Bu yazıda önümüzdeki 18 ila 24 ay boyunca bizi neler bekleyebilir, bunlara değinilecektir
1.Bağışıklık önümüzdeki süreçte gidişatı temelden değiştirebilecek en kritik konu. Elimizde henüz yeterli veri olmaması sebebiyle de ‘nedir’ ve ‘nasıl’ı hala devasa bir muamma. Virüse karşı doğal yoldan (kandaki antikorlar ile) bağışıklık kazanıp kazanmadığımızı bilmek için çok sayıda iyileşen hastaya çok sayıda seroloji testi yapmamız, sonuçları da birkaç ay boyunca takip etmemiz gerekecek. Bunun için de hem kaynak hem zaman lazım.

2.Bağışıklık yoksa tekrar tekrar hastalanma riskimiz doğacak. Kısa süreli bağışıklık varsa hastalığı geçirenlerimiz biraz da olsa rahatlayıp daha normal biçimde işine, gücüne, hayatına dönebilecek. Eğer uzun süreli bağışıklık kazanabiliyorsak düz ifadeyle ‘yırttık’. Aşı bulunana kadar ihtiyacımız olan zamanı kazanmış olacağız. Bugün bildiklerimiz çerçevesinde varsayımları ‘kısa süreli bir bağışıklık’ olduğuna yakın bir yerlerden yapmakta, temkinli bir iyimserlikle ilerlemekte fayda var.
3.Virüse karşı alınan sıkı önlemlerin (tüm dünyanın aynı 4–6 hafta boyunca komple eve kapanması ve virüsü yok etmesi senaryosu haricinde) ekonomik, sosyolojik ve psikolojik açıdan sürdürülebilir olmadığı ortada. Uzun süre evde kalmanın ve bireysel gelirsizliğin sonuçlarının toplum sağlığına ve sosyal düzene riski, kontrolden çıkmış bir COVID-19 salgını kadar yüksek olabilir. Bu nedenle de ülkeler yeni vaka sayılarındaki artış hızına bakıp önlemlerini yavaş yavaş gevşetiyor. Sosyal hayat, üretim ve ekonomi biraz canlansın, insanların psikolojileri az da olsa toparlansın diye. Düdüklü tencerenin ‘düdüğü’ gibi biraz. Tabii bunun kaçınılmaz etkisi salgında yeni dalga(lar) olacak; o konuda hemen herkes hemfikir.
4.Her yeni dalga ortaya çıktığında sıkı önlemler tekrar devreye alınacak, salgın tekrar (geçici olarak) bastırılacak ve önlemler tekrar gevşeyecek. Yani muhtemelen her 3–4 ayda bir tekrar eve kapanacağız, salgının yavaşlamasını bekleyeceğiz, sonra da tekrar çıkacağız. Groundhog Day’i andıran bu döngüdeki temel gerekçe, ekonomi, toplum psikolojisi ve salgının kontrolünü belli bir dengede tutmak zorunluluğu ile alakalı. Ekonomik çarkın tam kapasite olmasa da dönmesi gerekiyor ki hayatta kalabilelim. Ancak aynı zamanda salgının sağlık sistemini kilitleyeceği boyuta da ulaşmaması gerekiyor ki yine hayatta kalabilelim. Bu dengeyi iki kefeli bir terazi gibi tutturmak mümkün değil; o nedenle izlenen stratejiyi bir uçtan diğerine salınan bir sarkaca benzetmek mümkün.
5.Sistemde yapılacak bu periyodik “açma kapama” işlemi doğru yönetilebilirse hem ekonomik / sosyolojik/ psikolojik anlamda uçurumun dibine inmekten kurtulacağız, hem de toplum ‘kontrollü biçimde’ hasta olup iyileşerek (kısa süreli de olsa) doğal bağışıklık kazanacak. Bu, ilk zamanlarda önerilen “bırakalım ne olursa olsun” mantığındaki sürü bağışıklığından farklı: sağlık sistemine bindirilecek yük hesaplanıyor, tedavi ile destekleniyor, önlemler de kapasite aşımını engelleyecek şekilde alınıyor ve ihtiyaç kalmadığında gevşetiliyor. Salgın “kontrol altına alındı” derken kastedilen de bu esasında: virüsün “kontrol altında” yayılımına izin veriyoruz.
6.Bu nedenle COVID-19 testleri ve hastalarla temas takibine yönelik çabalar artarak ve yeni yöntemlerle desteklenerek devam edecek. Salgın ile alakalı olabildiğince gerçek-zamanlı ne kadar çok veri toplayabilirsek, salgın sürecini ve yeni gelecek dalgaları “kontrol altında” yönetmemiz o kadar kolaylaşacak. Singapur’da kurulan hasta takip sistemin bir benzerini kurabilirsek, ilerleyen aylardaki dalgalarda alınacak önlemler bugünkülere kıyasla hem daha etkili hem de daha esnek olacak. Salgınla yaşamaya devam ederken ekonomik, sosyolojik ve psikolojik anlamda iyileşme için detaylı ve etkili vaka ve temas takibi de en az bağışıklık kadar kritik olacak. (Bu konuda immünologlardan tasarımcılara, teknoloji şirketlerinden devletlere, pek çok kişi ve kuruma büyük iş düşecek.)
