindi, hayvanı sürüp yola revân oldu.
Kadının kaçtığını hissettiler, arayıp taradılar, ama bulamadılar.Kadın, Allah kendisine kurtulma nasib ederse, deveyi Allah için kurban etmeyi adadı. Medine’ye gelince, halk onun kurtulduğunu görünce: “Adbâ, Resûlullah (aleyhisssalâtu vesselâm)’ın devesi!” diye bağrıştı. Kadın:
“- Ben nezretmişim. Allah beni kurtarırsa onu kurban edeceğim diye!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelip bu durumu haber verdiler. O:
“- Sübhânallah! Hayvancağıza ne kötü mühâfaat vermiş: Allah onu bunun üzerinde kurtarırsa o tutup bunu kesecek ha! Olacak şey mi? Hayır! Günah olan bir nezre uyulmaz, şahsen sâhip olmadığı bir şey üzerine yaptığı nezre de uymaz!” dedi.”
Müslim, Nüzür 8, (1641); Ebu Dâvud, Eymân 28, (3316).
1051 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Müşrikler, bir müşrikin cesedini parayla satın almak istediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun para ile satılmasına karşı çıktı.”
Tirmizî, Cihâd 35,(1715).
GANİMETLER VE FEY
1076 – Mücemmi’ İbnu Câriye el-Ensârî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Hudeybiye sulhünde hazır bulunduk. (Sulh yapılıp) oradan döndüğümüz zaman, halk, develerini hızlandırarak (bir yere birikmeye) başladılar. Biz hayretle: “Bu insanlara ne oluyor, (niçin hayvanlarını hızlandırıp bir yere üşüşüyorlar?)” diye sorduk.
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a vahiy gelmiş” dediler. Biz de, halkla birlikte harekete geçip develeri hızlandırdık. İlerleyince Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı Kura’u’l-Gamîm denen (Mekke ile Medine arasında Usfân’ın önünde bulanan) yerde bulduk. Devesinin üzerinde duruyordu. Halk toplanınca bize süresini tilâvet buyurdular.
Askerlerden biri: “Yani bu sulh bir fetih midir?” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Evet!” deyip ilaveten: “Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Zât’a yemin ederim bu bir fetihtir” buyurdu. Süre-i celileyi okumaya devam eden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vaadetmiştir. İman edenler için bir delil olması ve sizi doğru yola ulaştırması için bunları size hemen vermiş ve insanların size uzanan ellerini önlemiştir”meâlindeki âyete kadar (Fetih 20) okudu.
(Âyet-i kerimede işâret edilen âcil ganimetle) Hayber kastediliyordu. Buradan ayrılınca Hayber’e gazveye çıktık. (Elde edilen ganimet) Hudeybiye’ye katılanlara taksim edildi. Bunlar bin beş yüz kişi idi. Bunlardan üç yüzü süvâri idi. Ganimet on sekiz hisseye ayrıldı. Süvâri olana iki, yaya olana bir hisse verildi.”
Ebu Dâvud, Cihâd 155, (2736), Harâc 24, (3015).
1077 – Sehl İbnu Ebî Hasme (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber’i iki kısma ayırdı: Biri vukûa gelecek hâdiseler ve kendi ihtiyacı içindi, öbür kısmı da Müslümanlar arasında taksim etti. Bu kısmı on sekiz hisseye ayırdı.”
Ebu Dâvud, Harâc 24, (3010).
1078 – İbnu Şihâb der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber’i beşe taksim edip beşte birini aldıktan sonra geri kalanı, Hudeybiye Seferi’ne katılanlardan Hayber’e iştirak eden ve etmeyenler arasında taksim etti.”
Ebu Dâvud, Harâc 24, (3019).
1079 – İbnu’z Zübeyr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber (fethedildiği) sene, (babam) Zübeyr’e dört hisse ayırdı. Bir hisse Zübeyr için, bir hisse zilkurbâ ya giren Abdulmuttalib’in kızı ve Zübeyr’in annesi olan Safıyye (radıyallahu anhümâ)için, iki hisse de atı için.”
Nesâî, Hayl 17, (6, 228).
1080 – Haşrec İbnu Ziyâd’ın babaannesinden (radıyallahu anhâ) anlattığına göre, babaannesi (Ümmü Ziyâd el-Eşceiyye) Resûllulah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte altı kadından biri olarak Hayber Gazvesine katılır. Kadın der ki: “Bizim de iştirak ettiğimiz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a ulaşınca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bizi yanına çağırttı. Gittik. Yüzünde öfke okunuyordu. Bize: “Kiminle çıktınız, kimin izniyle çıktınız?” diye çıkıştı. Biz:
“Yün eğirip onunla Allah yolunda yardımcı oluruz. Okları (toplar gazilere) veririz, diye çıktık. Ayrıca yanımızda yaralıları tedavi için ilaç var, yemek de yaparız” dedik. Bunun üzerine: “Öyleyse kalın!” buyurdu.
