Akla takılan sorulara kısa cevaplar-1
Her türlü güzelliğinden istifade ettiğiniz, asla ölmek istemediğiniz bu hayatta sıra bazı sorumluluklara gelince mi ‘Ben dünyaya kendi tercihimde gönderilmedim’ diyorsunuz? Neydik? Bir hiç…Varlığımız bir nimettir, asıl bu hayata ne için gönderildiğimizi, burada bulunma gayemizin ne olduğunu araştırmalıyız. Ben isteğimle gelmedim… Bir şeyin sorulabilmesi için önce var edilmesi gerekir. Ben var olmak istemiyor olsaydım bile ‘var’ olmam gerekirdi. Var olmadan tercih etmem söz konusu olamaz ki? Soru tutarsızdır. Şunu sormalı insan kendine, ben bu varlığı hak edecek ne yaptım ki, Allah bana bu nimeti verdi? İnsanoğlu ‘Ben’ diyebilmesini borçlu olduğu varlığını sorgulamaktadır. Varlığını sorgulamak yerine varlığını anlamlandıracak şeylerin peşinde koşmalı insan. İnsan neden hayatını zayi ettirecek taraflara yönelir, niçin sadece bu hayatta cehenneme atılmak için göndermişiz ve iradelerimiz elimizden alınmış gibi bir tablo çizmeye gayret eder? İnsan hayatını ebedi mutluluğa çevirmeye çalışmalıdır. Zulüm, başkasına ait olan bir şey de tasarruf yapmaktır. Cenabı Hak, insanın varlığını yokluğuna tercih ederek onu yaratmıştır. Allah için başkasına ait bir şey olmayacağı için, insanı var etmesi asla zulüm olmayacaktır. Ateist var olmadığına inandığı bir yaratıcının onu var etmeden önce kendisine sormasını beklemesi mantıksızdır.
Cenab-ı Hak iyiyi de kötüyü de yaratmıştır ve bizleri her ikisini de tercih edebilme iradesi vermiştir. İmtihan edilen insanın kaybetmiş olmasının sebebi kötünün varlığı değil, kötüyü ‘tercih etmiş’ olmasıdır.
Bir hoca talebesinden iyi ders çalışmasını isterken, kendisi ihtiyaç duyduğu için değil talebesi muhtaç olduğu için bunu ondan ister. İbadet etmemiz, menfaati yine bize dönen bir iyiliktir. Bugün insanların dünyevi imkanlara sahip olsalar bile, ruhi bunalım yaşadıkları bizzat gördüğümüz bir durum değil midir? Esasen bunun sebebi bedenin ve ruhun kullanım kılavuzuna göre kullanılmamasından kaynaklanmaktadır. “Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Sizi tertemiz kılmak, size nimetini tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.” (Maide Suresi, 6. ayet) Bir şeyi üreten kişi, onun nasıl kullanılması gerektiğini en iyi bilen kişidir.
Ceza’nın büyüklüğü, nimetin büyüklüğüne göredir. Bakara suresi, 29. ayet: ” O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.”; Nahl suresi, 12. ayet: “Güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi.” Güneş nimetine karşılık gelebilecek bir para henüz hayal hazinemizde bile yoktur. Bugün toplu katliam yapılması belki birkaç saniye olacak kadar kısa süreli bir eylemdir. Bugün bir insanı öldürmenin cezası birçok hukuk sisteminde ömür boyu hapistir. Müebbedin manası, ‘ebedi kılınmış’ demektir. Yani varsayalım ki bu cinayet işleyen kişinin ebedi yaşam durumu olsa, bir daha hapisten çıkması mümkün değildir. Birkaç saniyelik bir fiile ebedi ceza vermek neden? Nedeni açık: Suçun büyüklüğünden… Allah ebedi yaşayacak olsalar bile kafirlerin iradelerini imandan yana kullanmayacaklarını bildiği için onlara ebedi cezayı müstahak görmüştür.
Önceki kitaplar sadece belli kavimlere özel olarak indirilmiştir. Evrensel tarafları yoktu. Çünkü bir peygamberden sonra başka bir peygamber gönderilerek insanlar ardı sıra uyarılıyorlardı. Kur’an ise tüm insanlara gönderilmiştir. Dünya dışında hayatın imkanından bahseden ayetler (Şura suresi, 29. ayet İsra suresi, 44. ayet) mevcuttur.