7.Ekonomiyi yavaş yavaş ‘geri açacağız’ (ve ara ara tekrar kapatacağız) ancak ekonominin ‘açılmış’ olması, hızlı bir ekonomik toparlanma anlamına gelmeyecek. Temel tehlike (virüsün bulaşıcılığı ve hasta olma riski) top yekün bertaraf edilmediği sürece, pek çoğumuz zorunlu haller haricinde dışarı çıkmaktan, kalabalığa karışmaktan imtina etmeye devam edeceğiz. Sosyal hayatı ‘güvenilir çemberlerde’, enfeksiyon riskinin aza indirgendiği küçük aile ve arkadaş etkinliklerinde yaşayacağız. Düşen gelir, artan borç ve işsizlik riski sebebiyle eskisi gibi harcamayacağız; daha da önemlisi (istesek bile) eskisi gibi borçlan(a)mayacağız. Yani uzunca bir süre dükkanlar açık ama boş olacak; daha acısı boş dükkanlar bir yerden sonra kapanmak durumunda kalacak.
8.Ulaşım alışkanlıklarımız değişecek. Sokakta olduğu gibi toplu taşımada da fiziksel mesafelendirme devam edecek; kapasite yönetimi sorun olacak. İmkanı olanlar özel araçlara yönelecek; şehirlerde trafik sorunu daha da artacak. Şehirlerarası ulaşımda uçuşlar açılsa da ilk etapta pek çoğumuz uçmayacağız. Hem havaalanlarındaki ek önlemler, hem yarı kapasiteyle uçma gereksinimi sebebiyle pahalanan biletler, hem de virüs kapma çekincelerimiz sebebiyle uzun araba yolculuklarına geri döneceğiz.
9.Uluslararası uçuşlarda durum daha da karmaşık bir hal alacak. Küresel toplum genelinde bağışıklık sağlanana kadar başka ülkelere ‘birkaç günlüğüne’ uçamayacağız. Uçağa her biniş öncesi yapılacak virüs testleri, varılan ülkede geçirilecek 14 gün zorunlu karantina, COVID-19 zorunlu seyahat sigortası falan derken, uzun süreli tatiller (örn: salgını kontrol altına almış ülkelere ‘güvenli turizm’) ve temelli taşınmalar haricinde yurtdışına gitmeyeceğiz. Bağışıklık durumu netleştiğinde kişilerin bir ‘COVID-19 bağışıklık pasaportu’ taşıması da (aşı karnesi gibi) olası; ancak onun için başta belirttiğim gibi hem zamana hem de küresel bir koordinasyona ihtiyacımız var; o yol uzun.
10.Koruyucu maskeler hayatımızda ev anahtarı ve cep telefonu kadar sürekli ve kalıcı hale gelecek. Karantina önlemlerinin gevşediği dönemlerde bile evin dışında olduğumuz hemen her durumda suratımızda maske olacak. Tabii burada temel sıkıntı milyarlarca insana yetecek kadar maskeyi sürekli olarak üretmek ve tedarik etmek. Tekstil firmaları başta olmak üzere, imkanı olan her şirket maske üretiminin bir ucundan tutmak zorunda kalacak. Aksi durumda kontrollü salgının tekrar kontrolsüz salgına evrilmesi kaçınılmaz.
11.Dip toplamda içinden çıkılması çok zor olan vicdani bir açmazın içindeyiz. Ekonomik, sosyolojik ve psikolojik sınırlar sebebiyle salgını tam anlamıyla, %100 baskılayamadığımız için dünya genelinde binlerce can kaybetmeye devam ediyoruz. Temel açmaz şuna geliyor: “Virüsü olabildiğince uzun süreyle baskılarken ekonomik ve sosyal düzenin bozulmasını mı riske edelim, yoksa virüsü görece serbest bırakıp ekonomiyi az da olsa canlandırırken önlenebilecek can kayıplarını sineye mi çekelim?” Bu sorunun doğru bir cevabı yok; iki durumun sonunda da yüklü kayıp var çünkü. Çok net olan tek şey ise şu: Devletler hangi tarafı seçerlerse seçsinler, toplumun (bireyler ve kurumlar olarak) çok acil biçimde sorunun bir ucundan tutup ellerinden geldiği kadar çözüme katkı sunmasına ihtiyaç var; bu kesin bilgi.