Cenâb-ı Hakk Hayber’in fethini müyesser kılınca, bize de ganimetten, tıpkı erkeklere olduğu gibi pay ayırdı.”
Haşrec der ki:
“Ey babaanneciğim, bu verilen ne idi?” diye sordum.
“Hurma idi” diye cevap verdi.”
Ebu Dâvud, Cihâd 152, (2729).
1081 – Umeyr Mevlâ Âbî’l-Lahm (radıyallahu anh) anlatıyor: “Efendilerimle birlikte Hayber Gazvesi’ne katıldım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a benden bahsettiler ve benim köle olduğumu söylediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da bana kılıç kuşatmalarını emretti. Bana kılıç kuşatıldı. (Açıcak yaşça küçük olmam ve boyumun kısalığı sebebiyle) kılıcı yerde sürüyordum. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana ev eşyası verilmesini emretti. Delileri tedavi için okuduğum bir rukyeyi (afsunlama duası) (kontrol ettirmek için) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a arzettim. Bir kısmını atıp, diğer bir kısmını muhâfaza etmemi emretti.”
Tirmizî, Siyer 9, (1557); Ebu Dâvud, Cihad, (2730).İbnu Mâce, Cihâd 37, (2855).
1082 – Zührî anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisiyle birlikte savaşmış olan Yahudilerden bir gruba, ganimetten pay ayırdı.”
Tirnıizî, Siyer 10, (1558).
1083 – Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hayber’in fethinden sona bir grup Eş’arî ile Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına geldik. Ganimetten bize de pay vardı. Halbuki (Habeşistan’dan dönmüş olan) gemi arkadaşlarımız Ca’fer (radıyallahu anh) ve arkadaşları hâriç, Hayber Gazvesi’ne filen iştirak etmeyen kimseye pay ayırmamıştır.”
Ebu Dâvud, Cihad 151, (2725); Tirmizî, Siyer 10, (1559).
1084 – İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün -yani Bedir Savaşı günü kalkıp şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki Osman Allah’ın ve Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm)” nün rızasına uygun bir hizmet sebebiyle gelmiştir. Ben onun adına bey’at akdediyorum.” Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ganimetten hisse ayırdı. Savaşa katılmayan onun dışında kimseye hisse vermedi.”
Ebu Dâvud, Cihad 151, (2726).
1085 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hangi bir köye varır da orada ikâmet ederseniz, hisseniz oradadır. Hangi bir belde de Allah ve Resûlü’ne isyan ederse o beldenin beşte biri Allah ve Resûlü’ne aittir ve o (geri) kalan) da sizindir.”
Müslim, Cihâd 47, (1756); Ebu Dâvud, Harâc 29, (3036).
1086 – Râfi’ İbnu Hadîc (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ganimet taksiminde on keçiyi bir deveye bedel tutardı.”
Nesâî, Dahâyâ 15, (7, 221).
1087 – Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazveye gönderdiği kimselerden bâzılarına, umumî ganimet taksiminden düşecek hisseden ayrı olarak, şahıslarına ait olmak üzere (bir nevi armağan olmak üzere) fazladan ganimet verirdi.”
Buhârı, Hums 15, Meğâzî 57; Müslim, Cihâd 35, (1749); Muvatta, Cihâd 15, (2, 450); Ebu Dâvud, Cihâd 35, (2741-2746).
1088 – İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Bedir günü, Ebu Gehl’in kılıncını bana armağan etti. Ebu Cehl’i, İbnu Mes’ud öldürmüş idi.”
Ebu Dâvud, Cihâd 150, (2722).
1089 – Ebu’l-Cüveyriyye el-Cermî (rahimehullah) anlatıyor: “Rum diyarında içinde dinar bulunan kırmızı bir küp ele geçirdim. Bu sırada emîr, Hz. Muâviye (radıyallahu anh) idi. Başımızda da komutan olarak, Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashabından, Ma’n İbnu Yezid (radıyallahu anh) adında Benî Süleym’den biri vardı. Küpü ona getirdim. O altınları Müslümanlara taksim etti. Bana da, öbürlerine verdiği kadar bir pay verdi. Sonra da, “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın: ‘Nefî (armağan) ancak hums’tan sonra olur” dediğini işitmemiş olsaydım sana (daha fazla) verirdim” dedi. Sonra bana, kendi hissesinden bağışta bulundu.”
Ebu Dâvud, Cihâd 160, (2753, 2754).
1090 – Sa’d İbnu Ebî Vakkas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ben yanında otururken, bir grub insana ihsanda bulundu. Ancak onlardan benim daha çok hoşlandığım birine hiçbir şey vermedi. Ben: “Falanca ile aranızda ne var (ona niye vermedin)? Allah’a kasem olsun, ben onu mü’min görüyorum!” dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Müslüman (görüyorum de!)” buyurdu. Sa’d (dayanamayıp) bu kanaatini üç kere söyledi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) da her seferinde aynı şekilde karşılıkta bulundu. Sonuncu sefer şunu ekledi: “Ben, nazarımda daha sevgili olana hiçbir şey vermezken, yüzü üstü ateşe düşeceğinden korktuğum insanı kurtarmak için ona ihsanda bulunurum (ihsanda bulunmam sevgime ölçü değildir)”
Buharî, Zekât 3, İman 53; Müslim, İman 236, (150), Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4685); Nesâî, İman 7, (8,103,104).
