Kader İnancının İnsan Hayatı Üzerindeki Etkileri Nelerdir?
Kader akidesinin, Müslümanları olumsuz bir şekilde etkilediği şeklinde mülahazaları seslendirenler var. Acaba bu mülahaza veya iddiaların doğruluk payı ne kadardır? Müslümanların dünyasında yaşadığımız şu an ki zaman diliminde ters giden bir şey varsa bunu kadere değil de, tembelliklerine ve ihmalkarlıklarına kılıf arayan insanların kadercilik yapmalarına bağlamak daha uygun olacaktır. Bugün perişan bir vaziyette bulunan İslam dünyasının içinde bulunduğu durum, İslam’ın bildirdiği kader akidesinin değil, İslam’ın ruhuna uygun yaşanmayışının, temsil eksikliğinin ve Müslümanların gerektiği yerde kendilerinden beklenen fedakarlığı, çalışkanlığı ortaya koyamamalarının neticesidir.
Kaza ve kadere iman, eğer Müslümanların faaliyetlerine engel olmuş olsaydı, İslamiyet’in yüksek devirlerindeki o fevkalade terakkiler nasıl meydana gelebilirdi? Yani, bu dinin hayata hayat kılındığı devirlerde, böyle bir akide, Müslümanların ilerlemesine ve medeniyet öncüleri olmalarına asla mani olmamıştır. Ameli/pratik yönden bir araştırma yaptığımız zaman, kalplerinde dini düşüncenin etkisi daha fazla olan önceki Müslümanların tembel olmadığını, diğer milletler tarafından da mağlup edilemediklerini görürüz. Onların kaza ve kadere inanmadıklarını ise hiçbir kimse iddia edemez.
Kadere iman, kozmolojik açıdan ‘her şeyin Allah tarafından bir tertip ve ölçüye bağlandığına iman’ manasına geldiğinden, insan zihninde, kainatta tesadüflere yer olmadığı şuurunu ve bir nizam fikrini yerleştirip insanı devamlı ve programlı bir çalışmaya sevk eden bir esas olmuştur. Böyle bir girişten sonra şimdi sağlıklı kader inancının insan hayatındaki yerini iki açıdan ele alıp değerlendirmeğe çalışacağız.
a. Kainatta Hakim Olan İlahi Program Açısından
Her şeyden önce, kadere iman, tesadüf düşüncesini ortadan kaldırır. Materyalizm gibi felsefi akımların düşünceleri, son derece mükemmel bir nizamın hakim olduğu kainatın bir tesadüfler zinciri neticesinde bugünkü haline geldiği noktasında odaklaşmaktadır. Müslümanları, bu çeşit yanlış düşüncelerden yalnızca kader inancı kurtaracaktır. Çünkü ‘kadere iman etmek’ demek, kainatta tesadüflere yer olmadığına iman etmek demektir. Nitekim varlıkta hiçbir şeyin tesadüflere bağlı olmayıp, bir plan ve programa tabi olduğu Kur’an’da açıkça ifade edilen bir gerçektir:
- “Allah’ın yanında her şey bir ölçüye göredir.”(Ra’d suresi, 13/8)
- “Muhakkak ki, biz her şeyi bir kaderle yaratmışızdır.” (Kamer suresi, 54/49)
Kainatta en küçüğünden en büyüğüne kadar, her şeyde bir düzen müşahede etmekteyiz. Tabiata Yaratıcı tarafından konulan kanunlar, ilahi kaderin (ilahi programın) birer parçasıdır; bu kanunların hepsi kader dairesinde cereyan etmekte ve bunların kaderlerinde Kur’an’ın ifadesiyle bir değişiklik görülmemektedir:
“Allah’ın yaratmasında bir değişiklik bulamazsın.” (Rum suresi, 30/30)
Bu esasa göre, Cenab-ı Hak, kainattaki her şeyi ezelde tespit ettiği ilahi plan ve yüce nizama göre idare etmektedir. O halde alemde vaki olan maddi, manevi her türlü hadise, maksatsız ve gayesiz olarak rastgele meydana gelmemektedir. Her şey, Allah’ın her şeyi kuşatan ezeli ilmi, mutlak irade ve sonsuz kudretiyle ilahi nizam ve plana uygun olarak yaratılmaktadır.
Allah’ın kazası, kaderine daima uygun olarak tecelli etmektedir. Aksi halde, kainatın nizam ve düzeni bozulur, varlığı devam edemezdi. Bu yönüyle kaderin ispatı, tevhidin ispatı olmaktadır. Nitekim bir hadis-i şerifte de “Kadere iman tevhidin nizamıdır.”[1] denilerek, bu esasın, tevhid akidesiyle doğrudan alakalı olduğuna dikkat çekilmiştir.
