Kitap Okumanın Önemi
Kitaplar Düşündürür, Hissettirir

Kitaplar düşündürür, kitaplar hissettirir, hem de her duyguyu…
Yazarlarının gözlem yeteneği; olayları ve insanları kavrayışlarındaki isabetli yaklaşımları, birikimleri sayesinde bunu mükemmel başarırlar.
Mesela Balzac…
Olağanüstü bir gözlem yeteneği ve aynı zamanda güçlü bir hafıza vardır onda. Kendisini başka insanların yerine koyup onların duygularını paylaşmayı çok iyi bilir. Kitaplarında sezdirdiği hemen her duygu, tanıdık gelir bize ve her biri ayrı güzellikte işlenir.
Vadideki Zambak adlı romanındaki şu kısacık cümlede olduğu gibi:
“Acılar sonsuz oluyor, sevinçlerin ise bir sınırı var.”
Peki ya bekleyişlerimiz nasıl anlatılır kitaplarda? Bir bekleyişteki ızdırabı iliklerimize kadar en iyi hissettiren eserlerden biri de Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel adlı romanıdır: “Hiç bitmeyecek kadar, sonsuzluk kadar uzun, soğuk, uçurum kadar karanlık bir bekleyişti bu.” Bu satırları okurken “Evet, yaşadığım şey tam da bu!” deriz. İşte o anda içsel bir yolculuk başlar içimizde ve okuduğumuz her kitapla kaldığı yerden devam eder.Varışı olmayan bir yolculuk gibi… Ya da bitmemesi gereken… Hem zaten güzel olan da bu değil midir?
Kadim Arayışın Sonucu
Kitap okumak, insanlığın kadim arayışının bir sonucudur.
Gerçek nedir?
Varlığımızın anlamı nedir?
Güzel nedir?
Ne doğru değildir?
Bir yanda, çaresizce ve çaresizliğin verdiği bir kabullenişle ölüme doğru sessizce ilerleyen varlığın -düşen bir yaprağın bile- niçinini bilmeye hevesli benliğimiz…
Diğer yanda ise kitaplar…
Cevaplar orada. Bazen bir kitap serisinde bazen de satır arasındaki tek bir sözcükte.
Bunu bilen, yaşayan bir insan, sizce farklı bir heyecan duymaz mı nitelikli her eserde?
Duyar elbette.
Kitaplar duyurur, sarsar, şaşırtır, uyandırır…
Kitaplar bildirir, öğretir ve bizi kendimize getirir…
Kitaplar, Bizi Kendimize Getirir
Kendimize gelmek, uzun ve zorlu, yardıma çokça ihtiyaç duyduğumuz bir süreç. Kitaplar işte bu süreçte imdadımıza yetişir bizim. Zihnimizi ve hislerimizi harekete geçirir. Zihnimiz ve hislerimiz harekete geçtikçe karanlıklar dağılır.
Karanlığın dağılıp aydınlığın başladığı yerde heyecanımız artar, heyecanımızın arttığı yerde de umudumuz…
Umut ve heyecan hayatımıza renk katar.
Zaten var oluşumuzun amacı da bu değil midir?
“Kendimize gelme” ya da başka bir deyişle “kendi özümüze dönme” heyecanına ve umuduna sahip olmak…
Kendi özümüze dönmek; öncelikle “kendimizi hor görmeme”yi gerektirir ve bize, kendimizden hareketle “varlık âleminin özüne ulaşma”yı vadeder.
Divan şiirinin mükemmel son örneklerini veren Şeyh Galip; insanın, özüne dönmesinin gerekçesini “âlemin çekirdeği” olma özelliğine bağlar ve der ki:
“Hoşça bak zatına zübde-i âlemsin sen.”
Yani “Sen âlemin çekirdeğisin, kendini sakın hor görme!”