1091 – Râfî’ İbnu Hadîc (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Huneyn günü Ebu Süfyân İbnu Harb, Savfân İbnu Ümeyye, Uyeyne İbnu Hısn, Akra’ İbnu Hâbis ve Alkame İbnu Ulâse’den herbirine yüzer deve verdi. Abbâs İbnu Mirdâs’a ise daha az verdi. Bunun üzerine (aynı zamanda şair olan) Abbâs İbnu Mirdâs şu mânada bir şiir düzdü:
“Benimle atım Ubeyd’in payını Uyeyne ile Akra’ arasında mı taksim ediyorsun?
Ne Bedr ne de Hâbis, cemiyette, Mirdâs’tan üstün değillerdir.
Ben de onların hiçbirinden aşağı değilim.
Ancak bugün sen, kimi alçaltırsan o bir daha yükselmez.”
Râfı’ der ki: “Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun payını da yüz deveye yükseltti.”
Müslim, Zekat 137, (1060).
1092 – Ebu Katade (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:
“Savaş sırasında kim bir düşmanı öldürür ve bunu isbatlarsa, maktülün seleb’i kendisinin olur.”
Buharî, Hums 18, Büyü 37, Meğâzî 54, Ahkâm 21; Müslim Cihâd 46, (1571); Muvatta, Cihâd 18, (2, 454); Tirmizî, Siyer 13, (1562); Ebu Dâvud, Cihâd 147, (2717).
1093 – Seleme İbnu’l-Ekva (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seferde idi, müşriklerden bir casus gelip, ashâbının yanında bir müddet oturup konuştu. Sonra sıvışıp gitti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “(O bir casustur, arayıp bulun ve öldürün!” diye emretti. Ben (erken) bulup öldürdüm. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) selebini bana bağışladı.”
Buhârî, Cihâd 173; Müslim, Cihâd 45, (1754); Ebu Dâvud, Cihâd 110, (2653); İbnu Mâce, Cihâd 29, (2836).
1094 – Avf İbnu Mâlik ve Hâlid İbnu Mâlik (radıyallahu anhümâ) şunu söylemişlerdir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) selebin kâtile ait olduğuna hükmetti, selebi ganimet malına katarak beşli taksime (humus) tâbi kılmadı.”
Ebu Dâvud, Cihad 149, (2721).
1095 – Abdullah İbnu Ebî Evfâ (radıyallahu anh)’nın anlattığına göre, kendisine: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında, gıda maddelerini humus taksimine tâbi tutar mıydınız?” diye sorulmuştu, şu cevabı verdi:
“Hayber günü yiyecek maddeleri de ele geçirdik, kişi gelir, ihtiyacı kadar alır, sonra giderdi.”
Ebu Dâvud, Cihad 138, (2704).
1096 – Hz. Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında bir ordu ganimet olarak yiyecek maddesi ve bal ele geçirdi. Ancak bundan humus alınmadı.”
Ebu Dâvud, Cihad 137, (2701).
1097 – Amr İbnu Abese (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kıble istikametinde (sütre olarak) bir ganimet devesi bulunduğu halde gerisinde bize namaz kıldırdı. Namaz kılınca, hayvanın yan kısmından bir tutam yün aldı (elinde tutup göstererek): “Ganimetinizden humus dışında şu kadarı bile bana helâl değildir. Humus da size iâde edilecek (sizin maslahatlarınızda harcanacak)tır” dedi.”
Ebu Dâvud, Cihad 161, (2755).
1098 – Cübeyr İbnu Mut’im (radıyallahu anh) anlatıyor: “Humustan Benî Hâşim ve Benî Muttalib’e ayrılan pay hakkında konuşmak üzere Osman İbnu Affân (radıyallahu anh) ile birlikte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gittik. Ben:
“Ey Allah’ın Resûlü, dedim, kardeşlerimiz olan Benî Muttâlib’e verdin, bize hiçbir şey vermedin. Halbuki bizim de onların da (size) yakınlığı birdir” dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Benî Muttalib ile Benî Haşim tek bir şeydirler!” buyurdular.
Cübeyr der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ne Benî Abdu Şems’e, ne de Benî Nevfel’e: (Benî Hâşim ve Benî Muttalib’e verdiği halde humustan) pay ayırmadı. Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) de humusu aynen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gibi taksim etti. Ancak o, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yakınlarına, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın onlara verdiği kadar vermedi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) de onlara humustan verdi. Sonra da Osman (radıyallahu anh) verdi.”