Kısaca, kader inancı, -determinizmde olduğu gibi- kainatta meydana gelen bütün hadiselere, ‘sebeplerin doğurduğu neticeler’ nazarıyla bakmaya engel olur ve bizi determinist bir düşünceden alıkoyup, her şeyin arkasında bir hikmet ve kudret elinin daima tasarrufta bulunduğunu bildirir.
b. İnsanla Alakalı Takdir Açısından
Bu konuyu maddeler halinde sıralamak gerekirse;
1. İman edilmesi gereken esaslar arasına girmesinin önemli hikmetleri bulunan kader, insanı inkara götürebilecek yolu kapatan bir set gibidir. Şöyle ki, insan, nefs-i emmaresi cihetiyle, kendisine yaratılıştan bahşedilmiş vasıf ve güzelliklerle övünüp iftihar etmek, kusurlarına ve cinayetlerine ise, bahaneler aramak, yahut bunları başkalarına yüklemek ister.
İnsanın kendisinde bulunan bu yüksek istidat ve güzellikleri, Cenab-ı Hakk’ın bir ihsanı olarak bilmemesi, gurura ve kibre yol açar. Bu gurur damarı, insanlardan birçoğunu hemcinsine karşı büyüklenmeye sevk ederken, bazılarını ise, ‘her şeyi kendinden bilme ve kendine ait görme’ saplantısına kadar götürüp, nihayetinde kendi üstünde hiçbir irade ve kudreti tanımama düşüncesine mahkum etmesi söz konusudur.
Esasında insan fıtratında, her bir güzellik, meziyete sahip çıkıp, onlarla övünme, iftihar etme, hatta daha da ötesinde gururlanıp kendinden geçme duygusu vardır. İşte bu noktada; yapılan güzel işler karşısında gurura düşmemek için ‘kader’ devreye girer ve ‘Mağrur olma yapan sen değilsin.’ diyerek, insanı kibre gurura düşmekten korur. Çünkü iyiliklerin yapılmasını isteyen, ilahi irade olduğu gibi; onların yerine getirilmesi için lazım olan istidat ve gücü veren de yine o Kudret’tir. Bu noktada, mes’uliyet ve teklif ortadan kalkmasın diye de İslam’ın ihtiyar prensibi (irade) devreye girer ve ‘Sen mes’ulsün, zira seçen sensin.’ der, ona sorumluluğunu hatırlatır.
Bu cümleden olarak, “Sana gelen her iyilik Allah’tandır, her bir kötülük ise, nefsindendir.”(Ebu Davud, salat, 11)ayetiyle Kur’an, ‘bütün güzellik ve hayırların gerçek sahibinin nefis değil, Allah (c.c.) olduğunu, buna karşılık bütün kötülük ve günahların ise, kendi nefsinden kaynaklandığını’ ifade için ihtarını çeker.
2. Kadere inanan bir insanda en küçük bir ümitsizlik ve gevşeme olmaz. Sonra kadere inanan insan, başarıya ulaştığı zaman tevazuu ve alçak gönüllüğü de elden bırakmaz; zafer sarhoşluğuyla kendini kaybetmez. Kadere imanın, insana, gerek maruz kaldığı musibetler karşısında bir güç kaynağı olduğu, gerekse onu gururdan kurtardığı hususu, şu ayet-i kerimede veciz bir şekilde ifade edilmiştir:
“Ne yerde ne de nefislerinizde (gerek üzülmenize gerekse sevinmenize sebep olacak şekilde) başınıza gelen hiçbir şey yoktur ki, Biz onu yaratmazdan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. Bu, kaybettiğinize üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdikleriyle de şımarmayasınız diyedir. Allah çok övünen kibirlileri sevmez.” (Hadid suresi, 57/22-23)
Burada “Allah (c.c.), insanların, musibetler anında, feryat ve üzüntülerini hafifletmek için kadere imana çağırmıştır.” Zira kader inancı, insan iradesinin altından kalkamayacağı sıkıntı ve musibetler açısından düşünüldüğünde, ümitsizliğin, hüznün ve bunların doğurduğu stresin müessir bir ilacıdır. Her şeyin Allah’tan olduğunu bilen ve buna iman eden insan, O’ndan gelen acı ve tatlı her şeyi rıza ile kabul eder. O’nun rahmet ve hikmetine itimat eder. Sabretmekle, kederden ve musibetin getirdiği üzüntüden kurtulur.