Proton’un kütlesinin elektronik kütlesine oranı 1836/1 oranında olmamış olsaydı, bu evrende canlılığı mümkün kılan uzun moleküllerin oluşması mümkün olmazdı. Karbon oksijen hayatın devamı için en önemli atomlardır. Karbonun oksijen atomunun rezonansına oranı yüksek olsaydı oksijen olamayacaktı, düşük olsaydı karbon yetersiz olacaktı. Böyle hassas bir ayar tesadüfen oluşacak öyle mi? Jüpiter’in Dünya’ya olan uzaklığı, atmosferdeki ozon düzeyi, yer kabuğunun kalınlığı, toprak kükürdünün miktarı, galaksiler arasındaki uzaklık vesaire hepsine baktığınızda, en hassas şekilde tam kıvamında olan bir denge göreceksiniz. “Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsiniz.” (Mülk suresi, 3-4) Madde entropiye meyillidir. Yani sonu kaosa, düzensizliğe gider. Her şey bir yöneticinin kendisini düzene sokmasına muhtaç bu alemde. Bu dengeler tesadüfen devam etmiyor Bilakis bu dengeleri devam ettiren yasalar var, yasalar bir düzenin devam etmesinde ancak sebep olabilir, düzeni oluşturamazlar. Bir tasarımcıya ihtiyaç vardır, cümlelerin oluşabilmesi için belli kurallar var. Birisi sorsa cümleleri kim yazdı, dil kuralları diyebilir misiniz?
Ateistler evrenin belli bir düzeninin olmadığını, olayların karmakarışık olduğunu, böyle bir evrenin yaratılmış olamayacağını ispatlamak istemektedirler. Yırtıcı hayvanların avlanmasının, güçlünün zayıfı ezmesinin var olmasını, yıldızların patlamasını örnek göstermektedirler. Biz farkında olmasak bile, hemen her şeyi evrendeki düzen sayesinde yapabiliyoruz. Kaos düzenin tersidir, kaosta bir adım ötesini tahmin edebilmeniz mümkün değildir. Yıkım, yeni yapımlar için bir ilk adımdır. Yıkım düzenin bir parçasıdır. Her şeyi defalarca denememiz neticesinde aynı sonucu alıyorsak, burada bir kaosta nasıl bahsedebiliriz. Matematiksel formüllerin var olduğu, bilim yapabildiğimiz bu evrende nasıl kaostan söz edebiliriz? Şunu unutmayalım kaosta kanun olmaz, kaosta olaylar formüle edilemez. Astronomların güneşin yıllar sonra ayın hangi günde tutulacağını hesaplayabilmeleri, evrendeki düzen sayesinde mümkün olmaktadır. Biyoloji baştan sona bir düzendir. Üç milyar baz içeren DNA’nın kendini kopyalayabilmesi ve düzenli şekilde protein üretmesi, kaosla yan yana getirilebilir mi? Dünyanın dönme yörüngesinden endişe duyuyor muyuz? Bilim, maddenin belli bir düzen içinde hareket ettiği ön kabulüne dayanmaktadır. Bir yandan bilime sürekli atıfta bulunup diğer yandan evrende düzenin olmadığını iddia etmek komiktir, teknolojiye hakarettir. Psikoloji, matematik, tıpta… tüm ilimlerde bir düzen mevcuttur. En büyük çelişkilerden biri de evrimi savunanların evrende düzenin olmadığını savunanlarla aynı kişiler olmalarıdır. Kaos teorisi bilimsel bir verinin ölçülmesinin önünde engel olan farklı faktörlerin bulunması ve bizim bunları tespit etmeye gücümüzün olmamasıdır. Bir misal, depremi oluşturan fay hatlarındaki harekettir. Bu hareketi sağlayan farklı faktörler olduğu için bugünkü bilim bunları birleştirip çözümleyebilecek bir mekanizma oluşturamamıştır. Burada ölçümü engelleyen farklı faktörleri bizim ölçebilme imkanına sahip olmamamızdan kaynaklanan bir kaos vardır. Deprem, evrende mevcut olan düzen sayesinde olmaktadır. Ortada bize nispetle bir kaos vardır.