Buharî, Humus 17, Menâkıb 2, Megâzî, 38; Ebu Dâvud, Harac 20, (2978. 2979, 2980); Nesâî, Fey 1, (7,130,131).
1099 – Abdurrahman İbnu Ebî Leylâ anlatıyor: “Ali (radıyallahu anh)’yi dinledim, demişti ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanında ben, Abbâs, Fatıma ve Zeyd İbnu Hârise toplanmıştık. Ben şunu söyledim:
“Ey Allah’ın Resûlü, Aziz ve Celîl olan Allah’ın kitabında zikri geçen şu humustaki hakkımızın taksimine beni vazifelendirseniz de hayatınızda bu işi ben bir yapsam! Ta ki sonradan kimse bu hususta bizimle ihtilafa düşmese!”
Ali (radıyallahu anh) devamla der ki: “Resûlullah bu isteğimi yerine getirdi. Hayatı boyunca ben taksim ettim. Sonra buna, Hz. Ebu Bekir de beni vazifelendirdi. Aynı iş, Hz. Ömer (radıyallahu anh) devrinin son senesine kadar bende devam etti. O yıl (fetihlerden dolayı) bol mal gelmişti. Bizim hakkımızı yine ayırdı ve bana gönderdi. Ben:
“Bu sene ihtiyacımız yok, Müslümanların ihtiyacı var, onlara ver!” dedim. O da bu hisseyi Müslümanlara dağıttı. Artık, Hz. Ömer (radıyallahu anh)’den sonra kimse beni bu işe çağırmadı.
(Zaten o sene) Hz. Ömer’in yanından çıktıktan sonra Abbâs (radıyallahu anh)’a rastladığımda (hayıflanarak) bana:
“Ey Ali, dün bize öyle bir şeyi haram ettin ki, bundan sonra artık kimse bunu bize vermez!” demişti. (Meğer ne kadar doğru söylemişmiş. Dediğn aynen çıktı). O ne dahi insan imiş!”
Ebu Dâvud, Harâc 20, (2983-2984).
1100 – Katâde (rahimehullah) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazveye bizzat iştirak edince, onun sehm-i safıyy denen riyaset hissesi olurdu. Bu hisseyi, taksimden önce köle, câriye, at gibi ganimete dahil mallardan dilediğinden alırdı. Safıyye validemiz de işte bu hissedendi. Gazveye bizzat iştirak etmediği takdirde bu hisse gıyabında ayrılırdı, ancak bu durumda seçme hakkı yoktu (ne ayrılmışsa onu kabul ederdi.)”
Ebu Dâvud, Harâc 21, (2993).
1101 – Mâlik İbnu Evs İbni Hadesân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Ömer (radıyallahu anh) bana haber gönderdi. Ben de gün yükseldiği zaman ona gittim. Kendisini evinde bir sedirin üzerinde, deri yüzlü bir yastığa dayanmış vaziyette oturmuş buldum. Sedirin örgü ipleri adalelerine gömülmüş durumdaydı. Bana:
“Ey Mâlik, seni şunun için çağırdım: Senin kavminden bir kaç hâne halkı peş peşe geldiler (ihtiyaç arzettiler). Ben de kendilerine biraz bağışta bulunulmasını söyledim. İşte! Albunu aralarında dağıtıver!” dedi. Ben:
“Bu işi benden başkasına söyleseniz daha iyi olur!” dedim. Ancak o ısrarla:
“Ey Mâlik al şunu!” dedi. Az sonra Hz. Ömer’in azadlısı (kapıcı) Yerfe’ geldi ve:
“Ey mü’minlerin emîri! Osmân, Abdurrahmân İbnu Avf, Zübeyr ve Sa’d (radıyallahu anhüm)’ın girmelerine izin veriyor musunuz? (sizi görmek istiyorlar!) dedi. O da:
“Evet, buyursunlar!” diyerek izin verdi. onlar da girip selam vererek oturdular.
Az sonra Yerfe’ tekrar gelip:
“Abbas’la Ali (radıyallahu anhümâ) için de izin var mı?” dedi. Hz. Ömer, onlara da izin verdi. Girdiler, selamı verip oturdular. Abbâs (radıyallahu anh) söz alarak:
“Ey mü’minlerin emîri! Benimle Ali arasında hükmet!” dedi.
Bunlar bir meselede ihtilâfa düşmüş, birbirlerini dâva ediyorlardı. Oradaki cemaat de:
“Evet ey mü’minlerin emîri, aralarında hükmet, onları rahatlat!” dediler. Hz. Ömer (radıyallahu anh) (önceden gelenlere yönelerek):
“Şöyle bir sâkin olun!” deyip devam etti:
“Arzı ve semayı ayakta tutan Allah aşkına soruyorum. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle şöyle söylediğini biliyor musunuz? “Bize mirascı olunmaz, ne bırakmışsak o sadakadır.”
“Evet!” dediler. Sonra da Hz. Abbâs ve Hz. Ali’ye yönelerek:
“Arz ve sema izniyle ayakta duran Zât’ın aşkına size soruyorum, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın: “Bize mirascı olunmaz, her ne bırakmışsak sadakadır” dediğini biliyor musunuz?”