Bir musibet karşısında, ‘Ben Allah’ın kuluyum, sonunda yine O’na döneceğim. Allah’ın dilediğinde hayır vardır, inşallah böylesi hakkımda daha hayırlıdır. Allah’ım beni sabredenlerden eyle, beni daha büyük musibetlerden koru!’ der, huzur bulur. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulur:
- “Onların başına bir musibet geldiği zaman, ‘Biz Allah içiniz, (O’na yönelmiş kullarız) ve mutlaka O’na döneceğiz.’ derler.” (Bakara suresi, 2/156);
- “Olur ki, sizin hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah birçok hayırlar takdir etmiş olur.” (Nisa suresi, 4/19)
Musibetlere kader açısından bakamayan insanın, her ümit kırıcı ve kahredici hadise karşısında apışıp kalması, sürekli halinden şikayet etmesi, kafasını şuraya buraya vurması hatta neticede günah ve sefalet bataklığına düşmesi bir bakıma kaçınılmaz olur. Böyle birisi en küçük bir musibet karşısında dahi ezilir ve dünyayı ‘ah’ ve ‘of’larla kendine zindan eder.
Kadere inanan bir mü’mine gelince, o, -Kur’an’da da değinildiği gibi ne dünya işlerinden kazandığıyla sevinip gurura kapılır, ne de kaybettiği şeye mahzun olur.(Bkz. Hadid suresi, 57/23) Zira o bilir ki, her şey bu hayat boyutundan/dünyadan ibaret değildir; her şeyin en iyisi ve güzeli bir sonraki hayattadır.
3. Kaderin iman esasları arasına girmesinin bir diğer hikmeti de, insanı hayatın ağır yüklerinden kurtarıp ruhuna bir rahatlık ve hafiflik vermesidir. İnsan, kainatla alakalı bir varlıktır; nihayetsiz maksatları ve arzuları vardır. İnsanın kudreti ve iradesi ise ihtiyaçlarının milyonda birisine dahi kafi gelmez. Ayrıca insan çevresinde görüp hikmetini anlayamadığı bazı hadiselerin tesirinden kendisini çoğu kere kurtaramaz, huzursuz olur.
Mesela, acıklı bir sahne görse bir zaman kendisini onun tesirinden alamaz ve hayatı acılaşır. Bu noktada insanın imdadına yetişebilen tek yardımcı, kadere imandır. Kadere hakiki manada iman eden bir kişi, ihtiyaçlarının ve korkularının hasıl ettiği yükü tabir caizse- kaderin gemisine bırakır ve böylece kalbi ve ruhu rahata kavuşur. Şöyle ki, kainatta meydana gelen bütün işlerin bir ilahi kanun nizamıyla cereyan ettiğine ve her şeyin bir ilahi programla gayet kolay bir surette yürüdüğüne inanan kimse, yaşadığı alemin zahmet ve külfetlerini o mülkün Sahibine bırakıp, cennet gibi bu yerlerin bütün güzellik ve lezzetlerinden istifade etmeye bakar.
Diğer bir ifadeyle, O’nun merhametine, icraat ve kanunlarının güzelliğine istinaden her şeyi güzel tarafından görür ve buna bağlı olarak hayatını elemsiz bir lezzet ve saadetle geçirir. Bu açıdan da kadere iman o kadar huzur vericidir ki, tarif edilemez. Bu manada kadere iman eden birisi, kederden ve üzüntüden emin olur. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde bu gerçeğe dikkat sadedinde “Kadere iman, kaygı ve üzüntüyü giderir.” buyurmuşlardır.(Münavı, Feyzu’l-Kadır, 3/187.)
Bu itibarla, kadere imanın, ağır hastalıklara yakalanmış insanların hayatlarındaki müspet etkisi açısından da doldurulamayacak bir yeri vardır. Onulmaz bir derde düşmüş, elinde hiçbir çaresi olmayan bir mü’min ‘Yüce Allah’ım! Senin iradene mutlak itaat ediyorum. Senin hikmetlerin sonsuzdur. Sen dilersen beni iyileştirirsin de. Dileyip dilememen de Sana ait bir hikmettir, biz elimizden geleni yaptık, bizden sonrakiler de yapacaklar. . . Ölüm ise Senin kanunundur, ölsek ne gam! Zira Sana dönüyoruz!’ der, kendini emniyette hisseder. Netice olarak, ‘ilahi takdirin/kaderin her şeyi güzeldir’ hakikatini kavrayıp ona teslim olan bir insan, her şeyde ilahi kaderin hikmet ve adaletini görür.
