Yanlış bilgi tuzağına nasıl düşüyoruz?
Şu sıralar Kanada medyasının en önemli konusu seçim kampanyasıyken internette sahte başlıklar paylaşan kişilerin düşüncelerine yoğunlaşan araştırmacılar şu soruyu yöneltiyorlar: Yanlış bilgi tuzağına nasıl düşüyoruz?

Regina Üniversitesinden Bilişsel Psikolog Gordon Pennycook ve David Rand, Cognition isimli dergide 2018 yılında yayımlanan yazılarında sahte haber olgusunun, yani sahte olduğu alenen belli olan haberlerin, yeni bir olgu olmadığını belirtiyor: uzaylılar tarafından kaçırılma ve Elvis’in yaşadığına dair öyküler yayımlamasıyla bilinen magazin dergileri 20. yüzyılın başından bu yana faaliyet gösteriyor. Görünen o ki bu olgu, sosyal medyanın yükselişiyle yeni boyutlar kazanıyor. Makale, bilim insanlarını bu tuzağa düşen kişilerin bilişsel ve psikolojik süreçlerini araştırmaya davet ediyor.
İnsan beyninin siyasi kararları nasıl aldığını araştıran McGill Üniversitesinden Nörolog Lesley Fellows’a göre yanlış içeriğe kanmamızın bir nedeni, beynimizin bilgiyi alma biçimiyle ilişkili. Beynimiz, deneyimlerimiz üzerinden oluşan taraflılığı ve kalıp yargıları devreye sokarak, etrafımızda olan bitenleri ciddi ölçüde ve devamlı olarak süzgeçten geçiriyor.
Fellows’a göre bu beynin genel bir özelliği. “Beynimizin dışarıdaki tüm bilgilerle başa çıkması mümkün değil, bu nedenle beyne gelen bilgileri seçmek için önceki deneyimlerimizden faydalanıyoruz.” Bu fonksiyon, aynı zamanda görsel yanılsamaların çalışma biçimini de açıklıyor: “Beyin, olayların nasıl olması gerektiğini hayal ediyor ve o varsayıma uyan bilgiyi alıyor.”
Bu durum hayatımızı verimli kıldığı halde bizi yarı gerçekler veya çarpıtılan gerçekler karşısında savunmasız bırakabiliyor.
New York Üniversitesi Psikoloji ve Nöral Bilim bölümünden Jay Van Bavel’e göre, sabit bir dünya görüşüne sahip olmak ve yılların deneyimiyle şekillenmek, yaşça büyük kişilerin yanlış bilgileri paylaşmaya daha meyilli olmalarının bir nedeni olabilir.
Van Bavel, 65 yaş üstü kişilerin sahte haber paylaşma ihtimalinin daha genç yaş gruplarına göre altı veya yedi kat daha yüksek olduğunu ifade ediyor. Van Bavel, bunun sebebini araştırmak için şu sıralar beyin görüntülemesiyle ilgili bir çalışma yürütüyor.
Profesör, birçok kişinin aynı haber kanalını yıllardır izlediğini, dolayısıyla dünyaya belirli bir şekilde baktığını söylüyor. Ayrıca bu grup diğer yaş gruplarına kıyasla bir siyasi partiye daha bağlı olma eğiliminde. Bu durum kısmen de olsa 65 yaş üstü bireylerin, dünya görüşlerine uyduğu takdirde yanlış bir haberi, sosyal medyada paylaşmaya neden daha yatkın olduklarını açıklıyor.
Van Bavel’e göre, başka bir neden bilişsel zayıflama ile ilgili olabilir: yani yaşça büyük kişiler her türlü sahtekarlık riskine karşı daha savunmasızlar.
Söz konusu bulgunun sebebi ne olursa olsun yaşça büyük bireylerin oy verme oranının, gençlerden çok daha yüksek olduğunu göz önünde bulundurmakta fayda var.
“Sahte haberlerin hedef kitlesi bu yaş grubu olduğunda ve bu kişiler aldatılmaya daha elverişli hale geldiğinde mesele toplumsal sorunun ötesine geçiyor,” diyor Van Bavel.
Fellows, insanların yanlış bilgi tuzağına düşme nedenleri arasında, uygulanan bilişsel süreçlerin yanı sıra psikolojik ve duygusal katmanların da bulunduğunu ileri sürüyor. Diğer bir deyişle bazı haberlere inanmanız, bu içeriklerin bizi duygusal ve psikolojik olarak nasıl etkilediğine bağlı olarak daha zor veya daha kolay olabiliyor.
Kimi zaman bireyler, doğru kabul edildiği takdirde büyük korku uyandıracak veya rahatsız edecek bilgileri reddedebiliyorlar. Fellows iklim değişikliğiyle ilgili bir örnek veriyor: İklim değişikliğini reddetmek kabul etmekten daha kolay; çünkü iklim değişikliğinin gerçek olmadığına inanıyorsanız harekete geçmeye veya korkunç sonuçları hakkında düşünmeye mecbur değilsiniz.
“Herhangi bir sorunu beraberinde getirmediğini ileri süren bilgilere sadık kalmak psikolojik olarak daha kolaydır,” diyor Fellows.