O ikisi de:
“Evetl” dediler. Hz. Ömer de:
“Allahu Teâla hazretleri, Resûlü’ne (aleyhissalâtu vesselâm) bazı imtiyazlar bahşetmiştir, bunları ondan başka kimseye vermemiştir. Söz gelimi, beldeler ahâlisinden Allah’ın fey kıldığı şeyler (hassaten) Allah ve Resûlü’ne aittir. Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Nadir’in mallarını aranızda taksim etti. Allah’a kasem olsun, o işte, kendisini size tercih etmedi, sizi bırakıp, onu kendisi almadı. (Nitekim, onu aranızda dağıttı.) Sâdece şu mal (kendisine) kaldı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bundan (ailesinin) yıllık nafakasını alır, mütebâkisini beytü’l-male koyardı” dedi.”
Buhârî, Ferâiz 3, Humus 1, Cidâd 80, Meğâzî 14, Tefsir, Haşr 3, Nafakat 3, İ’tisam 5; Müslim, 48, (1757); Tirmizî, Siyer 44, (1619); Ebu Dâvud Harac 19, (2963, 2964, 2965, 2967); Nesâî, Fey 1, (7,136,137).
1102 – (Yukarıdaki vak’a ile alâkalı olan) bir rivayet şöyledir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (yıllık ihtiyacını aldıktan sonra) geri kalanı Allah’ın malı kılar (Beytu’l-mâle koyar) idi.” Ömer (radıyallahu anh) sonra (cemaate yönelerek) dedi ki:
“Arz ve semânın izniyle ayakta durduğu Zât aşkına sizden soruyorum, bunu biliyor musunuz?”
Onlar: “Evet!” dediler. Sonra Hz. Ömer teker teker, Hz. Abbâs ve Hz. Ali’ye yönelerek, öbür cemaate yaptığı gibi, aynı şekilde yemin vererek bu hususu bilip bilmediklerini sordu. Her ikisi de: “Evet, biliyoruz!” dediler. Sonra Hz. Ömer (radıyallahu anh) sözüne devam etti:
“(Hatırlayın! Siz,) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edince Ebu Bekir’e bu meseleyi götürdünüz. O, size: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın velisiyim, ikiniz bana ihtilâfınızı getirdiniz, sen ey Abbâs, kardeşin oğlunun mirasını taleb ediyorsun, sen de ey Ali, hanımın Fâtıma’nın babasından olan mirasını taleb ediyorsun” dedi ve devamla: “Ebu Bekir (radıyallahu anh) size, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şu sözünü hatırlattı: “Bize vâris olunmaz. Her ne bıraktı isek sadakadır.” Siz ikiniz (onu ithamda) ittifak ettiniz. (Allah biliyor o, bu tatbikatta doğru, iyi, isabetli ve hakka uygun hareket ediyordu. Sonra Ebu Bekir (radıyallahu anh) vefat etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve Ebu Bekir’in velisi ben oldum, böylece o malın sorumluluğu bana geçti. Allah biliyor, bu işte ben de doğru, iyi, isâbetli ve hakka uygun hareket ediyorum. Şimdi (ey Abbâs!) sen ve Ali bana geldiniz. Meseleniz aynı mesele. Bana: “(Benî Nadir’den kalan fey malını) bize ver!” diyorsunuz. Ben de şu cevabı veriyorum: “Dilerseniz, bir şartla o malı size vereyim. O şart da şudur: “Bu malı, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (Ebu Bekir ve sorumluluğunu aldığım günden beri ben) nasıl kullandı isek sizin de öyle kullanacağınıza dâir Allah’a söz vermenizdir. Onu bu şartla aldınız mı? Tamam mı?” Onlar: “Evet!” dediler. Hz. Ömer de: “Sonra siz bana aranızda (başka şekilde) hükmedeyim diye (mi)? geldiniz. Hayır, vallahi aranızda, kıyamet kopuncaya kadar, bundan başka bir hüküm veremem. Bu şartı yerine getirmede âciz kalırsanız, malı bana iade ediverin” dedi.
Buhârî, Ferâiz 3, Humus 1, Cidâd 80, Meğâzî 14, Tefsir, Haşr 3, Nafakat 3, İ’tisam 5; Müslim, 48, (1757); Tirmizî, Siyer 44, (1619); Ebu Dâvud Harac 19, (2963, 2964, 2965, 2967); Nesâî, Fey 1, (7,136,137).
1103 – Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Bahreyn’den bir mal getirildi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Bunu mescide dökün” dedi. Bu mal (şimdiye kadar) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelenlerin en çok olanı idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza gitti ve mala hiç nazar etmedi. Namaz bitince gelip malın yanında durdu. Her gördüğüne ondan veriyordu. Derken amcası Abbâs (radıyallahu anh) geldi ve:
“Ey Allah’ın Resûlü, bana da ver. Zîra ben hem kendimin, hem de Akil’in (esaretten kurtuluş) fıdyesini verdim!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da: “Al!” dedi.