Düşünmesi Gereken Varlıklarız
Düşünen varlıklarız ya da daha doğrusu düşünmesi gereken…
Böyle olduğumuz için bazen binlerce masumun ölümüyle sonuçlanan bir savaş, bazen de küçük bir böcek ya da bir yağmur tanesi bizi düşünmeye sevk edebilir.
Aynı şekilde, içinde bulunduğumuz varlık âlemi, bizi zaman zaman korkutabilir; olaylar ve insanlar, bazen nefes alamayacak bir hâle getirir.
Çünkü bazen anlayamıyoruz ya da bazen benim anlayamadığımı sen anlayabiliyorsun; senin anlayamadığını o, onun anlayamadığını da bir başkası anlayabiliyor. Ve üzerine birikimlerini, anılarını, sahip olduğu bilgiyi de katarak hepsini bir kitapta toplayabiliyor.
Böylece bizler -insanlık tarihinin ilk ya da yakın yüzyılın son kitabı olsun fark etmez- onlardan yararlanabiliyor ve âdeta bir zaman tünelinden geçmiş gibi, yazıları sayesinde kendileriyle sohbet edebiliyoruz.
Peki, bu sohbetle ne elde ediyoruz?
Çok şey!
Bu sohbet, yüzyıllar boyunca biriktirilen her tür bilgi ve tecrübeyi, çağımızın bilgi ve tecrübesiyle harmanlayıp zengin bir senteze ulaşmamıza zemin hazırlıyor.
Değmez mi Sizce?
Bizi böylesine zengin bir birikime ulaştıran bir kitabın nasıl ortaya çıktığını bilmek, kitap okuma bilincine bizi bir adım daha yaklaştırır.
Şöyle ki:
Elimizdeki değerli bir kitap, buz dağının sadece görünen kısmı… Bu dağın bir de görünmeyen kısmı var.
Orada ne var peki?
Bir kütüphane dolusu okunmuş kitap var.
Düşünce çilesi var.
Olayları ve kişileri analiz etmek ve yorumlayabilmek için verilmiş büyük bir emek var.
Varlığı anlama gayreti var.
İşte bu gayretin ve verilen emeklerin sonucunda ortaya çıkmış bir kitapta bizler de anlayamadıklarımızı anlayabiliyor, sezebiliyor, hissedebiliyoruz…
Anlayabilmek ve sezebilmek için düşünüyor, düşünebilmek için de emek veriyoruz.
Emek mi?
Nasıl?
Kitap okumak, düşünce mekanizmamızı harekete geçirdiği için ister istemez bir emek veririz. Verilen bu emek sürecine ben “tatlı bir çile” diyorum. Kitap okurken düşünme mekanizmamız her yönüyle çalıştığı için ve bu da kolay bir süreç olmadığı için “çile” çekiyor, buna rağmen öğrendiğimiz her şeyden “tat” alıyoruz.
Tatlı bir Çile
Kitap okumak, gerçekten “tatlı bir çile” mi?
Evet, tatlı bir çile, bundan emin olun!
Kitap okumaya verilen emek, bumerang gibi size geri döner, hem de büyük bir kazançla.
Yeter ki sabırlı olun!
Cesareti elden bırakmayın!
Ruhunuza neşter atmaktan korkmayın!
Ve kitap okuyun!
Kitap okumanın önemine ve siz isterseniz eğer, ruha atılmış bir neşter olduğuna yürekten inanın!
Nasıl mı?
Çünkü özümüze ulaşmak, ruh ve zihin dünyamızı, acı duymak pahasına yarmayı gerektirir; yılmadan ve korkmadan.
İşte bazı kitaplar da bunu yapar.
Cahit Zarifoğlu, Yedi Güzel Adam adlı şiir kitabında,
“Karanfil serpercesine
Bir kez daha vurdum,
Ya Allah diye açtığım yaralara”
der. O, “karanfil serpercesine vurdum” diyerek acılarına kafa tuttuğunu, dayandığını ve sabrettiğini; “bir kez daha” sözleriyle de kararlılığını ve inancını sezdirir bize.