Yanlış bilginin sosyal medya üzerinden yayılmasında duyguların da büyük bir rolü var. Van Bavel’in araştırması “tiksinti” veya “nefret” gibi Twitter’da kullanılan “ahlaki duygusal” sözcüklerde, sözcüğün geçtiği bir mesajın retweet edilme olasılığının yüzde 20 arttığını gösteriyor. (Yalnızca duyguyla ilgili olan “üzüntü” veya “mutluluk” gibi sözcükler, “adil” ve “vicdanlı” gibi ahlaki kuralları kapsayan; fakat duygularla güçlü bir bağı olmayan sözcüklerden ayrışıyor.)
İnsanların, güçlü duyguları tetikleyen bilgiler karşısında harekete geçme ihtimallerinin, mantıklarına hitap eden bilgiye kıyasla daha yüksek olduğunu açıklayan Van Bavel duygunun, kişiyi harekete sürükleyen güçlü bir etken olduğunu söylüyor.
Van Bavel’e göre bir diğer etken ise insanların bilgiyi tükettikleri ortam. Birçok kişi mantığını, örneğin üniversitede bir dersi dinlerken kullanıyor. Aksine, “Çoğu insan haber kaynağı olan sosyal medyayı kullanırken genellikle haberlerin rasyonel içeriğiyle ilgilenmiyor. Haberle ilgili grafiklere ve şekillere doğru dürüst bakmıyor ve bunlar üzerinde detaylı düşünmüyor. Onun yerine başlıklara, resimlerin yazılarına, kısa videolara ve görsellere tepki veriyor. Bu tür şeyler kullanıcıların duygularına hitap ediyor.”
Güvenilir olmayan kaynaklardan gelen bilgilerin seçmenlerin adaylar hakkındaki görüşlerini ve göç ve iklim değişikliği gibi güncel kampanya konularını etkilemesinden endişe duyuluyor. Kanadalı liderler ve güvenlik uzmanları, yabancı aktörlerin yanlış bilgiyi yayarak seçim öncesi karışıklıklara neden olma ihtimali konusunda devamlı uyarıda bulunuyorlar.
Kamu Politikası Forumu ve McGill Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Max Bell Kamu Politikası Okulu öncülüğünde yürütülen Dijital Demokrasi Projesi kapsamında hazırlanan bir araştırma raporunda, Kanada halkı arasındaki genel yanlış bilgi düzeyinin oldukça düşük olduğu belirtiliyor.
Bununla birlikte raporda şu sözlere de yer veriliyor: “Genellikle insanların haberleri, kaynağı dikkate almadan takip etmeleri, bu kişilerin yanlış bilgiye karşı daha savunmasız olmalarına neden oluyor.”
İnsanların sosyal çevreleri, sadece haber akışında hangi içeriklerle karşılaşacağını berlirlemiyor, aynı zamanda bireylerin yanlış bilgiye tepki verme biçimlerini de önemli ölçüde etkiliyor. Örneğin, sizinle benzer görüşleri olan bir arkadaşınızın paylaştığı bir habere inanmaya daha yatkın olabiliyorsunuz.
Fellows bu konuda, “Bizlerle aynı görüşte olan insanlar aynı yargılara sahip olduğu için, kendi yargılarımız konusunda kendimizi daha emin hissediyoruz,” diyor.
Buna karşın Van Bavel, bağlılıklarımızda hiyerarşik bir yapı olduğunu düşünüyor. Belirli bir kişi veya partiyle kurduğumuz birlik, başka insanlarla paylaştığımız ortak bir ideolojiye olan bağlılığımızdan daha sağlam. Bu kavram çoğunlukla ABD Başkanı Donald Trump ve destekçilerinde vücut buluyor. Van Bavel bunu şöyle izah ediyor: “Trump, ABD’nin yıllardır uyguladığı muhafazakâr iktisadi politikayla ters düşen serbest ticaret karşıtı bir iddiada bulunsaydı Trump taraftarı ortalama bir birey o iddiaya inanabilir ve bu konuda paylaşımda bulunabilirdi.”
“Bu tür kişiler şu soruyu dikkate alıyorlar: Bu birey, bulunduğum topluluğun bir parçası mı? Öyleyse söz konusu iddiaya inanma ihtimalleri daha yüksek; ilgili ideoloji, değerlerine aykırı olsa bile.”
Ne var ki kişinin ait olduğu topluluk, yanlış bilgiyi desteklediği gibi kontrol altında da tutabilir. Van Bavel, yanlış bilginin yayılmasına karşı bağışıklığı olmadığını kabul ediyor. Profesör, yalanların dünya geneline yayıldığı konusunda Mark Twain’e ait olduğu iddia edilen bir alıntıyı internette paylaşmış. Kısa süre sonra Van Bavel’in bulunduğu ve çoğunlukla iş arkadaşlarından oluşan internet topluluğunun üyeleri, yazarın böyle bir sözünün bulunduğuna dair herhangi bir kanıt olmadığını söylemiş. Bunun üzerine profesör paylaştığı alıntıyı teyit etmiş ve yanlış olduğunu gördükten sonra gönderisini silmiş.
“Normlar bu konuda önemli rol oynuyor,” yorumunda bulunuyor Van Bavel. “İnsanlar, sahte haberleri paylaşmanın kabul edilebilir olduğunu düşünür ve paylaşımları karşılığında ödüllendirilirlerse sahte haber dalgası daha da büyür.”
Kaynak
The Globe and Mail, How do our brains fall for disinformation?