Bunun üzerine o da torbasını iyice doldurdu. Sonra onu sırtlamaya çalıştı, ancak muvaffak olamadı.
“Ey Allah’ın Resûlü, birilerine söyle de sırtıma kaldırıversin” dedi ise de: “Hayır” cevabını aldı. Bunun üzerine; Abbâs:
“Öyleyse sen sırtıma kaldırıver!” dedi. Yine: “Hayır!” cevabını aldı. Bunun üzerine Abbâs, torbadan bir miktarını döktü, tekrar sırtlamaya çalıştı, yine kaldıramadı. Ve:
“Birilerine söyle sırtıma kaldırıversin!” dedi. “Hayır!” cevabını alınca, yine: “Öyleyse sen kaldırıver” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselam) buna da “Hayır!” deyince Abbâs bir miktar daha boşalttı, sonra kaldırıp omuzuna koyup çekip gitti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Abbâs (radıyallahu anh)’taki para hırsına taaccübünden, bize görünmez oluncaya kadar gözleriyle onu takip etmişti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tek dirhem kalıncaya kadar oradan ayrılmadı.”
Buhârî, Salât 42, Cizye 4, Cihâd 172).
1104 – Avf İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a fey malı gelince, hemen gününde dağıtırdı. Evliye iki hisse, bekâra bir hisse verirdi.”
Ebu Dâvud Harâc 14, (2953).
1105 – İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hayber mahsulünden her sene zevcelerine yüz vask veriyordu. Bunun seksen vaskı hurma, yirmi vaskı arpa idi. Hz. Ömer (radıyallahu anh) halife olunca, Hayber’den Yahudileri çıkardığı zaman orayı taksim etti ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zevcelerini muhayyer bıraktı. Dileyene arâzi ve (sulama) suyu verecek, dileyene de eskiden olduğu şekilde belli miktardaki vaskı verecekti. Bazıları arâzi ve suyu tercih etti -ki Hz. Aişe ve Hafsa (radıyallahu anhümâ) bu gruptandı- bir kısmı da kendilerine hurma verilmesini tercih etti.”
Buhârî, Hars 8, 9, 11, İcâre 22, Şirket 11, Şurut 5, Meğâzî 40; Müslim, Musâkât 1,(1551); Ebu Davud, Harâc 24, (3008); İbnu Mâce, Rühün 14, (2467).
1106 – Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Peygamberlerden (aleyhimüsselam) biri, gazveye çıktı da kavmine: “Nikâhla bağlanıp, gerdeğe girmek istediği halde henüz gerdek yapmadığı kadını olan benimle gelmesin, keza bina yapıp henüz çatısı atılmamış inşsaatı olan da gelmesin, keza gebe koyun veya develer satın alıp doğurmalarını bekleyeniniz varsa o da gelmesin” dedi. .
Gazveye çıktı. Derken tam ikindi namazı sırasında veya buna yakın bir zamanda (fethedeceği) beldeye yaklaştı. Güneş’e: “Sen bir memursun, ancak ben de bir memurum” dedi ve Allah’a yönelerek: “Ey Rabbim, şu güneşi bize durdur (da namazımız geçmesin!)” diye dua etti. Güneş, o yerlerin fethini Allah müyesser kılıncaya kadar durduruldu. Sonra elde edilen ganimetleri topladılar. Toplanan ganimetleri yemek üzere ateş geldi. Fakat ateş tatmadı bile. Bunun üzerine Peygamber:
“İçimizde ganimetten çalan bir hırsız var, her kabileden bir kişi bana biat etsin!” dedi. Bu suretle ona biat etmeye başladılar. Derken bir adamın eli peygamerin eline yapışıp kaldı.”Hırsız bu kabilede. Kabilenin her ferdi bana teker teker biat etsin !” dedi.
Biat etmeye başladılar. İki veya üç kişinin eli O’nun eline yapıştı kaldı. “Ganimet hırsızı sizde” dedi.
Öküz başı kadar iri bir altın getirdiler. Ganimet yığınının içine o da atıldı. Ateş gelip ganimeti yedi.
Bilesiniz, bizden önce hiçbir ümmete ganimet helal kılınmamıştır. Ganimetleri Allah sadece bize helâl kıldı. Bu da, bizde gördüğü aczimiz ve za’fımız sebebiyledir.
Buhârî, Humus 8, Nikâh 58; Müslim, Cihad 32.
1107 – Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün kalkıp gulûl’ü (yani ganimet malından çalma) hatırlattı, bunun kötülüğünü, günahının büyüklüğünü belirtti ve bu meyanda şunları söyledi:
“Sakın sizden birini, kıyamet günü, boynunda böğürmesi olan bir deve olduğu halde bana gelmiş: “Ey Allah’ın Resûlü, bana yardım et!” diye yalvarıyor ve kendimi de cevaben: “Senin için hiçbir şey yapamam, ben sana tebliğ etmiştim” der bulmayayım…” Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu tarzda hayvanları ve diğer ganimet mallarını teker teker zikretti.”