4. Kadere imanın insan üzerindeki diğer bir etkisi de, onun iradesini güçlendirmesidir. Çünkü kadere inanan bir kul, hadis-i şerifin de ifadesiyle ‘başına gelecek bir musibetin mutlaka geleceğine, gelmeyecek olanın da asla gelmeyeceğine'(Tirmizi, kader 10.) inandığı için cesaretlidir. Bu akide, insanı canlı ve hareketli kalmaya sevk edeceğinden, böyle bir imana sahip bir kişi, zorluklar karşısında yılmaz, tembellik ve gevşeklik göstermez. Geçmişte büyük muvaffakiyetlere imza atmış insanların, bu akidenin temsilcileri olması, bunun en açık delilidir.
İslam’daki kaderin karakterini ‘maddi olayların ve maddi sebeplerin üstüne çıkış, ufuklara tırmanış’ olarak ele alan H. Ziya Ülken, konuyla alakalı şu tespitte bulunur:
İslami kaderde, irade ve maksat vardır. Aydınlığın takdiri bize ümit ve huzur verir, boşluğa ve karamsarlığa düşmeyiz. Kadere iman, ‘her şeyimizin tükendiği, elimizden gelenlerin bittiği zaman dahi yalnız kalmadığımızın; maddenin duymaz ve anlamazlığına terk edilmediğimizin ve de en yüce dayanağın bizimle beraber olduğunu bilmenin’ ifadesidir. Allah’a bağlanmak, iradeyi sıfıra indirmek değildir, aksine, beklenmedik haller, hatta imkansızlıklar önünde dahi iradeyi harekete geçirmektir. Kaza ve kadere iman eden, Allah’ a dayanmış olacağından dolayı, hayatta her işe girişir ve ömrü boyunca cesaret ve gücünü kaybetmeden başarıdan başarıya yürür. Başarısızlığa uğradığı zamanlar olsa da, ‘bunda bir hikmet olacak’ diyerek, aynı şeyi değişik yollardan denemeye çalışacak, bunu da yapamazsa, ‘takdir bu kadarmış’ deyip, azmini ve iradesini kaybetmeden yine yoluna devam edecektir.
5. Kadere iman etmiş bir mü’min, rızkının tayin edildiğini, ne yaparsa yapsın başkasının kısmetini elde edemeyeceğini bildiği için, başkasının hakkına tecavüz etmez, hırs göstermez ve haset etmez. Bu itibarla kadere inanan bir kul “Bir de Allah’ın bir kısmınıza diğerinden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyiniz.” (Nisa suresi, 4/32) ayetinin de işaretiyle başkasının elinde bulunana göz dikmez. Zira o, böyle bir göz dikmenin ‘Allah’ın kaza ve kaderine küsme, kulları arasında taksim ettiği nimetini hor görme, hikmetiyle mülkünde ikame ettiği adaletini nahoş telakki etme, dolayısıyla tevhidin özüne karşı işlenilmiş bir suç’ manasına geldiğini bilir ve ondan uzak durur.”
6. ‘Her şeyin Allah’ın kaderi, kazası, hükmü ve iradesiyle meydana geldiğine’ inanan bir kimse, kendisine karşı suç işleyen birini mes’ul tutsa bile ona karşı daha müsamahalı olur. Başına gelen bu olayı bir de kader açısından değerlendiren bir mü’minin, muhatabını affedebilmesi daha kolay olur. Şöyle ki, o, bir başkasının kendine verdiği acı veya zararda, kendi günahlarının da hissesinin olduğunu dikkate alır, yani bu sıkıntılı durumun, kendisinin önceden işlemiş olduğu bir günahına karşı bir ceza olabileceğini de düşünerek nefis muhasebesi yapar/yapmalıdır. Nitekim Kur’an “Başınıza gelen her bir musibet kendi işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber,) Allah (günahlarınızın birçoğunu) affeder (de onlardan ötürü bir musibet vermez.)”(Şura suresi, 42/30) Böylece muhatabına karşı duyacağı nefret ve kinden daha rahat kurtulur. Kader konusunu Asrımızın bir numaralı aksiyon ve düşünce insanı Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ifadeleriyle noktalayalım:
“Kadere iman o kadar lezzetli, saadetlidir ki, tarif edilmez.”
” … ben kendi hayatımda binler tecrübelerimle gördüm ve bildim ki, kadere iman olmazsa hayat-ı dünyeviye saadeti mahvolur. Elim musibetlerde, ne vakit kadere iman cihetine bakardım, musibet gayet hafifleşiyor görüyordum. Ve “Kadere iman etmeyen nasıl yaşayabilir?” diye hayret ederdim ..
Dipnotlar
↑1 | Ali el-Muttakı, Kenzu’I-Ummal, Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1994, 1/106. |
---|