Kararlılık, Sabır, İnanç
İşte biz de kitap okuma konusunda böylesine kararlı, sabırlı ve inançlı olmalıyız.
Neden mi?
Çünkü değerli her bir kitap, Yunus Emre‘nin
“Bir ben vardır bende, benden içeri”
mısralarıyla sırrını sezdirmeye çalıştığı asıl “ben”e ulaşma yolunda, çok güçlü ve oldukça etkili bir araçtır.
Çünkü kitaplar, karşılaştığımız sorunları göğüsleyebilme, anlamlandırabilme ve onları fırsata çevirebilme konularında rehberlik yapar.
Bunları başardığımız ölçüde bizim de kendimize olan inancımız artar.
Kendimize olan inancımız arttıkça yeni fikirler üretebilme ve onları hayata geçirebilme cesaretine sahip oluruz. Böylece de hayatımız büyük bir ivme kazanır, içimiz coşkuyla dolar.
Işığı Arayanların Karanlık Yanı adlı eserinde, Debbie Ford,
“Çoğumuz, insan olmanın ne olduğu konusunda dar bir vizyonla yaşıyoruz.” der.
Bu basit cümle bile insana, içinde bulunduğu, sıkıştığı ve bunaldığı kafesin kapılarını açabileceğinin müjdesini vermiyor mu sizce de?
Nezaket, Samimiyet, Vefa, Sevgi
Kitaplar, yanıldığımız konuları daha doğru görmemizi sağlar; böylece yanlışları sorgulama ve karar verme mekanizmamız güçlenir.
Duygularımızı törpüler, derinleştirir ya da derinliklerden çıkararak onları doğru yöne kanalize eder.
Kitaplar güzelliğin, nezaketin, samimiyetin, vefanın, sevginin, alçakgönüllülüğün, kısacası “erdem”in nerede durduğunu gösterir.
Kitaplar bize dert ortaklığı da yapar.
Mesela Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’da, hayatındaki bazı önemli fırsatları kaçıran kahramanının acısını anlatırken -böyle bir acı yaşamışsak eğer- bizim de acımıza ortak olur:
“Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor.”
Kitaplar; hayatı, insanları, kendimizi hatta her gün gördüğümüzü zannettiğimiz birçok şeyi, mesela gökyüzünü, fark etmemize; seslerin değişen renklerini duymamıza, hem kendimizle hem de başka insanlarla ve tabiatla anlamlı ilişkiler kurmamıza yardım eder.

Gerçeklerle Yüzleştirir
Kitaplar, bazen de bizi, o çok büyüttüğümüz bazı duyguların arka planındaki gerçeklerle yüzleştirir.
Stendhall‘ın, Kırmızı ve Siyah adlı romanındaki şu değerlendirme, buna güzel bir örnektir:
“Julien’in aşkı, henüz bir hırstan başka bir şey değildi; onun gibi yoksul ve hor görülen zavallı bir insanın böyle güzel ve kibar bir kadını elde etmesi sevinilecek bir başarıydı.”
Kitaplar
Kitaplar, varlık âleminin kimyasını, fiziğini, biyolojisini sunarak beynimizi aktif hâle getirir; zihnimizi açar, bilime ve teknolojiye olan merakımızı uyandırır.
Kitaplar kelime dünyamızı, kelime dünyamız da düşünce dünyamızı zenginleştirir.
Kendi kanatlarımızla uçmayı öğretir, özgürleştirir, cesaret verir…
Ne diyor Dale Carnegie, Söz Söyleme ve İş Başarma Sanatı adlı kitabında:
“Yüzmeyi öğrenmenin yolu suya dalmaktır.”
Bunu okuyan bir insan, hayalindeki bir işi gerçekleştirmek için öncelikle somut bir adım atması gerektiğine ikna olmaz mı sizce de?
Bence olur.
En azından düşünmeye başlar.
Başka?
Açık havada yapılan bir yürüyüşün, mutluluk hormonlarımızı harekete geçirmesi gibi, kitap okumakda beynimizi ve kalbimizi besleyerek “huzur”u ruhumuza hâkim kılar.