On beş asır öncesine gidelim, putlara tapılıyor, içki su gibi içiliyor, kadınlar satılıyor, zina son derece yaygın, güçlü zayıfı eziyor ve insanlar ölçüsüz, azgınca bir hayat yaşıyorlar. Böyle bir toplum içinde bir kişi çıkıyor ve insanları tek olan Allah’a ibadet etmeye çağırarak, yukarıda saydığımız tüm kötü alışkanlıkları bırakmaya davet ediyor. Bunu yaparken nasıl karşılık göreceğini de gayet iyi biliyor. Öldürülme tehlikesi ile karşı karşıya geleceğinin de farkında. Fakat o, Rabbinden aldığı emir ile tüm bunlara bakmaksızın vazifesini yapıyor. İşin dikkat çeken yanı, bu zatın davet etmiş olduğu şeyler insan nefsinin arzuladığı şeyler de değil. Aksine nefsin zorlanacağı şeylere davet ediyor çevresini. Oruç var, zina yasak…İnsanların hem nefislerinin hoşuna gitmeyen hem de canlarını kaybetmesiyle sonuçlanabilecek olan bu olumlu tepkiye onları iten şey neydi? Öyle bir cazibe gücüydü ki, mali imkanları ile, askeri gücüyle elde edilemezdi. Bu bambaşka bir şeydi, o kadar başka bir şeydi ki, savaşlarda onun ashabı ona bir zarar gelmesin diye başlarını ona yönelen okların önüne atıyorlardı. On beş asırdır Müslümanların çoğu ağızlarını içkiyi sürmüyorlar. İçki bulunan sofraya oturmuyorlar bile. Milyarlarca insan üzerinde oluşturulmuş olan bu etkinin Nübüvvet gücünden başka bir izahı olabilir mi? Bugün sigara kutularının üzerinde bile sigara içmek sizi öldürür yazıyorken pek de etkili olmuyor. Dünyada hiç kimse onun kadar sevilmediği ve sevilmeyecek. Hiç kimse onun kadar takip ve taklit edilmedi, edilmiyor. Bir insan eğer bu durumu kendi gayreti, kabiliyeti, imkanı ile elde edebiliyorsa neden bunlara sahip ve talip olan birçok insan için böyle bir şey söz konusu olmadı.
124.000 peygamber gönderildiğini biliyoruz. (Hakim, el Müstedrek, No: 2/288, No: 3039) “Her millet için mutlaka bir uyarıcı peygamber bulunmuştur.” (Fatır suresi, 24. ayet) “Senden önce de peygamberler gönderdik, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var.”( Mümin, 78) Araplar yazın Şam’a ve kışın da Yemen tarafına yolculuk yapmaktaydılar, Yahudi ve Hıristiyanlardan bu peygamberlerin haberlerini dinlemekteydiler. Kur’an onlarla ilgili doğru haberleri iletmiştir.
Toplum nezdindeki itibarını hepimiz biliyoruz, bu konumdaki biri şayet zevkini düşünecek olsa en genç kızlarla bile evlenme imkanına zaten sahiptir. Allah Resulünü yaptığı evliliklere baktığımızda, Hz Aişe Radıyallahu dışında evlendiği hanımların tamamının dul olduklarını görüyoruz.(Muhammed Ali es-Sabuni, Şubuhât, s. 10) Tek evde olarak geçirip 50 yaşına geldikten sonra bir insan zevk için çok evlilik yapar mı? Hz Cüveyriye, Efendimiz onu serbest bırakınca o Efendimiz ile evlendi. Bunu duyan herkes “bunlar artık Resulullah’ın hısımlarıdır” diyerek esir alınmış herkesi serbest bıraktılar. (Taberi, es-Simtu’s-Semîn, s.198) Hz. Sevde yaşlı birisidir. Zevk için evlenen biri, ilk hanımından sonra yaptığı evlilikte bu denli yaşlı birini tercih eder mi?
Müşrikler, Kur’an’ın bir şair sözü olduğunu, Hz Peygamber uydurduğunu, onu bir beşerden öğrendiği iddia etmişlerdir. Sahabe, Kur’an’ın cem edilme sürecinde sadece hafızalarına ve kendi Mushaflarına İtimat etmemiş, bilakis toplu bir çalışma ile bunu gerçekleştirmişlerdir. Ayetler Peygamber Efendimiz tarafından namazlarda okunuyordu. Kuran’ın gelecekten haber vermesi Bizans’ın galip geleceğini, Bedir’de müşriklerinin yenileceğini, Mekke’nin fethedileceğini haber vermesi, Allah’ın katından geldiğini göstermektedir. Yasin suresi, 38. ayet: “Güneş kendi içini belirlenen yerde akar döner. İşte bu aziz ve Alim ona Allah’ın takdiridir.” Güneşin sabit durmadığı, bilakis hareket halinde olduğu açıkça söylenmektedir. Hicr suresi, 22. ayet: “Biz Rüzgarı aşılayıcı olarak gönderdik.” Rüzgarlar bitki tozlarını taşımaktadır, bulutların oluşması rüzgarların aşılamasına bağlıdır. Kur’an-ı Kerim 49 yerde akıldan bahsetmekte ve bunların sadece biri müstesna tamamında muzari sıgasıyla kullanılmaktadır; aklı işlevleştirmeye çağırmaktadır.