Buharî, Cihâd 189; Müslim, İmâret 24, (1831).
1108 – Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini haber verdi: “Kim ganimet hırsızını gizlerse bu da onun gibi olur.”
Ebu Dâvud, Cihâd 146, (2716).
1109 – Abdullah İbnu Amr İbni’1- Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ganimet ele geçirilince, Hz. Bilâl (radıyallahu anh)’e emrederdi, o da halka yüksek sesle duyulur, askerler de ganimet olarak ne ele geçirmişse getirip teslim ederdi. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) de önce beşte birini (humus) alır, geri kalanı taksim ederdi.
Bir gün, (Bilâl’in) çağırmasından sonra bir adam kıldan mâmul bir yular getirdi ve:
“Ey Allah’ın Resûlü, ganimet olarak biz de bunu ele geçirmiştik!” dedi.
“Sen, dedi, üç kere bağırdığı vakit Bilâl’i işitmedin mi? O zaman niye getirmedin ?”
Adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a (gecikmenin sebebiyle ilgili olarak kabul görmeyen) özürler beyan etti. Ancak neticede şu cevabı aldı:
“Hayır! Bunu senden kabul etmiyorum. Kıyâmet günü sen bununla birlikte geleceksin.”
Ebu Dâvüd, Cihâd 144, (2712).
1110 – Yine Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ağırlıklarının başını bekleyen Kerkere denen bir zât vardı, derken vefat etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“O cehennemdedir!” buyurdu. Bu söz üzerine adamı görmeye gittiler. üzerinde, ganimetten çalınmış bir aba buldular.”
Buhârî, Cihâd 190; İbnu Mâce, Cihâd 34, (2849).
1111 – Zeyd İbnu Halid (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hayber Savaşı sırasında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashâbından biri öldürülmüştü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a haber verildi.
“Arkadaşınız üzerine namaz kılnız!” dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sözü üzerine, halkın çehresi değişmiş, (bir soğukluk çökmüştü). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) açıkladı:
“Arkadaşımız Allah için cihâd sırasında ganimetten çalmıştı !”
Bunun üzerine, maktülün eşyasını karıştırdık. Yahudilere ait boncuk kolyelerden iki dirhem bile etmeyen bir kolyeyi çalmış olduğunu gördük.”
Muvatta, Cihâd 23, (2, 458); Ebu Dâvud, Cihâd 143, (2710), Nesâî, Cenâiz 66, (4, 64); İbnu Mâce, Cihad 34, (2848).
1112 – Sâlih İbnu Muhammed İbni Zâide anlatıyor: “Mesleme (radıyallahu anh) ile birlikte Rum diyarına girdik. Ganimetten çalan bir adam getirildi. Mesleme, bu mesele hakkında Sâlim’e sordu. Sâlim şu cevabı verdi:
“Babam’ı (Abdullah İbnu Ömer) (radıyallahu anhümâ) dinledim, babası Ömer (radıyallahu anh)’den naklen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şu sözünü rivayet etmişti:
“Kim ganimetten çalarsa, (bütün) eşyasını yakın, kendisini de dövün.”
Salih İbnu Muhammed devamla der ki: “Adamın eşyası arasında bir Mushafbulduk. Sâlim’e bunun hakkında da sorduk (yakalım mı? diye).
“Onu satıp, bedelini tasadduk edin!”buyurdu.”
Tirmizî, Hudüd 28, (1461); Ebu Dâvüd, Cihâd 145, (2713).
1113 – Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Ebu Bekir ve Ömer (radıyallahu anhümâ), ganimet hırsızının mallarını yaktılar ve kendisini de dövdüler.”
Ebu Dâvud, Cihâd 145, (2715).
1114 – Âsım İbnu Küleyb (rahimehullah) babası (Küleyb)’den o da ensârî birinden naklederek anlatıyor: “Biz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte bir sefere çıkmıştık. Sefer sırasında şiddetli bir kıtlık ve sıkıntıya maruz kaldık. Derken, bir ganimet ele geçirdik. Askerler, onu hemen yağmalayıverdiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), yaya olarak (teftiş maksadıyla) yanımıza geldiğinde tencerelerimiz kaynamaya başlamıştı bile. Yayı ile tencereleri deviriverdi. Etleri de toprağa buladı. (Hepsini böylece yenmeyecek hale getirdikten) sonra şu açıklamayı yaptı:
“Yağma malı, lâşeden daha helâl değildir” veya (şöyle demişti):
“Lâşe, yağma malından daha helâl değildir.” (Rivâyetin sonundaki) şek râvilerden Hennâd’a aittir.”
Ebu Dâvud Cihâd 138, (2705).
1115 – Sa’b İbnu Cessâme anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Koruluk ittihazı sâdece Allah ve Resûlü’ne ait (bir hak)dır.”