Kitap Seçimi
Bütün bu faydaların sağlanması, bizim isteğimize ve kararlılığımıza bağlıdır ve tabii ki iyi kitap seçimine.
Yıllar önce ilginç bir kitap geçmişti elime: Harvard’da Neler Öğretilmez.
Kitabın yazarı Mark H. McCormack bir yerde şöyle diyordu:
“İnsanın okuyup öğrendikleri; duygularını açıp geliştirmeye, olup bitenleri doğru olarak görmeye, bunları somut delillere dönüştürüp kendi lehine kullanmaya yardım etmelidir.”
Biz de bu yardımı alabileceğimiz kitapları okumalıyız.
Ancak çok acıdır ki toplum olarak, bırakın kitaplardan nasıl yardım alacağımızı bilmeyi, kitapların bize yardım edebileceği bilincine bile henüz tam olarak sahip değiliz. Bu konuda hepimiz mutlaka bir öz eleştiri yapmalıyız.
Bir Hatıra
Lisede edebiyat derslerine girdiğim bir sınıfta “kitap okumanın önemi ve kitap okuma bilinci” konulu bir çalışma yapıyorduk. Bu çalışmaya göre öğrencilerim Cemil Meriç’in “Bu Ülke” adlı eserini okuyup notlar alarak derste kritiğini yapacaklardı.
Toplumumuzda okuma alışkanlığı olmadığı gibi, gençlerimiz de bu konuda anlamlı bir tecrübeye sahip değildir maalesef.
Bir gün gözleri ışıl ışıl parlayan bir öğrencim geldi yanıma. Çok heyecanlıydı, bir an önce konuşmak istiyordu ve oldukça sabırsızdı.
“Ne oldu oğlum?” deyince başladı anlatmaya. Anlattıkları beni hem şaşırtmış hem güldürmüş hem de biraz üzmüştü.
İyi ki Okumuşuz
Hocam, dedi, dün arkadaşlarla otobüse binmiştik. Oturacak yer olmadığı için birkaç kişiyle ayakta duruyorduk. Otobüsün yaptığı ani fren yüzünden kolumun altına sıkıştırdığım kitap (Bu Ülke, Cemil Meriç) yere düştü. O yere düşünce yanımdakinin de dikkatini çekti ve bana hangi okula gittiğimi ve kitabı kimin okuduğunu sordu.
Hocam, kitabı benim okuduğumu söylediğimde tavrı birden değişti. Saygı ve hayranlıkla bana bakıp, öyle mi, dedi. Ben de “Evet!” deyip çalışmamızdan bahsettim.
Hocam, iyi ki bu kitabı okumuşuz. Bunun sayesinde bir iki dakika içinde itibar kazandım.
Bu olay beni güldürdü demiştim ama içten içe mutlu da etti çünkü sevgili öğrencim, yaşadığı takdir edilme duygusundan dolayı kitap okumanın yararları konusunda, az da olsa ikna edilmiş oldu.
Ancak hem de üzdü çünkü sabırsızlık ve kazancı hemen elde etme konusunda gösterdiğimiz acelecilik, bir kez daha gün yüzüne çıkmıştı. Sırf bu yüzden kitap okumanın uzun vadede bize sunacağı faydayı göremiyor ve kitap okumanın önemine yeteri kadar inanmıyorduk.
Hâlbuki ne kadar önemli bir kaynaktan mahrum kaldığımızı tam anlamıyla bilebilseydik, böyle mi yapardık hiç?
Cemil Meriç,
“Güneş ülkeleri aydınlatır, sözler milleti.” diyor.
Aydınlanmak istiyoruz biz de hem de sözlerin en güzelleriyle…
Ümit ediyorum ki





Hayal gücümüzu geliştiriyor.Dinlendiriyor ,gelistiriyor
Çok güzel bir anlatım IYİ AKŞAMLAR dilerim