Buhârî, Şirb 11, Cihâd 146; Ebu Dâvud, Harâc 39, (3083, 3084).
1116 – Bir rivayette, Şihâbu’z-Zührî şöyle demiştir: “Bize ulaşan habere göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Nakîi, Hz. Ömer (radıyallahu anh) de Seref ve Rebeze’yi himâ ilân etmişlerdir.”
Buhârî, Şirb 11].
1117 – İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) buyurmuştur ki: “Cahiliye devrinde taksim edilmiş olan her mal, taksim edildiği şekil üzeredir. İslâm döneminde yapılan taksimat, İslâm’ın taksim esasına göredir.”
Ebu Dâvud, Ferâiz 11, (2914); İbnu Mace, Rühün 21, (2485).
1118 – İmam Mâlik, Sevr İbnu Zeyd ed-Dîlî’den mürsel olarak rivayet ettiğine göre ed-Dîlî demiştir ki: “Bana Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediği ulaştı: “Hangi ev veya arâzi, cahiliye devrinde taksim edilmiş ise, artık o, cahiliye taksimi üzerinedir. Ancak hangi ev veya arâzi, taksim edilmeden İslam’a girmiş ise, artık onun taksimi islâm’a göre yapılır.”
Muvatta, Akdiye 35, (2, 746)].
1119 – Nâfi; İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’den anlatıyor: “İbnu Ömer’in bir kölesi kaçarak Rum diyarına geçti. Bilâhare, Hâlid İbnu’l-Velîd (radıyallahu anh) Rumlara galebe çaldı. (Esirler arasında, kaçan bu köle de vardı) Hâlid köleyi İbnu Ömer’e iâde etti. Onun kaybolan bir atı vardı. (Askerler) onu da ele geçirdiler. Hâlid atı da İbnu Ömer’e iâde etti” (Bu rivayetin lâfzı Buhârî’nin rivayetine uygundur.)
Bir rivayette: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında kaçan bir at mevzubahistir.”
Muvatta’nın bir rivayetinde, düşman tarafından ganimet edildikten sonra ele geçirilen bir köle ve at mevzubahistir. Bunlar, taksimden önce eski sahibine iâde edilebilirler.
Ebu Dâvud, köleyi mevzubahis eder ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in taksime tâbi tutmadan eski sâhibine iade ettiğini belirtir.
Buhârî, Cihâd 187; Muvattâ, Cihâd 17, (2, 452); Ebu Dâvud, Cihâd 135, (2698, 2699); İbnu Mâce, Cihâd 15, (2748).
1120 – İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Biz gazvelerimiz sırasında, bal ve kuru üzüm elde ederdik ve bunları (taksim edilmek üzere, diğer ganimet mallarının yanına) kaldırmaz, yerdik.”
Buhârî, Humus 20).
1121 – Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a içerisinde boncuk bulunan bir dağarcık getirildi. Boncukları Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hür ve câriye kadınlar arasında dağıttı.” Hz. Aişe devamla der ki: “Babam da (boncuğu) hür köle ayırımı yapmadan kadınlara dağıtırdı.”
Ebu Dâvud, Harâc 14, (1952).
1122 – El-Misver İbnu Mhreme (radıyallahu anhümâ)’ye Amr İbnu Avf (radıyallahu anh) şunu anlatmıştır: “Resûlullah (aleyhissalâm vesselâm) Ebu Ubeyde (radıyallahu anh)’yi Bahreyn’e, oranın cizyesin getirmek üzere yolladı. Mallarla dönünce Ensâr geldiğini işitti. Sabah namazını Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’le kıldılar. Namaz bitince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın etrafını sardılar. Resûlullah (aleyhissalàtu vesselâm) tebessüm buyurdular ve: “Öyle zannediyorum, Ebu Ubeyde’nin bir şeyler getirdiğini işittiniz” dedi. Hep birlikte: “Evet!” dediler. Bunun üzerine şunları söyledi:
“Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren şeyi ümid edin. Allah’ a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helak oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinde korkuyorum.”
Buharî Rikâk 7, Cizye 1, Megâzî 11; Müslim, Zühd 6, (2961); Tirmizî, Kıyâmet 29, (2464).
1123 – Sa’lebe İbnu Ebî Malik anlatıyor: “Ömer İbnu’1-Hattâb (radıyallahu anh), bir kısım bürgüyü Medineli kadınlar arasında taksim etmişti, geriye güzel bir bürgü kaldı. Yanındakilerden bazıları kendisine:
“Ey müminlerin emîri, bunu da senin yanında bulunan Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın kızına ver” dediler. Bununla, Hz. Ali (radıyallahu anh)’in kızı Ümmü Gülsüm’ü kastediyorlardı. Hz. Ömer onlara:
“Ümmü Selît, buna daha çok hak sâhibidir. Zîra o, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a biat etmişti ve Uhud Savaşı’nda bize kırbalarla su taşıyordu” dedi.
Buhâri, Megâzî 22, Cihâd 66.